İçeriğe geç

Ukde Kitap Alıntıları – Mehtap Güngör

Mehtap Güngör kitaplarından Ukde kitap alıntıları sizlerle…

Ukde Kitap Alıntıları

Beklentiniz ne kadar az olursa, o kadar az inciniyorsunuz.
Onu görmek için gitmeniz bir adım değil mi?
Mutsuz olduğum bir ilişkiyi devam ettirme çabamı bırakacak kadar büyümüştüm.
Konuşulmayanları da duyuyor insan. Bazı şeyler, tam olarak kelimelere dökülmese de hissediliyor. Anlaşılıyor. Duyuluyor.
“Geçmiş, bir bakıma şimdidir.” diyor Shapiro. Geçmişteki travmalarımız bugünkü inançlarımızın temelini oluşturur.
O zamanlar cevaplayamadım. İçimde ukde kaldı.
Aile içerisinde konuşulamayan konuları ve bu konuların her aile ferdine getirdiği yükleri düşünüyorum. Annesinin içinde hapsolduğu utancını, babasının yıllarca taşıdığı kızgınlığı, kırgınlığı düşünüyorum. Konuşamadıkları, halledemedikleri bir meseleyi yıllarca içinde taşımaları ne büyük bir yük!
Ailenin biricik kızının her duruma ‘acaba’ diye yaklaşması, en sevdiği ve güvendiği insanların bile onu kandırabileceği düşüncesiyle devamlı tetikte olması ne büyük bir yük! Çocuklarını bu konudan uzak tutmaya, korumaya çalışırken onun içine güvensizlik ve şüphe tohumlarını bırakmış olmaları ne acı!
Konuşulmayanları da duyuyor insan. Bazı şeyler, tam olarak kelimelere dökülmese de hissediliyor. Anlaşılıyor. Duyuluyor.
Yaşanan travmalar, beynimizin bir köşesinde takılıp kalabiliyor. Takılıp kaldığı andan sonrasını hatırlamayabiliyor. Sonrasıyla bir bağlantı kuramıyor. Yani o hastane koridorundaki çocukluk haliniz, annenizin iyileştiğinin farkında olmayabilir.
Aklımdan Freud’un bir söylemi geçiyor; Bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır.
Anlatmak istediğim her şey, o sessizlikte boğuldu.
Derinden ağlayan birinin psikopat olmayacağını biliyorum. Sadece derinden yaraları olan biri böyle ağlayabilir. Ve bu yaralarından dolayı saçmalayabilir.
Bazı olaylara şahit olmasak bile zihnimizde öyle bir canlandırıyoruz ki, o olayları görmüşüz, yaşamışız gibi bir etki yaratabiliyoruz. O ana dair tüm detaylar, o an hissettiklerimiz ve beden duyumlarımız harekete geçiyor.
+ Ne kadar garip, yıllar önce olmuş bir olayla ilgili, daha dün olmuş gibi hissediyor olmam çok garip. Bu zaman boyunca sanki tüm bu duygularımı derin dondurucuya kaldırmışım da şimdi çıkarmışım gibi. Ne değişmiş, ne eksilmiş
– Evet. Travmalar konusunda beynimiz derin dondurucu görevi yapıyor. Ne duygularımız, ne de olaya bakış açımız değişiyor. Üzerinden yıllar geçse bile aynı tazelikte kalıyor maalesef.
Geçmiş, bir bakıma şimdidir. diyor Shapiro. Geçmişteki travmalarımız, bugünkü inançlarımızın temelini oluşturur.
Kimimiz ‘acaba’larla başlarız ilişkiye. Karşımızdakine güvenmediğimiz, karşı cinse güvenmediğimiz için ‘acaba’lar hep aklımızdadır. Ya da kendimize güvenmediğimiz için, değersiz, kusurlu ve yetersiz olduğumuza inandığımız için vardır bu ‘acaba’lar. Kimimizde ise, ilişkide bazı sıkıntıların baş göstermesiyle başlar ‘acaba’lar. Sevdiğimizin, anlamadığımız bir sebepten dolayı bizden uzaklaştığını hissettiğimizde, davranışları farklılaştığında başlar.
Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur. der Descartes. İnsanlık tarihi kadar eski, aşk kadar doğal bir duygudur kıskançlık. Makul düzeyde hissedildiğinde, ilişkilerde yapıcı ve birleştirici bir etkiye sahiptir. İlişkileri besler, güçlendirir. Kıskanan kişi, sevdiğine ne kadar değerli olduğunu anlatır bazen kıskançlığıyla. Onu kaybetmekten ne denli korktuğunu anlatır.
Sizce hangisi daha ağır? Babamın anneme vuruyor olması mı? Yoksa annemin kardeşimle benim yüzümden, sırf bizi babasız bırakmamak için o evden çıkıp gitmemiş olması mı? Bu, bir çocuk için nasıl bir yüktür?
İçimizdeki çocuğun ruh hali, büyüdüğümüz evin ruh haline benzer. Çocukken oradaki havayı solur, içimize alır, içselleştiririz. O evde mutluluk ve huzur varsa, çocuğun içine de yansır. Sakin, mutlu, yaşamdan keyif alan bir çocuk olur. Çocuğun büyüdüğü evde çatışma ve kavgalar varsa, o huzursuzluğu, o çökkünlüğü ve mutsuzluğu içine alır çocuk. Büyük bir kasvet örter içindeki ve hayatındaki güzellikleri.
Çocuğun kafasındaki baba imajının oluşmasında annenin de rolü vardır. Çocuk, babayı anneden öğrenir. Anne için baba yetersizse, davranışları ve söylemleriyle bu düşüncesini hissettirir çocuğa. Çocuk için de babası yetersiz bir adam halini almaya başlar. Anne ‘babana söylerim.’ lerle korkutuyorsa çocuğu, çocuk için baba korkulması ve uzak durulması gereken bir figüre dönüşür.
Hepimiz sevdiğimiz, güven duyduğumuz, duygusal bağımız olan birini kaybettiğimizde zorlanırız. Büyük bir acının ortasında buluruz kendimizi. Renkler canlılığını yitirir, günler anlamsızlaşır. Hayat durur bir zaman. Daha öncesinde olmayan, hissetmediğimiz bir boşlukla kala kalırız. Zorluklarına rağmen yaş, kaybın ve ölümün ardından yaşanan doğal bir süreçtir. Kaybımıza inanamamak ve bu kaybı kabullenmek arasında geçen bir süreç. Uyum ve alışma sürecidir aslında.
Kıskançlık sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur. Descartes. İnsanlık tarihi kadar eski, aşk kadar doğal bir duygudur kıskançlık. Makul düzeyde hissedildiğinde, ilişkilerde yapıcı ve birleştirici bir etkiye sahiptir.
– Çocukluk bu kadar temel mi Mehtap Hanım?

– Bir insanın çocukluğu, anavatanıdır.

Yıllar sonra..

Kırgınlığıyla savunmasız hissederken, öfkesiyle kendini korumaya çalışıyor.

İnsanın yüzündeki acı geçiyor. İnsanın bedenindeki fiziksel acı geçiyor. Hatta hemen o gece geçiyor. Ama insanın yüreğindeki acı?

O acıyı ne yapacağız şimdi?

İnsanlar her zaman sözle özür dilemezler. Açık açık bunu yapamayabilirler. Ama yaptıkları hatayı telafi etmek için sonrasında çaba harcayabilirler. Davranışlarıyla, bakışlarıyla, sözleriyle, hatta bazen sessizlikleriyle de özür dilemeye çalışabilirler.
Gitti. Giderken, kahramanların sadece filmlerde olduğunu anlatarak gitti. Kahramanların zora geldiklerinde sevdiklerini bile terk edebileceklerini öğreterek gitti.
Bir insanın ‘çocukluğu’ ömrünün anavatanıdır.
Evde, annenin şiddet gördüğüne tanıklık etmesi çok zorlayıcıdır çocuk için. Sadece şiddet ânında değil, şiddet sonrası da bu zorluk devam eder. Hem fiziksel, hem duygusal olarak yaralanmış bir anneyle baş başa kalır çocuk. Onun bakımını üstlenmek zorunda hisseder kendini. Yaralarını sarmak durumunda hisseder. Onu öylece bırakıp gitse, gidemez; suçlu hisseder kendini. Kalsa, o da çok zor. Çocuk olan o’dur çünkü. Desteğe, teselliye ihtiyaç duyan o’dur. Bu noktada roller karışmaya başlar. Çocuk, annesine annelik etmek, onu korumak ve teselli etmek durumunda kalır. Bu durum da öfkeye sebep olur. Öfke hem buna sebep olduğu için babasına, hem de bu duruma izin verdiği ve kendini koruyamadığı için, üzerine böyle bir sorumluluk, yük bıraktığı için annesine yönelir.
İçimizdeki çocuğun ruh hâli, büyüdüğümüz evin ruhuna benzer. Çocukken, oradaki havayı solur, içimize alır, içselleştiririz. O evde mutluluk ve huzur varsa, çocuğun içine de yansır. Sakin, mutlu, yaşamdan keyif alan bir çocuk olur. Çocuğun büyüdüğü evde çatışma ve kavgalar varsa, o huzursuzluğu, o çökkünlüğü ve mutsuzluğu içine alır çocuk. Büyük bir kasvet örter içindeki ve hayatındaki güzellikleri. Göremez, fark edemez. Görse de, fark etse de inanmaz. İnanamaz. Gördüğü, bildiği bir şey değildir çünkü.
Gitmekle ölmek arasında bir fark var mıdır? İkisinde de, onu bir daha göremezsiniz. Gidenin arkasından umut edersiniz belki, bu hayatta onu tekrar görebileceğiniz ihtimali vardır. Sonra? Tekrar görseniz bile, geri gelse bile, aynı insan olur mu? Ya siz? Siz aynı kalabilir misiniz o gidişi yaşadıktan sonra?
Beklentiniz ne kadar az olursa, o kadar az inciniyorsunuz
Çocuğun kafasındaki baba imajının oluşmasında annenin de rolü vardır. Çocuk, babayı anneden öğrenir. Anne için baba ‘yetersiz’se, davranış ve söylemleriyle bu düşüncesini hissettirir çocuğa. Çocuk için de babası yetersiz bir adam hâlini almaya başlar. Anne, Babana söylerim. lerle korkutuyorsa çocuğu, çocuk için baba korkulması ve uzak durulması gereken bir figüre dönüşür. Anne için babanın yaptığı yanlışsa, çocuk için de yanlıştır. Anneye göre baba haksızsa, çocuk için de haksızdır.
Hepimizin yaşadığı acı ve sıkıntı veren anılar, güzel anılarımızla beraber hafızamızda dosyalanıyor. Güzel anıları çağrıştıran bir ipucu önümüze geldiğinde, o anıya dair duygular da, bedenimizde olup bitenler de harekete geçiyor. O dosyalardan gelen anının bizde hissettirdiklerine göre, gülümsüyoruz, hafifliyoruz, kendimizi çok daha iyi hissediyoruz. Tetikleyicilerin çağrıştırdığı kötü bir anıysa eğer, o anının içerisindeki duygular canlanıyor içimizde. Modumuz düşüyor, o anıya dair herhangi duygularsa yaşadığımız, o duygunun içinde buluyoruz kendimizi; üzülüyoruz, korkuyoruz, öfkeleniyoruz.
Ben çok parasız kaldım. Kuruşların hesabını yaptığımı çok bilirim. Üniversiteside küçük bir not defterim vardı. Nereye, ne harcadığımı kuruşu kuruşuna yazdığımı hatırlıyorum. Ona rağmen, ‘Çok para harcıyorsun, biraz dikkat et!’ dendiğini biliyorum. Oysa sadece yaşamaya çalışıyordum ben. Belki bencilim, belki paragözüm ama parasız kalmak istemiyorum. Kuruşları hesap etmek istemiyorum. O günleri tekrar yaşamak istemiyorum.
Ayrıldığımız ilk günler Başlangıçta rahattım. Çok rahattım. Aklıma bile gelmiyordu. Üzülmüyordum. Gayet normal, hayatıma devam ediyordum. Sonra ne oldu, bilmiyorum. Özlemeye başladım. Merak etmeye başladım. Elim telefona gitmeye, zihnim aramak için bahaneler üretmeye başladı. Yapmadım, yapamadım. Kafam karmakarışık. Gidemiyorum, kalamıyorum da. Tam araf
Rehber öğretmenler de zor günler geçirebilir, değil mi?

Sanki böyle olmamalıymış gibi geliyor. Bizler, tüm sorunlarımızı halletmiş kişiler olmalıyız ki, bize danışanlara doğru hizmeti verebilelim. diyor alaycı bir ses tonuyla. Gelin görün ki terzi kendi söküğünü dikemiyor.

Güçlü olmak, ağlamamak gerekiyor diyorum içimden. Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Yüreğimden gelen gözyaşlarıma dur diyorum.
Sonra hiçbir şey söylemeden gitti, yerine oturdu ve sessizliğine gömüldü. Sessizce ne büyük şey söylemiş değil mi?

Evet. diyorum içimden, Sessizce ne büyük bir yük bırakmış sekiz yaşındaki bir çocuğun omuzlarına.

Bir dönemin mağdurları , başka bir dönemin zalimleri olarak çıkabiliyor karşımıza.
Travmalar konusunda beynimiz derin dondurucu görevi yapıyor. Ne duygularımız , ne de olaya bakış açımız değişiyor. Üzerinden yıllar geçse bile aynı tazelikte kalıyor maalesef.
Bir insan bir yere bakıyorsa orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır.
Freud
Belli durumlara verdiğimiz abartılı tepkilerin hayatımızda bir hikayesi oluyor.
Bir insanın çocukluğu, anavatanıdır.
Her duygunun bedende bir karşılığı vardır.
+ Âciz bulduğum insanların durumunda görüyorum kendimi. Psikoloğa kim gider, derken şu an sizin karşınızda oturuyorum.

– Biliyorum. diyorum içimden. Pek çok kişi için bir psikologla görüşmenin bu anlama geldiğini biliyorum. İhtiyaç duydukları halde bu sebepten gelmeyen, gelen ama bunu kimselere söyleyemeyen, geldiği için utanç duyan insanlar olduğunu biliyorum. Haklarını öğrenmek ve hukuki destek almak için avukatlara başvuran, yatırımlarını iyi değerlendirmek için finans danışmanlığı almayı uygun gören insanlar, konu psikolojik sorunlar olunca kendilerini eksik, yetersiz, aciz görmeye başlıyor. Yaşadıkları sorunların üzerine bir de bu hassasiyet ekleniyor maalesef.

Panik atak aniden ortaya çıkan çok şiddetli kaygı nöbetleridir. Bir tetikleyici ile başlar genellikle. Bu tetikleyici bir ses, bir olay, bir düşünce olabileceği gibi; çarpıntı, nefes darlığı, uyuşma hissi gibi beden duyumları da olabilir. Ne olduğunu, neden olduğunu anlayamadığı için, bu deneyimi yaşayan kişi bedenine odaklanır. Bedene odaklandığında ise yaşanan beden duyumları daha şiddetli algılanmaya başlar, kaygı ve korku artar. Kaygı ve korkuya, beden tepkileri de eşlik eder. Sonuç panik ataktır. Belirtiler bir süre devam eder. Sonrasında yavaş yavaş azalır.
Öykülerde geçen, ‘anı çalışma’ ifadesi, ön hazırlık ve çift yönlü uyarımı içermektedir. Bu şekilde danışan anıya karşı sadece duyarsızlaşmaz, aynı zamanda o anıya ilişkin daha gerçekçi bir bakış açısı kazanır. Duygularının ve beden duyumlarının farkındalığı artar.

Dolayısıyla EMDR terapisinde sadece geçmiş değil, bugün ve gelecek de çalışılır. Bu sürecin sonunda, danışanı, geçmişin olumsuz etkisinden kurtararak bugününe ve geleceğine daha gerçekçi ve sağduyulu bakması amaçlanır.

Duyarsızlaştırma süreci, öykülerde de bahsi geçen ‘çift yönlü uyarım’ dedilen, danışanın göz hareketlerinin belli bir süre ve belli bir hızda sağa sola götürülmesi ve getirilmesi hareketidir. Bu hareketle beynin sağ ve sol yarımkürelerinin aktive olması ve beyindeki işlenmeden duran materyalin işlenmesi amaçlanır.
EMDR olarak kısaltılmış olan ismin açılımında yer alan ‘duyarsızlaştırma’ ve ‘yeniden işleme’ terimleri, ön hazırlıktan sonra devreye girer. Anının rahatsız edici görüntüsü, sesi gibi bileşenleriyle birlikte, anıya dair gerçekçi olmayan olumsuz inançlar, düşünceler, bedende hapsolmuş olumsuz hisler ön hazırlık sürecinde tanımlandıktan sonra duyarsızlaştırma süreci başlar.
EMDR, Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme anlamına gelen etkili bir psikoterapi yaklaşımının/yönteminin adıdır.

1987 yılında Amerikalı psikolog Dr. Francine Shaphiro’nun göz hareketleri ile rahatsız edici düşünce ve duyguların şiddetini azaltabileceğini tesadüfen keşfetmesiyle oluşan bu yöntem, psikoterapistlerin ve araştırmacıların katkılarıyla hızla gelişmiş ve bütüncül bir terapi yöntemi haline gelmiştir.

‘’Geçmiş bir bakıma şimdidir.’’diyor Shapiro. Geçmişteki travmalarımız, bugünkü inançlarımızın temelini oluşturur.
‘’ çocukluk bu kadar temel mi Mehtap Hanım?
– Bir insanın çocukluğu, anavatanıdır.’’
“Barbie bebeklerim olmasaydı da , bizim huzurlu bir aile evimiz olsaydı.”
“Nedenini bilmiyorum ama ağlamak bile iyi geliyor. “
“Geçmiş bir bakıma şimdidir. “diyor Shapiro. Geçmişteki travmalarımız , bugünkü inançlarımızın temelini oluşturur.
“ Kıskançlık , sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur.” der Descartes.
“ Kahramanların zora geldiklerinde sevdiklerini bile terk edebileceklerini öğreterek gitti. “
“ Bir insanın çocukluğu , anavatanıdır. “
Çocuklar, babayı, anne üzerinden tanıyıp öğrenir, biliyorsunuz değil mi?
Bir insanın çocukluğu, anavatanıdır.
Her duygunun bedende bir karşılığı var.
Geçmiş bir bakıma şimdidir. diyor Shapiro. Geçmişteki travmalarımız, bugünkü inançlarımızın temelini oluşturur.
-Sizde bir iz bırakmış gibi görünüyor?
-Dedim ya, yaşanmamışlık
Hafiflemiştim mutluydum. Tekrar aynı döngüye girmek istemedim. O ayrılık
süreçlerinde ve geri dönüşlerimizde bir şeylerin değişmeyeceğini öğrenmiştim. Belki de büyümüştüm.
– Büyümüştüm derken?
– Mutsuz olduğum bir ilişkiyi devam ettirme çabamı bırakacak kadar büyümüştüm. Aslında Okan’la her ayrılık süreci
sonrasında, Bu sefer farklı olacak. umuduyla, inancıyla yeniden başlıyorduk. Değiştiğine, ilişkimizde kötü giden bir seyleri gerçekten değiştirebileceğimize inanıyor muydum? Belki inani yordum, belki inanmak istiyordum.
Başlangıcına pek çok farklı durum sebep olsa da, ‘acaba’lar aklımıza bir kez düştüğünde, onlardan kurtulmak o kadar kolay olmuyor. Şüphe, insanın içine bir kez düştü mü, endişe ve korku yanı başımızda
bitiyor. “Acaba’lar, ya olursa’lar zihnimizde kurduğumuz olası senaryolara, senaryolar ise olası ihtimallere dönüşüyor zamanla.
O şüpheler içimizi kemiriyor. Biz de şüphelerle sevdiğimizi ve
ilişkimizi kemiriyoruz.
Bir ilişkide ‘acaba’lar ne zaman başlar?
Kimimiz, o ‘acaba’larla başlarız ilişkiye. Karşımızdakine güvenmediğimiz, karşı cinse güvenmediğimiz için ‘acaba’lar hep
aklımızdadır. Ya da kendimize güvenmediğimiz için, değersiz, kusurlu ve yetersiz olduğumuza inandığımız için vardır bu acaba’lar.
Bitirirken ne diyeceğini bilememek, “Sorun sende değil, bende.” gibi altı boş, nereye gideceği belli olmayan sözlerin arkasına sığınmak ne kadar acı. İlişkinin neden yürümediğinin cevabını biliyorsanız ve söylemiyorsanız bu korkaklık. “Karşımdakinin kırılmasını istemiyorum. bahanesinin arkasına saklanan büyük
bir korkaklık. Ama ilişkiyi bitirme nedenini siz de bilmiyorsanız O daha kötü. Asıl o zaman karşınızdakini kırıyorsunuz.
Anlamadığı, anlamlandıramadığı bir sonla baş başa bırakıyorsunuz onu. Sadece o değil, siz de anlamlandıramadığınız bir sonla kalakalıyorsunuz. Ben de öyleydim işte. Anlamadığım ve anlamlandıramadığım ayrılıklarla baş başaydım. Anlamadığım
için anlatamıyordum da. Ne onlara anlatabildim, ne de arkadaşlarıma.
– Sizce gitmenize engel olan ne olabilir?
Korku. Korkuyorum. Yeni bir başlangıç yapmaktan, risk almaktan korkuyorum. Sonrası belirsizlik gibi geliyor bana. Ne
olacağını bilmiyorum. Bu gidişten memnun kalıp kalmayacağımı bilmiyorum. Bu kadar bilinmeyenle hareket edemiyorum.
– Yani belirsizlik mi korkutuyor sizi?
– Belki belirsizlik, belki de bir şeyleri geride bırakmayı becerememek .
Vedalaşmak mı? Na kadar kötü bir kelime bu.
Bazen içimize hapsolur ya duygular..Çıkartamayız .Nasıl çıkartacağımızı bilemeyiz.Belki de duygular çıktığında onlarla ne yapacağımızı bilemeyiz.
Kadınların kadınlarla ilgili kafaları ne kadar karışık değilmi?
İnsanın yüzündeki acı geçiyor. İnsanın bedenindeki fiziksel acı geçiyor. Hatta hemen o gece geçiyor. Ama insanın yüreğindeki acı?
Geçmiş, bir bakıma şimdidir.
Shapiro
Kıskançlık,sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur.
Descartes

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir