İçeriğe geç

Ünlü Selçuklu Komutanları Kitap Alıntıları – Ali Sevim

Ali Sevim kitaplarından Ünlü Selçuklu Komutanları kitap alıntıları sizlerle…

Ünlü Selçuklu Komutanları Kitap Alıntıları

Tacüddevle Tutuş ile Aksungur ve Bozan adlı iki emir ve bunlara, Berkyaruk’un gönderdiği yardımcı kuvvetler arasındaki karşılaşma, Haleb yakınlarında olmuştur. Her iki taraf, çarpışmaya başladığı sırada, Abakoğlu, aman isteğiyle Tutuş tarafına geçti, kalanlar ise bozuldular. Aksungur tutsak alınarak Tutuş’a getirildi. Tutuş, ona: Eğer beni böyle elegeçirseydin bana ne yapardın? diye sorunca Aksungur da: Seni öldürürdüm dedi. Bunun üzerine Tutuş: O halde, ben de sana, senin bana vermek istediğin hükmü veriyorum dedi ve onu öldürdü. Aksungur, halkı yönetme, onları güvence altında bulundurma ve isteklerini yerine getirme hususlarında ( yönetici olarak ) insanların en iyisi idi
Tacüddevle Tutuş, Kasimüddevle Aksungur huzuruna getirildiğin zaman ona: Sen beni böyle eline geçirseydin ne yapardın? diye sorunca Aksungur’un: Öldürürdüm demesi üzerine, Tutuş: O halde ben de sana, senin bana vermek isteriğin hükmü veriyorum dedi ve onu acımaksızın öldürdü.
Selçuklu tarihinde seçkin bir yere sahip olan Aksungur’un sultan Melikşah’ın dadısı olan karısından dünyaya gelen oğlu İmameddin Zengi de, aynı şekilde, babasının yetenek ve meziyetlerine sahip iyi bir asker ve devlet adamı olarak tarihi görevini, tam anlamıyla yerine getirerek devrini kapatmıştır.
İçkiye ve sarhoşluğa öyle daldık ki, Aksungur ve Bozan hakkında düşünmeye bile vaktimiz kalmadı. Oyunu kaybedince onların ruhları da böylece teslim alındı
Aksungur, valiliği sırasında, Haleb ve çevresinde hüküm sürmekte olan huzursuzluğu, yerinde aldığı sert önlemlerle kısa zamanda ortadan kaldırmıştır; öyleki şehir içindeki dükkanlar, gece, gündüz açık bir durumda bırakılmaya başlanmıştı. O, yönetimi sırasında, halka karşı daima adil davranmış, böylece insanların sevgi, saygı, takdir ve bağlılığını kazanmıştır.
Aksungur, kuvvetlerinin dağılıp çekilmesine rağmen çarpışmalara bizzat devam etti ise de tutsaklıktan kurtulamadı. Bir süre sonra Tutuş, huzura getirilen Aksungur’a Sen, beni böyle tutsak alsaydın ne yapardın? diye sorunca Öldürürüdüm demesi üzerine Tutuş, Ben de sana, senin bana vermek istediğin hükmü veriyorum dedi ve derhal boynunu vudurnak suretiyle öldürttü.
Melikşah’ın oğullarından Berkyaruk, sultan olma yolunda büyük çabalar sarfederek Rey ve Hemedan kesimine hakim duruma geçmişti; hatta Tutuş’a karşı, kuvvetleriyle birlikte Rey yakınlarına kadar gelerek savaşa hazır bir duruma bile gelmişti. Berkyaruk’un bu faliyetlerini haber alan ve esasen Tutuş’la araları açık bulunan Aksungur, Bozan’la bir gece, gizlice, kuvvetleriyle birlikte Tutuş’un ordusundan ayrılıp Berkyaruk’a katılarak onun hizmetine girdiler. Bunun üzerine kuvvetleri ciddi şekilde azalan Tutuş, yeğeni Berkyaruk’a karşı bir savaşı göze alamadı; yeniden ordu hazırlamak üzere, kendisine sadık kalan emir Yağısıyan ile birlikte Azerbaycan’dan ayrılıp Diyarbakır ve Haleb yoluyla Dımaşk’a geri döndü ( Aralık 1093 )
1085 ve 1086 yıllarında, Kuzey-Suriyr hakimiyeti için, imparatorluğun vasalları durumunda olan Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarı Süleymanşah, Musul emiri Şerefüddevle Müslim ve Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti hükümdarı Tutuş arasında şiddetli bir mücadele olmuştu.
Sultan Alp Arslan’ın çok önem ve değer verdiği bu nedenle de Anadolu’nun fethine başkumandan atadığı Artuk Bey, sultan Melikşah’ın Anadolu’nun fetih harekatına Kutalmışoğlu Süleymanşah ve kardeşlerini ( Mansur, Devlet ve Alpilik ) ataması üzerine, sultana ve Süleymanşah’a sonderecede kızmıştır.
Artuk Bey, son olarak Tutuş-Süleymanşah savaşına katıldıktan sonra valilik yaptığı Kudüs’e çekilerek ( 1086 ) ömrünün son günlerini burada geçirmiştir. Onun Kudüs’teki faaliyetleri hakkında ilgili kaynaklarda yeterli ölçüde bilgi bulunmamaktadır. Süryani Mihail’in kaleme aldığı Vekayiname’deki bir kayda göre Artuk Bey, bazı batılı yazarların iddialarının aksine, Hıristiyanların Kudüs’ü ziyaretlerinin düzenli ve devamlı bir şekilde yürütülmesini sağlamış ve hatta her ziyaretçi için bir altın ücret aldırmıştır. Nihayet Artuk Bey, valilik görevini yürütmekte iken 1901 yılında, Kudüs’te hayata gözlerini yummuştur.
Tutuş’un Haleb üzerine hareket halinde olduğunu haber alan Süleymanşah da derhal kuvvetleriyle birlikte Haleb üzerine yürüdü. Bir süre sonra her iki taraf kuvvetleri, Haleb yörelerindeki Aynuseylem’de karşılaştılar. Önce Süleymanşah’ın saldırıya geçmesi üzerine başlayan çarpışmalarda, bütün ilgili kaynakların özellikle belirttikleri üzere, savaş taktik ve tekniğini sonderecede iyi bilen Artuk Bey’in ustaca manevraları ve yiğitçe çarpışması sonucunda, Süleymanşah’ın kuvvetleri kesin bir yenilgiye uğratıldı. Ordusunun dağılmasına rağmen yiğitçe ve çok az bir kuvvetle sonuna kadar çarpışmaları sürdüren Süleymanşah, içine düştüğü bu kötü sonuna gururuna yediremeyerek bıçağıyla canına kıydı ( Haziran 1086 )
Fahruddevle, derhal Amid’e gelerek Artuk Bey’e karşı savunma önemleri aldı. Bu sırada sultan Melikşah, kendisine kırgın bulunan bu eski ve değerli kumandanının gönlünü almak amacıyla ona hil’at, ferman ve bazı armağanlar gönderdi. Fakat Artuk Bey, bunları almayarak sultana adeta isyan eder bir davranış içine düşmüş oldu. Artuk Bey’in Diyarbakır ve çevresini elegeçirme girişimine karar vermesinde, hizmetinde bulunduğu Suriye ve Filistin Selçuklu devleti hükümdarı Tutş’un herhangi bir etkisinin olduğu veya onayının bulunup bulunmadığı, yahut da sözkonusu edilen ittifakla ilgili olup olmadığı hususunda kaynaklarda herhangi bir bilgi yer almamaktadır.
Doğulu bir Hristiyan kaynağındaki ( Urfalı Mateos, s. 225 ) kayda göre, Artu Bey, Kudüs’teki Resurection ( Kıyame ) kilisesinin tavanına üç ok koydurmuştur. Bilindiği üzere ok, Türklerde hakimiyet simgesi olarak kullanılmakta idi. Böylece bu davranışıyla Artuk Bey, şehre hakim olduğunu göstermek istemiştir. Bununla birlikte bazı batılı araştırıcılar, ok’un eski Türklerde bir hakimiyet simgesi olduğunu bilmedikleri için, Artuk Bey’in bu hareketini, Hıristiyan dinine bir hakaret ve saldırı olarak değerlendirmişler, daha da ileri giderek bunu, Haçlı seferlerinin sebeplerinden birisi olarak ileri sürmüşlerdir.
Daha sonra Tanrı’nın elçisi- üzerine salat ve selam olsun- dedi ki: Cebrail, üzerinde, kara bir kaftan ve belinde, hançer gibi bir şey olduğu halde, bana geldi. Dedim ki: Ey Cebrail, onların ( Müslümanların ) yönetimi kimin elinde olacak? Dedi ki: Abbas bin Abdülmuttalip’in oğlunun olacak. Dedim ki: Ey Cebrail, onların tebaası kim olacak? Dedi ki: Horosan’da kemer takanlar, toprak sahibi köylüler, Dokuzoğuz Türkleri veya dağ halkından hançerliler olacak. Ben dedim ki: Ey Cebrail, Abbas’ın oğlu neye sahip olacak? Dedi ki: Ey Muhammed, o, mahşer gününe kadar, çöl ve şehir halkına altına, Safa, Merve ve Meş’ar’a ticarete, saltanata ( taht ve taca ) övünülecek şeylere ve dünyaya sahip olacak. Bu, Tanrı’nın fazlıdır ( Tanrı’nın verdiği üstünlüktür ), dilediğine verir.
Dukas, eski nazırı Botaniates’le birlikte Ursel ve Selçuklu kuvvetlerine karşı harekete geçti. Fakat Dukas, Sakarya ırmağı dolaylarında, Ursel’le tutuştuğu savaşta yenilgiye uğradı ve hatta tutsak da alındı ( 1073 ). Bu başarı üzerine Ursel, tutsak Dukas’ı imparator ilan etti.
Fatımi ordusu, kuşatmayı bırakıp Mısır’a çekilmek zorunda kaldı. Bir süre sonra Tutuş, şehir yakınlarındaki Azra çayırlığında kendisini karşılayan Atsız’la birlikte Dımaşk’a geldi. Fakat çok geçmeden Tutuş’u yardıma çağırdığına pişman olduğu anlaşılan Atsız, şehri ona teslim etmemek için bazı gizli girişimlerde bulundu. Bunu ortaya çıkaran Tutuş, Atsız’ı tutuklattı; bir süre sonra da yayının kirişiyle boğdurmak suretiyle öldürttü. Böylece, o Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nin yönetimini elegeçirdi.
Kahire yenilgisinden sonra Filistin ve Suriye’nin birçok şehir ve kalelerindeki Arap asıllı yüksek askeri ve mülki devlet yöneticileri, Atsız’a karşı başkaldırdılar; şii hutbesi okutmaya başlayarak yeniden Mısır Fatımi halifeliğine tabii olduklarını resmen ilan ettiler
Melikşah, Atsız’ın olumlu ve haklı bulduğu mektubu üzerine, vezir Nizamülmülk’ün etkisiyle de olsa onu görevde bırakmış, ayrıca ona, gönlünü almak için özel bir giysi ( hil’at ), yine sultana ait külah, at, kılıç ve kalkan göndermiştir.
Atsız, yeni bir ruh ve bilinçle askeri hareketlere girişerek Suriye ve Filistin’deki Fatımi hakimiyetine son verdi ve her iki ülkenin ilk kez Seulçuklu Türkleri tarafından fethini ve daha önce, Filistin’de kurulan küçük Türkmen Beyliği’nin sınırlarını genişletip bir devlet haline gelmesini sağladı.
Tutak-Ursel ittifakını haber alan Aleksios, derhal harekete geçip Tutak’la ilişki kurarak Bizans ve Selçuklu memleketlerini tahrip ve yağma eden Ursel’i büyük bir fidye ve değerli armağanlar karşılığında yakalatıp kendisine göndermesini sağladı; böylece Bizans için ciddi bir duruma gelen Ursel tehlikesi de emir Tutak’ın yardımı sayesinde ortadan kaldırılmış oldu.
Artuk Bey, Sapanca Dağı’ndaki karargahında bulunan Ursel’e öncü kuvvetleriyle bir baskın yaptı. Daha sonra da asıl ana kuvvetleriyle yapılan şiddetli çarpışmalarda, Frank kuvvetleri yenilgiye uğradığı gibi, bütün çıkış yolları kesilen Ursel, beraberindeki İonnes Dukas ile birlikte tutsak alındı.
Romanos Diogenes’in ordusuyla Doğu-Anadolu yönünde ilerlemekte olduğunu haber alan Alp Arslan, sert bir cevapla elçiyi geri gönderdi. Bu durum karşısında Mısır seferini yarıda bırakan sultan, Urfa, Diyarbakır ve Bitlis boğazı yoluyla Ahlat’a geldi.
Emir Afşin, Erbasan’ın takibinden Ahlat’a döndükten sonra sultan Alp Arslan, Mısır seferinr çıkmıştı. Sultan, kuvvetli bir orduyla Azerbaycan üzerinden Doğu-Anadolu’ya gelerek, başta Malazgirt olmak üzere, fetihlerde bulundu. Daha sonra Diyarbakır yoluyla Haleb’e gelen Alp Arslan, burada bir süre kaldıktan sonra Mısır yönüne hareket etti.
Erbasan’ın Afşin tarafından izlenmekte olduğunu öğrenen Manuel, onun ısrarla Bizans’a sığınmaya razı etti. Bunun üzerine Erbasan, Manuel ve diğer tutsak generalleri serbest bıraktı ve sultanın gazabından son derecede korkusu sebebiyle ailesi ve bazı yakınlarıyla birlikte İstanbul’a gitti. İmparator Romanos Diogenes, onu, sanki bir müttefik devlet başkanı gibi çok görkemli bir törenle karşılayıp kabul etti. Böylece tarihte ilk kez, bir Selçuklu başbuğu Bizans’a sığınmış oluyordu.
Evdokia’nın niyabeti ancak iki ay sürdü. Saraydaki askeri kanadın baskısı sonucunda imparatoriçe, askeri aristokrasiye mensup Kayserili bir general olan Romanos Diogenes ile evlenmek zorunda kaldı.
Ünlü halife Harunurreşid devrinde, Asya’daki Arap hakimiyeti oldukça yüksek bir düzeye ulaştı.
II. Basil devrindeki Balkanlar’dan Güney-Kafkasya’ya, Adriyatik’ten Güney-İtalya’ya kadar uzanan Bizans sınırları, gerileme devrinde, bir yandan Normanlar, Peçenekler ve Uzların, öbür yandan da özellikle Anadolu’da Selçuklu baskıları sebebiyle, oldukça darlaştı ve dolayısıyla doğuda birçok sınır eyaletleri kaybedildi.
Orta – Doğu’nun büyük devletlerinden birisi de Bizans İmparatorluğu idi. Justinianus’tan sonra Bizans’a en parlak devrini yaşatan. II. Basil’in ölümü ( 1025 ), imparatorluğun bir dönüm noktası oldu.
İmparator Romanos Diogenes, Anadolu’daki Selçuklu askeri hareketlerine son verip onları bu ülkeden çıkarmak amacıyla hazırladığı büyük bir orduyla bizzat harekete geçmişse de Malazgirt’te yapılan savaşta ( 26 Ağustos 1071 ), sultan Alp Arslan’ın yönettiği Selçuklu ordusu tarafından kesin bir yenilgiye uğratılmış, kendisi de tutsak alınmıştır.
Sultan Alp Arslan, Anadolu’da Bizans’a karşı başarılı akınlarda bulunan Afşin Bey’e affettiğini bildiren bir mektup gönderdi. Bu sırada Antakya yörelerinde bulunan Afşin, sultandan af gelen af mektubunu akıktan sonra onun katına çıkmak amacıyla, atlı kuvvetleriyle buradan ayrıldı ( Nisam 1068 )
Gümüştekin ve beraberindeki emirler, büyük ganimet ve tutsaklarla, Selçuklu harekat üssü olan Ahlat’a döndüler. Emir Afşin, burada arası şiddetle açılıp kavgaya tutuştuğu Gümüştekin’i öldürdü ve sultanın gazabından korkarak atlı kuvvetleriyle Anadolu içlerine çekildi ve akınlara başladı.
III. Gürcistan toprakları, Gence ve Tiflis emirlerine. Daha sonra sultan, başta Abbasi halifesi Kaaim Biemrillah olmak üzere, bütün Müslüman hükümdarlarına birer mektupla ( Fetihname ) Küffara karşı kazandığı zafer ve yaptığı fetihler hakkında bilgi verdi. Bu haber üzerine Bağdas ve diğer İslam başkentlerinde, kutlama törenleri ve şenlikleri yapıldı. Abbasi halifesi, sultana gönderdiği cevabı mektupta, onu kutladıktan başka Fetihler Babası ( Ebulfeth ) unvanını vermiştir.
Yeni Bizans imparatoru X. Konstantin Dukas Selçuklu harekatını önlemek için, Anadolu’ya gönderdiği general Pankaras, Selçuklu kuvvetleri karşısında başarılı olamadı.
Türk komutanlarından emir Dinar, üç bin atlı kuvvetiyle Bizanslıların şiddetle savundukları Malatya’yı elegeçirdi ve kent yörelerini akınlara uğrattı. Emir Dinar’ın bu çarpışmalarda şehit olduğu öne sürülüyor ( 1058 )
Selçuklular, 23 Mayıs 1040’da kazandıkları ünlü Dandanakan Meydan Savaşı’ndan sonra Horosan’da bağımsız bir devlet kurdular. Türk ve dünya tarihi bakımından çok büyük ve önemli sonuçlar doğuran bu zaferden sonra Selçuklular, Merv kentinde topladıkları Büyük Kurultay’da, Türklerin çok eski devirlerden beri sahip oldukları Dünya hakimiyeti ülküsü uyarınca, gerek doğuda, gerekse batıda büyük fetihlere girişmeyi kararlaştırdılar. İlk Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in önderliğinde batı yönünde yapılan fetihler, dünya ve özellikle Orta-Doğu tarihi bakımından büyük değer kazanmıştır.
İslam kaynaklarında Zaferin kendisinin olmadığı hiçbir savaşta bulunmamıştır cümlesiyle vasfılanan Eksükoğlu Artuk, sultan Alp Arslan ve Melikşah dönemlerinin en ilerigelen Selçuklu emirlerinden idi.
Özellikle onun, ünlü Bizans kent ve kalesi Amuriyye ( Amorion )’yi fethetmesi, doğulu ve batıl tarihi kaynaklarda sözkonusu edilmiştir.
Sultan Alp Arslan’ın, yiğitliği, askeri yeteneği ve dolayısıyla değerini takdir ettiği Bekçioğlu Afşin, sultanın en yakın komutanları arasında, Malazgirt Savaşı’na katılarak zaferin kazanılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Selçuklular, 23 Mayıs 1040’da kazandıkları ünlü Dandanakan Meydan Savaşı’ndan sonra Horosan’da bağımsız bir devlet kurdular. Türk ve dünya tarihi bakımından çok büyük ve önemli sonuçlar doğuran bu zaferden sonra Selçuklular, Merv kentinde topladıkları Büyük Kurultay’da, Türklerin çok eski devirlerden beri sahip oldukları Dünya hakimiyeti ülküsü uyarınca, gerek doğuda, gerekse batıda büyük fetihlere girişmeyi kararlaştırdılar. İlk Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in önderliğinde batı yönünde yapılan fetihler, dünya ve özellikle Orta-Doğu tarihi bakımından büyük değer kazanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir