Kolektif kitaplarından Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 kitap alıntıları sizlerle…
Uluslararası İlişkiler Tarihi 1 Kitap Alıntıları
Diplomatik ilişkilerin kesilmesi ve savaş ilanı durumunda, antlaşma metninin kazılı bulunduğu dikili taş kırılır ve böylece antlaşma yürürlükten kaldırılmış olunurdu.
Bir yıl sonra da Panin, bir çeşit mecburi izinle
yurtdışına gönderilecektir.
Bundan böyle, Katerina’nın ve Potyemkin’in
yönetimindeki Rus diplomasisinin tüm çabasıTürkiye sorununun çözümüne ve “Osmanlı
İmparatorluğu tasarısı” diye anılan projenin
gerçekleştirilmesine yönelmiş bulunmaktadır.
Bu tasarıda söz konusu olan, Türkiye zararına
yeni topraklar elde etmek değildir artık:
Türklerin kesinkes Avrupa dışına sürülüp
atılması ve Yunan İmparatorluğu’nun yeni
baştan kurulması söz konusudur şimdi.
yurtdışına gönderilecektir.
Bundan böyle, Katerina’nın ve Potyemkin’in
yönetimindeki Rus diplomasisinin tüm çabasıTürkiye sorununun çözümüne ve “Osmanlı
İmparatorluğu tasarısı” diye anılan projenin
gerçekleştirilmesine yönelmiş bulunmaktadır.
Bu tasarıda söz konusu olan, Türkiye zararına
yeni topraklar elde etmek değildir artık:
Türklerin kesinkes Avrupa dışına sürülüp
atılması ve Yunan İmparatorluğu’nun yeni
baştan kurulması söz konusudur şimdi.
İSPANYA VERASET SAVAŞI VE
FRANSA’NIN ULUSLARARASI ROLÜNÜN
ZAYIFLAMAYA BAŞLAMASI
Fransa Kralı XIV. Louis’nin saltanatının ikinci
yarısıyla birlikte, Avrupa diplomasisinin
tarihinde yeni bir dönem başlamaktadır. Yeni
döneme karakterini veren, sömürge fetihleri
sırasında üstünlük sağlamak için Fransa’ya karşı
yürüttüğü başarılı mücadelenin sonucu olarak,
İngiltere’nin uluslararası öneminin gittikçe
artmasıdır. Bu önemin artmasında en büyük rolü
ise, İspanya Veraset Savaşı oynayacaktır.
FRANSA’NIN ULUSLARARASI ROLÜNÜN
ZAYIFLAMAYA BAŞLAMASI
Fransa Kralı XIV. Louis’nin saltanatının ikinci
yarısıyla birlikte, Avrupa diplomasisinin
tarihinde yeni bir dönem başlamaktadır. Yeni
döneme karakterini veren, sömürge fetihleri
sırasında üstünlük sağlamak için Fransa’ya karşı
yürüttüğü başarılı mücadelenin sonucu olarak,
İngiltere’nin uluslararası öneminin gittikçe
artmasıdır. Bu önemin artmasında en büyük rolü
ise, İspanya Veraset Savaşı oynayacaktır.
Moskova diplomasisi, bunca arzu ettiği bu
ittifakı kurmayı en sonunda başaracak; ve Kırım
Türkleri, Lituanya topraklarına doğru, belirli
aralarla akına başlayacaktır. Kiev’i çok geride
bırakıp ta ülkenin içine kadar sızan Tatarlar,
böylece, büyük Lituanya prensliğine maddesel
yönden zarar verdikleri gibi, bu devletin savunu
gücünü de yıpratıyorlardı.
ittifakı kurmayı en sonunda başaracak; ve Kırım
Türkleri, Lituanya topraklarına doğru, belirli
aralarla akına başlayacaktır. Kiev’i çok geride
bırakıp ta ülkenin içine kadar sızan Tatarlar,
böylece, büyük Lituanya prensliğine maddesel
yönden zarar verdikleri gibi, bu devletin savunu
gücünü de yıpratıyorlardı.
Moskova’nın Lituanya’ya karşı yürüttüğü
mücadele, Kırım hanı Mengü Giray’la sıkı bir
ittifak kurmasına da neden olmuştur. Kırım
Hanlığı o çağda, Türkiye’ye tabii bir yurtluk
durumundaydı. Ve bu ittifak karşılığında her
türlü ödünü vermeye hazırdı III. İvan. Han şart
koşmuş olsa, onu “hükümdar” saymaya da
razıydı. Ayrıca “pominki”ler konusunda, yani
Tatar müttefikine yolladığı yıllık armağanlarda
alabildiğine cömert davranmaktayd
mücadele, Kırım hanı Mengü Giray’la sıkı bir
ittifak kurmasına da neden olmuştur. Kırım
Hanlığı o çağda, Türkiye’ye tabii bir yurtluk
durumundaydı. Ve bu ittifak karşılığında her
türlü ödünü vermeye hazırdı III. İvan. Han şart
koşmuş olsa, onu “hükümdar” saymaya da
razıydı. Ayrıca “pominki”ler konusunda, yani
Tatar müttefikine yolladığı yıllık armağanlarda
alabildiğine cömert davranmaktayd
III. İvan ve
III. Bazil’in gözünde, Türklere karşı kurulacak
bir cephenin en ufak bir çekiciliği olamazdı
elbette. Ve Rusya’nın “Bizans toprakları
üzerindeki hakkını” vaat edenlere, “Rus
hükümdarının, her şeyden önce Rus toprakları
üzerindeki hakkını istediği” cevabı
verilmekteydi Moskova’dan.
Kaldı ki, Karadeniz’deki ticaretini geliştirmek
bakımından Moskova’nın gerçek çıkarları,
Osmanlı İmparatorluğuyla dost geçinmesini
gerektiriyordu. Ve XV. yüzyıl sonundan itibaren
Türklerle Moskova Devleti arasında kurulan
ilişkiler, daima dostça bir karakter taşımıştınitekim.
Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’yla
olan ilişkilere gelince: III. İvan, sadece bu
devletle dostluk ilişkilerini koruyup sürdürmek
içn değil; aynı zamanda, İmparator
Maximilien’le Polonyalı Jagellon’lar arasında
Macaristan dolayısıyla başlayan rekabetten
Rusya’nın çıkarları doğrultusunda
yararlanabilmek için de çaba göstermiştir.
III. Bazil’in gözünde, Türklere karşı kurulacak
bir cephenin en ufak bir çekiciliği olamazdı
elbette. Ve Rusya’nın “Bizans toprakları
üzerindeki hakkını” vaat edenlere, “Rus
hükümdarının, her şeyden önce Rus toprakları
üzerindeki hakkını istediği” cevabı
verilmekteydi Moskova’dan.
Kaldı ki, Karadeniz’deki ticaretini geliştirmek
bakımından Moskova’nın gerçek çıkarları,
Osmanlı İmparatorluğuyla dost geçinmesini
gerektiriyordu. Ve XV. yüzyıl sonundan itibaren
Türklerle Moskova Devleti arasında kurulan
ilişkiler, daima dostça bir karakter taşımıştınitekim.
Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’yla
olan ilişkilere gelince: III. İvan, sadece bu
devletle dostluk ilişkilerini koruyup sürdürmek
içn değil; aynı zamanda, İmparator
Maximilien’le Polonyalı Jagellon’lar arasında
Macaristan dolayısıyla başlayan rekabetten
Rusya’nın çıkarları doğrultusunda
yararlanabilmek için de çaba göstermiştir.
Marx, bu tarihsel anı şöyle betimlemekte:
“Vasco Nunez de Balboa’nın Kastiyla
bayrağını Darien körfezi kıyılarına diktiği ve
Cortez Meksika’ya ulaşırken Pizarro’nun
Peru’yu ele geçirdiği çağdı o çağ: bütün
İberlilerin hayal gücünü alevlendiren muhteşem
Eldorado düşlerinin, şövalye kahramanlıklarının,
evrensel krallık tasarılarının ve tüm Avrupa’da
İspanyol üstünlüğünün kurulduğu çağdı…
İspanyol hürriyeti ortadan kalkıyordu… ama
dalgalar hâlinde altın boşalmaktaydı ülkeye; ve
kılıç şakırtıları arasında, Engizisyon ateşlerinin
uğursuz parıltısı görülmekteydi” (Marx veEngels, Oeuvres, cilt X, s.721).
Şaşkınlık verici bir gerçekçilik ve ham
hayalcilik karışımı olmuştur Charles-Quint’in dış
politikası: Her yanıyla Ortaçağ ütopyasını
andıran ve Evrensel Katolik Krallığı düşünü
sürdüren bir Rönesans politikasıdır bu. Ve söz
konusu politikanın güttüğü ileri sürülen yüce
ideal, aynı politikanın dayandığı iğrenç
gerçekliği, o feodal yağma ve zorbalık sistemini
gizleyememektedir.
“Vasco Nunez de Balboa’nın Kastiyla
bayrağını Darien körfezi kıyılarına diktiği ve
Cortez Meksika’ya ulaşırken Pizarro’nun
Peru’yu ele geçirdiği çağdı o çağ: bütün
İberlilerin hayal gücünü alevlendiren muhteşem
Eldorado düşlerinin, şövalye kahramanlıklarının,
evrensel krallık tasarılarının ve tüm Avrupa’da
İspanyol üstünlüğünün kurulduğu çağdı…
İspanyol hürriyeti ortadan kalkıyordu… ama
dalgalar hâlinde altın boşalmaktaydı ülkeye; ve
kılıç şakırtıları arasında, Engizisyon ateşlerinin
uğursuz parıltısı görülmekteydi” (Marx veEngels, Oeuvres, cilt X, s.721).
Şaşkınlık verici bir gerçekçilik ve ham
hayalcilik karışımı olmuştur Charles-Quint’in dış
politikası: Her yanıyla Ortaçağ ütopyasını
andıran ve Evrensel Katolik Krallığı düşünü
sürdüren bir Rönesans politikasıdır bu. Ve söz
konusu politikanın güttüğü ileri sürülen yüce
ideal, aynı politikanın dayandığı iğrenç
gerçekliği, o feodal yağma ve zorbalık sistemini
gizleyememektedir.
Amerika’dan sürekli şekilde akan değerli
madenler, yönetici İspanyol soylu sınıfını
zenginleştirerek, ülkedeki feodal sistemin daha
da güçlenmesine katkıda bulunacaktır her
şeyden önce. Ama İspanya’nın yıkımı da,
kölelerin serflerin ve Amerikalı bahtsız yerlilerin
emek ürünü olan bu altın ve bu gümüş
yüzünden olacaktır.
Şöyle ki:
Değerli maden fiyatlarının düşmesi ve buna
paralel olarak ürün ve mamul mal fiyatlarının
yükselmesi, kötü etkilerini ilkin İspanya’da
göstermiş; ve ülkede hayat baş döndürücü bir
hızla pahalılaşırken ücretler de yükselmiştir.
madenler, yönetici İspanyol soylu sınıfını
zenginleştirerek, ülkedeki feodal sistemin daha
da güçlenmesine katkıda bulunacaktır her
şeyden önce. Ama İspanya’nın yıkımı da,
kölelerin serflerin ve Amerikalı bahtsız yerlilerin
emek ürünü olan bu altın ve bu gümüş
yüzünden olacaktır.
Şöyle ki:
Değerli maden fiyatlarının düşmesi ve buna
paralel olarak ürün ve mamul mal fiyatlarının
yükselmesi, kötü etkilerini ilkin İspanya’da
göstermiş; ve ülkede hayat baş döndürücü bir
hızla pahalılaşırken ücretler de yükselmiştir.
Avrupa’da İspanyol Üstünlüğü Charles –
Quint ve II. Philippe’in İspanyası
XV. yüzyılda, nüfusu üç milyonla dört milyon
arasında olan küçük bir devletti İngiltere. Toprak
bütünlüklerini daha bu yüzyılın başlangıcında
sağlamış bulunan Fransa ile İspanya ise, 15 ve
10 milyon nüfuslarıyla, Avrupa ulusları arasında
ön sırayı almaktaydılar.
XVI. yüzyılda, uluslararası konjonktür,
İspanya’yı bütün öbür Avrupa uluslarının önüne
geçirecektir.
XV. yüzyılın sonunda Portekizlilerleİspanyollar, girişkenlikleri ve atılganlıkları
sayesinde, 1492 yılında Amerika’yı ve 1498
yılında da Hindistan deniz yolunu keşfetmiş
bulunuyorlardı. Bu keşifler, her iki ülkeyi de
büyük çapta zengin kılacaktır.
Quint ve II. Philippe’in İspanyası
XV. yüzyılda, nüfusu üç milyonla dört milyon
arasında olan küçük bir devletti İngiltere. Toprak
bütünlüklerini daha bu yüzyılın başlangıcında
sağlamış bulunan Fransa ile İspanya ise, 15 ve
10 milyon nüfuslarıyla, Avrupa ulusları arasında
ön sırayı almaktaydılar.
XVI. yüzyılda, uluslararası konjonktür,
İspanya’yı bütün öbür Avrupa uluslarının önüne
geçirecektir.
XV. yüzyılın sonunda Portekizlilerleİspanyollar, girişkenlikleri ve atılganlıkları
sayesinde, 1492 yılında Amerika’yı ve 1498
yılında da Hindistan deniz yolunu keşfetmiş
bulunuyorlardı. Bu keşifler, her iki ülkeyi de
büyük çapta zengin kılacaktır.
XVI.-XVIII. Yüzyıllar Arasında Diplomasi
Tarihinin Dönemleri Avrupa Devletlerinin Dış
Politika ve Diplomasilerinin Temel Çizgileri
XVI.-XVIII. yüzyıllar arasında Avrupa, belli
başlı üç çelişki kaynağının, her an çatışma
yaratabilecek üç temel nifak yuvasının tehdidi
altındadır:
1. Avrupa’nın batısında, İspanya, Fransa,
İngiltere ve XVII. yüzyıldan itibaren de
Hollanda olmak üzere, dört büyük devletin
ticaret ve sömürge çıkarları arasındaki rekabet.
2. “Orta Doğu sorunu” (eski deyimiyle, “Şark
meselesi”) olarak anılan, Avrupalı büyük
devletlerle Osmanlı İmparatorluğu arasındakiilişkiler sorununun XVI. yüzyılda doğuşu ve
XVIII yüzyılda belirgin hale girişi.
3. Kuzey Avrupa’daki büyük devletler
arasında üç yüz yıl süren, Baltık denizinde
üstünlük mücadelesi.
Bütün bu rekabet, mücadele ve sorunlar, çoğu
zaman iç içe geçip birbirini etkileyerek
gelişecek; ve uluslararası ilişkilerde alabildiğine
karmaşık düzenlemelere yol açarak, bazen hiç
beklenmedik sonuçlar doğuracaktır.
XVI. yüzyılda, Yeni Dünya’nın ve Hindistan
deniz yolunun bulunuşundan sonra, sömürgeler
ve denizaşırı topraklar sorunu, bütün
keskinliğiyle dikilecektir büyük devletlerin
karşısına. Avrupa’daki geleneksel mücadele,
sömürge savaşlarıyla daha da karmaşık bir hâl
alacak; ve her yeni çatışma, Batılı devletlerin
sömürgelerinde bir dizi değişikliğe yol açacaktır.
XVI. yüzyılda Avrupa’nın iki en güçlü
sömürge devleti, Fransa ve İspanya’dır. Aynı
yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere’nin
sömürge yayılımı hızla genişlerken, İspanyol
egemenliği altındaki Hollanda’da da ilk devrimpatlamaktaydı.
Tarihinin Dönemleri Avrupa Devletlerinin Dış
Politika ve Diplomasilerinin Temel Çizgileri
XVI.-XVIII. yüzyıllar arasında Avrupa, belli
başlı üç çelişki kaynağının, her an çatışma
yaratabilecek üç temel nifak yuvasının tehdidi
altındadır:
1. Avrupa’nın batısında, İspanya, Fransa,
İngiltere ve XVII. yüzyıldan itibaren de
Hollanda olmak üzere, dört büyük devletin
ticaret ve sömürge çıkarları arasındaki rekabet.
2. “Orta Doğu sorunu” (eski deyimiyle, “Şark
meselesi”) olarak anılan, Avrupalı büyük
devletlerle Osmanlı İmparatorluğu arasındakiilişkiler sorununun XVI. yüzyılda doğuşu ve
XVIII yüzyılda belirgin hale girişi.
3. Kuzey Avrupa’daki büyük devletler
arasında üç yüz yıl süren, Baltık denizinde
üstünlük mücadelesi.
Bütün bu rekabet, mücadele ve sorunlar, çoğu
zaman iç içe geçip birbirini etkileyerek
gelişecek; ve uluslararası ilişkilerde alabildiğine
karmaşık düzenlemelere yol açarak, bazen hiç
beklenmedik sonuçlar doğuracaktır.
XVI. yüzyılda, Yeni Dünya’nın ve Hindistan
deniz yolunun bulunuşundan sonra, sömürgeler
ve denizaşırı topraklar sorunu, bütün
keskinliğiyle dikilecektir büyük devletlerin
karşısına. Avrupa’daki geleneksel mücadele,
sömürge savaşlarıyla daha da karmaşık bir hâl
alacak; ve her yeni çatışma, Batılı devletlerin
sömürgelerinde bir dizi değişikliğe yol açacaktır.
XVI. yüzyılda Avrupa’nın iki en güçlü
sömürge devleti, Fransa ve İspanya’dır. Aynı
yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere’nin
sömürge yayılımı hızla genişlerken, İspanyol
egemenliği altındaki Hollanda’da da ilk devrimpatlamaktaydı.
İspanya, Portekiz, Fransa, Polonya ve –
Habsburg’ların atadan kalma yurtluğu-
Avusturya gibi büyük devlerin kesinlikle oluşup
belirginleştiği XV. yüzyıl sonlarında,
Avrupa’nın uluslararası ilişkileri yeni bir
aşamaya girmektedir.
Türkiye, yeni kurulan bu büyük devletin yanı
sıra, Danimarka, İsveç, Norveç gibi daha az
önemli İskandinavya devletleri ve bunların yanı
sıra küçük Batı Almanya prenslikleri ile bazıtiranlıklar ve küçük İtalyan devletleri,
Avrupa’nın siyasal haritasını
tamamlamaktadırlar.
Doğuda ise sınırsız topraklarıyla Moskova
devleti, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
Avrupa siyasal arenasına katılacaktır. Söz
konusu devlet, bu dönemde siyasal birliğini
tamamladıktan sonra, yavaş yavaş merkezî ve
daha sonra da saltçı bir imparatorluk olacaktır.
Habsburg’ların atadan kalma yurtluğu-
Avusturya gibi büyük devlerin kesinlikle oluşup
belirginleştiği XV. yüzyıl sonlarında,
Avrupa’nın uluslararası ilişkileri yeni bir
aşamaya girmektedir.
Türkiye, yeni kurulan bu büyük devletin yanı
sıra, Danimarka, İsveç, Norveç gibi daha az
önemli İskandinavya devletleri ve bunların yanı
sıra küçük Batı Almanya prenslikleri ile bazıtiranlıklar ve küçük İtalyan devletleri,
Avrupa’nın siyasal haritasını
tamamlamaktadırlar.
Doğuda ise sınırsız topraklarıyla Moskova
devleti, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
Avrupa siyasal arenasına katılacaktır. Söz
konusu devlet, bu dönemde siyasal birliğini
tamamladıktan sonra, yavaş yavaş merkezî ve
daha sonra da saltçı bir imparatorluk olacaktır.
XVI. Yüzyılda Avrupa’nın Siyasal Haritası
Kapitalist sistemin, büyük keşifler çağından
itibaren Avrupa’da kazanmaya başladığı
başarılar, diplomasi tarihinde yeni bir dönemi
hazırlıyordu. Bu dönem, feodal yapılı çeşitli
ülkelerin yavaş yavaş merkezî saltçı krallıklara
dönüşerek siyasal sağlamlığa kavuştukları bir
dönem olacaktır her şeyden önce.Saltçı devletler, burjuva devriminin Hollanda
ve İngiltere’de gerçekleşmesinden sonra da,
daha uzun bir süre Avrupa kıtasında varlıklarınısürdürmüşlerdir. Küçük senyörler arasındaki
feodal savaşların güçlü bir krallık iktidarı
sayesinde ortadan kalkması ve bunun
sonucunda sağlam bir yeni iç düzenin kurulup
yerleşmesi, kapitalist sistemin ekonomik
gelişmesini büyük çapta kolaylaştırmış
bulunmaktadır şimdi.
Kapitalist sistemin, büyük keşifler çağından
itibaren Avrupa’da kazanmaya başladığı
başarılar, diplomasi tarihinde yeni bir dönemi
hazırlıyordu. Bu dönem, feodal yapılı çeşitli
ülkelerin yavaş yavaş merkezî saltçı krallıklara
dönüşerek siyasal sağlamlığa kavuştukları bir
dönem olacaktır her şeyden önce.Saltçı devletler, burjuva devriminin Hollanda
ve İngiltere’de gerçekleşmesinden sonra da,
daha uzun bir süre Avrupa kıtasında varlıklarınısürdürmüşlerdir. Küçük senyörler arasındaki
feodal savaşların güçlü bir krallık iktidarı
sayesinde ortadan kalkması ve bunun
sonucunda sağlam bir yeni iç düzenin kurulup
yerleşmesi, kapitalist sistemin ekonomik
gelişmesini büyük çapta kolaylaştırmış
bulunmaktadır şimdi.
İngiltere ile Fransa’nın dünya çapında
üstünlük kurmak uğruna giriştikleri silahlı
mücadele, bütün XVIII. yüzyıl boyunca aralıksız
sürmüştür. Ve İngiltere, ardı ardına kazandığı
zaferler sonucunda, denizaşırı sömürgelerinin
sayısını Fransa ile İspanya zararına büyün çapta
arttırıp, birinci sınıf bir sömürge imparatorluğu
durumuna girmiştir.
Bu yüzyılda, kapitalist sistemini geliştirme
açısından bütün öbür ülkelerden önde giden
İngiltere, Yeni Dünya’da ulusal bağımsızlığını
elde etmek için başarılı bir mücadele veren genç
Amerikan burjuva demokrasisinden yediği ağır
darbelere rağmen, dünya çapında üstünlüğünü
koruyup sürdürebilmiştir.
Aynı XVIII. yüzyıl, önemli bir yeni etkinin
dünya sahnesine çıkışına da tanıklık edecektir:
Çarlık Moskova’nın mirasçıları olan I. Petro ve
ardıllarının kurduğu genç Rus imparatorluğudur
bu yeni güç.XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar uzanan
dönemde Avrupa devletlerinin diplomatik
etkinliği, öz olarak, ticarî ve siyasal üstünlük
mücadelesine dayanmakta; ve gelişen uluslar,
ekonomik evrim derecelerine göre başarılar
kazanmaktadır. Buna karşılık, feodal sistemin
kapitalist güçlerinin ilerlemesini hâlâ
önleyebildiği devletler, bu mücadelede çoğu
zaman bozguna uğramışlardır.
Söz konusu mücadelede ilk başarılar, feodal
ve gerici akımları yenmiş olan Hollanda
burjuvazisinin diplomasisi tarafından
kazanılmıştır. Ama en parlak başarılar, hiç şüphe
yok ki, XVII.-XVIII. yüzyıllarda İngiltere’nindir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu ülkede
gerçekleşen burjuva devrimi, İngiltere’yi büyük
bir deniz ve sömürge imparatorluğu haline
getirecektir.
üstünlük kurmak uğruna giriştikleri silahlı
mücadele, bütün XVIII. yüzyıl boyunca aralıksız
sürmüştür. Ve İngiltere, ardı ardına kazandığı
zaferler sonucunda, denizaşırı sömürgelerinin
sayısını Fransa ile İspanya zararına büyün çapta
arttırıp, birinci sınıf bir sömürge imparatorluğu
durumuna girmiştir.
Bu yüzyılda, kapitalist sistemini geliştirme
açısından bütün öbür ülkelerden önde giden
İngiltere, Yeni Dünya’da ulusal bağımsızlığını
elde etmek için başarılı bir mücadele veren genç
Amerikan burjuva demokrasisinden yediği ağır
darbelere rağmen, dünya çapında üstünlüğünü
koruyup sürdürebilmiştir.
Aynı XVIII. yüzyıl, önemli bir yeni etkinin
dünya sahnesine çıkışına da tanıklık edecektir:
Çarlık Moskova’nın mirasçıları olan I. Petro ve
ardıllarının kurduğu genç Rus imparatorluğudur
bu yeni güç.XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar uzanan
dönemde Avrupa devletlerinin diplomatik
etkinliği, öz olarak, ticarî ve siyasal üstünlük
mücadelesine dayanmakta; ve gelişen uluslar,
ekonomik evrim derecelerine göre başarılar
kazanmaktadır. Buna karşılık, feodal sistemin
kapitalist güçlerinin ilerlemesini hâlâ
önleyebildiği devletler, bu mücadelede çoğu
zaman bozguna uğramışlardır.
Söz konusu mücadelede ilk başarılar, feodal
ve gerici akımları yenmiş olan Hollanda
burjuvazisinin diplomasisi tarafından
kazanılmıştır. Ama en parlak başarılar, hiç şüphe
yok ki, XVII.-XVIII. yüzyıllarda İngiltere’nindir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu ülkede
gerçekleşen burjuva devrimi, İngiltere’yi büyük
bir deniz ve sömürge imparatorluğu haline
getirecektir.
Bu zaferden sonra uluslar arası durumu iyice
sağlamlaştıran İngiliz İmparatorluğu, açıkça
saldırgan bir dış politika gütmeye koyulmuştur:
Nitekim, deniz ticareti konusunda İngiliz
parlamentosundan çıkan bütün hukukî kararlar,
İmparatorluğun bu alanda en güçlü iki rakibi
olan İspanya ve Hollanda’ya karşı
yönelmektedir.
İmparatorluğu söz konusu rakiplerine karşı
sürekli savaşlara sürükleyecek olan bu mücadele
de İngiltere’nin zaferiyle sonuçlanacak; ve
İmparatorluk, bütün dünya denizlerinde egemen
bir güç haline gelecektir.
Ama aynı XVII. yüzyılda İngiltere’nin
denizlerdeki üstünlüğüne karşılık kıtadaki
üstünlük, feodal ve salt krallıkçı Fransa’nındır.
Richelieu ile Mazarin tarafından güdülen
politika, merkezî bir iktidarın kurulupsağlamlaşmasını sağlayacak ve büyük feodal
senyörlerin keyfî yönetimine son verecektir.
Bunun yanı sıra, Fransız krallığının hükûmeti,
sanayi ve ticareti koruyarak, denizciliği teşvik
ederek, büyük ticaret kumpanyaları kurup
örgütleyerek ve geniş çapta sömürge fetihlerine
girişerek, kapitalist ilişkilerin yoğun bir şekilde
gelişmesine ve ülkenin uluslararası etki gücünün
pekişmesine katkıda bulunmaktadır. XVII.
yüzyıl boyunca Fransa, kendisinden daha zayıf
durumda olan yakın komşuları İspanya ile
Almanya’nın zararına olarak güç kazanacaktır.
Buna karşılık, Batı Avrupa’nın sanayi ve
siyaset merkezlerinin uzağında kalmış olan
Mukaddes Germen İmparatorluğu, uluslar arası
önemini gittikçe yitirerek sonunda bir dizi küçük
bağımsız devlete bölünmüştür. Bu küçük
devletler arsından yavaş yavaş iki yeni siyasal
oluşum, Avusturya ile Prusya güç
kazanmaktadır.
sağlamlaştıran İngiliz İmparatorluğu, açıkça
saldırgan bir dış politika gütmeye koyulmuştur:
Nitekim, deniz ticareti konusunda İngiliz
parlamentosundan çıkan bütün hukukî kararlar,
İmparatorluğun bu alanda en güçlü iki rakibi
olan İspanya ve Hollanda’ya karşı
yönelmektedir.
İmparatorluğu söz konusu rakiplerine karşı
sürekli savaşlara sürükleyecek olan bu mücadele
de İngiltere’nin zaferiyle sonuçlanacak; ve
İmparatorluk, bütün dünya denizlerinde egemen
bir güç haline gelecektir.
Ama aynı XVII. yüzyılda İngiltere’nin
denizlerdeki üstünlüğüne karşılık kıtadaki
üstünlük, feodal ve salt krallıkçı Fransa’nındır.
Richelieu ile Mazarin tarafından güdülen
politika, merkezî bir iktidarın kurulupsağlamlaşmasını sağlayacak ve büyük feodal
senyörlerin keyfî yönetimine son verecektir.
Bunun yanı sıra, Fransız krallığının hükûmeti,
sanayi ve ticareti koruyarak, denizciliği teşvik
ederek, büyük ticaret kumpanyaları kurup
örgütleyerek ve geniş çapta sömürge fetihlerine
girişerek, kapitalist ilişkilerin yoğun bir şekilde
gelişmesine ve ülkenin uluslararası etki gücünün
pekişmesine katkıda bulunmaktadır. XVII.
yüzyıl boyunca Fransa, kendisinden daha zayıf
durumda olan yakın komşuları İspanya ile
Almanya’nın zararına olarak güç kazanacaktır.
Buna karşılık, Batı Avrupa’nın sanayi ve
siyaset merkezlerinin uzağında kalmış olan
Mukaddes Germen İmparatorluğu, uluslar arası
önemini gittikçe yitirerek sonunda bir dizi küçük
bağımsız devlete bölünmüştür. Bu küçük
devletler arsından yavaş yavaş iki yeni siyasal
oluşum, Avusturya ile Prusya güç
kazanmaktadır.
Nitekim, XVI.-XVIII. yüzyıllar boyunca
Avrupa’da kopan savaşların çoğunda ve yine
aynı dönem boyunca yapılan hemen bütün
uluslar arası antlaşmalarda, hep bu çıkarların
ağır bastığı görülmektedir. Diplomasi de, pek
doğal olarak, bütün bu dönem süresince aynı
çıkarlara hizmet etmiştir.
XVI. yüzyıl sonunda İngiltere’nin ticarî vesiyasal gücünün belirgin bir şekilde büyüyüşüne
tanıklık etmekteyiz. Nitekim XVII. yüzyıl
ortalarına doğru bu ülkede kapitalist sistemin
hızlı gelişmesi sonucunda burjuva devrimi, kesin
bir zafer kazanmış olacaktır.
Avrupa’da kopan savaşların çoğunda ve yine
aynı dönem boyunca yapılan hemen bütün
uluslar arası antlaşmalarda, hep bu çıkarların
ağır bastığı görülmektedir. Diplomasi de, pek
doğal olarak, bütün bu dönem süresince aynı
çıkarlara hizmet etmiştir.
XVI. yüzyıl sonunda İngiltere’nin ticarî vesiyasal gücünün belirgin bir şekilde büyüyüşüne
tanıklık etmekteyiz. Nitekim XVII. yüzyıl
ortalarına doğru bu ülkede kapitalist sistemin
hızlı gelişmesi sonucunda burjuva devrimi, kesin
bir zafer kazanmış olacaktır.
Yeni Çağ diplomasisinin tarihi, XVI.
yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı’nın bitimini
noktalayan Versay antlaşmasına kadar uzanan
dönemi kapsamaktadır. Nitekim elinizdeki
kitabın bundan sonraki bölümleri, kapitalist
sistemin gelişme, büyüme ve çökme çağları
diplomatik ilişkilerin incelenmesine ayrılmış
bulunmaktadır.
Kapitalizmin bir sistem olarak doğuşu,
Ortaçağ’ın son dönemlerine rastlamaktadır. XV.-
XVI. yüzyıllardaki coğrafya keşifleri ve ilk
sömürge fetihleri, bu evrime yeni bir hız ve
atılım kazandıracak; bu atılım sonunda ise
evrensel ticaret ilişkileri genişleyip
yaygınlaşırken, ülkeler arası malî ve parasal
bağlantılar daha sıkı bir karaktere bürünecektir.
Yine aynı dönem boyunca, belli başlı ticaret
yollarının ve merkezlerinin Akdeniz’den ve
Baltık’tan Atlantik Okyanusu kıyılarına doğrukaydığını; ve bu yeni ağırlık merkezleri
yakınında kurulu devletlerin, Avrupa’nın uluslar
arası ilişkilerinde birinci derece bir rol oynamaya
koyulduklarını görüyoruz. Söz konusu devletler,
Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa ve
İngiltere’dir.
yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı’nın bitimini
noktalayan Versay antlaşmasına kadar uzanan
dönemi kapsamaktadır. Nitekim elinizdeki
kitabın bundan sonraki bölümleri, kapitalist
sistemin gelişme, büyüme ve çökme çağları
diplomatik ilişkilerin incelenmesine ayrılmış
bulunmaktadır.
Kapitalizmin bir sistem olarak doğuşu,
Ortaçağ’ın son dönemlerine rastlamaktadır. XV.-
XVI. yüzyıllardaki coğrafya keşifleri ve ilk
sömürge fetihleri, bu evrime yeni bir hız ve
atılım kazandıracak; bu atılım sonunda ise
evrensel ticaret ilişkileri genişleyip
yaygınlaşırken, ülkeler arası malî ve parasal
bağlantılar daha sıkı bir karaktere bürünecektir.
Yine aynı dönem boyunca, belli başlı ticaret
yollarının ve merkezlerinin Akdeniz’den ve
Baltık’tan Atlantik Okyanusu kıyılarına doğrukaydığını; ve bu yeni ağırlık merkezleri
yakınında kurulu devletlerin, Avrupa’nın uluslar
arası ilişkilerinde birinci derece bir rol oynamaya
koyulduklarını görüyoruz. Söz konusu devletler,
Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa ve
İngiltere’dir.
Venedik Diplomasisi
Öbür İtalyan kentlerinin diplomatları arasında,
Dante ve Makyavel çapında ünlü kişiler
bulunmakla birlikte, yine de üstün yetenekli
sayısız devlet adamına rastlamaktayız.
Örneğin XV. yüzyılda Milano düklüğünü
yöneten ve XI. Louis’ye sanatının bütün sırlarını
ve inceliklerini öğretmiş olan Francesco Sforza,
hiç şüphesiz çağının en iyi diplomatlarından
biriydi. Öte yandan Papalık da bir dizi parlak
diplomat yetiştirmiştir: VII. Gregorie ile III.
Innocent’ı anımsamak yeterlidir, bunu kabul
etmeye. Venedikli diplomatlar arasında ise,
Enrico Dandolu’yu özellikle belirtmek
gerekiyor: Doksan yaşına rağmen şaşkınlıkverici bir enerjiyle çalışabilen bu ihtiyar,
dördüncü Haçlı seferini, Marx’ın deyişiyle “eşsiz
bir ticaret işlemi” haline sokmayı başaracak; ve
Venedik’in gelecekteki büyük gücünün
temellerini atmış olacaktır böylece.
Öbür İtalyan kentlerinin diplomatları arasında,
Dante ve Makyavel çapında ünlü kişiler
bulunmakla birlikte, yine de üstün yetenekli
sayısız devlet adamına rastlamaktayız.
Örneğin XV. yüzyılda Milano düklüğünü
yöneten ve XI. Louis’ye sanatının bütün sırlarını
ve inceliklerini öğretmiş olan Francesco Sforza,
hiç şüphesiz çağının en iyi diplomatlarından
biriydi. Öte yandan Papalık da bir dizi parlak
diplomat yetiştirmiştir: VII. Gregorie ile III.
Innocent’ı anımsamak yeterlidir, bunu kabul
etmeye. Venedikli diplomatlar arasında ise,
Enrico Dandolu’yu özellikle belirtmek
gerekiyor: Doksan yaşına rağmen şaşkınlıkverici bir enerjiyle çalışabilen bu ihtiyar,
dördüncü Haçlı seferini, Marx’ın deyişiyle “eşsiz
bir ticaret işlemi” haline sokmayı başaracak; ve
Venedik’in gelecekteki büyük gücünün
temellerini atmış olacaktır böylece.
Floransa Diplomatları
İtalya ve özellikle de Floransa, yabancı
devletler adına da, başka ülkelere diplomat
göndermişlerdir.
Nitekim papa VIII. Boniface, 1300 yılında ilk
“günah affı”nı (ilk “jübile”yi) çıkarttığında,
kutlama töreni için Roma’ya gelen yabancı
elçiler arasında bulunan Floransalı on iki
diplomat sadece kendi kentlerini değil,
Fransa’yı, İngiltere’yi ve daha başka Avrupa
devletlerini de temsil etmekteydiler.
Öyle ki, bu evrensel özellikleri dolayısıyla
Floransalıları, şaka yollu, “beşinci öğe” diye
adlandırmıştı papa.Floransalı diplomatların uzun ve parlak listesi,
XIV. yüzyılda Dante, Petrarca, Boccacio ve XV.
yüzyıl başlangıcında da Makyavel (Machiavelli)
ve Guicciardini gibi dünya çapında şöhretleri
kapsamaktadır.
İtalya ve özellikle de Floransa, yabancı
devletler adına da, başka ülkelere diplomat
göndermişlerdir.
Nitekim papa VIII. Boniface, 1300 yılında ilk
“günah affı”nı (ilk “jübile”yi) çıkarttığında,
kutlama töreni için Roma’ya gelen yabancı
elçiler arasında bulunan Floransalı on iki
diplomat sadece kendi kentlerini değil,
Fransa’yı, İngiltere’yi ve daha başka Avrupa
devletlerini de temsil etmekteydiler.
Öyle ki, bu evrensel özellikleri dolayısıyla
Floransalıları, şaka yollu, “beşinci öğe” diye
adlandırmıştı papa.Floransalı diplomatların uzun ve parlak listesi,
XIV. yüzyılda Dante, Petrarca, Boccacio ve XV.
yüzyıl başlangıcında da Makyavel (Machiavelli)
ve Guicciardini gibi dünya çapında şöhretleri
kapsamaktadır.
Nitekim Aragon krallarının bazı Fransız
eyaletleri üzerindeki iddialarına son vermek ve
özellikle de bu konuda İngiltere ile ittifak
kurmalarını önlemek için, anlaşmazlık konusu
sorunları karşılıklı ödünlerle çözme yoluna
gitmiş: Kastilya ile olan ilişkilerini aynı şekilde
düzenlemiş; en son olarak da, Vatansız Jean
zamanında yitirilmiş toprakları yeniden ele
geçirmek üzere Fransa’ya saldıran kıt kafalı
İngiliz kralı III. Henry’e karşı kesin zafer
kazandığı halde, bu anlaşmazlığı da uzlaşma
yoluyla sona erdirmiştir.
Öyle ki, bu hükümdar zamanında FransaAlmanya İmparatorluğunun Papalığa karşı
mücadelesinde güçsüz düşmesi ve İngiltere’nin
kendi iç kavgaları dolayısıyla kımıldayamaz hale
girişi sayesinde, Avrupa’nın en önde gelen
devleti olacaktır.
eyaletleri üzerindeki iddialarına son vermek ve
özellikle de bu konuda İngiltere ile ittifak
kurmalarını önlemek için, anlaşmazlık konusu
sorunları karşılıklı ödünlerle çözme yoluna
gitmiş: Kastilya ile olan ilişkilerini aynı şekilde
düzenlemiş; en son olarak da, Vatansız Jean
zamanında yitirilmiş toprakları yeniden ele
geçirmek üzere Fransa’ya saldıran kıt kafalı
İngiliz kralı III. Henry’e karşı kesin zafer
kazandığı halde, bu anlaşmazlığı da uzlaşma
yoluyla sona erdirmiştir.
Öyle ki, bu hükümdar zamanında FransaAlmanya İmparatorluğunun Papalığa karşı
mücadelesinde güçsüz düşmesi ve İngiltere’nin
kendi iç kavgaları dolayısıyla kımıldayamaz hale
girişi sayesinde, Avrupa’nın en önde gelen
devleti olacaktır.
Gerçekten de bu kurallar, imparator ve papalar
tarafından beslenen dünya egemenliği
hayallerini bir yana bırakıp somut ve
gerçekleştirilebilir bir konuya eğilerek, Bizans,İmparatorluk ve Papalık geleneklerinden
aktarılan bazı metotları da benimseyerek; ve
modern çağdaki ulusal devletlerin oluşumunda
büyük bir rol oynayacak olan, bilinçli ve
katılıktan uzak bir diplomasi anlayışı
kuracaklardır
tarafından beslenen dünya egemenliği
hayallerini bir yana bırakıp somut ve
gerçekleştirilebilir bir konuya eğilerek, Bizans,İmparatorluk ve Papalık geleneklerinden
aktarılan bazı metotları da benimseyerek; ve
modern çağdaki ulusal devletlerin oluşumunda
büyük bir rol oynayacak olan, bilinçli ve
katılıktan uzak bir diplomasi anlayışı
kuracaklardır
Ulusal Devletlerin Oluşumu (Fransa)
Çeşitli feodal bölgeler arasındaki ekonomik
ilişkiler, bazen de yabancı orduların zorlaması
sayesinde geliştikçe, İngiltere, Fransa, İspanya
ve Kuzey-Doğu Rusya’da feodal krallıkların
yavaş yavaş güçlendiği görülmektedir.
Krallık iktidarı ve henüz doğmuş ulusal
devletler, dış politika alanında olduğu kadar iç
politika alanında da, alabildiğine karmaşık
sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Ve feodal
hükümdarlar, bu sorunları herkesin çıkarına en
uygun şekilde çözüme bağlayabilmek üzere,
kendilerine özgü savaş ve diplomasi kuralları
yaratıp geliştireceklerdir.
Çeşitli feodal bölgeler arasındaki ekonomik
ilişkiler, bazen de yabancı orduların zorlaması
sayesinde geliştikçe, İngiltere, Fransa, İspanya
ve Kuzey-Doğu Rusya’da feodal krallıkların
yavaş yavaş güçlendiği görülmektedir.
Krallık iktidarı ve henüz doğmuş ulusal
devletler, dış politika alanında olduğu kadar iç
politika alanında da, alabildiğine karmaşık
sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Ve feodal
hükümdarlar, bu sorunları herkesin çıkarına en
uygun şekilde çözüme bağlayabilmek üzere,
kendilerine özgü savaş ve diplomasi kuralları
yaratıp geliştireceklerdir.
VII. Grégorie ve IV. HenriXI. yüzyılın ortalarından başlayarak, Papalığın
Batı dünyası üzerindeki etkisi gittikçe artacaktır.
Mukaddes Roma-Germen İmparatoru III.
Henri dilediği din adamını Papa seçtirerek
Papalığı keyfine göre yönetmekteydi. Ama
İmparator IV. Henri aynı Papalığı, uluslar arası
çapta örgütlemiş kudretli bir devlet olarak
bulacaktır karşısında.Mukaddes Roma-Germen imparatorlarının
papalarla çatışmalarına yol açan temel sorun,
Papalık tarafından güdülen uluslar arası
politikaya sıkı sıkıya bağlıdır. Gerçekten de
papalar, tamamıyla kendi buyrukları altında
bulunması gereken uysal birer hizmet eri olarak
gördükleri piskoposlar aracılığıyla, imparatorluk
otoritesinin büyük desteği olan kurumları kendi
otoritelerine bağlayıp İmparatorluğun iç işlerinde
söz sahibi olma çabasına girişmişlerdi.
Papalığın bu toparlanışı, büyük ölçüde,
Hildebrand (VII. Grégorie unvanıyla papa)
tarafından yürütülen dâhice politikanın ürünü
olmuştur.
İmparator IV. Henri’nin güçsüz oluşunu veAlmanya’yı kasıp kavuran feodal çatışmaları
fırsat bilen bu papa, hem kendi ve hem de
ardıllarının durumunu güçlendirerek
imparatorların müdahalelerinden bağımsız
kalmak amacıyla, ilkin, bundan böyle papaların
kardinaller meclisi tarafından seçimi usulünü
bulup koyacaktır ortaya. Bunun yanı sıra
Hildebrand tarafından yürürlüğe konulan bir
başka tedbir, din adamlarının bekâr kalma
zorunluluğu olacaktır: Aile kaygılarından uzak
tutulan papazların, Papalığın elinde daha uysal
birer alet haline gelecekleri hesaplanmıştır
böylece. Ve hesap, doğru çıkmıştır.
Batı dünyası üzerindeki etkisi gittikçe artacaktır.
Mukaddes Roma-Germen İmparatoru III.
Henri dilediği din adamını Papa seçtirerek
Papalığı keyfine göre yönetmekteydi. Ama
İmparator IV. Henri aynı Papalığı, uluslar arası
çapta örgütlemiş kudretli bir devlet olarak
bulacaktır karşısında.Mukaddes Roma-Germen imparatorlarının
papalarla çatışmalarına yol açan temel sorun,
Papalık tarafından güdülen uluslar arası
politikaya sıkı sıkıya bağlıdır. Gerçekten de
papalar, tamamıyla kendi buyrukları altında
bulunması gereken uysal birer hizmet eri olarak
gördükleri piskoposlar aracılığıyla, imparatorluk
otoritesinin büyük desteği olan kurumları kendi
otoritelerine bağlayıp İmparatorluğun iç işlerinde
söz sahibi olma çabasına girişmişlerdi.
Papalığın bu toparlanışı, büyük ölçüde,
Hildebrand (VII. Grégorie unvanıyla papa)
tarafından yürütülen dâhice politikanın ürünü
olmuştur.
İmparator IV. Henri’nin güçsüz oluşunu veAlmanya’yı kasıp kavuran feodal çatışmaları
fırsat bilen bu papa, hem kendi ve hem de
ardıllarının durumunu güçlendirerek
imparatorların müdahalelerinden bağımsız
kalmak amacıyla, ilkin, bundan böyle papaların
kardinaller meclisi tarafından seçimi usulünü
bulup koyacaktır ortaya. Bunun yanı sıra
Hildebrand tarafından yürürlüğe konulan bir
başka tedbir, din adamlarının bekâr kalma
zorunluluğu olacaktır: Aile kaygılarından uzak
tutulan papazların, Papalığın elinde daha uysal
birer alet haline gelecekleri hesaplanmıştır
böylece. Ve hesap, doğru çıkmıştır.
Roma sokaklarının, bu taç giyme törenleri
sırasında bile, halkla yabancı istilacılar arasında
sürüp giden katliamların gürültü ve çığlıklarıyla
dolup taştığı oluyordu bazen.
Taç giymiş olarak İmparator hemen
Almanya’ya dönüyor ve İtalya’daki
yağmalardan sağladığı maddesel güçle, düklerle
mücadeleye devam ediyordu: Halkı soyup
soğana çevirme mücadelesinde imparatorun en
büyük yardımcısı, Alman Kilisesiydi.Gerçekten de bütün piskoposlar ve manastır
başpapazları tüm maddesel servetleriyle tinsel
etkileme güçlerini, sadık birer uyduları olarak
imparatorun emrine veriyor; buna karşılık da
ödül olarak yeni topraklar alıyor ve halk
üzerinde daha büyük nüfuz kazanıyorlardı
böylece
sırasında bile, halkla yabancı istilacılar arasında
sürüp giden katliamların gürültü ve çığlıklarıyla
dolup taştığı oluyordu bazen.
Taç giymiş olarak İmparator hemen
Almanya’ya dönüyor ve İtalya’daki
yağmalardan sağladığı maddesel güçle, düklerle
mücadeleye devam ediyordu: Halkı soyup
soğana çevirme mücadelesinde imparatorun en
büyük yardımcısı, Alman Kilisesiydi.Gerçekten de bütün piskoposlar ve manastır
başpapazları tüm maddesel servetleriyle tinsel
etkileme güçlerini, sadık birer uyduları olarak
imparatorun emrine veriyor; buna karşılık da
ödül olarak yeni topraklar alıyor ve halk
üzerinde daha büyük nüfuz kazanıyorlardı
böylece
962 yılında I. Oton tarafından “restore” edilen
Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu, daha
başta, biçimsiz bir siyasal güç olarak ortaya
çıkacaktı. Şöyle ki:
Almanya’da herhangi bir sürekli düzen kurma
gücünden yoksun bulunan ve İtalyan kentlerinin
zenginliğine göz dikmiş olan Saksonya,Frankonya ve Suabya hanedanlarından inme
krallar, bu parçalanmış ve siyasal açıdan güçsüz
düşmüş zavallı ülkeyi ele geçirip yağlamadıktan
sonra egemenlikleri altına alacaklardır. Ve
İtalya’nın böylece istilasını, her hükümdar
değişikliğinde Almanya içinde kralla krala kafa
tutan dükler arasındaki amansız mücadeleler
öncelemektedir genellikle. Dükleri hizaya
getiren her kral, savaşı sadece yağmalamak,
öldürmek ve ırza geçmek olarak gören barbar
çeteleri de ardına takıp ortalığı kasıp kavurarak
Roma’ya inmiştir. Orada papa, İmparatorluk
tacını geçirmektedir kralın başına.
Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu, daha
başta, biçimsiz bir siyasal güç olarak ortaya
çıkacaktı. Şöyle ki:
Almanya’da herhangi bir sürekli düzen kurma
gücünden yoksun bulunan ve İtalyan kentlerinin
zenginliğine göz dikmiş olan Saksonya,Frankonya ve Suabya hanedanlarından inme
krallar, bu parçalanmış ve siyasal açıdan güçsüz
düşmüş zavallı ülkeyi ele geçirip yağlamadıktan
sonra egemenlikleri altına alacaklardır. Ve
İtalya’nın böylece istilasını, her hükümdar
değişikliğinde Almanya içinde kralla krala kafa
tutan dükler arasındaki amansız mücadeleler
öncelemektedir genellikle. Dükleri hizaya
getiren her kral, savaşı sadece yağmalamak,
öldürmek ve ırza geçmek olarak gören barbar
çeteleri de ardına takıp ortalığı kasıp kavurarak
Roma’ya inmiştir. Orada papa, İmparatorluk
tacını geçirmektedir kralın başına.
MUKADDES ROMA-GERMEN
İMPARATORLUĞU VE PAPALIK
Feodal Avrupa’da Kilisenin Rolü
İçinde yüzdüğü anarşiye rağmen feodalite,
birleştirici güçler de tanımıştır. Her şeyden önce
senyörlerin kendileri ve hele en güçsüzleri,
köylülerin tam boyunduruk altına alınıp daha
büyük çapta sömürülmesini sağlamak üzere,
kudretli merkezî örgütlere başvurmak
zorundaydılar.
Bu merkezci iktidar özlemleri, X.- XI.yüzyıllar boyunca toplumun başka öğeleri
tarafından da, bu arada en başta yeni yeni
gelişmekte olan kentler tarafından da
desteklenecektir. Nitekim bu çağda, üretici
güçler ve ekonomik ilişkiler gittikçe biraz daha
gelişip kaosun yerini de sınıf mücadelesi aldığı
oranda, büyük siyasal örgütler de biraz daha
netleşen çizgilerle belirmektedir.
İMPARATORLUĞU VE PAPALIK
Feodal Avrupa’da Kilisenin Rolü
İçinde yüzdüğü anarşiye rağmen feodalite,
birleştirici güçler de tanımıştır. Her şeyden önce
senyörlerin kendileri ve hele en güçsüzleri,
köylülerin tam boyunduruk altına alınıp daha
büyük çapta sömürülmesini sağlamak üzere,
kudretli merkezî örgütlere başvurmak
zorundaydılar.
Bu merkezci iktidar özlemleri, X.- XI.yüzyıllar boyunca toplumun başka öğeleri
tarafından da, bu arada en başta yeni yeni
gelişmekte olan kentler tarafından da
desteklenecektir. Nitekim bu çağda, üretici
güçler ve ekonomik ilişkiler gittikçe biraz daha
gelişip kaosun yerini de sınıf mücadelesi aldığı
oranda, büyük siyasal örgütler de biraz daha
netleşen çizgilerle belirmektedir.
Kuzey-Doğu Rusya’nın Uluslararası
İlişkileri (XIII.-XV. Yüzyıllar)
Rusya’nın Moğollar tarafından ele geçirilip
yağmalanışından sonra, Rus prensliklerinin
uluslararası önemi, büyük çapta azalmışbulunuyordu. Ülkenin Güney-Batı kesimi, önce
Lituanya grandüklerinin, ardından da
Polonya’nın egemenliğine girecek ve uzun bir
süre de bağımlı kalacaktır. Aradaki Lituanya ve
Toyton (ya da, Töton) şövalyeleri tarafından Batı
Avrupa’dan kesilen Kuzey-Doğu Rusya ise
Marx’ın deyişiyle, “zulümle yetinmeyip onur
kırıcı hareketlerle halkın ruhunu da kurutan”
(secret diplomatic history of the XVIII century.
S.78) Tatarların boyunduruğu altındadır ve öbür
halklarla olan ilişkileri hemen hemen tamamen
kopmuş bulunmaktadır. Dolayısıyla da, XIV.-
XV. yüzyıllar boyunca Kuzey-Doğu Rusya’nın
dış ilişkileri, Altınordu, Bizans ve Lituanya ile
kurulan diplomatik bağlantılardan, ve
Novgorod’un Baltık Almanları ve İsveçlileriyle
kurduğu ticari ilişkilerden ibaret kalacaktır.
İlişkileri (XIII.-XV. Yüzyıllar)
Rusya’nın Moğollar tarafından ele geçirilip
yağmalanışından sonra, Rus prensliklerinin
uluslararası önemi, büyük çapta azalmışbulunuyordu. Ülkenin Güney-Batı kesimi, önce
Lituanya grandüklerinin, ardından da
Polonya’nın egemenliğine girecek ve uzun bir
süre de bağımlı kalacaktır. Aradaki Lituanya ve
Toyton (ya da, Töton) şövalyeleri tarafından Batı
Avrupa’dan kesilen Kuzey-Doğu Rusya ise
Marx’ın deyişiyle, “zulümle yetinmeyip onur
kırıcı hareketlerle halkın ruhunu da kurutan”
(secret diplomatic history of the XVIII century.
S.78) Tatarların boyunduruğu altındadır ve öbür
halklarla olan ilişkileri hemen hemen tamamen
kopmuş bulunmaktadır. Dolayısıyla da, XIV.-
XV. yüzyıllar boyunca Kuzey-Doğu Rusya’nın
dış ilişkileri, Altınordu, Bizans ve Lituanya ile
kurulan diplomatik bağlantılardan, ve
Novgorod’un Baltık Almanları ve İsveçlileriyle
kurduğu ticari ilişkilerden ibaret kalacaktır.
Avrupa’da Feodal Ufalanma
Verdun Antlaşması, Fransa, Almanya, İtalya
ve Burgundiya krallıklarını Şarlman
İmparatorluğu’ndan kesin olarak koparıp
ayırmakla, bütün bu ülkelere bağımsızlıklarını
vermiş oluyordu aslında. Ne var ki, söz konusu
ülkeler, bağımsızlıklarını kazanmakla, gerçek
birer devlet haline gelemeyeceklerdir. IX., X. ve
XI. yüzyıllar boyunca Batı Avrupa’da tam bir
kargaşa hüküm sürmüştür. İmparatorluk
otoritesinin yerini alan feodal hiyerarşi ise bu
kargaşayı düzene sokup, yeni bir birlik
yaratacak güçte değildir. Nitekim, her yerde, en
güçlü olan, iktidarı ele geçirerek küçük feodal
devletleri kendi yasası altına almaktadır. Öyle ki,tâbi olunanın bir tâbinin gücü karşısında titrediği
çok olmuştur bütün bu dönem boyunca. Devlet
mülkiyeti ile özel mülkiyet hiçbir şekilde
birbirinden ayırt edilmiyordu.
Verdun Antlaşması, Fransa, Almanya, İtalya
ve Burgundiya krallıklarını Şarlman
İmparatorluğu’ndan kesin olarak koparıp
ayırmakla, bütün bu ülkelere bağımsızlıklarını
vermiş oluyordu aslında. Ne var ki, söz konusu
ülkeler, bağımsızlıklarını kazanmakla, gerçek
birer devlet haline gelemeyeceklerdir. IX., X. ve
XI. yüzyıllar boyunca Batı Avrupa’da tam bir
kargaşa hüküm sürmüştür. İmparatorluk
otoritesinin yerini alan feodal hiyerarşi ise bu
kargaşayı düzene sokup, yeni bir birlik
yaratacak güçte değildir. Nitekim, her yerde, en
güçlü olan, iktidarı ele geçirerek küçük feodal
devletleri kendi yasası altına almaktadır. Öyle ki,tâbi olunanın bir tâbinin gücü karşısında titrediği
çok olmuştur bütün bu dönem boyunca. Devlet
mülkiyeti ile özel mülkiyet hiçbir şekilde
birbirinden ayırt edilmiyordu.
Şarlman İmparatorluğu’nun Parçalanması
İlk hükümdarın ölümünden sonra Şarlman
İmparatorluğu da uzun süre yaşamak olanağını
bulamayacaktır. Saltanatının son yıllarında
Şarlman, kurmuş olduğu devletin yer yer
çatlayıp parçalanmaya başladığını kendi
gözleriyle görecektir. Bu parçalanma, Dindar
Louis’in saltanat döneminde daha da
hızlanacaktır. Üstün otoriteyi kendi elinde
tutarak imparatorluğu oğulları arasında
paylaştıran bu hükümdarın 840 yılında
ölümünden hemen sonra, kardeşler arasında
amansız bir taht savaşı patlak vermiştir: Nitekim,
Dazlak Şarl (Charles) ile Germen Lui (Louis, ya
da Ludwig), imparatorluk tacının mirasçısı
olarak haklarını kullanma iddiasını güden büyükkardeşleri Lotar’a (ya da Loter, Lothaire) karşı,
Strasbourg kentinde buluşup bir ittifak
kuracaklardır. Strasbourg Andı diye anılan ve
Fransız dilinde yazılmış elimizdeki en eski belge
niteliğini taşıyan bu antlaşma metninin, biri
Almanca biri de Romanca (Latince’den türeme
eski Fransızca) olmak üzere iki nüshası
bulunmaktadır. 843 yılında yapılan Verdun
Antlaşması’yla, imparatorluğun bölüşülmesini
ister istemez kabul etmek zorunda kalmıştır
Lotar: Batıdaki, daha sonra Fransa diye
adlandırılacak olan “Frank krallığı” Dazlak
Şarl’ın, doğudaki “Doğu Frank krallığı” ya da
Germania da Lui’nin payına düşmüş; Lotar ise
imparator unvanının yanı sıra, Ren ve Rhone
ırmaklarının ağızları arasında uzanan geniş bir
koridoru almıştır.
İlk hükümdarın ölümünden sonra Şarlman
İmparatorluğu da uzun süre yaşamak olanağını
bulamayacaktır. Saltanatının son yıllarında
Şarlman, kurmuş olduğu devletin yer yer
çatlayıp parçalanmaya başladığını kendi
gözleriyle görecektir. Bu parçalanma, Dindar
Louis’in saltanat döneminde daha da
hızlanacaktır. Üstün otoriteyi kendi elinde
tutarak imparatorluğu oğulları arasında
paylaştıran bu hükümdarın 840 yılında
ölümünden hemen sonra, kardeşler arasında
amansız bir taht savaşı patlak vermiştir: Nitekim,
Dazlak Şarl (Charles) ile Germen Lui (Louis, ya
da Ludwig), imparatorluk tacının mirasçısı
olarak haklarını kullanma iddiasını güden büyükkardeşleri Lotar’a (ya da Loter, Lothaire) karşı,
Strasbourg kentinde buluşup bir ittifak
kuracaklardır. Strasbourg Andı diye anılan ve
Fransız dilinde yazılmış elimizdeki en eski belge
niteliğini taşıyan bu antlaşma metninin, biri
Almanca biri de Romanca (Latince’den türeme
eski Fransızca) olmak üzere iki nüshası
bulunmaktadır. 843 yılında yapılan Verdun
Antlaşması’yla, imparatorluğun bölüşülmesini
ister istemez kabul etmek zorunda kalmıştır
Lotar: Batıdaki, daha sonra Fransa diye
adlandırılacak olan “Frank krallığı” Dazlak
Şarl’ın, doğudaki “Doğu Frank krallığı” ya da
Germania da Lui’nin payına düşmüş; Lotar ise
imparator unvanının yanı sıra, Ren ve Rhone
ırmaklarının ağızları arasında uzanan geniş bir
koridoru almıştır.
BATI’DA SİYASAL PARÇALANMA
Avrupa’nın batı ve doğusunda yeni fetihler
üzerine kurulmuş olan barbar devletlerin sağlam
bir temeli yoktu. Dolayısıyla da, bu devletler,
çok geçmeden çözülüp dağılacaklardır. Söz
konusu parçalanmanın belli başlı nedenlerini
şöyle sıralayabiliriz: Değiş tokuştan öteye
geçmeyen bir ekonomik organizasyon, çeşitli
bölgeler arasında ticari mübadelelerin
yetersizliği ve genel bir ekonomik ilkenin
yokluğu Bu ilk dönemin iki en büyük siyasal
kuruluşu olan Şarlman İmparatorluğu ile Kiev
Rusya’sı da kurtulamayacaktır bu genel
parçalanmadan. Feodal rejimin kurulup
yerleşmesi de bu çözülmeyi bir kat dahahızlandıracaktır. Gerçekten de feodalite
sayesinde büyük toprak sahiplerinin bağımsızlık
ve egemenlik kazanması sonucu, Avrupa’nın
siyasal parçalanışı kesinleşmiş olacaktı.
Avrupa’nın batı ve doğusunda yeni fetihler
üzerine kurulmuş olan barbar devletlerin sağlam
bir temeli yoktu. Dolayısıyla da, bu devletler,
çok geçmeden çözülüp dağılacaklardır. Söz
konusu parçalanmanın belli başlı nedenlerini
şöyle sıralayabiliriz: Değiş tokuştan öteye
geçmeyen bir ekonomik organizasyon, çeşitli
bölgeler arasında ticari mübadelelerin
yetersizliği ve genel bir ekonomik ilkenin
yokluğu Bu ilk dönemin iki en büyük siyasal
kuruluşu olan Şarlman İmparatorluğu ile Kiev
Rusya’sı da kurtulamayacaktır bu genel
parçalanmadan. Feodal rejimin kurulup
yerleşmesi de bu çözülmeyi bir kat dahahızlandıracaktır. Gerçekten de feodalite
sayesinde büyük toprak sahiplerinin bağımsızlık
ve egemenlik kazanması sonucu, Avrupa’nın
siyasal parçalanışı kesinleşmiş olacaktı.
Bizans, gözü
pek ve yetenekli bir kumandan olan Bardas
Fokas’ın 987 yılında Anadolu’da başlattığı isyan
hareketini bastırmak amacıyla istemektedir.
Böylece kurulması önerilen ittifak, Vladimir’in
bir Bizans prensesiyle evlenmesiyle
perçinlenecektir. Buna karşılık da Vladimir,kendisi Hıristiyanlığı kabul edeceği gibi, halkını
da Hıristiyan yapmayı taahhüt etmekteydi ve bu
taahhüt, Rusların Bizans’a bağımlı hale gelmeyi
kabul edişlerinin bir kanıtı şeklinde
yorumlanıyordu. Ne var ki, Bizans’ın bu ustaca
politikası, başarıya ulaşmayacaktır; çünkü Kiev
hükümdarları, bağımsızlıklarını korumakta
kararlı davranmışlardır. Daha önce Sviatoslar,
imparator Nikeforos Fokas’ın dileği üzerine
Bulgarlara karşı iki sefer düzenlemiş ve her iki
sefer de parlak zaferlerle sonuçlanmıştı. Bunun
üzerine, fethettiği ülkeyi kendi egemenliği
altında tutmaya ve Bulgarların başkenti
Pereslayevetz’i de kendine başkent yapmaya
karar vermişti Sviatoslav. Ve Nikeforos’un
ardından Bizans imparatoru olan I. Jan Zimises.
Kiev hükümdarını bu kararından caydırıp Tuna
boylarından uzaklaştırabilmek için büyük çaba
harcamıştı.
pek ve yetenekli bir kumandan olan Bardas
Fokas’ın 987 yılında Anadolu’da başlattığı isyan
hareketini bastırmak amacıyla istemektedir.
Böylece kurulması önerilen ittifak, Vladimir’in
bir Bizans prensesiyle evlenmesiyle
perçinlenecektir. Buna karşılık da Vladimir,kendisi Hıristiyanlığı kabul edeceği gibi, halkını
da Hıristiyan yapmayı taahhüt etmekteydi ve bu
taahhüt, Rusların Bizans’a bağımlı hale gelmeyi
kabul edişlerinin bir kanıtı şeklinde
yorumlanıyordu. Ne var ki, Bizans’ın bu ustaca
politikası, başarıya ulaşmayacaktır; çünkü Kiev
hükümdarları, bağımsızlıklarını korumakta
kararlı davranmışlardır. Daha önce Sviatoslar,
imparator Nikeforos Fokas’ın dileği üzerine
Bulgarlara karşı iki sefer düzenlemiş ve her iki
sefer de parlak zaferlerle sonuçlanmıştı. Bunun
üzerine, fethettiği ülkeyi kendi egemenliği
altında tutmaya ve Bulgarların başkenti
Pereslayevetz’i de kendine başkent yapmaya
karar vermişti Sviatoslav. Ve Nikeforos’un
ardından Bizans imparatoru olan I. Jan Zimises.
Kiev hükümdarını bu kararından caydırıp Tuna
boylarından uzaklaştırabilmek için büyük çaba
harcamıştı.
Rusya ve Bizans
Kiev Devleti’nin gözünde Bizans,
hükümdarlarının ve savaşçı yoldaşlarının
(drujina’lar) kürk ve esir satarak, karşılığında
değerli kumaş ve lüks eşya aldıkları bir pazardır
her şeyden önce. Ama bunun yanı sıra “payen
Rusya”, Hıristiyan uygarlığının ihtişamını da
görmüş oluyordu Bizans’ta. Bu uygarlığın
sınırsız zenginliği ve tantanası, Kiev fatihlerinin
arzularını kamçılamaktaydı sürekli olarak. Şöyle
yazıyordu Marx: “Kuzey barbarlarını Batı
Roma’ya çeken aynı büyüleyici debdebe,
Rusları da Doğu Roma’ya çekiyordu. Rusların
Bizans topraklarında, Karadeniz kıyılarından
başlayıp Konstantinopolis’e kadar uzanan
yağmacı akınları, IX. yüzyıldan XI. yüzyıla
kadar, tam iki yüzyıl boyunca kesilmemiştir”.
Dolayısıyla da Bizans, kendisi için büyük bir
tehlike kaynağı olan bu güçlü devleti kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmak amacıyla,
hemen siyasal nüfuz alanı içine çekmeye
çalışmıştır. Daha önce de belirtmiş olduğumuz. gibi, Bizans politikasının temel ilkesi, halkları
birbirlerine karşı kışkırtıp kendisine
saldırmalarını önlemeye dayanmaktadır.
Nitekim, Kiev hükümdarı İgor’un çağdaşı olan
Bizans İmparatoru VII. Constantinus (Konstantin
Porfirogenet), Devlet Yönetimi Üzerine başlıklı
kitabında, Rusların karşısına Peçenekleri dikmek
gerektiğini söylüyor. Bu konuda şöyle yazıyor
Bizans İmparatoru: “Bizans’ın öteden beri dostu
olan ve etkisi altında bulunan Peçenekler, uygun
fırsatları biz kendilerine çabucak bildirdiğimiz
takdirde, kolayca saldırabilirler Rus topraklarına.
Ve Ruslar, Peçeneklerle barış hâlinde olmadıkça,
dışarıya büyük seferler düzenleme cesaretini
gösteremeyeceklerdir. Çünkü bileceklerdir ki,
yurtlarından biraz uzaklaşır uzaklaşmaz,
Peçenekler ani bir baskınla ülkelerini ele geçirip
yağmalayabilirler.
Kiev Devleti’nin gözünde Bizans,
hükümdarlarının ve savaşçı yoldaşlarının
(drujina’lar) kürk ve esir satarak, karşılığında
değerli kumaş ve lüks eşya aldıkları bir pazardır
her şeyden önce. Ama bunun yanı sıra “payen
Rusya”, Hıristiyan uygarlığının ihtişamını da
görmüş oluyordu Bizans’ta. Bu uygarlığın
sınırsız zenginliği ve tantanası, Kiev fatihlerinin
arzularını kamçılamaktaydı sürekli olarak. Şöyle
yazıyordu Marx: “Kuzey barbarlarını Batı
Roma’ya çeken aynı büyüleyici debdebe,
Rusları da Doğu Roma’ya çekiyordu. Rusların
Bizans topraklarında, Karadeniz kıyılarından
başlayıp Konstantinopolis’e kadar uzanan
yağmacı akınları, IX. yüzyıldan XI. yüzyıla
kadar, tam iki yüzyıl boyunca kesilmemiştir”.
Dolayısıyla da Bizans, kendisi için büyük bir
tehlike kaynağı olan bu güçlü devleti kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmak amacıyla,
hemen siyasal nüfuz alanı içine çekmeye
çalışmıştır. Daha önce de belirtmiş olduğumuz. gibi, Bizans politikasının temel ilkesi, halkları
birbirlerine karşı kışkırtıp kendisine
saldırmalarını önlemeye dayanmaktadır.
Nitekim, Kiev hükümdarı İgor’un çağdaşı olan
Bizans İmparatoru VII. Constantinus (Konstantin
Porfirogenet), Devlet Yönetimi Üzerine başlıklı
kitabında, Rusların karşısına Peçenekleri dikmek
gerektiğini söylüyor. Bu konuda şöyle yazıyor
Bizans İmparatoru: “Bizans’ın öteden beri dostu
olan ve etkisi altında bulunan Peçenekler, uygun
fırsatları biz kendilerine çabucak bildirdiğimiz
takdirde, kolayca saldırabilirler Rus topraklarına.
Ve Ruslar, Peçeneklerle barış hâlinde olmadıkça,
dışarıya büyük seferler düzenleme cesaretini
gösteremeyeceklerdir. Çünkü bileceklerdir ki,
yurtlarından biraz uzaklaşır uzaklaşmaz,
Peçenekler ani bir baskınla ülkelerini ele geçirip
yağmalayabilirler.
Coğrafi konumu
bakımından, Baltık Denizi’ni Dnieper
aracılığıyla Karadeniz’e, Volga aracılığıyla da
Hazar Denizi’ne bağlayan büyük ırmak ulaşım
yollarının merkezindedir Rurikoviç
imparatorluğu. Ve yeni devletin, güneyde
Bizans’la, doğuda Hazarlarla, kuzeyde
İskandinavya ile olan ilişkilerini bu durum
belirleyecektir. Kiev hükümdarlarının eski
hanedan bağlarıyla zaten bağlı bulundukları ve
sürekli olarak ücretli asker aldıkları
İskandinavya’dan, “ardı arkası kesilmeyen
dalgalar hâlinde, yağmacılıkta şan arayan
Vareg4 maceracıları gelmektedir”. Hazarların
ülkesinden geçerek Orta Asya’ya ulaşan bir
ticaret yolu vardı o çağda ve Ruslar bu yoldan
Orta Asya ülkelerine kürk ve esir
yollamaktaydılar.
bakımından, Baltık Denizi’ni Dnieper
aracılığıyla Karadeniz’e, Volga aracılığıyla da
Hazar Denizi’ne bağlayan büyük ırmak ulaşım
yollarının merkezindedir Rurikoviç
imparatorluğu. Ve yeni devletin, güneyde
Bizans’la, doğuda Hazarlarla, kuzeyde
İskandinavya ile olan ilişkilerini bu durum
belirleyecektir. Kiev hükümdarlarının eski
hanedan bağlarıyla zaten bağlı bulundukları ve
sürekli olarak ücretli asker aldıkları
İskandinavya’dan, “ardı arkası kesilmeyen
dalgalar hâlinde, yağmacılıkta şan arayan
Vareg4 maceracıları gelmektedir”. Hazarların
ülkesinden geçerek Orta Asya’ya ulaşan bir
ticaret yolu vardı o çağda ve Ruslar bu yoldan
Orta Asya ülkelerine kürk ve esir
yollamaktaydılar.
Kiev Rusya’sının Uluslararası İlişkileri
(IX.-X. Yüzyıllar)
IX. yüzyılda Dnieper Irmağı kıyılarında ve
komşu bölgelerde, başkenti Kiev olan güçlü bir
Slav Devleti kurulmuştur. Karl Marx, “Rurikoviç
imparatorluğu” adıyla belirttiği bu devletin,
“tımarsız tâbilerden ve sadece yurtluklardan
ibaret aşiretlerden” oluştuğunu söylüyor. (Secret
diplomatik history of the XVIII century,.
Londra, 1899, s.76) Kiev hükümdarlarınıntopraklarını durmaksızın daha fazla genişletme
eğiliminden, Marx’ın deyişiyle, “İmparatorluğun
hızla gelişmesi ve ilkel fetih örgütü” doğacaktır.
Slav halklarıyla birlikte Doğu Avrupa’nın bütün
öbür halkları da bu imparatorluğa haraç vermek
zorunda kalmışlardır:
(IX.-X. Yüzyıllar)
IX. yüzyılda Dnieper Irmağı kıyılarında ve
komşu bölgelerde, başkenti Kiev olan güçlü bir
Slav Devleti kurulmuştur. Karl Marx, “Rurikoviç
imparatorluğu” adıyla belirttiği bu devletin,
“tımarsız tâbilerden ve sadece yurtluklardan
ibaret aşiretlerden” oluştuğunu söylüyor. (Secret
diplomatik history of the XVIII century,.
Londra, 1899, s.76) Kiev hükümdarlarınıntopraklarını durmaksızın daha fazla genişletme
eğiliminden, Marx’ın deyişiyle, “İmparatorluğun
hızla gelişmesi ve ilkel fetih örgütü” doğacaktır.
Slav halklarıyla birlikte Doğu Avrupa’nın bütün
öbür halkları da bu imparatorluğa haraç vermek
zorunda kalmışlardır:
Bizans ve Sasani diplomasi geleneklerinin, etki
altına aldıkları Doğu dünyasında da parlak
ürünler verdikleri sonucunu çıkarabiliriz. Bir
yandan Batılı ülkelerle İspanya’daki Müslüman
Kurtuba Devleti arasındaki sayısız ilişkiler
sayesinde, öte yandan da Haçlı Seferleri
dönemindeki sayısız çatışma ve görüşmeler
aracılığıyla Doğu etkisi, henüz geri ve daha az
uygar durumdaki Batı ülkelerine süzülmekteydi.
Ama buna karşılık belirtelim ki, Şarlman ile
Harun el Reşid arasındaki diplomatik ilişkiler
konusunda Frank tarihçilerinin rivayetleri,
efsane gibi olsa gerektir. Çünkü Doğulu
tarihçiler, çeşitli ülkelere yollanan elçilik
heyetlerini sayarken, Şarlman ve ülkesinden hiç
söz etmemekte, böyle bir hükümdarın ve
devletin varlığından habersiz gözükmektedirler.
Kesinlikle bildiğimiz bir başka nokta ise Doğulu
elçilerin değilse bile Doğulu tüccarların ve bu
arada özellikle Yahudilerin zaman zaman Frank
krallığına kadar gelip, az bulunur değerli eşya
sattıklarıdır. Hatta bu tüccarlar bir seferinde
yanlarında bir de fil getirmişlerdir. Ve bu olayöylesine bir heyecan yaratmıştır ki, Frank
yazarları hayvanın ölüm tarihini bile
belirtmekten kendilerini alamamışlardır.
Halife’nin Şarlman’a yolladığı elçiler efsanesini,
Doğulu tüccarların bu tür gezileri doğurmuş olsa
gerektir.
altına aldıkları Doğu dünyasında da parlak
ürünler verdikleri sonucunu çıkarabiliriz. Bir
yandan Batılı ülkelerle İspanya’daki Müslüman
Kurtuba Devleti arasındaki sayısız ilişkiler
sayesinde, öte yandan da Haçlı Seferleri
dönemindeki sayısız çatışma ve görüşmeler
aracılığıyla Doğu etkisi, henüz geri ve daha az
uygar durumdaki Batı ülkelerine süzülmekteydi.
Ama buna karşılık belirtelim ki, Şarlman ile
Harun el Reşid arasındaki diplomatik ilişkiler
konusunda Frank tarihçilerinin rivayetleri,
efsane gibi olsa gerektir. Çünkü Doğulu
tarihçiler, çeşitli ülkelere yollanan elçilik
heyetlerini sayarken, Şarlman ve ülkesinden hiç
söz etmemekte, böyle bir hükümdarın ve
devletin varlığından habersiz gözükmektedirler.
Kesinlikle bildiğimiz bir başka nokta ise Doğulu
elçilerin değilse bile Doğulu tüccarların ve bu
arada özellikle Yahudilerin zaman zaman Frank
krallığına kadar gelip, az bulunur değerli eşya
sattıklarıdır. Hatta bu tüccarlar bir seferinde
yanlarında bir de fil getirmişlerdir. Ve bu olayöylesine bir heyecan yaratmıştır ki, Frank
yazarları hayvanın ölüm tarihini bile
belirtmekten kendilerini alamamışlardır.
Halife’nin Şarlman’a yolladığı elçiler efsanesini,
Doğulu tüccarların bu tür gezileri doğurmuş olsa
gerektir.
Papaların Franklarla İlişkileri
“Tembel kralların” saltanat dönemi boyunca
Papalık, üstün bir siyasal sezgi örneği vererek,
bu hükümdarların çevresiyle iyi ilişkiler kurma
yoluna gitmiştir: Çünkü Frank krallığını,
gerçekte, başağa (hükümdar hizmetkârlarının
yöneticisi) sıfatıyla sarayda bulunan ve hepsi de
güçlü Arnoul klanının temsilcisi olan kişiler
yönetmekteydi. 739 yılında papa, Charles
Martel’e elçiler yollayarak, “Romalıları,
Lombardların boyunduruğundan kurtarmasını”
rica etmiştir. Papa, bu vesileyle, Batı Kilisesi’nin
kurucusu olan Aziz Petrus’un (Sen Piyer)
mezarının anahtarlarını da gönderecektir Frank
hükümdarına. Aziz Petrus’un kemiklerinin
saklandığı sandığın üzerinde takdis edilen ve
hastaları iyi etme gücü taşıdığına inanılan buanahtarlar, Papalık diplomasisinde büyük bir rol
oynamış ve daima kudretli hükümdarlara
dostluk nişanesi olarak yollanmışlardır. Nitekim
Charles Martel de kutlu anahtarları eline teslim
eden elçileri büyük törenlerle ağırlayıp
armağanlara boğacak, ama papanın isteğine
uyup Lombardlara saldırmaya cesaret
edemeyecektir.
“Tembel kralların” saltanat dönemi boyunca
Papalık, üstün bir siyasal sezgi örneği vererek,
bu hükümdarların çevresiyle iyi ilişkiler kurma
yoluna gitmiştir: Çünkü Frank krallığını,
gerçekte, başağa (hükümdar hizmetkârlarının
yöneticisi) sıfatıyla sarayda bulunan ve hepsi de
güçlü Arnoul klanının temsilcisi olan kişiler
yönetmekteydi. 739 yılında papa, Charles
Martel’e elçiler yollayarak, “Romalıları,
Lombardların boyunduruğundan kurtarmasını”
rica etmiştir. Papa, bu vesileyle, Batı Kilisesi’nin
kurucusu olan Aziz Petrus’un (Sen Piyer)
mezarının anahtarlarını da gönderecektir Frank
hükümdarına. Aziz Petrus’un kemiklerinin
saklandığı sandığın üzerinde takdis edilen ve
hastaları iyi etme gücü taşıdığına inanılan buanahtarlar, Papalık diplomasisinde büyük bir rol
oynamış ve daima kudretli hükümdarlara
dostluk nişanesi olarak yollanmışlardır. Nitekim
Charles Martel de kutlu anahtarları eline teslim
eden elçileri büyük törenlerle ağırlayıp
armağanlara boğacak, ama papanın isteğine
uyup Lombardlara saldırmaya cesaret
edemeyecektir.
Ari kökenli Ostrogot krallarının İtalya’daki
egemenliği, Papalık otoritesini de sarsmaktadır
ister istemez. Dolayısıyla da papalar bütün
umutlarını Bizans İmparatorluğu’na bağlamış ve
Bizans’ın İtalya’da olup bitenlere seyirci
kalmaması, müdahalede bulunması için sürekli
çağrılarda bulunmuşlardır.
egemenliği, Papalık otoritesini de sarsmaktadır
ister istemez. Dolayısıyla da papalar bütün
umutlarını Bizans İmparatorluğu’na bağlamış ve
Bizans’ın İtalya’da olup bitenlere seyirci
kalmaması, müdahalede bulunması için sürekli
çağrılarda bulunmuşlardır.
Papalık diplomasisinin etkisi, bütün Orta Çağ
boyunca hissettirmiştir kendini. Burada
unutmamak gerekir ki, Papalık gücü, özü
bakımından, uluslararası bir güç meydana
getirmektedir. Ve bunun yanı sıra, ustaca bir
diplomasi yürütmüştür papalar: Yerine göre
şiddet ve zulme, kurnazlığa ve dalkavukluğa ve
hatta gerektiğinde ihanete, ikiyüzlülüğe ve
yalancılığa başvurmakta herhangi bir cismani
devletten çok daha rahat davranmışlardır.
boyunca hissettirmiştir kendini. Burada
unutmamak gerekir ki, Papalık gücü, özü
bakımından, uluslararası bir güç meydana
getirmektedir. Ve bunun yanı sıra, ustaca bir
diplomasi yürütmüştür papalar: Yerine göre
şiddet ve zulme, kurnazlığa ve dalkavukluğa ve
hatta gerektiğinde ihanete, ikiyüzlülüğe ve
yalancılığa başvurmakta herhangi bir cismani
devletten çok daha rahat davranmışlardır.
Papaların Uluslararası Durumu
Roma diplomasisine özgü metotlar, barbar
krallıklarda, sadece Bizans sayesinde değil, aynı
zamanda Papalığın hükûmet organizasyonları
sayesinde de yaygınlık ve etkinlik kazanmıştır.
İmparatorluk geleneklerinin batıdaki temsilcisi
olan Papalık, eski Roma diplomasisinin töre ve
usullerini de sürdürmektedir
Roma diplomasisine özgü metotlar, barbar
krallıklarda, sadece Bizans sayesinde değil, aynı
zamanda Papalığın hükûmet organizasyonları
sayesinde de yaygınlık ve etkinlik kazanmıştır.
İmparatorluk geleneklerinin batıdaki temsilcisi
olan Papalık, eski Roma diplomasisinin töre ve
usullerini de sürdürmektedir
Justinianus döneminde Doğu Roma
İmparatorluğu, siyasal gücünün doruğuna
ulaşmış bulunmaktadır: Bir yandan Çin ve
Hint’ten Atlantik okyanusuna, öte yandan Orta
Afrika’dan Karadeniz’in kuzey kıyılarında
başlayan bozkırlara kadar muazzam bir alanıkapsamaktadır İmparatorluğun bu diplomatik
ilişkileri. Ustaca bir diplomatik aktiviteyle
isabetli bir askerî harekâtı başarıyla birleştiren
Justinianus, imparatorluğun sınırlarını Batı’da en
uzak noktalara kadar genişletmişti.
İmparatorluğu, siyasal gücünün doruğuna
ulaşmış bulunmaktadır: Bir yandan Çin ve
Hint’ten Atlantik okyanusuna, öte yandan Orta
Afrika’dan Karadeniz’in kuzey kıyılarında
başlayan bozkırlara kadar muazzam bir alanıkapsamaktadır İmparatorluğun bu diplomatik
ilişkileri. Ustaca bir diplomatik aktiviteyle
isabetli bir askerî harekâtı başarıyla birleştiren
Justinianus, imparatorluğun sınırlarını Batı’da en
uzak noktalara kadar genişletmişti.
Bizans imparatorlarına örnek olacak
olan bu ilke ve yöntemler, devletin siyasal gücü
azaldıkça ve dış tehlikeler büyüdükçe
başvurulması kaçınılmaz hale giren yeni yeni
usul ve entrikalarla gittikçe biraz daha
zenginleşecektir. İmparatorluğu çalışma
odasından yöneten Justinianus’un diplomasisine
karısı Teodora’nın, keskin kavrayış gücü ve
kıvrak zekâsıyla büyük katkılarda bulunmuş
olabileceğini kabul etmek gerekiyor.
Gençliğinde bir süre tiyatro oyunculuğuyaptıktan sonra Bizans tarihinin en büyük
hükümdarına eş olmayı beceren bu kadın,
gerçekten de dış politika konularında
Justinianus’u büyük çapta etkileyecektir.
Nitekim kendisi, İran hükümdarı Kisra’ya
yolladığı bir mektupta şöyle yazıyordu:
“İmparator hazretlerinin, bana danışmaksızın,
herhangi bir konuda karar alıp uygulamaya
giriştiği görülmemiştir.” Bu iddianın gerçekliği
tartışma konusu edilebilirse de kesinlikle
biliyoruz ki, Bizans’a gelen bütün yabancı
elçiler sadece Justinianus’a değil, Teodora’ya da
başvuruyor ve hatta ilkin imparatoriçe, sonra
imparator tarafından kabul ediliyorlardı.
“Harem”in Teodora’yla başlayan bu etkisi,
Bizans diplomasi tarihinin karakteristik
çizgilerinden birini meydana getirmektedir.
olan bu ilke ve yöntemler, devletin siyasal gücü
azaldıkça ve dış tehlikeler büyüdükçe
başvurulması kaçınılmaz hale giren yeni yeni
usul ve entrikalarla gittikçe biraz daha
zenginleşecektir. İmparatorluğu çalışma
odasından yöneten Justinianus’un diplomasisine
karısı Teodora’nın, keskin kavrayış gücü ve
kıvrak zekâsıyla büyük katkılarda bulunmuş
olabileceğini kabul etmek gerekiyor.
Gençliğinde bir süre tiyatro oyunculuğuyaptıktan sonra Bizans tarihinin en büyük
hükümdarına eş olmayı beceren bu kadın,
gerçekten de dış politika konularında
Justinianus’u büyük çapta etkileyecektir.
Nitekim kendisi, İran hükümdarı Kisra’ya
yolladığı bir mektupta şöyle yazıyordu:
“İmparator hazretlerinin, bana danışmaksızın,
herhangi bir konuda karar alıp uygulamaya
giriştiği görülmemiştir.” Bu iddianın gerçekliği
tartışma konusu edilebilirse de kesinlikle
biliyoruz ki, Bizans’a gelen bütün yabancı
elçiler sadece Justinianus’a değil, Teodora’ya da
başvuruyor ve hatta ilkin imparatoriçe, sonra
imparator tarafından kabul ediliyorlardı.
“Harem”in Teodora’yla başlayan bu etkisi,
Bizans diplomasi tarihinin karakteristik
çizgilerinden birini meydana getirmektedir.
Justinianus’un Diplomasisi (527-565)
Doğu Roma İmparatorluğu’nun diplomatik
kurumları sadece barbar krallıklarına örnek
olmakla kalmayacak, aynı zamanda, eski Roma
gelenekleri aracılığıyla bütün Ortaçağ
diplomasisini de derinden etkileyecektir. Ve bu,
sık sık hileye ve entrikaya başvurmayı zorunlu
kılan tehlikeli ve karmaşık bir yeni duruma
rağmen böyle olmuştur. Bizans’a özgüdiplomatik usul ve yöntemler, ilkin en yakın
komşuları Venedik tarafından benimsenecek;
sonra da bu küçük devlet aracılığıyla bütün
İtalyan devletlerine ve tüm diplomasisine nüfuz
edecektir. İşte bundan dolayıdır ki Bizans
diplomasisinin dayandığı ilkelerin ve kullandığı
metotların daha yakından ve daha dikkatli
incelenmesi gerekmektedir. Söz konusu ilke ve
metotlar, çağının en usta ve külyutmaz
diplomatlarından biri olan İmparator
Justinianus’un (Jüstinyen) siyasetinde
Doğu Roma İmparatorluğu’nun diplomatik
kurumları sadece barbar krallıklarına örnek
olmakla kalmayacak, aynı zamanda, eski Roma
gelenekleri aracılığıyla bütün Ortaçağ
diplomasisini de derinden etkileyecektir. Ve bu,
sık sık hileye ve entrikaya başvurmayı zorunlu
kılan tehlikeli ve karmaşık bir yeni duruma
rağmen böyle olmuştur. Bizans’a özgüdiplomatik usul ve yöntemler, ilkin en yakın
komşuları Venedik tarafından benimsenecek;
sonra da bu küçük devlet aracılığıyla bütün
İtalyan devletlerine ve tüm diplomasisine nüfuz
edecektir. İşte bundan dolayıdır ki Bizans
diplomasisinin dayandığı ilkelerin ve kullandığı
metotların daha yakından ve daha dikkatli
incelenmesi gerekmektedir. Söz konusu ilke ve
metotlar, çağının en usta ve külyutmaz
diplomatlarından biri olan İmparator
Justinianus’un (Jüstinyen) siyasetinde
476 yılında, Batı Roma İmparatorluğu tarih
sahnesinden çekiliyordu. Germen ve barbar
ordularının kumandanı Odoakr, son Batı Roma
İmparatoru Romulus Augustulus’u tahtan
indirdikten sonra, Doğu Roma (Bizans)
İmparatorluğu ile diplomatik ilişki kurmaya
yönelmiştir. İmparatorluk alametleri olan taç ile
kırmızı tören giysisini Kontantinopolis’eyollayan Odoakr, böylece Batı İmparatoru
unvanını ortadan kaldırmakta ve patrisyen
sıfatıyla İtalya’yı yönetmek için, Bizans’ın iznini
istemektedir. Bunun üzerine Bizans İmparatoru
Zenon, Odoakr’a karşı alabildiğine karmaşık bir
entrika düzenleyecek ve Germen şefinin
karşısına, en ele avuca sığmaz komşularından
birini, Ostrogotların önderi Teodorik’i
dikecektir. Teodorik’in tutkulu girişimleri, o
çağda, Konstantinopolis’in varlığını bile
tehlikeye düşürmekteydi. Uzun süre Bizans’ta
yaşamıştı Teodorik ve Bizans diplomasisinden
almış olduğu dersleri eksiksiz şekilde
uygulamaya koyuldu: Savaş alanında yenik
düşüremediği rakibine, İtalya’yı bölüşme
önerisinde bulundu ve bu önerisinin kabulü
şerefine verilen şölende de Odoakr’ı kendi
elleriyle öldürüp, ülkeyi Ostrogot egemenliğine
aldı.
sahnesinden çekiliyordu. Germen ve barbar
ordularının kumandanı Odoakr, son Batı Roma
İmparatoru Romulus Augustulus’u tahtan
indirdikten sonra, Doğu Roma (Bizans)
İmparatorluğu ile diplomatik ilişki kurmaya
yönelmiştir. İmparatorluk alametleri olan taç ile
kırmızı tören giysisini Kontantinopolis’eyollayan Odoakr, böylece Batı İmparatoru
unvanını ortadan kaldırmakta ve patrisyen
sıfatıyla İtalya’yı yönetmek için, Bizans’ın iznini
istemektedir. Bunun üzerine Bizans İmparatoru
Zenon, Odoakr’a karşı alabildiğine karmaşık bir
entrika düzenleyecek ve Germen şefinin
karşısına, en ele avuca sığmaz komşularından
birini, Ostrogotların önderi Teodorik’i
dikecektir. Teodorik’in tutkulu girişimleri, o
çağda, Konstantinopolis’in varlığını bile
tehlikeye düşürmekteydi. Uzun süre Bizans’ta
yaşamıştı Teodorik ve Bizans diplomasisinden
almış olduğu dersleri eksiksiz şekilde
uygulamaya koyuldu: Savaş alanında yenik
düşüremediği rakibine, İtalya’yı bölüşme
önerisinde bulundu ve bu önerisinin kabulü
şerefine verilen şölende de Odoakr’ı kendi
elleriyle öldürüp, ülkeyi Ostrogot egemenliğine
aldı.
Ermeni kralının Roma’da taç giyme
törenindeki bütün görkeme rağmen, 66
antlaşması, gerçekte Partların işine yaramıştır;
çünkü Ermeni ülkesinin metbuu16
durumundaydı Partlar. Zamanla Roma’nın etkisi
daha da azalacaktır. Bu arada İran’da bir
hükûmet darbesiyle yeni bir hanedan, Sasaniler
geçmiştir iktidara. Ve Ahaimenes oğullarının,
eski Pers İmparatorluğu’nun, büyük gücüne
ülkeyi yeniden kavuşturma tutkusunu
gütmekteydi bu savaşçı hanedan. O dönemden
kalma siyasal belgeler ve tören tasvirlerinde
gördüğümüz çeşitli formaliteler ve sorunların ele
alınış şeklindeki şatafat, yeni Pers
İmparatorluğu’nun kazandığı önemi ve Doğu
törelerinin etki gücünü açıkça ortaya koyuyor.
Petrus Magister adlı bir Roma elçisinin anıları,VI. yüzyılda Pers imparatoru I. Kisra ile yapılan
bir antlaşma törenini tüm ayrıntılarıyla dile
getirmektedir:
törenindeki bütün görkeme rağmen, 66
antlaşması, gerçekte Partların işine yaramıştır;
çünkü Ermeni ülkesinin metbuu16
durumundaydı Partlar. Zamanla Roma’nın etkisi
daha da azalacaktır. Bu arada İran’da bir
hükûmet darbesiyle yeni bir hanedan, Sasaniler
geçmiştir iktidara. Ve Ahaimenes oğullarının,
eski Pers İmparatorluğu’nun, büyük gücüne
ülkeyi yeniden kavuşturma tutkusunu
gütmekteydi bu savaşçı hanedan. O dönemden
kalma siyasal belgeler ve tören tasvirlerinde
gördüğümüz çeşitli formaliteler ve sorunların ele
alınış şeklindeki şatafat, yeni Pers
İmparatorluğu’nun kazandığı önemi ve Doğu
törelerinin etki gücünü açıkça ortaya koyuyor.
Petrus Magister adlı bir Roma elçisinin anıları,VI. yüzyılda Pers imparatoru I. Kisra ile yapılan
bir antlaşma törenini tüm ayrıntılarıyla dile
getirmektedir:
“Halkların ve ülkelerin
yazgısına egemen olan tanrılar, Ermenistan’ı,
Romalıların şerefine gölge düşürmeksizin
Partlara vermek yüceliğini gösterdiler.” Son
olayların, halkının askerî gücünü olduğu kadar
kendi “şahane lütufkârlığını da” ispatladığınıekliyordu hükümdar: Nitekim savaşta yenik
düşen Roma lejyonlarının, kumandanları
Petus’la birlikte, sağ olarak iade edileceğini
bildiriyor; buna karşılık da Romalıların Ermeni
tahtına oturtmak istedikleri Tigran’ın bir hisara
kapatılıp ömrünün sonuna kadar orada kalmasını
istiyordu. Son olarak Vologez, Tiridat’ın zafer
kazanmış bir kumandan olarak Roma
imparatorunun eliyle hükümdarlık tacını giymek
üzere Roma’ya gelmeye hazır olduğunu
açıklıyordu.
yazgısına egemen olan tanrılar, Ermenistan’ı,
Romalıların şerefine gölge düşürmeksizin
Partlara vermek yüceliğini gösterdiler.” Son
olayların, halkının askerî gücünü olduğu kadar
kendi “şahane lütufkârlığını da” ispatladığınıekliyordu hükümdar: Nitekim savaşta yenik
düşen Roma lejyonlarının, kumandanları
Petus’la birlikte, sağ olarak iade edileceğini
bildiriyor; buna karşılık da Romalıların Ermeni
tahtına oturtmak istedikleri Tigran’ın bir hisara
kapatılıp ömrünün sonuna kadar orada kalmasını
istiyordu. Son olarak Vologez, Tiridat’ın zafer
kazanmış bir kumandan olarak Roma
imparatorunun eliyle hükümdarlık tacını giymek
üzere Roma’ya gelmeye hazır olduğunu
açıklıyordu.
Tiberius’tan sonraki imparatorlar dönemindeRoma’nın Doğu’daki nüfuzu azalmaya
başlarken Partlar güç kazanmıştır. Neron (Nero)
devrinde iki devlet, Ermeni tahtına Part
hükümdarı I. Vologez’in kardeşi olan Tiridat’ın
getirilmesi konusunda anlaşacaklardır. Yalnız
Roma, tahta geçecek olan hükümdara Neron
tarafından taç giydirilmesini şart koşmuştu.
Her iki tarafın da sırayla zaferler kazanıp
yenilgilere uğradığı sayısız çatışmalardan sonra
uzlaşmaya iki başkent arasında âdeta günü
gününe mekik dokuyan elçilerin büyük
çabalarından sonra varılabilmiştir. Vologez ile
Neron’un, Doğu’daki Roma eyaletleri valisi ve
büyük elçisi, Domitius Corbulo aracılığıyla
mektuplaşmaları sonucunda antlaşma, 66 yılında
imzalanmıştır. Vologez, mektubunda, Ermeni
sorununa çözülmüş gözüyle baktığını bildirerek
şöyle demektedir:
başlarken Partlar güç kazanmıştır. Neron (Nero)
devrinde iki devlet, Ermeni tahtına Part
hükümdarı I. Vologez’in kardeşi olan Tiridat’ın
getirilmesi konusunda anlaşacaklardır. Yalnız
Roma, tahta geçecek olan hükümdara Neron
tarafından taç giydirilmesini şart koşmuştu.
Her iki tarafın da sırayla zaferler kazanıp
yenilgilere uğradığı sayısız çatışmalardan sonra
uzlaşmaya iki başkent arasında âdeta günü
gününe mekik dokuyan elçilerin büyük
çabalarından sonra varılabilmiştir. Vologez ile
Neron’un, Doğu’daki Roma eyaletleri valisi ve
büyük elçisi, Domitius Corbulo aracılığıyla
mektuplaşmaları sonucunda antlaşma, 66 yılında
imzalanmıştır. Vologez, mektubunda, Ermeni
sorununa çözülmüş gözüyle baktığını bildirerek
şöyle demektedir:
Roma’nın Doğu Politikası (I. Yüzyıl)
Roma’ya komşu Doğu devletleri arasında en
güçlüsü, Ahaimenes oğullarının kurduğu, eski
Pers İmparatorluğunun yerini almış olan, Part
İmparatorluğuydu. Romalılarla Partların birçok
noktada çatışan çıkarları, iki devleti sık sık
savaşmak zorunda bırakacak; ama bütün bu
mücadelelere rağmen tarafların hiçbiri kesin bir
üstünlük elde edemeyecektir. Dolayısıyla da,
çatışmalara bir çözüm bulmak üzere, her
seferinde diplomatik yollara başvurma
zorunluluğu doğmuştur. Her iki devletin
ekonomik ihtiyaçları, her şeyden önce, iyi
komşuluk ilişkilerini gerekli kılıyordu. Doğu’yu
Batı’ya bağlayan ve iki imparatorluğun ortak
sınırlarından geçen kervan yollarının güvenlik
altına alınması, Romalılara olduğu kadar Partlara
da büyük gelir kaynakları sağlamaktaydı.
Roma’ya komşu Doğu devletleri arasında en
güçlüsü, Ahaimenes oğullarının kurduğu, eski
Pers İmparatorluğunun yerini almış olan, Part
İmparatorluğuydu. Romalılarla Partların birçok
noktada çatışan çıkarları, iki devleti sık sık
savaşmak zorunda bırakacak; ama bütün bu
mücadelelere rağmen tarafların hiçbiri kesin bir
üstünlük elde edemeyecektir. Dolayısıyla da,
çatışmalara bir çözüm bulmak üzere, her
seferinde diplomatik yollara başvurma
zorunluluğu doğmuştur. Her iki devletin
ekonomik ihtiyaçları, her şeyden önce, iyi
komşuluk ilişkilerini gerekli kılıyordu. Doğu’yu
Batı’ya bağlayan ve iki imparatorluğun ortak
sınırlarından geçen kervan yollarının güvenlik
altına alınması, Romalılara olduğu kadar Partlara
da büyük gelir kaynakları sağlamaktaydı.
Roma’nın Kartaca’ya ve Yunan devletlerine
karşı sürdürdüğü uzun mücadele, devlet
gücünün merkezîleşmesini sağlayarak
imparatorluğun kuruluşunu kolaylaştıracaktı. Bu
arada, cumhuriyet dönemindeki ilkel
organizasyonun yerini yavaş yavaş
kançılaryalıklar
14 alacak ve bütün iktidar
imparatorun eline geçecektir. İmparatorlar,
doğrudan doğruya kendilerine bağlı olan
görevliler, temsilciler ve elçiler aracılığıyla
yönetmiştir ülkeyi. Senato yine vardır ve
çalışmaktadır; ama cumhuriyet dönemindeki
yönetici organ olmaktan çıkmış, yürütücü bir
organ ya da devlet konseyi hâline girmiştir.
karşı sürdürdüğü uzun mücadele, devlet
gücünün merkezîleşmesini sağlayarak
imparatorluğun kuruluşunu kolaylaştıracaktı. Bu
arada, cumhuriyet dönemindeki ilkel
organizasyonun yerini yavaş yavaş
kançılaryalıklar
14 alacak ve bütün iktidar
imparatorun eline geçecektir. İmparatorlar,
doğrudan doğruya kendilerine bağlı olan
görevliler, temsilciler ve elçiler aracılığıyla
yönetmiştir ülkeyi. Senato yine vardır ve
çalışmaktadır; ama cumhuriyet dönemindeki
yönetici organ olmaktan çıkmış, yürütücü bir
organ ya da devlet konseyi hâline girmiştir.
Roma Diplomasisinin Afrika’daki Etkinliği
(İ.Ö. III. Yüzyıl)
Belli başlı savaşlara sahne olan İtalya, İspanya
ve Afrika’da hemen etkisini duyuracaktır bu
yenilgi. Afrika’da iki Nümidyalı hükümdarbirbirinin can düşmanıydı. Bunlardan Sifaks,
Kartaca aristokrasisi tarafından desteklenen
rakibi Masinissa’nın yerine göz dikmişti. İşte bu
karşıtlığı kendi çıkarları yolunda kullanan Roma
diplomasisi, kral Sifaks’ı Hannibal’den koparma
başarısını gösterecektir. Başlangıçta çekingen
davranan hükümdar, Romalıların Makedonya
zaferiyle etkilenerek, saf değiştirmiştir sonunda.
Hannibal için büyük bir kayıptı bu; çünkü
Kartaca ordusunun süvari sınıfı, krallarının
yönetimindeki Nümidyalı atlılardan kurulu
bulunmaktaydı; ve bu sınıf, ordunun temel
unsuruydu. Roma’nın desteğiyle Sifaks,
Afrika’da saldırıya geçecektir Kartaca’ya karşı
ve küçümsenmeyecek başarılar sağlayacaktır
(İ.Ö. III. Yüzyıl)
Belli başlı savaşlara sahne olan İtalya, İspanya
ve Afrika’da hemen etkisini duyuracaktır bu
yenilgi. Afrika’da iki Nümidyalı hükümdarbirbirinin can düşmanıydı. Bunlardan Sifaks,
Kartaca aristokrasisi tarafından desteklenen
rakibi Masinissa’nın yerine göz dikmişti. İşte bu
karşıtlığı kendi çıkarları yolunda kullanan Roma
diplomasisi, kral Sifaks’ı Hannibal’den koparma
başarısını gösterecektir. Başlangıçta çekingen
davranan hükümdar, Romalıların Makedonya
zaferiyle etkilenerek, saf değiştirmiştir sonunda.
Hannibal için büyük bir kayıptı bu; çünkü
Kartaca ordusunun süvari sınıfı, krallarının
yönetimindeki Nümidyalı atlılardan kurulu
bulunmaktaydı; ve bu sınıf, ordunun temel
unsuruydu. Roma’nın desteğiyle Sifaks,
Afrika’da saldırıya geçecektir Kartaca’ya karşı
ve küçümsenmeyecek başarılar sağlayacaktır
Gerçekten de, antlaşmanın giriş bölümünde şu
sözler yer alıyor: “Bir yanda, Kartaca ordusunun
başkumandanı, Hamilkar’ın oğlu Hannibal ve
Kartaca Yüksek Meclisi’nin tüm üyeleri ile öbür
yanda Makedonya kralı, Demetrius’un oğlu
Filippos, mücadeleye katılan tanrıların önünde,
güneşin, ayın ve yerin önünde, ırmakların,
limanların ve denizlerin önünde ve tüm kutsalvarlıkların önünde, ölünceye dek dost, akraba ve
kardeşmişlercesine içten bir bağlılık ve dostluk
ittifakı içinde kalacaklarına yemin ederler”.
(Polubios Historiae VI
sözler yer alıyor: “Bir yanda, Kartaca ordusunun
başkumandanı, Hamilkar’ın oğlu Hannibal ve
Kartaca Yüksek Meclisi’nin tüm üyeleri ile öbür
yanda Makedonya kralı, Demetrius’un oğlu
Filippos, mücadeleye katılan tanrıların önünde,
güneşin, ayın ve yerin önünde, ırmakların,
limanların ve denizlerin önünde ve tüm kutsalvarlıkların önünde, ölünceye dek dost, akraba ve
kardeşmişlercesine içten bir bağlılık ve dostluk
ittifakı içinde kalacaklarına yemin ederler”.
(Polubios Historiae VI
Hannibal ile Makedonya Kralı V. Filippos
Arasındaki Dostluk Antlaşması (İ.Ö. 215)
İtalya’nın Helenik devletler arasındaki en
yakın komşusu Makedonya’dır. Nitekim
Hannibal de, İtalya’da kapalı kalınca, ilkin
Makedonya kralına elçi yollayacaktır.
Makedonya’yı o dönemde V. Filippos
yönetmektedir. Atası II. Filoppos gibi, enerjik ve
otoriter karakterli bir adamdır bu hükümdar ve
yine ünlü atası gibi, Ege Denizi’nden Adriyatik
kıyılarına kadar bütün Balkan Yarımadası’nıiçine alacak bir büyük Makedonya kurmak
özlemindedir. Bu amaca ulaşabilmek için, önce
Yunan’ı birleştirmesi ve kendi egemenliği altına
alması, yani II. Filippos de dâhil olmak üzere
kendisinden önceki Makedonya krallarının
karşısına dikilmiş olan aynı siyasal sorunu
çözmesi gerekmektedir.
Arasındaki Dostluk Antlaşması (İ.Ö. 215)
İtalya’nın Helenik devletler arasındaki en
yakın komşusu Makedonya’dır. Nitekim
Hannibal de, İtalya’da kapalı kalınca, ilkin
Makedonya kralına elçi yollayacaktır.
Makedonya’yı o dönemde V. Filippos
yönetmektedir. Atası II. Filoppos gibi, enerjik ve
otoriter karakterli bir adamdır bu hükümdar ve
yine ünlü atası gibi, Ege Denizi’nden Adriyatik
kıyılarına kadar bütün Balkan Yarımadası’nıiçine alacak bir büyük Makedonya kurmak
özlemindedir. Bu amaca ulaşabilmek için, önce
Yunan’ı birleştirmesi ve kendi egemenliği altına
alması, yani II. Filippos de dâhil olmak üzere
kendisinden önceki Makedonya krallarının
karşısına dikilmiş olan aynı siyasal sorunu
çözmesi gerekmektedir.
Diplomatik Organizasyonlar ve
Fonksiyonlar
Eski Roma’nın diplomatik yapısı, siyasal
organizasyonunun özelliklerini taşır. Eski
Yunan’ın, diplomasinin iyice geliştiği klasik
döneminde, köle-olmayan yurttaşlardan kuruluHalk Meclisi’nin (kölelerin orada hiçbir
“medeni” hakkı yoktu) dış işlerinde büyük bir
rol oynamasına karşılık, klasik Roma’da bu rol,
kölelerin hizmet ettiği soylular sınıfını temsil
eden Senato tarafından oynanmaktadır.
Fonksiyonlar
Eski Roma’nın diplomatik yapısı, siyasal
organizasyonunun özelliklerini taşır. Eski
Yunan’ın, diplomasinin iyice geliştiği klasik
döneminde, köle-olmayan yurttaşlardan kuruluHalk Meclisi’nin (kölelerin orada hiçbir
“medeni” hakkı yoktu) dış işlerinde büyük bir
rol oynamasına karşılık, klasik Roma’da bu rol,
kölelerin hizmet ettiği soylular sınıfını temsil
eden Senato tarafından oynanmaktadır.
Devletler hukukunu, medeni hukuka karşı
tutmaktaydı Romalılar. Sadece Romalı
yurttaşlara uygulanan medeni hukuk (jus
civile)
11, savaş sırasında bile bütün gücünü
korumaktaydı. “Elçiliklerin ve antlaşmaların
dokunulmazlığı” (jus et sacra legationis) ilkeleri
ve bu dokunulmazlığın çiğnenmesi uluslararası
hukuk alanına giriyordu. Bu hukuk anlayışının
tohumlarına en eski düstur kitaplarında (jus
feciale) dahi rastlanmaktadır.
tutmaktaydı Romalılar. Sadece Romalı
yurttaşlara uygulanan medeni hukuk (jus
civile)
11, savaş sırasında bile bütün gücünü
korumaktaydı. “Elçiliklerin ve antlaşmaların
dokunulmazlığı” (jus et sacra legationis) ilkeleri
ve bu dokunulmazlığın çiğnenmesi uluslararası
hukuk alanına giriyordu. Bu hukuk anlayışının
tohumlarına en eski düstur kitaplarında (jus
feciale) dahi rastlanmaktadır.
Roma’nın İtalya ve Akdeniz’deki merkezî
konumu, daha başlangıçtan itibaren uluslararası
ekonomik ilişkilerin gelişmesini
kolaylaştıracaktır. Nitekim, devletlerarası
hukukun (jus gentium)
10 en tam ifadesini Roma
toprağında buluşu, bu bakımdan pek anlamlıdır.
Söz konusu “kavimler hukuku”nun varlığından,
hem cumhuriyet hem de imparatorluk
dönemlerinde yetişmiş Romalı yazarlardurmaksızın söz etmektedirler. Özellikle Çiçero,
Devlet Üzerine ve Ödevler Üzerine başlıklı
incelemelerinde bu hukuk kavramını titiz bir
çözümlemeden geçirmektedir.
konumu, daha başlangıçtan itibaren uluslararası
ekonomik ilişkilerin gelişmesini
kolaylaştıracaktır. Nitekim, devletlerarası
hukukun (jus gentium)
10 en tam ifadesini Roma
toprağında buluşu, bu bakımdan pek anlamlıdır.
Söz konusu “kavimler hukuku”nun varlığından,
hem cumhuriyet hem de imparatorluk
dönemlerinde yetişmiş Romalı yazarlardurmaksızın söz etmektedirler. Özellikle Çiçero,
Devlet Üzerine ve Ödevler Üzerine başlıklı
incelemelerinde bu hukuk kavramını titiz bir
çözümlemeden geçirmektedir.
“Lakonyalılar ve müttefikleri, Panakte’yi
Atinalılara geri vermeyi taahhüt ederler. Buna
karşılık Atinalılar da Korifassi’yi Lakonyalılara
geri verecek ve Atina’da ya da Atina
İmparatorluğunun ve müttefiklerinin herhangibir başka yerinde tutsak bulunan tüm Lakonya
yurttaşlarını serbest bırakacaklardır. Aynı şekilde
Lakonyalılar ve müttefikleri de, esir etmiş
oldukları bütün Atinalıları ve müttefiklerini geri
vereceklerdir.”
Atinalılara geri vermeyi taahhüt ederler. Buna
karşılık Atinalılar da Korifassi’yi Lakonyalılara
geri verecek ve Atina’da ya da Atina
İmparatorluğunun ve müttefiklerinin herhangibir başka yerinde tutsak bulunan tüm Lakonya
yurttaşlarını serbest bırakacaklardır. Aynı şekilde
Lakonyalılar ve müttefikleri de, esir etmiş
oldukları bütün Atinalıları ve müttefiklerini geri
vereceklerdir.”
Yunan dünyası üzerinde hegemonya
kurmak isteyen, Atina ve Sparta kentleri
arasında ciddi sürtüşmeler çıkmıştır; bu çatışma
sonucunda başlayan savaş 445 yılında, otuz
yıllık bir barışın imzalanmasıyla bitmiştir. Eski
Yunan’da siyasal ikilik sisteminin yürürlüğe
girmesini sağlayacaktır bu barış: Nitekim her iki
taraf da üstünlük kurma düşlerinden
vazgeçmeksizin, bir süre için saldırgan
davranışlardan kaçınarak, etkilerini diplomatik
yollardan pekiştirme çabasına yönelecektir.
448 yılında Atina devlet başkanı Perikles,
Atina’da bütün Yunan devletlerini bir araya
getirecek bir kongrenin toplanmasını önermiştir.
Gerçekten de, tüm Yunanlıları ilgilendiren üç
sorunun çözüme bağlanması gerekmektedir bu
dönemde: Persler tarafından yıkılmış olan
tapınakların onarımı, deniz ulaşımı
özgürlüğünün garanti altına alınması ve bütün
Yunan dünyasını kapsayan bir barışın kurulusürdürülmesi. Bunların yanı sıra Perikles,
Atina’da yapılacak bu kongre aracılığıyla, kentin
tüm Yunan dünyasının siyaset ve kültür merkezi
haline gelmesini tasarlamaktaydı
kurmak isteyen, Atina ve Sparta kentleri
arasında ciddi sürtüşmeler çıkmıştır; bu çatışma
sonucunda başlayan savaş 445 yılında, otuz
yıllık bir barışın imzalanmasıyla bitmiştir. Eski
Yunan’da siyasal ikilik sisteminin yürürlüğe
girmesini sağlayacaktır bu barış: Nitekim her iki
taraf da üstünlük kurma düşlerinden
vazgeçmeksizin, bir süre için saldırgan
davranışlardan kaçınarak, etkilerini diplomatik
yollardan pekiştirme çabasına yönelecektir.
448 yılında Atina devlet başkanı Perikles,
Atina’da bütün Yunan devletlerini bir araya
getirecek bir kongrenin toplanmasını önermiştir.
Gerçekten de, tüm Yunanlıları ilgilendiren üç
sorunun çözüme bağlanması gerekmektedir bu
dönemde: Persler tarafından yıkılmış olan
tapınakların onarımı, deniz ulaşımı
özgürlüğünün garanti altına alınması ve bütün
Yunan dünyasını kapsayan bir barışın kurulusürdürülmesi. Bunların yanı sıra Perikles,
Atina’da yapılacak bu kongre aracılığıyla, kentin
tüm Yunan dünyasının siyaset ve kültür merkezi
haline gelmesini tasarlamaktaydı
Aktif uluslararası ilişkiler Atina’da, İ.Ö. VI.
yüzyılda Pisistrat (Peisistratos)’nın tiranlığı
altında ve özellikle de İ.Ö. V. yüzyılda, Med
savaşları sırasında başlar. Bu çağ boyunca eski
Yunan’ın bütün önde gelen devlet adamları,
aynı zamanda birer diplomattırlar. Pisistrat,Themistokles, Delis “summakia”sının kurucusu
Aristeides, Kimon ve özellikle Perikles, bunun
en iyi örnekleridir.
yüzyılda Pisistrat (Peisistratos)’nın tiranlığı
altında ve özellikle de İ.Ö. V. yüzyılda, Med
savaşları sırasında başlar. Bu çağ boyunca eski
Yunan’ın bütün önde gelen devlet adamları,
aynı zamanda birer diplomattırlar. Pisistrat,Themistokles, Delis “summakia”sının kurucusu
Aristeides, Kimon ve özellikle Perikles, bunun
en iyi örnekleridir.
Perikles’in Yunan Birliği İçin (Panhelenik
Birlik) Bir Barış Kongresi Toplama Tasarısı
(İ.Ö. 448)
Eski Yunan’ın klasik çağında entelektüel
hayatın ilk merkezleri, önce, Anadolu’nın
zengin kıyı vadilerinde oluşmaya başlayacaktır:
Miletos, Efesos ve Halikarnasos’tur bunlar. Daha
sonra bu merkezlerin Balkan Yarımadası’nda
Atina, Korint ve Sparta’da da belirdiğini
görüyoruz.
Birlik) Bir Barış Kongresi Toplama Tasarısı
(İ.Ö. 448)
Eski Yunan’ın klasik çağında entelektüel
hayatın ilk merkezleri, önce, Anadolu’nın
zengin kıyı vadilerinde oluşmaya başlayacaktır:
Miletos, Efesos ve Halikarnasos’tur bunlar. Daha
sonra bu merkezlerin Balkan Yarımadası’nda
Atina, Korint ve Sparta’da da belirdiğini
görüyoruz.
Agamemnon, tüm Akalar adına, Truva kralı
Priam’la bir antlaşma imzalar: Bu antlaşma
yeminler, tanrılara yakarılar, kurbanlar ve
kurban etinin Aka ve Truva askerlerinin
komutanları arasında bölüşülmesi ile perçinlenir.
Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi, eski
Yunan’da bir antlaşmayı çiğnemek, kendi
onuruna leke sürmek anlamına geliyordu.
Nitekim savaşın başlamasından önce Aka elçileri
Truva’ya gidecek ve Paris tarafından kaçırılmış
olan Helena’nın geri verilmesini isteyeceklerdir.
Truva elçisi tarafından Aka Meclisine sunulan
barış önerisi de tüm halkın tartışmasına açık
bırakılır.
Priam’la bir antlaşma imzalar: Bu antlaşma
yeminler, tanrılara yakarılar, kurbanlar ve
kurban etinin Aka ve Truva askerlerinin
komutanları arasında bölüşülmesi ile perçinlenir.
Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi, eski
Yunan’da bir antlaşmayı çiğnemek, kendi
onuruna leke sürmek anlamına geliyordu.
Nitekim savaşın başlamasından önce Aka elçileri
Truva’ya gidecek ve Paris tarafından kaçırılmış
olan Helena’nın geri verilmesini isteyeceklerdir.
Truva elçisi tarafından Aka Meclisine sunulan
barış önerisi de tüm halkın tartışmasına açık
bırakılır.
Eski Yunan’da sayısız amfikseonia vardır.
Bunlar arasında en eski ve en etkili olanı, Delfoi-
Termopilai amfikseonia’sıdır. Delfoi’deki
Apollon tapınağı çevresini kapsayan Delfoi
amfikseonia’sı ile Demeter tapınağı çevresini
kapsayan Termapilai amfikseonia’sının
birleşmesinden oluşmuştur bu kurum. Söz
konusu amfikseonia’nın içinde, her biri iki oya
sahip on iki aşiret yer almaktadır
Bunlar arasında en eski ve en etkili olanı, Delfoi-
Termopilai amfikseonia’sıdır. Delfoi’deki
Apollon tapınağı çevresini kapsayan Delfoi
amfikseonia’sı ile Demeter tapınağı çevresini
kapsayan Termapilai amfikseonia’sının
birleşmesinden oluşmuştur bu kurum. Söz
konusu amfikseonia’nın içinde, her biri iki oya
sahip on iki aşiret yer almaktadır
Dinsel bayramlar süresince
savaş yasaklanmakta ve “Tanrı barışı”
(hieromenia) ilan edilmekteydi. Görüldüğü gibi,
amfikseonia’lar hem dinsel hem de siyasal
karakter taşıyan birer uluslararası kurumdur.
savaş yasaklanmakta ve “Tanrı barışı”
(hieromenia) ilan edilmekteydi. Görüldüğü gibi,
amfikseonia’lar hem dinsel hem de siyasal
karakter taşıyan birer uluslararası kurumdur.
Amfikseonia’lar
Teşrifatçılık kadar eski bir başka uluslararası
kurum da, amfikseonia’dır. Amfikseonia’lar,
büyük tanrılardan birine adanmış bir tapınak
çevresinde oluşan dinsel karakterli
topluluklardır. Adlarından da anlaşılacağı gibi
(eski Yunanca’da, amfi, “her iki yan”
anlamındadır), bu topluluklar, aralarında hiçbir
etnik bağı bulunmayan ve sadece aynı tapınağın
çevresinde oturan kabilelerden oluşmaktaydı. Bu
toplulukların ilk varlık nedeni tanrı adına
ortaklaşa kurban kesmek, şenlik düzenlemek,
tapınağı ve çeşitli bağışlar sonucunda git gide
büyüyen hazinesini korumak, kutsal töreleri
çiğneyenleri cezalandırmaktı.
Teşrifatçılık kadar eski bir başka uluslararası
kurum da, amfikseonia’dır. Amfikseonia’lar,
büyük tanrılardan birine adanmış bir tapınak
çevresinde oluşan dinsel karakterli
topluluklardır. Adlarından da anlaşılacağı gibi
(eski Yunanca’da, amfi, “her iki yan”
anlamındadır), bu topluluklar, aralarında hiçbir
etnik bağı bulunmayan ve sadece aynı tapınağın
çevresinde oturan kabilelerden oluşmaktaydı. Bu
toplulukların ilk varlık nedeni tanrı adına
ortaklaşa kurban kesmek, şenlik düzenlemek,
tapınağı ve çeşitli bağışlar sonucunda git gide
büyüyen hazinesini korumak, kutsal töreleri
çiğneyenleri cezalandırmaktı.
Proksenos’lar Kurumu
Eski Yunan’da uluslararası hukuk ve
ilişkilerin büründüğü ilk şekil proksenos’lar
kurumu olmuştur. Giderek bugünkü anlamında
bir teşrifatçılığa —ya da protokole dönüşen
proksenos’çuluk; -pro, “yanlısı” ve ksenos,
“yabancı”- bir konuk ağırlama
organizasyonudur; ve bu teşrifatçılık tarzı hem
bireyler, hem de klanlar, kabileler ve devletler
arasında yürürlüktedir.
Eski Yunan’da uluslararası hukuk ve
ilişkilerin büründüğü ilk şekil proksenos’lar
kurumu olmuştur. Giderek bugünkü anlamında
bir teşrifatçılığa —ya da protokole dönüşen
proksenos’çuluk; -pro, “yanlısı” ve ksenos,
“yabancı”- bir konuk ağırlama
organizasyonudur; ve bu teşrifatçılık tarzı hem
bireyler, hem de klanlar, kabileler ve devletler
arasında yürürlüktedir.
Tarihsel gelişmesi boyunca eski Yunan’ın
toplum yapısı art arda değişikliklere uğramıştır.
İ.Ö. XII.-VIII. yüzyıllar arasında kalan ve
Homeros çağı olarak tanımlanan dönemde
devlet kölecilik üzerine kurulu olduğundan, klan
sistemi yürürlüktedir. İ.Ö. VIII. ve IV. yüzyıllar
arasında kalan “klasik çağ”da ise siyasal
organizasyona karakterini veren, kent-
devletlerdir (polis). Ve bu kendi kendine yeten
küçük dünyalar arasında, son derece çeşitli
şekillere bürünen uluslararası ilişkiler
kurulacaktır.
toplum yapısı art arda değişikliklere uğramıştır.
İ.Ö. XII.-VIII. yüzyıllar arasında kalan ve
Homeros çağı olarak tanımlanan dönemde
devlet kölecilik üzerine kurulu olduğundan, klan
sistemi yürürlüktedir. İ.Ö. VIII. ve IV. yüzyıllar
arasında kalan “klasik çağ”da ise siyasal
organizasyona karakterini veren, kent-
devletlerdir (polis). Ve bu kendi kendine yeten
küçük dünyalar arasında, son derece çeşitli
şekillere bürünen uluslararası ilişkiler
kurulacaktır.
Babillilerin kurtarıcısı
olarak sunmakta; ve onları, eski dini hiçe sayan
zorba ve alçak kral Nabonid’in
boyunduruğundan çekip aldığını belirterek,
şunları söylemektedir: “Ben dünyalar kralı,
büyük kral, kudretli kral, Babil kralı, Sümer ve
Akkad kralı, evrenin dört yönünün hükümdarı,
hanedanı ve egemenliği tanrı Baal ile tanrı
Nabu’nun yüreklerine esenlik veren ölümsüz
krallığın torunu ve mirasçısı Kiros Babil’e kan
dökmeksizin barış içinde girdiğim ve krallar
sarayındaki kral tahtını alkışlar ve sevinç
gösterileri arasında devir aldığım vakit, büyük
tanrı Marduk bana doğru taşırdı Babillilerinyüreklerini, çünkü o yüreklere saygılı olma
kararımı biliyordu ”
olarak sunmakta; ve onları, eski dini hiçe sayan
zorba ve alçak kral Nabonid’in
boyunduruğundan çekip aldığını belirterek,
şunları söylemektedir: “Ben dünyalar kralı,
büyük kral, kudretli kral, Babil kralı, Sümer ve
Akkad kralı, evrenin dört yönünün hükümdarı,
hanedanı ve egemenliği tanrı Baal ile tanrı
Nabu’nun yüreklerine esenlik veren ölümsüz
krallığın torunu ve mirasçısı Kiros Babil’e kan
dökmeksizin barış içinde girdiğim ve krallar
sarayındaki kral tahtını alkışlar ve sevinç
gösterileri arasında devir aldığım vakit, büyük
tanrı Marduk bana doğru taşırdı Babillilerinyüreklerini, çünkü o yüreklere saygılı olma
kararımı biliyordu ”
İ.Ö. VI. yüzyılda dünyanın en kudretli
imparatorluğu durumuna yükselen Persler, bütün
eski Doğu ülkelerini egemenlikleri altına
almakta gecikmeyeceklerdir.
Pers İmparatorluğu’nun dünya sahnesine
çıkışı, “dünya kralı” Kiros’un Babil halkına ve
rahiplerine yönelttiği tantanalı bir mesajla
başlamaktadır. Söz konusu mesajında bu
hükümdar, kendisini Babillilerin kurtarıcısı
olarak sunmakta; ve onları, eski dini hiçe sayan
zorba ve alçak kral Nabonid’in
boyunduruğundan çekip aldığını belirterek,
şunları söylemektedir:
imparatorluğu durumuna yükselen Persler, bütün
eski Doğu ülkelerini egemenlikleri altına
almakta gecikmeyeceklerdir.
Pers İmparatorluğu’nun dünya sahnesine
çıkışı, “dünya kralı” Kiros’un Babil halkına ve
rahiplerine yönelttiği tantanalı bir mesajla
başlamaktadır. Söz konusu mesajında bu
hükümdar, kendisini Babillilerin kurtarıcısı
olarak sunmakta; ve onları, eski dini hiçe sayan
zorba ve alçak kral Nabonid’in
boyunduruğundan çekip aldığını belirterek,
şunları söylemektedir:
Asur. Zayıflama ve çöküş belirtileri, daha
Assurbanipal devrinde ortaya çıkmıştı. Sürekli
savaşlarla hırpalanan ülke, sayısı gittikçe artan
koalisyonlarla mücadele etmek zorunda
kalıyordu. Kuzey ve güneyden dalgalar hâlinde
Kimmerler, İskitler, Medler ve Persler geliyordu;
ve gittikçe biraz daha kritikleşiyordu durum.
Nitekim dayanamadı Asur; Doğu’nun
uluslararası ilişkiler alanındaki üstünlüğünü
yavaş yavaş yitirerek, sonunda, yeni fatihler içinbir av haline geldi.
Assurbanipal devrinde ortaya çıkmıştı. Sürekli
savaşlarla hırpalanan ülke, sayısı gittikçe artan
koalisyonlarla mücadele etmek zorunda
kalıyordu. Kuzey ve güneyden dalgalar hâlinde
Kimmerler, İskitler, Medler ve Persler geliyordu;
ve gittikçe biraz daha kritikleşiyordu durum.
Nitekim dayanamadı Asur; Doğu’nun
uluslararası ilişkiler alanındaki üstünlüğünü
yavaş yavaş yitirerek, sonunda, yeni fatihler içinbir av haline geldi.
Psammetik tarafından kurulan ve başkenti Sais
olan yeni XXVI. hanedan, İ.Ö. 525 yılında
Mısır’ın Perslerce ele geçirilişine kadar
sürmüştür. Elam’da ve Babil’de patlak veren
kargaşalar, Assurbanipal’i, Mısır’ın kaybına
boyun eğmeye zorlayacaktır.
olan yeni XXVI. hanedan, İ.Ö. 525 yılında
Mısır’ın Perslerce ele geçirilişine kadar
sürmüştür. Elam’da ve Babil’de patlak veren
kargaşalar, Assurbanipal’i, Mısır’ın kaybına
boyun eğmeye zorlayacaktır.
Habeş hanedanından
gelme Mısır firavunlarının amansız
muhalefetiyle karşılaşınca, alabildiğine karmaşık
ve çetin bir hale girmiştir. En önemli temsilcisi
Taharka’da olan bu hanedanın firavunları da,
tıpkı Sargon oğulları gibi, askerlikten
yetişmeydiler ve Libyalı birliklere kumanda
ediyorlardı
gelme Mısır firavunlarının amansız
muhalefetiyle karşılaşınca, alabildiğine karmaşık
ve çetin bir hale girmiştir. En önemli temsilcisi
Taharka’da olan bu hanedanın firavunları da,
tıpkı Sargon oğulları gibi, askerlikten
yetişmeydiler ve Libyalı birliklere kumanda
ediyorlardı
Asur’un son büyük hükümdarı,
Assurbanipal’dir. İ.Ö. 668-626 yılları arasında
hüküm sürmüş olan bu kralın kişiliğini vepolitikasını, Ninova ve dolaylarındaki kral
saraylarının yıkıntıları arasında bulunmuş olan
Sargon oğulları kitaplığı ve arşivleri sayesinde
iyi tanıyoruz. Sargon oğullarının çivi yazılı
kitaplığında Asur’un siyasal, toplumsal ve
diplomatik hayatıyla ilgili zengin belgeler vardır.
Asur arşivleri ise, tarihsel bilgi değeri ve
zenginliği bakımından, Tel Amarna
arşivlerinden hiç de aşağı değildir. Bu belgelerin
büyük çoğunluğu, kral Assurbanipal’in saltanat
dönemine ait bulunmaktadır.
Assurbanipal’dir. İ.Ö. 668-626 yılları arasında
hüküm sürmüş olan bu kralın kişiliğini vepolitikasını, Ninova ve dolaylarındaki kral
saraylarının yıkıntıları arasında bulunmuş olan
Sargon oğulları kitaplığı ve arşivleri sayesinde
iyi tanıyoruz. Sargon oğullarının çivi yazılı
kitaplığında Asur’un siyasal, toplumsal ve
diplomatik hayatıyla ilgili zengin belgeler vardır.
Asur arşivleri ise, tarihsel bilgi değeri ve
zenginliği bakımından, Tel Amarna
arşivlerinden hiç de aşağı değildir. Bu belgelerin
büyük çoğunluğu, kral Assurbanipal’in saltanat
dönemine ait bulunmaktadır.
Urartu (ya da
Ararat) krallığı ya da Vanlar devleti
bulunmaktaydı. Van Gölü’nün çevresinde
yayılan ve başkenti Tuşpa (bugünkü Van) olan
bu devletin toprakları, bugünkü Sovyet
Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Doğu kesimini
kapsamaktaydı. Vanlar devletinin gelişmesi, İ.Ö.
VIII. yüzyılın ikinci yarısına, Kral Sardur’un
(İ.Ö. 750-733) saltanatı ile oğullarının saltanat
dönemine rastlamaktadır.
Ararat) krallığı ya da Vanlar devleti
bulunmaktaydı. Van Gölü’nün çevresinde
yayılan ve başkenti Tuşpa (bugünkü Van) olan
bu devletin toprakları, bugünkü Sovyet
Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Doğu kesimini
kapsamaktaydı. Vanlar devletinin gelişmesi, İ.Ö.
VIII. yüzyılın ikinci yarısına, Kral Sardur’un
(İ.Ö. 750-733) saltanatı ile oğullarının saltanat
dönemine rastlamaktadır.
Asur, Pers İmparatorluğunun doğuşuna kadar
eski Doğu’nun en büyük devleti olarak
kalacaktır. Ülkenin coğrafi konumu, komşuları
ile sürekli anlaşmazlık ve savaşların çıkmasına
yol açacak; ve Asur krallarını, hem askerlik
tekniği hem de diplomasi sanatı alanlarında,
sürekli yaratıcı olmaya zorlayacaktır.
eski Doğu’nun en büyük devleti olarak
kalacaktır. Ülkenin coğrafi konumu, komşuları
ile sürekli anlaşmazlık ve savaşların çıkmasına
yol açacak; ve Asur krallarını, hem askerlik
tekniği hem de diplomasi sanatı alanlarında,
sürekli yaratıcı olmaya zorlayacaktır.
Asur, gücünün
doruğuna asıl İ.Ö. VIII.-VII. yüzyıllarda Sargon
oğulları döneminde, Sargon, Sennaşerib ve
Assurbanipal’in saltanat yıllarında erişecektir.
Bu dönemde, Asur kentinin daha kuzeyinde yer
alan Ninova başkent olmuştur. Askerlikten
yetişme hükümdarlar olan Sargon oğulları,
ülkenin siyasal ve askerî alanlarında önemli
reformlar yapacak ve ordu mevcudunu o çağ
için çok yüksek bir rakam olan 150.000’e
çıkartarak geniş bir fetih politikasına
girişeceklerdir.
doruğuna asıl İ.Ö. VIII.-VII. yüzyıllarda Sargon
oğulları döneminde, Sargon, Sennaşerib ve
Assurbanipal’in saltanat yıllarında erişecektir.
Bu dönemde, Asur kentinin daha kuzeyinde yer
alan Ninova başkent olmuştur. Askerlikten
yetişme hükümdarlar olan Sargon oğulları,
ülkenin siyasal ve askerî alanlarında önemli
reformlar yapacak ve ordu mevcudunu o çağ
için çok yüksek bir rakam olan 150.000’e
çıkartarak geniş bir fetih politikasına
girişeceklerdir.
Asur’un gelişmesi, eski Doğu’nun en güçlü
krallıkları olan Hititlerle Mısır’ı çok çabuk
endişeye düşürecek; ve bu korku, II. Ramses ile
III. Hattusil arasındaki antlaşmayı doğuracaktır.Gerçekten de İ.Ö. 1278 barışı, dolaylı olarak,
Asur krallığına karşı gerçekleştirilen bir girişim
olmuştur.
krallıkları olan Hititlerle Mısır’ı çok çabuk
endişeye düşürecek; ve bu korku, II. Ramses ile
III. Hattusil arasındaki antlaşmayı doğuracaktır.Gerçekten de İ.Ö. 1278 barışı, dolaylı olarak,
Asur krallığına karşı gerçekleştirilen bir girişim
olmuştur.
Asur’u, tarih sahnesinde ilkin, Babil
krallığının bir parçası olarak görüyoruz. NitekimAsur kralı da, o çağda, Babil hükümdarının
buyruğu altındadır. Ama bu bağımlılık zamanla
ortadan kalkacak ve Asur kralları özgürlüklerini
ilan etmekte gecikmeyeceklerdir. Asur’dan
bağımsız bir devlet olarak ilk defa, Tel Amarna
mektuplaşmasında, Asurlu elçilerin Mısır’a gelişi
dolayısıyla söz edilmektedir.
krallığının bir parçası olarak görüyoruz. NitekimAsur kralı da, o çağda, Babil hükümdarının
buyruğu altındadır. Ama bu bağımlılık zamanla
ortadan kalkacak ve Asur kralları özgürlüklerini
ilan etmekte gecikmeyeceklerdir. Asur’dan
bağımsız bir devlet olarak ilk defa, Tel Amarna
mektuplaşmasında, Asurlu elçilerin Mısır’a gelişi
dolayısıyla söz edilmektedir.