İçeriğe geç

Üç Tanrı Anlayışı Tanrı İnsan, İnsan Tanrı, Allah Kitap Alıntıları – Ergün Yıldırım

Ergün Yıldırım kitaplarından Üç Tanrı Anlayışı Tanrı İnsan, İnsan Tanrı, Allah kitap alıntıları sizlerle…

Üç Tanrı Anlayışı Tanrı İnsan, İnsan Tanrı, Allah Kitap Alıntıları

Tanrının ölmesi/öldürülmesi trajedisinin imgeleriyle yaşayan Batı, Tanrı’yla her zaman başı dertte olmaya devam eder! Ateizmi keşfeder, deizme varır, materyalizmi bulur. Bunlarla âdeta Tanrı’nın ölmesi trajedisinden kurtulmaya çalışır.” s.57
“Yeni kurtarıcı akıldır. Çağın bedenine geçen Tanrı’dır. Akıl Tanrı buradan doğar.” s.116
Tarih boyunca insanlar çok farklı Tanrı anlayışlarına sahip oldular. Ancak çok genel bir çerçeve içinde biz bunları “Tanrı İnsan” , “İnsan Tanrı” ve bir de sadece Tanrı (Allah) diye üç model içinde ele alıyoruz. Elbette çağlar üzerinden, siyasetler üzerinden ve bilimler üzerinden giderek çok farklı tasnifler de yapmak mümkün. Ama bizim için önemli olan bu kadar çok sapma ve kargaşa içinde bütünlüğü görebilmek ve Tanrı anlayışını sağlıklı bir biçimde anlayacak bir bakış açısına sahip olmak. Bu çalışmamızda; yükselen ateizm, deizm ve politeizmin felsefi, antropolojik ve teolojik yönlerine yoğunlaşıyoruz. Mitolojik, antropolojik ve tarihselci bilincin Tanrı anlayışlarını açıklıyoruz. Başka bir bakışta ise Tanrı İnsan, İnsan Tanrı ve Allah anlayışlarına yoğunlaşıyoruz. Hem açıklıyor hem de sorguluyoruz. Temel bakışımızda İslâm kelamı veya İslâm metafiziği (Allah biliminin) ilkeleri var. Sosyal teoriden yararlanıyoruz. Batı düşüncesinin, bugünkü Tanrı anlayışının inşasında nasıl etkili olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Tevhide söz söyleyene sözümüzü söyleyeceğiz!
“İnsan Tanrı, Devlet Tanrı, Akıl Tanrı, Bilim Tanrı Modern toplum, örtük bir politeist toplumdur. Örtük, gizli, perdeli bir politeizmle yaşar.” s.140
– ( ) İnsan Tanrı, Devlet Tanrı, Akıl Tanrı, Bilim Tanrı
Modern toplum, örtük bir politeist toplumdur.
Örtük, gizli, perdeli bir politeizmle yaşar
– ( ) Yeni kurtarıcı akıldır. Çağın bedenine geçen Tanrı’dır.
Akıl Tanrı buradan doğar
– ( ) Tanrının ölmesi/öldürülmesi trajedisinin hayâlleriyle yaşayan Batı, Tanrı’yla her zaman başı dertte olmaya devam eder!
Ateizmi keşfeder, deizme varır, materyalizmi bulur.
Bunlarla âdeta Tanrı’nın ölmesi trajedisinden kurtulmaya çalışır
– ( ) İnsandan yola çıkan, maddeyi öz belleyen, benliği merkeze alan bir Tanrı anlayışı icat ediliyor.
Bunların hepsi toptan Tanrının sonunu ilan ediyorlar
Özgürlüğümüz ve Allah’tan korkumuz söylemsel bir düzeyde sürüyor. Her gün Allah’tan korkun ayetlerini okuyoruz ama daha çok bahsettiğim efendilerden ve süreçlerden korkuyoruz. Allah’a tam teslimiyet ve sadece Ona ibadet etmek, bütün bu bağlayıcı köleleştirme unsurlarından kurtulmak manasına gelir.
Toplumsal ve ekonomik konforlarımızı kaybetme korkusu, gelecek korkusu, işlerimizi kaybetme korkusu, dışlanma ve damgalanma korkusu bizleri körleştiriyor. Ruhumuzu ve bilincimizi körleştiriyor.
İnsan dünya karşısında ölgün, pasif ve ezik değildir. Şehveti de yaşar, mal da edinir. Ancak bunları Tanrılaştırmaz, bunlara bağımlı hale gelmez, bunların kölesi olmaz.
İslamiyet’in insanı, arzuları yok ederek Allah karşısında köleleştirilen Hıristiyan insanına benzemez. Arzular olmadan insan imtihanı nasıl yaşayacak, iyi ve kötü arasında tercihte bulunma özgürlüğünü nasıl kullanacak?
İnsan, mütevazi, paylaşımcı, fedakar, hayra koşan ve iyilik yapan özellikler kazandıkça üstün insan olur. Bu üstün insan, insanı kamildir. Yoksa Nietzsche’deki üstün insan gibi güce taparak, başkalarını ezerek, kibirlenerek, ben ben diyerek üstün olmaz.
İyi kul, köleleşmeyen insandır. Ruhunu, bilincini ve iradesini başka varlıklara teslim etmeyen öznedir. Bu insan, en güzel şekilde yaratılan insandır.
Kulluk, sadece Allah’a bağlanarak bütün diğer varlıklar karşısında özgür hale gelmektir.
Putlar, Firavunlar ve şişkin narsist benlikler insanı köleleştiren otoriteler ve inançlardır. Allah bunları şirk görüyor, yani en büyük sapma olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla insanın özne varlığını köleleştirerek imha eden politik aktörleri, inanç anlayışları ve psikolojik tutumları aşağılıyor.
İnsan iki şekilde hakikati öğrenme ve tercihte bulunma imkanına sahip. Birincisi yaratılışındaki iyiye, doğruya ve güzele yönelme potansiyelidir. İkincisi ise peygamberlerle gelen vahiydir. Akıl, nakil ve kalp insana yardım eden ve yol gösteren fenerlerdir. Ancak sonuçta yine insanın özgürlüğünü kullanması gerekir.
İnsanlar doğruyu ve yanlışı tercih edebilecek bir yaratılışa sahiptir. Allah insanı bu akıl ve bilinçte yaratmıştır. İnsanların yaratılışına güzeli çirkinden üstün tutma ve doğruyu yanlışa tercih etme potansiyelini koymuştur. Kötülükten kaçma ve iyiliği arzulama bilinci vermiştir.
Allah kitabında insanın özgürlüğüne işaret eder: iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz (isra 7) İyilik ve kötülük yapmak birer davranıştır ve ancak iradeyle gerçekleşir. İnsan iyilik ve kötülük arasında ancak özgürlüğünü kullanarak tercihte bulunabilir.
Allah, insana hem isyan etme hem de teslim olma yaratılışını vererek büyük bir özgürlük alanı sunar.
Prometheus, ateşi alarak insanları aydınlattığı için Tanrılar tarafından cezalandırılır. Oysa Peygamberler, bizzat Allah tarafından insanları aydınlatsın diye görevlendirilen elçilerdir. İnsanlara yol rehberliği yapsınlar diye seçilmiş kamil insanlar.
Kölenin özneliği yoktur. Tercih ve seçmede de bulunamaz. Oysa İslam’da insan kul olmakla hiçbir zaman iradesini iptal etmez. Tercihlerden mahrum kalmaz. Allah yeryüzünde onu serbest bırakmıştır. İyiliği de seçebilir kötülüğü de. İyilik, doğruluk ve hayır üzerinde olması için hem ona fıtrat verilmiş hem de Peygamberlerle vahiy gönderilmiştir. Bu da insanın aydınlanması içindir, ona yardımcı olmak içindir, onu yalnız bırakmamak içindir.
İslam’da Allah ile insan ilişkisi köle ve efendi diyalektiğine dayanmaz. İnsan, Allah’ın ruhundan üfleyerek yarattığı ve yeryüzünde halife kıldığı bir varlıktır. İnsana irade verilmiştir. Bu irade nedeniyle seçebilir ver tercihte bulunabilir. İnsana verilen irade ile insan aynı zamanda bunlar karşısında öznedir.
Modern düşünce Tanrı ve insan ilişkisini, yoğun bir biçimde Hegel’in efendi ve köle diyalektiği tezine dayanarak açıklar. Bu çerçevede insan hiçbir özgürlüğe sahip değildir. Tamamen köledir. Bu yaklaşım insanı yıkar, öznesini öldürür ve bilincini anlamsız hale getirir. İnsan köleleşir, Tanrı da yeryüzündeki despotik hükümdara/idarecilere, toprak ağalarına ve sömürücü patronlara benzer.
Allah’ın evrenselliğine gölge düşüren milli, kabilevi ve coğrafi Tanrı anlayışları reddedildiği gibi geçmişin ve bugünün de farklı Tanrılara sahip olmadığı ifade edilir. Allah’ı tarih, geçmiş, kabile, sınıf, coğrafya, yön vs. ile sınırlayarak tanımlamak temelde bir cahiliye Tanrı inanışıdır.
Allah, hem Doğu’nun hem de Batı’nın Rabbi’dir. Tek bir yön, coğrafya, kültür ve medeniyet ile özdeşleşemez.
Allah’ın iyi, güzel, adil, sevgi gibi sıfatlardan insanlara da taşma olur. İnsanlar da bu duyguya sahip olurlar. Bu sıfatları yaşayarak Allah ile yakınlaşırlar. İnsan Allah’ın olumlu sıfatlarıyla donandıkça tekamül eder, ruhsal gelişme gösterir ve Ona yaklaşır.
Önemli bir bilim adamı olan Thomas Kuhn da bu konu üzerinde durur. Ona göre bilim, bilim adamları çevresinin benimsediği ortak paradigmadan(modelden) meydana gelir. Bu modeller değişkendir. Paradigma/model, bilim insanlarının çabalarının ürünüdür. Bilim cemaati bilimsel araştırmaları ve sonuçları etkilemektedir. Bu yapı değiştikçe bilim de değişir.
Bilim çoğu zaman doğruya varmanın yoludur. Ancak kimi zaman da dalete düşmenin yoluna dönüşebilir. Kur’an’da çok ilginç bir biçimde bilim aracılığıyla ihtilaflara ve sapmalar düşen insanlardan bahsediyor. Çünkü bilim, bilim yapanlarla sınırlıdır.
İnsan biliminin sınırları vardır. Çünkü bütün beşeri bilgiler de eksiktir, kısmidir ve rölatiftir. Bundan dolayı Allah, insanın antropoloji, mitoloji ve tarih gibi bilimlerle kendisinin kavranamayacağını söylüyor.
İnsanlar ve toplumlar kendi kendi varlıklarında olan özelliği Allah’a yansıtıyorlar. Allah bunu şirk kabul ediyor.
Toplumların kültürlerinden üreterek çeşitli ilahlar edinmeleri, insanların kendi bilinçleriyle adlandırdıkları Tanrılar icat etmeleri ve yine benliklerini mutlaklaştırarak kendilerini Tanrı haline getirmeleri reddedilir.
Tevhit, materyalizmi, politeizmi ve deizmi reddettikten sonra kabul edilen bir Allah inancıdır. Kelime manası bir demektir. Allah’ı birlemek, O’nu her çeşit ortaklıktan, çokluktan ve beşeri özelliklerden uzak düşünmektir. Düşünmenin ötesinde teslim olmaktır.
Allah, beşeri bir varlık ile birleştirilemez veya Onun bir parçası gibi gösterilemez.
Pythagoras da Parmenides de değişmez, evrensel, özsel, mutlak ve bir olan varlık olarak Tanrı’yı kabul ederler. Sokrat, bu düşünceyi savunur ve bundan dolayı gençleri yoldan çıkarmakla suçlanarak idama mahkum edilir.
İmanın ümmi temeli, Allah’a yönelmeyi gölgeleyen, engelleyen, uzaklaştıran ve şaşırtan bütün bilgi, bilinç, hurafe, bilmişlik özelliklerinden uzaklaşmaktır. Bilincin doğal, fıtri ve çıplak/aracısız haliyle O’na yönelmesidir.
Saadet toplumu, Medine’de Allah’ın vahyi ve Peygamberin önderliğinde kuruldu. Bu toplumsal düzen 7. Yüzyılın tarihsel özelliklerini yansıtıyordu.
Tarihsellik burada cariyelik, kölelik, kabilecilik gibi unsurların varlığıdır. Onları adil ve insani kılmaya yönelik ıslahatlar yaptı. Devrimci yöntemler kullanmadı. Toplumsal hayatı her zaman aşama aşama iyileştirme politikasını uyguladı. Toplumsal değişme yöntemi buydu.
Göçmenler, yerleşik olanlar, farklı dinler, farklı kabileler, köleler, siyah ve beyazlar gibi farklı toplumsal kesimlerden oluşan bir sosyal çevre, vahyin nuruyla bir saadet asrı modeline döndü. Saadet toplumu kuruldu.
İslamiyet’in yatay boyutu ise dinin tarih ve toplum içinde bir tecrübeye dönüşmesini ifade eder. İslamiyet, vahiy ve Peygamberin onu pratiğe dökmesi ile Medine’de bir toplumsal varlığa dönüştü.
İslamiyet dikey boyutuyla metafiziktir. Antropolojik ve tarihsel olandan gelmez. Müslüman bilinç temelde metafizikseldir. Metafizikten fiziğe yönelir. Sonuçta hakikat alanında Müslüman bilinç ne antropolojik ne de tarihseldir.
Hz. Muhammed(S.A.V), tahrif olan bu Allah inancını düzeltmek için imana çağrıda bulunuyor. Alemlerin Rabbi olmakla tarihselciliği aşan, tek olmakla politeizmi aşan ve dünya hayatına da nizam vermekle deizmi aşan bir Allah inancı.
Politeist inancı benimseyen cahiliye tolumu, vahiy ile gelen Allah tasavvuruna karşı üç şekilde itirazda bulunuyor: Masaldır, evvelkilerin dediğidir ve atalarımızın daha önce bahsettiğidir. Bu üç tezde ‘evvelkiler ve atalar’ doğrudan tarihselliğe vurguda bulunuyor. Mekkeli deistler, tarihselcilik yapıyor!
İster kabile toplumunda, isterse gelişmiş endüstri toplumlarında yer alsın deizm, deizmdir. Temel unsurları değişmiyor. Sadece Allah’a inanmakla yetinip hiçbir Peygamber ve vahiyi kabul etmeyenlerdir.
Mekkeliler Allah’a inanıyorlar, ancak Onun hayatlarının içinde yer almasını istemiyorlar. Toplumsal düzenlerine karışmayan, gündelik sınıfsal ayrıcalıklarına dokunmayan ve kabile asabiyetlerine müdahale etmeyen bir Tanrıya inanıyorlar. Bundan dolayı da deisttirler.
İslamiyet Hıristiyanlığı hem politeizm hem de Tanrı İnsan tasavvuru açısından eleştiriyor. Çünkü Hz. İsa, Tanrı İnsan ve teslis inancı içinde politeist bir şekil alıyor.
İslam, Allah inancıyla ilgili olan deizm, politeizm ve materyalizm ideolojilerini eleştirir. Bunlar Kur’an-ı Kerimde iki alanda ele alınır. Birincisi, geçmiş toplumlardaki biçimleri, ikincisi ise Arap cahiliye toplumundaki pratikler.
Hissetmeyen, perdelenen ve şaşı olan görü, görmeyi doğru bir biçimde gerçekleştiremez.
Antropolojik bilincin Tanrı tezahürü, nefsin İlah edinmesi ile de ortaya çıkıyor. Burada benlik, yani insan bilinci Tanrı haline geliyor. Hakikatin ölçüsü ben bilinci oluyor.
Allah ne doğurur ne de doğar. İnsani özelliklerle O’na bakmak anlamsızdır. Onu insan bilincimizle insan haline getirmek sapmadır: De ki O Allah, bir tekdir. O, Allah Samed’dir. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır O. Hiçbir şey O’nun dengi(ve benzeri) değildir. (İhlas 1-14)
İnsanlar ve toplumlar kendi benlik, bilinç ve muhayyileleriyle Tanrı tasavvuru oluşturarak tapıyor. Peygamber, insanları bunlara karşı uyarmak için geliyor ve vahiy ile insanlara Allah bilgisini veriyor.
İnsanlar, kendi bilinçlerini önde tutarak belli bir mutlaklaşmaya gider. İnsan bilincini hakikatin temel ölçüsü yaparlar ve sonra da bununla Tanrıyı tanımlarlar. Tanrı, insanların vehimleri, bilinçleri, zanları ve rüyalarıyla birleşir.
Zan ile doğru Tanrı bilgisine ulaşabilir miyiz? Kur’an’da buna şöyle cevap verilir: Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. (Necm 53)
Allah, dehr(zaman) kavramı etrafında kafirlerin zamana verdikleri mutlak belirleyicilik vasfını eleştirir. Tarihsellik, zamanlar bazında mutlak belirleyici olamaz. Allah’tan bağımsız ve Allah’ı da belirleyen zamanlar ve tarihler yoktur.
İslam gökten (semavi) gelen bir dindir. Tarih ise yerde yapılır. Bundan dolayı tarihe doğdu ama tarihten doğmadı.
Kur’an kıssaları ne tarihseldir ne de mitolojik. Tarihsel değiller, çünkü Kur’an’da anlatılan tarihin, nesnel zamanı, mekanı ve kronolojileri yoktur. Sadece Peygamber adları ve toplum adlarından bahsedilir. Amaç, tarih anlatmak değildir. Allah insanlar için önemsediği ve ibret almasını istediği inanç kalıplarını kıssa anlatısı içinde sunmaktadır.
İnsan bilinci modern dönemde yeniden çarpıtıldı. Tanrılar için yaşamak yerine devletler, ideolojiler ve partiler için yaşamaya başlar.
Kant, insanın ancak aklıyla olgunlaşarak kurtulabileceğini söyler. Yeni kurtarıcı akıldır. Akıl Tanrı buradan doğar.
Deizm, sekülerleşme ve modernite zamanlarında Tanrıdan da olmak istemeyen insanların kendince buldukları bir ara formül.
İnsana yaşama alanı bırakmayan Hıristiyan Tanrı imgesinden kurtuluşun yolu, Ona karşı hayatında hiç yer almayacak bir Tanrı imgesi üretmekten geçiyor. Tanrıyı hayatından çıkarınca her şeyi yaşayabiliyorsun! O da yukarıda yaşayarak insana karışmıyor.
Deizm, ateizmden daha farklı bir tutuma sahiptir. O, Tanrıyı sürgüne gönderir. İnsan Ona bir görev verir. Kainatı yarattın ve şimdi yerinde dur! Dünyada istediğimiz gibi yaşayacağız, dünya tamamen bizimdir!
Hıristiyanlığın Tanrı için ürettiği baba ve oğul simge düzeni tamamen uydurmaydı. Bundan dolayı da utanç vericiydi. Ateizm, bu Tanrıya karşı bir meydan okuma olarak da yükseldi.
Sekülerlik, dünyayı ve kainatı kutsal olandan çıkaran bir bilinçtir. Bir kültür ve felsefedir. Bir bilim anlayışı ve ideolojidir.
Sekülerlik, varlığı beşeri olandan yola çıkarak anlama girişimidir. Beş duyuyu ve aklı temel alır.
İyi, gücü yükselten şey. Kötü, güçsüzlükten doğan her şey. Mutluluk, büyük güç duygusu. İşte Üstün İnsan adlı Tanrı İnsan da mutluluğu güç duygusuyla kazanır. Terry Eagleton’un dediği gibi ölen Tanrı ile doğan boşluk, insan fetişiyle doldurulur.
Nietzsche’nin Üstün İnsanı günahtan uzak, içgüdülere sahip, yaşam sevinci ile dolu ve güç iradesini üstün tutan bir varlıktır.
Nietzsche, Üstün İnsanın oluşum sürecini acı çekme, ölme, isteme ve yaratma süreçleriyle yorumluyor.
Üstün insan! Ölen Tanrının yerine bulduğu yeni Tanrı! Oğul Tanrı yerine, Üstün İnsanı geçirmek ister. Çarmıhta acziyet içinde bekleyen imgenin yerine Zeus misali fırtınalar estiren ve her şeye dişini geçiren bir insan Tanrı koyar.
Nietzsche’nin Tanrı yorumu Grek Tanrılarına benzer. Tanrı, onun söylemlerinde insana döner. Kurnaz, ihtiraslı, ürkek
Nietzsche’ye göre dinin kurucu ve kurtarıcı şahsiyetlerini, onları yorumlayan kendi anlama biçimlerine göre çarpıtarak veriyor.
Nietzsche, hayatının son on yılını deliliğin sefaleti içinde geçirir. Manik Depresif olarak başlayan ruhsal krizleri, 1889 sonrasında Şizofreniye götürür.
Nietzsche, hem büyük güç iradesinin peşinde koşan hem de kırbaçlanan bir beygire sarılarak ağlayan bir ruh haline sahiptir.
Pavlus olmasaydı Nietzsche de olmazdı. Pavlus Tanrıyı ilk öldürendir, Nietzsche ikinci öldüren.
Hıristiyanlığın Tanrısı, Pavlos’un düşüncesinde inşa edildi. Modernitenin Tanrılara başkaldırısını da Nietzsche temsil etti.
Post-modern felsefede hakikat insan sayısı kadardır, zamana göre değişir ve toplumsal özelliklerden kaynaklanır. Bu yaklaşım Tanrının çokluğu görüşüyle birleşir. Artık hakikat de çoğul, Tanrı da. İnsan sayısınca, milyarlarca Tanrı doğuyor. Bundan dolayı buna post-modern politeizm diyebiliriz.
Her şey akıl ve bilimle açıklanınca bu defa da büyü bozumu yaşanıyor ve anlamsızlık sorunu doğuyor. Hegel, yabancılaşma diyor bu anlamsızlaşmaya, Durkheim anomi diyor, Weber demir kafes adını veriyor. Nitekim insanlar yeniden Mitolojiye yöneliyor.
Bilimsel ilerlemelerle beraber savaşlar, çatışmalar ve açlık sefaletleri yaşanmaya devam ediyor. Elbette insanlar antlaşmalar da yaptı, barış içinde yaşadıkları dönemler de oldu ve bilimsel ilerlemeler de kaydettiler. Doğru olan, hayatın da tarihin de her zaman sıkıntılar ve kolaylıklarla beraber yürüdüğüdür.
Harari’nin ileri sürdüğü görüşlerin ne kadar temelsiz olduğunu anlamak için sadece son otuz senenin tarihine bakmak yeterli. Sovyetlerin çöküşüyle onlarca etnik çatışma yaşandı. Balkanlarda Müslüman Bosnalılara etnik temizlik uygulandı. Sonuçta dünyanın ilerleyerek hep daha iyiye gideceği görüşü bir yalan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir