İrem Uzunhasanoğlu kitaplarından Ufkun Öte Yanı kitap alıntıları sizlerle…
Ufkun Öte Yanı Kitap Alıntıları
Keşke ve zaman kelimeleri sırt sırta vermiş iki düşmandı. Zaman geri sarılmıyor, keşkeler ise hep havada asılı kalıyordu.
Film şeridi olmuş akıyor hayat. Sahi hayat akarken insan seyirci midir?
İnsanoğlunun unutmaması gereken önemli hususlardan biri de, herkesin geleceği taşınamayacağı ve bazılarının geçmişte güzel olduğuydu. Herkesi kervanına katıp geleceğe ilerlemeye çalışmak insana yükten başka bir şey getirmiyordu. Hafifleterek yola devam etmek ise hayatı kolaylaştırıyordu.
Herkesin acıyı yaşayış şekli farklıdır. Kimi iyilikle alır intikamını, kimi kötülükle.
Yazar dediğin toplumun çok iyi bir gözlemcisi olacak, devamlı çantasında öyküler biriktirecek. Kalem beni nereye götürürse yazarım demek yanlış bir biçimdir. Ne yazdığını ve neden yazdığını bileceksin.
Göğsümde başını koyduğun yerden ameliyatla bir parçası kesilmiş gibi bir eksiklik, bir sızı var.
Halide Edip Adıvar
Halide Edip Adıvar
Bir kanaviçe işler gibi yazmalı, gözler ağrıyana, parmak uçları sızlayana dek
Kitaplarla sarmalanmış münzevi bir yaşandı onunki.
Susuyorum.
Bir ömür susuyorum.
Çünkü bazı aşklara ancak susulur.
Bir ömür susuyorum.
Çünkü bazı aşklara ancak susulur.
Geride bıraktıklarımız bize ‘dur’ demediği için mi terk ederiz yoksa ‘git’ dediği için mi?
Dinini değiştirmeyi hiç düşündün mü? dedi.
Benim ilahi güçlere inanmak için dinlere ihtiyacım yok ki Ama olsaydı da değiştirmezdim. dedim
Benim ilahi güçlere inanmak için dinlere ihtiyacım yok ki Ama olsaydı da değiştirmezdim. dedim
Bazi gecelerin sonu gelmez. Karanligi ali sabaha katarsin,biraz alacakaranlık serper, icine günü dogurursun bir bakmışsın elindekine, sadece aci kalmis. Umut da en az gece kadar katran karasidir oyle gecelerde.
Darağacına gider gibi sevdim.
Canım yana yana sevdim.
Kalbime gömerek sevdim.
Herkesten gizleyerek kuytularda sevdim.
Kısacası ben
Bir derviş gibi sevdim seni.
Canım yana yana sevdim.
Kalbime gömerek sevdim.
Herkesten gizleyerek kuytularda sevdim.
Kısacası ben
Bir derviş gibi sevdim seni.
Yumurta dışarıdan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur; içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; zira sahih dönüşümler hep içten gelir. Çünkü doğarken, içinde yaşadığımız suyla akarız dünyaya ve doğmak özgürlüktür, demiş adam.
Karanlıklara atılmışsın ama yıldızlar yoldaşın olmuş.
İnsanlar pişman olsa da olmasa da seçimleri kadar varlar Veya yoklar
Belki de biz sadece boşlukta sallanan bedenlerimizin ilk çarptığı kişiye ‘aşk’ diyoruzdur ya da o kişi sadece oradan geçiyordur ve biz o bedeni alıp hayalimizdeki bedene monte edip, ismine de sevda diyoruzdur. Belki bizi anladığını sandığımız ilk ruhu alıp kendi ruhumuza katıp ona farklı anlamlar yüklüyoruzdur.
Bilmek zordur, ürkütür, korkutur. Bilmek lanetlenmektir.
Heyhat! Bir kez daha anlamıştı ki şu hayatın esas anlamı kendine yetebilmek ve ardında kalïcı şeyler bırakabilmekti
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
“Tamamlanmamış bir hikayesi mi var dersiniz?”
“Hiçbirimizin hikayesi tamamlanmamıştır ki, biz göç ettikten sonra bile bitmeyecek hikayemiz.”
“Eksik kalmak değil midir seni dinç tutan ve hayata bağlayan.”
“Ve aynı zamanda bizi olgunlaştıran.”
“Hiçbirimizin hikayesi tamamlanmamıştır ki, biz göç ettikten sonra bile bitmeyecek hikayemiz.”
“Eksik kalmak değil midir seni dinç tutan ve hayata bağlayan.”
“Ve aynı zamanda bizi olgunlaştıran.”
“Geride bıraktıklarımız bize ‘dur’ demediği için mi terk ederiz yoksa ‘git’ dediği için mi?” demişti bir gün.
“Yazar her şeyden önce kendini tanır, tanımaya çalışmakla ömrünü geçirir belki de. Labirentlerinize, çıkmazlarınıza girmekten korkmayın, açmazlarınızı açmaya çalışın, işte ancak o zaman toplumun içinden bir karakter seçip onu işleyebilirsiniz. Önce içinize dönün ve biraz da kan dökün.”
Hepimizin bir hikayesi yok mu?Edebiyat dediğin ya acılardan beslenir yada acıları dindirir.Seninde bir hikayen var. Onu yaz.
Artık mumu söndürüyor ve gecenin bir parçası olmak üzere yolculuğa çıkıyorum.
Film şeridi olmuş akıyor hayat.
Sahi hayat akarken insan seyirci midir?
Sahi hayat akarken insan seyirci midir?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Yazar olmak arzusunda genç bir adam hayranlık duyduğu büyük yazarın asistanı olur ve dostluğunu kazanır. Yazar Refika Karahisar asistanı Aren’le elyazmalarını paylaşırken yazma sırlarını ve edebiyatın arka bahçelerinde dönen dolapları da anlatır. Bunların yanında Aren’in ellerine büyük bir sırrı emanet eder. Bu sırrın peşindeyse çok fazla kişi vardır ve Aren aniden kendini yapayalnız bulur. Sırrı korumaya, hayalini kurduğu kitabını yazmaya ve etrafındaki esrarengiz olayları çözmeye çalışırken İstanbul’dan Kıbrıs’a, Edirne’den Yunanistan’a savrulur. Aynı denize kıyısı olan insanların birbirine hiç değmeyen hikâyeleriyle yüzleşir. Kitaplara konu olacak, yüzyıllarca anlatılacak büyük bir aşkın trajedisiyle karşılaştığı an kendisini de tahmin etmediği sürprizler beklemektedir.
Bilmek zordur, ürkütür, korkutur. Bilmek lanetlenmektir.
Bucaksız kıyıları vardı içimizin ve kıyıya yanaştıramadığımız sandallar
“Tıpkı 9 Kasım’ın Kristal Gecesi gibi Naziler Yahudilerin dükkanlarını öyle yağmalamış, öyle çok cam kırmış ki Yerler cam kırığı içinde kalmış. Parıldayan kristallerden dolayı o geceye Kristallnacht demişler.”
Tuhaf , dedi kendi kendine, Nasıl olur da insan kalp atışını duyar?
‘Sahi hayat akarken, insan seyirci midir?’
-Suya ve göğe yazılı hikayemsin. dedim
– Hikayen hikayemdir. dedi.
– Hikayen hikayemdir. dedi.
Dünyada tükenmez murad varmış, ne alanı gördüm, ne murat gördüm Meşakkatin adını murat koymuşlar Dünyada ne bir lezzet ne bir tat gördüm Var mıdır dünyaya gelip de konan Gülüp baştan başa muradın alan Muradı, maksudu hepsi yalan.. Ölümlü dünyada hakikat gördüm
Biliyorum dibe inmeden çıkılmıyor yukarı. Yukarı çıkmadan da inilmiyor. Böyle bir kısır döngünün içinde debelenip duruyorsun. Kurgu mu tüm bunlar? Hayatın bitmeyen kurgusu mu? Her yenilgide, her dibe vuruşta çıkmayı beklemenin verdiği o tedirginlikte tek bir cümle beliriyor gözümün önünde.’ bu da geçer ya hû.’
Hepimizin bir hikayesi yok mu?Edebiyat dediğin ya acılardan beslenir yada acıları dindirir.Seninde bir hikayen var. Onu yaz.
Aren çocukluğundan beri harçlığından arttırdığını yatırdığı kitaplardan oluşan dev kitaplığıyla başa kaldı.İşte yine ”Bu çocuk bir baltaya sap olamayacak. ”diyen eş dost haklı çıkmıştı.
Ben de hiç kimseyim.
Artık mumu söndürüyor ve gecenin bir parçası olmak üzere yolculuğa çıkıyorum.
Yani, hep eksik mi kalacağız?
Eksik kalmak değil midir seni dinç tutan ve hayata bağlayan.
Ve aynı zamanda bizi olgunlaştıran.
Eksik kalmak değil midir seni dinç tutan ve hayata bağlayan.
Ve aynı zamanda bizi olgunlaştıran.
Toplumda kocasından ölesiye dayak yiyen Nebahatlar yaşıyor mu çocuk? Ben gerçeği yazdım. En başından Nebahat’ın öleceği belliydi, hatta ölü doğmuştu ellerime. Bazı karakterler ölü doğar. Mersault bunlardan biridir mesela, en başından beri yok olmak için var olmuştur.
Her hikaye biter Aren’ciğim. Tıpkı gerçek yaşamda başlayan her şeyin bitmesi gibi.
~ Başı olup sonu olmayan hikaye olur mu hiç? ‘Kavuşma’ en önemli tablosu olacak serginin.
~ Kavuşmasalar ne olur peki?
~ Eksik kalır yaşam. Kolun, kanadın, bir yerlerin hep kırık kalır.
Film şeridi olmuş akıyor hayat.
Sahi hayat akarken insan seyirci midir?
Sahi hayat akarken insan seyirci midir?
Sessizlik birini kalbine gömmekten ziyade bir çeşit küskünlük elbisesiydi.
Bu dünyada bir işe yaradığını bilmek, insanlara derman olabilmek en büyük huzur.
Hepimizin bir hikayesi yok mu? Edebiyat dediğin ya acılardan beslenir ya acıları dindirir. Senin de bir hikayen var. Onu yaz.
Bilmek, zordur, ürkütür, korkutur. Bilmek lanetlenmektir.
Yumurta dışarıdan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur; içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; zira sahih dönüşümler hep içten gelir.
Herkesin bir kırılma noktası vardır önemli olan o anı iyi yönetebilmek.
Bazı gecelerin sonu gelmez, karanlığı alır sabaha katarsın, birazcık alacakaranlık serper, içine günü doğurursun bir bakmışsın elindekine, sadece acı kalmış. Umut da en az gece kadar katran karasıdır öyle gecelerde. Demir kapılar gibi ağırlaşan göz kapaklarından uyku aksa da, içine zindanların karanlığı sirayet etse de sonu gelmez. Bir iç sıkıntısıyla beklersin ki uyku gelip tavana dikili gözlerine konsun. Oysa zift olur yapışır kalır üzerine o sıcak karanlık. Gece devrilmez, şafak sökmez ve sen benliğini sessizliğine katar öylece beklersin, hu çekersin içinden sabırla, sabırla, sa-bır-la.
Herkesin bir kırılma noktası vardır önemli olan o anı iyi yönetebilmek.
Keşke ve zaman kelimeleri sırt sırta vermiş iki düşmandı. Zaman geri sarılmıyor, “keşke” ler ise hep havada asılı kalıyor.
İnsan olmanın kötü şeylere maruz bırakılmakla bir ilgisi yoktur evlat. Onda güzel insan yüreği yoktu.
Kadın egemenliğinin şiddetle yok edildiğini biliyoruz, kadın bedeni heykelcikleri bile paramparça ediliyor. Kadının doğum sancıları taş devrinde bir mucizeyi simgelerken birden bir ceza olgusuna dönüşüyor. Oysa kadın insanlığın devamını sağlayan bir mucize. Hemde insanlığı kendi vücudundan besleyecek kadar mucizevi.
Batının şifa hikayelerinin başlangıcının Sümer’ lere dayandığini anlatmıştı gözlerini sudan ayırmadan. O devirde kadının nasıl tanrılaştırıldığını ve kadın bedeninin kutsallığını ve şifacıların Tanrıçalardan aldığı bilgelikle şifa dağıttığını anlatmıştı uzun uzun. Batı tıbbının babası olan Yunan Medeniyeti’ nin bile tıbbı kadınlardan öğrenmiş olduğunu, kadıların yazdıkları tıp kitaplarının yıllar sonra isimlerinin değiştirilerek erkeklere atfedildiğini anlatmıştı.
Orada da suyu bulmuştu. Altımıza birer yaygın serip Meriç’ in kenarında saatlerce oturuyorduk .. Şimdilik burada iyiyim, Edirne iyi geldi bana. demişti.
İyi yerlere gelmiş olabilir ama ondaki o küçük taşra zihniyeti onu her şeyin başladığı yere mıhlayacaktır. Ya da şöyle demeliyim, herkes başlangıcına döner.
Üzerimizden hayat geçmeden biz olamıyorduk. Ya ağaçtan ham toplanıp işlenmemiz gerekiyordu ya da fazla olgunlaşıp düşüveriyorduk toprağa.
Onlardan değilim dediği insanlar kökleriydi.Nasıl olur da kendini sıyırabilir ki? İsyan edebilir ama sıyrılabilirmiydi? Köksüzlüğü tercih edermiydi bir insan sırf kökünden nefret ettiği için?
Bazı gecelerin sonu gelmez, karanlığı alır sabaha katarsın, biraz alacakaranlık serper, içine günü doğurursun bir bakmışsın elindekine, sadece acı kalmış. Umut da en az katran karasıdır böyle gecelerde. Demir kapılar gibi ağırlaşan göz kapaklarından uyku aksa da, içine zindanların karanlığı sirayet etse de sonu gelmez. Bir iç sıkıntısıyla beklersin ki uyku tavana dikili gözlerine konsun. Oysa zift olur yapışır kalır üzerine o sıcak karanlık. Gece devrilmez, şafak sökmez ve sen benliğini sessizliğine katar öylece beklersin, hu çekersin içinden sabırla,
sabırla,
sa-bır-la.
sabırla,
sa-bır-la.
Ben ise ”hiçkimse ” olmayı daha çok seviyorum. Böylece muvaffak olamamanın verdiği o kötücül duygulara yenik düşmüyorum çünkü ben bir hiçim.
Beni kimsenin bulamayacağını bildiğim bir yeryüzü parçasında şimdilik ”hiçkimse ” sıfatıyla ikamet ediyorum.
İşte bunu seviyorum. Her cümlenin sonuna konmuş o ümitvar ama yı seviyorum.
Hiç birimizin hikayesi tamamlanmamıştır ki, biz göçtükten sonra bile bitmeyecek hikayemiz.
Yazmak zor zanaat.
Hele de bin yıllık bir mirasın üzerinde yazıyorsan, biraz haddini bileceksin.
Hele de bin yıllık bir mirasın üzerinde yazıyorsan, biraz haddini bileceksin.
Herkesin acıyı yaşayış şekli farklıdır, kimi iyilikle alır intikamını, kimi kötülükle.
Herkesin acıyı yaşayış şekli farklıdır, kimi iyilikle alır intikamını, kimi kötülükle.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera