İçeriğe geç

Üç Kadın Kitap Alıntıları – Sylvia Plath

Sylvia Plath kitaplarından Üç Kadın kitap alıntıları sizlerle…

Üç Kadın Kitap Alıntıları

İstemek, bilmek ve hissetmek bir yumak gibidir; insan bunu ancak ipin ucunu kaçırdığında anlar.
Otlar gibi yalnızım. Yitirdiğim ne?
Bulabilecek miyim onu, her neyse o?
Sıradışı olmasını İstemiyorum.
Şeytanı dürtükleyen de sıradışı olandır,
Acı dolu tepeyi tırmanan ya da
Çölde oturup annesinin kalbini kıran da.
Sıradan olmasını istiyorum,
Beni, benim onu sevdiğim gibi sevmesini.
Dünyaya salmışlar yüreğimi.
Daha ne kadar zaman bir duvar olabilirim, rüzgarı kesen?
Daha ne kadar yumuşatabilirim
Güneşi, gölgesiyle elimin.
Durdurarak mavi oklarını soğuk bir ayın?
Sırtımı kuşatıyor, kaçınılmaz bir biçimde,
Sesleri yalnızlığın, acının.
Nasıl yumuşatır onları bu küçük ninni?
Çok az şey var valizime koyacak.
Yıldızlar gibi dünyaya döküldüklerini görüyorum.
Mucizeye benzeyen bu saf, bu küçük imgelerin.
Hindistan’a, Afrika’ya, Amerika’ya. Süt kokuyorlar.
Bir şey değmemiş ayak tabanlarına.
Havada yürüyorlar sanki.
Ne erkek. ne kadın. bir gölge gibi görüyorum kendimi,
Ne erkek olmaktan mutlu olacak bir kadınım, ne de eksiklik
Duymayacak kadar vurdumduymaz ve düz bir erkek.
Ben bir eksiklik duyuyorum.
Deniz gibi çaresizim, ipliğinin ucunda.
Huzursuzum. Huzursuz ve yararsızım.
Cesetler yaratıyorum ben de.
Ne yapıyordu, parmaklarım o çocuğu tutmadan önce?
Ne yapıyordu yüreğim sevgisiyle
Hiç bu denli net görmemiştim bir şeyi.
Gözkapakları leylak gibi
Ve pervane kadar yumuşak soluğu.
Bırakmayacağım.
Ne hile var onda, ne şeytanlık. Hep böyle kalsın.
Ey uzaklığın ve unutkanlığın rengi!
Ne zaman gelecek, Zamanın parçalanacağı
Ve sonsuzluğun zamanı yutacağı, beni tümüyle
yutacağı o an?
Bu adamları önemsiyorum ben:
Nasıl da kıskanıyorlar düz olmayan her şeyi! Dünyayı
Kendileri gibi düz yapabilecek kıskanç tanrılar onlar.
Oğul la konuşmasını izliyorum Baba nın.
Olsa olsa kutsaldır böyle bir düzlük.
Bir cennet yaratalım diyorlar.
Düzleyip yıkayalım kabalığı bu ruhlardan
Ve öteki yüzler vardı. Ulusların.
Hükümetlerin, meclislerin, toplumların,
Önemli adamların yüzsüz yüzleri.
Bir dolu şansım vardı. Hepsini denedim.
Üstüme diktim yaşamı, zor bulunan bir organ gibi.
Ve dikkatle, korka korka yürüdüm. ender bir şeymişçesine.
Çok kafa yormamaya çalıştım. Doğal olmayı denedim.
Aşkta kör olmayı denedim. öteki kadınlar gibi, yatağımda.
Sevgili tatlı körümle birlikte kör.
Hazır değildim. Dört yöne sürüklüyordu beni
Bir yana yığılan beyaz bulutlar.
Zayıflayan, zayıflayan bir nabız mıyım ben?
Ölümü gördüm çıplak ağaçlarda. yok oluşu gördüm.
İnanamadım. O kadar güç mü
Ruhun bir yüze, bir ağıza kavuşması?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Çevremde dolaşan erkekleri gözlemledim büroda.
Ne kadar da düzdü hepsi!
Beni tanıyan hiç kimsenin gelemeyeceği bir yerde olmak istiyordum.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Uzun süren bir çöküntüden çıkan ben,
yatakta buluyorum kendimi.
Döşek üstünde güvenliyim, bir düşüşe karşı
sımsıkı kenetliyorum ellerimi.
Kendimi buluyorum yeniden.
Bekliyorum ve ağrıyorum. İyileşiyorum galiba. Daha çok şey var yapacak.
Bir boşluk var.
Birdenbire öyle kırılgan duyumsuyorum ki kendimi.
Gözkapaklarımı ağırlaştırıyor bekleyiş. Uyku gibi, büyük.
Bir deniz gibi uzanıyor. Uzak, uzakta.
duyumsuyorum ilk dalganın
Bana doğru sürükleyişini acının yükünü,
karşı konulmaz bir gelgit gibi.
Ve ben, bu beyaz sahilde bir denizkabuğu gibi
yankılanan ben
Yüz yüzeyim korkunç öğeyi tümüyle yutan seslerle.
Ne zaman gelecek, Zamanın parçalanacağı
Ve sonsuzluğun zamanı yutacağı
beni tümüyle yutacağı o an?
Sakinim ben. Dinginim. Korkunç bir fırtınadan önceki dinginlik bu
Çok kafa yormamaya çalıştım. Doğal olmayı denedim.
Aşkta kör olmayı denedim, öteki kadınlar gibi
Beni tanıyan, hiç kimsenin gelemeyeceği bir yerde olmak istiyordum.
Düşüncelerime söz geçirmem mümkün olmuştu ama, dedi, düşlerime söz geçirmem, o mümkün olmuyor.
Bu öykü burada bitti denebilirdi. Oysa bütün o İstanbullular asıl öykülerin bittikleri yerde başladığını hiç bilmiyordular.
Ve yıllarca yabancı mülk uğruna savaşsa da, kazancın verdiği huzurun peşinde değildi, ruhunun dışına çıkmaya hasretti; alınlarındaydı Catenelerin gücü, fakat alınlardan sadece sessiz eylemler çıkar.
Bir yaz gününün ortasında yapayalnız düşen bir kar tanesiydi o.
Güzel konuşmuyorlardı, ama kıvrak dilliydiler, laf kalabalığından çekinmiyorlardı ve sonunda herkes istediğini elde ediyordu. Konuşma becerisi düşüncelerin bir aracı değil, bir sermaye, etkileyici bir süstü.
Düşünmek fazla düşünmemek demektir ve icat yeteneğinin sınırsızlığından biraz ödün verilmezse hiçbir icatta bulunulamaz.
”Ama neydi bu iyilik? Bir eylem değil. Bir varoluş değil. ”
”Ne ayrıntılar! Basitlik midir böyle ayrıntıların bir insana yapışıp kalması? Sülük gibi !? ”
”Evet, insan birçok şeyi açıklayamaz ama omuzlarında taşımaz bunu ”
”Sevginin ve yakınlığın işaretleri yoktu ”
”Eyleme eylemle karşılık verilir ”
”Doğa topraksıdır, keskin, zehirli, insanoğlunun boyunduruğu altına girmediğinde tümüyle insanlık dışıdır. ”
Öldürmek, ama yine de Tanrı’yı hissetmek; Tanrı’yı hissetmek, ama yine de öldürmek?”
”Bir dönem gelir, hayat sanki devam etmekte ediyormuş ya da akışını değiştirmek istiyormuş gibi belirgin biçimde yavaşlar. Böyle bir dönemde insanın başına kolayca bir felaket gelebilir. ”
Otlar gibi yalnızım. Yitirdiğim ne?
Bulabilecek miyim onu, her neyse o?
Daha ne kadar zaman bir duvar olabilirim, rüzgârı kesen?
Daha ne kadar yumuşatabilirim
Güneşi, gölgesiyle elimin.
Durdurarak mavi oklarını soğuk bir ayın ?
Sırtımı kuşatıyor, kaçınılmaz bir biçimde,
Sesleri yalnızlığın, acının.
Kendim oldum yeniden. Yarım kalmış bir şey yok.
Beyaz beyaz kanayan bir mum gibiyim, hiçbir şeye bağlı değilim.
Birdenbire öyle kırılgan duyumsuyorum ki kendimi.
Hastaneden dışarı çıkan bir yarayım.
Taburcu edilen bir yara.
Huzursuzum. Huzursuz ve yararsızım.
Cesetler yaratıyorum ben de.
Yaşam üstüne yaşam yitiriyorum.
İçiyor onları karanlık yeryüzü.
Dünya gibi parçalanıyorum. Karanlık,
Balyoza benzer bu siyahlık. Bir dağın üzerinde kavuşturuyorum ellerimi.
Hava ağır. Bu çalışmayla ağır.
Kullanıldım. Tepe tepe kullanıldım.
Gözlerimi sıkıştırıyor bu siyahlık.
Hiçbir şey göremiyorum.
Koruyan bir duvar ve çatı olacağım.
Bir gökyüzü ve iyilik tepesi olacağım. Ah, bırakın beni !
Bir vahşetin odak noktasıyım.
Hangi acılara, hangi üzüntülere analık etmem gerekiyor?
Gözkapaklarımı ağırlaştırıyor bekleyiş. Uyku gibi, büyük
Bir deniz gibi uzanıyor. Uzak, uzakta duyumsuyorum ilk dalganın
Bana doğru sürükleyişini acının yükünü, karşı konulmaz bir gelgit gibi.
Kendi kendimle konuşuyorum, yalnızca kendimle, tek başıma
Ey uzaklığın ve unutkanlığın rengi ! –
Ne zaman gelecek, Zamanın parçalanacağı
Ve sonsuzluğun zamanı yutacağı,
beni tümüyle yutacağı o an?
Bakmadım ! Yüz yine oradaydı ama.
Kusursuzluğunu seven, doğmamış birinin yüzü,
Yalnızca huzur dolu dünyasında mükemmel olabilecek,
Kutsal olabilecek ölü birinin yüzü.
Ve öteki yüzler vardı. Ulusların,
Hükümetlerin, meclislerin, toplumların,
Önemli adamların yüzsüz yüzleri.
Bir dolu şansım vardı. Hepsini denedim.
Üstüme diktim yaşamı, zor bulunan bir organ gibi.
Eve taşıdığım bir hastalık, bir ölüm bu.
Evet, bir ölüm bu. Hava mı içime çektiğim.
Yıkımın parçaları mı yoksa? Soğuk meleğe bakarak
Zayıflayan, zayıflayan bir nabız mıyım ben?
Benim sevgilim mi bu peki? Bu ölüm, bu ölüm?
İnanamadım. O kadar güç mü
Ruhun bir yüze, bir ağıza kavuşması?
Yanında çalıştığım adam güldü :
Korkunç bir şey mi gördün ?
Kireç gibi oldu yüzün birden birdenbire. Bir şey söylemedim.
Ölümü gördüm çıplak ağaçlarda, yok oluşu gördüm.
Ne zaman gelecek, Zamanın parçalanacağı
Ve sonsuzluğun zamanı yutacağı,
beni tümüyle yutacağı o an?
Evet, bir ölüm bu. Hava mı içime çektiğim.
Yıkımın parçaları mı yoksa? Soğuk meleğe bakarak
Zayıflayan, zayıflayan bir nabız mıyım ben?
Benim sevgilim mi bu peki? Bu ölüm, bu ölüm?
Liken gibi bir adı sevdim, çocukken.
Bir günah mı bu peki, bu eski ölü aşkı ölümün?
Büyük bir olay oluyorum, dışarıda gezindiğimde.
Ne düşünmek zorundayım, ne de prova yapmak.
Kendiliğinden oluyor, ne oluyorsa içimde.
Otlar gibi yalnızım. Yitirdiğim ne?
Bulabilecek miyim onu, her neyse o?
Beyaz beyaz kanayan bir mum gibiyim.
Hiçbir şeye bağlı değilim.
Deniz gibi çaresizim, ipliğinin ucunda.
Huzursuzum. Huzursuz ve yararsızım.
Öldürmem gerekirdi beni öldüren bu şeyi.
Sakinim ben. Dinginim. Korkunç bir fırtınadan önceki dinginlik bu.
üstüme diktim yaşamı, zor bulunan bir organ gibi.
Birdenbire öyle kırılgan duyumsuyorum ki kendimi…
Kendi kendimle konuşuyorum, yalnızca kendimle, tek başıma.
Ne zaman gelecek, Zamanın parçalanacağı
Ve sonsuzluğun zamanı yutacağı, beni tümüyle yutacağı o an?
Nasıl da kıskanıyorlar düz olmayan her şeyi! Dünyayı
Kendileri gibi düz yapabilecek kıskanç tanrılar onlar.
Oğul la konuşmasını izliyorum Baba nın.
Olsa olsa kutsaldır böyle bir düzlük.
Bir cennet yaratalım diyorlar.
Düzleyip yıkayalım kabalığı bu ruhlardan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir