İçeriğe geç

Umrandan Uygarlığa Kitap Alıntıları – Cemil Meriç

Cemil Meriç kitaplarından Umrandan Uygarlığa kitap alıntıları sizlerle…

Umrandan Uygarlığa Kitap Alıntıları

Dil, musikidir… Musikilerin en mânâlısı, en az müphemi ama musiki. Her kelime, bir kelimeler dünyasının anahtarıdır; meçhule açılan bir kapı, her kelime. Meçhule, yani rüyalara, hatıralara, anlatılamayanlara, anlatılamayacaklara.
Dünya görüşlerini yaratan fertler değil toplumlardır.
Çağdaşlaşmak, elbette ki Avrupalılaşmaktır. Avrupalılaşmak, yani yok olmak. Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı asrileşmektir, asrîleşmek yani maskaralaşmak, gavurlaşmak.
Her gerçek önce ütopyadır.
… bilgi, sonu gelmeyecek olan bir fetihtir.
İnsan, tabiattaki topyekûn tekâmülün anahtarı
Eskiden soyunun kainatla sona ereceğine inanıyordu. Sonra yeryüzü ile birleştirdi akıbetini: ısı değişecek, atmosfer başkalaşacak, yaşamak imkansızlaşacaktı. Nihayet anladı ki, kökünü kurutacak kurt kendi içinde.
Türk insanının en büyük noksanı siyasi düşünceye gözlerini kapamış olmasıdır. Bütünü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk, ya ideolojilere köle
..insan demek yalnız meslek demek değildir. Belli bir yere kadar meslek yükseltir insanı, o yere vardıktan sonra sınırlar. Büyük insan bu sınırları aşan adamdır.
Kitapların da insanlar gibi karanlık veya parlak, bahtiyar veya meşum bir alınyazıları vardır.
…” Herkesin istediğini yaptığı yerde hiç kimse istediğini yapamaz; efendinin olmadığı yerde herkes efendidir; herkesin efendi olduğu yerde herkes köledir.”
Irmaklar gibidir kader: zekânın setlerini aşamaz. Aksilikleri alt etmenin yolu, zamanını anlamak.
Kitap bir çağrıdır.
Her engelin karşısında durmamalı, aşıp geçmeli o engeli, sonra daha geniş bir bilginin ışığında ona geri dönmeli.
İnsan, daha güçlü hayvanlara karşı kendini koruyamaz tek başına, tek başına ihtiyaçlarını karşılayamaz; demek ki, birarada yaşamak tabii ve zaruri.
Garip felaketler bekliyor bizi, garip çünkü kendi eserimiz. Fâni olduğumuzu, acı çektiğimizi ve birbirimize kötülük yaptığımızı biliyorduk. Yeni bir şey daha öğrendik şimdi: soyumuzun kendi kendini yok ettiğini.
Irkçılık ideoloji bile değil, narsisizmlerin en ahmağı, en tehlikelisi. Her namuslu insanı isyana sürükleyen bir sahtekârlık.
Şuur uçurumların önünde uyanır. Düşünce, buhranların çocuğu.
Bu barbarlık, bu güvensizlik asrı, atom bombası ile molotof kokteylini keşfetti. Terörün tekniği ile tekniğin terörünü geliştirdi. Günden güne artan cinayet salgınları, işkence, kaçırılıp rehin alınan insanlar, katliamlar vukuat-ı âdiyeden sayılıyor. Onları da zelzele gibi su baskınları gibi tabîî birer afetmişçesine kabul ediyoruz, hepsine katlanıyoruz. Sanki sorumlu da suçlu da biz değiliz
Faşizmin devleti bizatihi bir gayedir:Tanrı tanımayanların tanrısıdır bu devlet.
Propaganda kime yapılacaktır? Kitlelere, kalabalığa. Ve halkın anlayacağı gibi olmalıdır, halkın yani sürünün. Beyne değil, hislere hitap etmelidir. Kalabalığın hisleri gayet basitti: kalabalık bir şeyin ya lehinedir ya aleyhinde ortalama çözüm yollarını anlayamaz.
Tek insanî değer var: iman. İman ayırmaz birleştirir. İman yani hisle yoğrulan, heyecanla kanatlanan, yaşayan ve yaşatan düşünce
Yalan,hıyanet,sahtekarlık dünyanın her ülkesinde geçer akçe . Doğru ama bunu elaleme faşetmenin manası var mı?
Biz medeni insanlarız. Güvercinleri boğarız ama zarifane, şöyle önlüğümüzün altında.
Yaşayan her kelime değişir, değişmelidir de.
Filozofların aydınlatmadığı toplumu, şarlatanlar aldatır.
İnsanlar refah ve emniyet peşindedirler, vatan bu iki ihtiyacın sağlandığı yerdir.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Bilinmeyen bir düşman, bilinen on düşmandan daha tehlikelidir.
Yalnız kaba kuvvet saygı görmüş o ülkede.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Geçen asrın bütün Türk düşmanları Helenizm bayrağı altında toplanırlar.
Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalıların gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! *
“Olimpos dağının çocukları, Hira dağının evlatlarını asla kabullenemeyecektir.
… “ güneş, denizden şarkılarla yükseliyor, şarkılarla batıyor. Hayat, gündüz coşkun, gece seyyah bir musiki halinde.
Çağdaş Avrupalı, ya ümitsizlik, ya iman, diyor. Başka yol yok. Zavallı büyücü çırağı, uyanışın biraz geç olmadı mı?
Gerçeği inkâr, gerçek ile savaşın tek yolu
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Toplum, çalışacaksın, diyor kişiye dinlenmeden çalışacaksın. Sonra da aynı derecede tahripkâr bir mecburiyet yüklüyor:tüket. Yalancı bir refah dünyasının ‘kısır döngü’sü.
Medeniyet, masallarla beslenir. Şiir ile nesir fazilet ve mutluluğu terennüm etmeli. Oysa medeniyette âdet, boğazlaşmaktır, bir nas uğruna boğazlaşmak. Hem de mânâsını ve ne işe yaradığını anlamadan. Delil mi istersiniz? İnsan hakları ve hürriyetleri için yapılan katliamlar ortada. Medeniyet üçkağıtçılara saraylar yaptırır dahilere kümes
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Her nesil, bir öncekinin tecrübelerinden faydalansa, bu kadar bocalamazdık.
hükümet işlerinde murakebe(denetim) gerçek bir nimettir.
Tek kişinin hükümeti, hükumdarın iktidar ve ehliyeti ne kadar yüksek olursa olsun, daima tehlikelidir.
Her tarafta şikayet, her tarafta şüphe ve itimatsızlık. Hiç kimse, kime veya neye dayanacağını, hiç kimse kime veya neye hürmet edeceğini bilmiyor. Herkes, her şeyi bildiğine kani
Batı’da ıslah korunmak içindir; bizde yok etmek için.
Her kültürün, kendine mahsus bir ideası, hayatı, hissi ve ölümü vardır. Bir tek rakam mefhumu veya matematik ilmi yoktur, bir tek ruh kavramı veya psikoloji yoktur, ilmi veya modeli yoktur.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Hatadan hakikate geçilmez, diyor, bir hakikatten başka bir hakikata geçilir .
Ama ithal edilen bir medeniyetti bu, ağır ve kaçınılmaz bir olgunlaşmanın meyvesi değildi. Böyle olduğu için, Avrupa’nın faziletlerinden çok rezaletlerini aldık.
Avrupa bizi çağdaş ilan etti, Avrupa, daha doğrusu onun yerli simsarları. Zira, apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin.
Unutuyor ki, tarih düpedüz bir ideolojidir.
Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı asrıleşmektir, asrileşmek yani makaralaşmak, gâvurlaşmak.
Tanzimattan sonra durum değişir. Aydın, kendi tarihinden koptuğu sürece aydındır; kendi tarihinden, yani kendi insanından. Batı’nın temsilcisi olduğu ölçüde aydın.
Batılılaşma hakkında:
Asırlık bir faciayı üç kelimeye hapsetmiş: Uşaklaşmayı uygarlaşmak sanmak
Kendi üzerinde düşünmekten vazgeçen bir toplum böyle bir toplumda kültür bir tortu, bir teferruat Arada bir derin bir uykudan uyanır gibi oluyor, rastgele tedaviye kalkıyor yaralarını, daima geç, daima dağınık bir tedavi.
Tabiat şimdiden mezbeleşti. Bu insicamsız şehirleşme insanı da mahvedecek. Teknik sayesinde tabiatın hakimiyetinden kurtulduklarını sanıyorlar; yeni ihtiyaçlara göre başka bir tabiat yaratmak sevdasındalar.
Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yaksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın
Milletlerin üstünlük iddiası zavallı bir vehim, bir kendini beğenmişlik.
İsmail Habib doğru söylüyor:
Kıymet bilmeyen milletlerde kıymet yetişmez ve kıymet yetiştirmeyen milletlerin kıymeti olmaz.
Tekâmül, mukaddeslerimizden feragatle olmaz. Batının abeslerini değil, insanlığın keşiflerini iktibas edeceğiz. Maziyi muhafaza, fakat ayıklayarak. Yeniyi kabul, ama seçerek.
Avrupa bizi çağdaş ilan etti, Avrupa, daha doğrusu onun yerli simsarları. Zira, apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız, düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin.
İrfanımızı maziye bağlayan köprüleri berhavâ ettik. Millet hafızadır. Her nesil, fetihlerini kendisiyle beraber mezara götürüyor. Yarım asır önce yazılan hakikatleri, yeni yeni keşfediyoruz.
Filozofların aydınlatmadığı toplumu, şarlatanlar aldatır.. ” Condorcet
Her içtimai sınıfın, her milletin, her medeniyet camiasının kendine göre bir tarihi vardır, hatta her tarihçinin diyecektim.
Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu.
Şuur uçurumların önünde uyanır. Düşünce, buhranların çocuğu.
Zavallı Türk aydını Batılı dostlar alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser.
Zavallı Türk aydını Batılı dostlar alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser.
Bugün düşündüklerimiz, çok daha önce de düşünülmüştü
Bütün dertlerimiz bugün doğmadı.. Her nesil , bir öncekinin tecrübelerinden faydalansa, bu kadar çok bocalamazdık.
Tek insanî değer var: iman. İman ayırmaz birleştirir. İman yani hisle yoğrulan, heyecanla kanatlanan, yaşayan ve yaşatan düşünce.
Avrupa hastadır.
Maddeci medeniyet önce Tanrı’yı öldürdü, sonra insanı.
Düşünen insanlığı hayata bağlayacak olan maddi bir rahat değil, kendi kendini aşma, bütünleşmedir.
Evet Batıyı taklid bizi tam bir başarısızlığa götürdü. Ama yine de bu medeniyetten geniş ölçüde faydalanmak zorundayız. Ne var ki bunun yolu ahmakça bir taklit değildir. Başka kavimlerin tecrübelerinden ders almalıyız. Yabancı bir medeniyetten faydalanmak, onu kendi medeniyetimize uydurmak ve yakınlaştırmakla olur. Avrupa medeniyetini şarklılaştırmalıyız.

Batı’nın üstünlüğü ilmi zihniyetinden ve tecrübe metodundan geliyor. Aynı zihniyet ve metodla kendimizi incelersek görürüz ki bizim müfekkiremiz,ahlaki, siyasi ve içtimai inançlarınız tamamı ile dinimizden geliyor. Demek ki ona karşı çok saygılı olmalıyız. Dinin üzerimizdeki bütün haklarını teslim etmeliyiz.

Dinsizlik, Latin zihniyetinin bir sapıtışıdır. Fikri bir üstünlük alameti değil.

Bütünü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk, ya ideolojilere köle
İlhan doğru söylüyor. Okumak kopmaktır. Okuduğumuz ölçüde yabancıyız. Şairi dinleyelim: Yeni Türk sanatçısı, kendisini Batılı diye alır. İçinde yaşadığı toplumu doğulu diye küçümser. Küçük aydınlar, hatta biraz gözü açık mahalle kızları, yalnız çeviri roman okumakla, Türk filmlerine gitmemekle, basbayağı övünürler. Büyük şehirlerimizin, o Allah muhafaza, sanat çevrelerinde Fransız resmi, İngiliz şiiri, Rus müziği, İtalyan sineması herhangi bir Türk sorunundan önce konuşulur .
Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyandır; sağcısıyla, solcusuyla Hıristiyan… Hıristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin zaaflarını keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet… Aşağıdan alır, hulûs çakar, yaltaklanır ve… nihayet alt eder devi. Cenk meydanlarında değil, yatak odalarında ka­zanılan bir zafer… Zavallı Türk aydını… Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır.
Avrupa hastadır. Maddeci medeniyet önce Tanrı’yı öldürdü, sonra insanı.
Maşeri bir cinnet karşısındayız, diyor Jung. Kişi herhangi bir izm uğruna hürriyetini feda ediyor. Tanrı’ların yerini ideolojiler aldı. İçtimai, insana gerçeği kaybettirdi. İnsan psikolojik manada kişi değil artık, esaretinden bile habersiz
Garip felaketler bekliyor bizi, garip çünkü kendi eserimiz. Fâni olduğumuzu, acı çektiğimizi ve birbirimize kötülük yaptığımızı biliyorduk. Yeni bür şey daha öğrendik şimdi: soyumuzun kendi kendini yok ettiğini.
İnsanlar yüzlerce asırdan beri dünyada yaşıyor. Ne var ki, bir asırdan beri övündükleri ve kendilerine ait bir imtiyaz saydıkları terakki adına, hayatlarını destekleyen çevreyi ve hayatın kendisini, görülmemiş bir hızla tahrip ediyorlar: tam bir intihar.
Le Nouvel Observateur- Dünyamızın Son Ümidi/1972 Haziran
Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlı’yız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli bir yığın!

Zavallı Türk aydını Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanının putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır.”

İki yüzyıldır bir anakronizmin utancı içindeyiz, sözümona bir anakronizm. Bu çağdışı ithamı, ithamların en alçakçası ve en abesi. Haykıramadık ki, aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlık neden Hristiyan ve kapitalist Batı’nın abeslerine perestiş olsun?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir