İçeriğe geç

Üç Beş Kişi Kitap Alıntıları – Adalet Ağaoğlu

Adalet Ağaoğlu kitaplarından Üç Beş Kişi kitap alıntıları sizlerle…

Üç Beş Kişi Kitap Alıntıları

Alışkanlıklarımızla kararlarımız birbirine ne kadar düşman!
kendi kızkardeşleri,anaları, karıları için asla uygun görmeyecekleri her davranışı, bu kadınlara yaraştırırlardı.
İnsanın sevgisi de, nefreti de içinde olmalı. Göstermemek, sevmemek
değil ki.
Başkalarına kolayca kıyabiliyoruz. Üstlerine
emek vermemişsek.
İnsan soyunun Tanrı belâsını versin!
Deli olmak işten değil!
Kaç kez niyet ettim,
Topunu kendilerine, Tanrıya
Ve şeytana bırakayım diye.
Ne halleri varsa görsünler!
Yine de, rastlar rastlamaz bir insan yüzüne
Sevmeden edemiyorum.
Geçen geçiyor
ama, delerek geçiyor!..
İnsan bir şeyi isteyerek yaparsa, sonucuna daha iyi katlanır. Ama hiç düşünmediği, özbenliğiyle ilgisi bulunmayan bir tutum almak zorunda kalınca
Düş kırıklıkları içinde; ama şimdi geçer. Azra, umut düşkünüdür. O nedenle de, düş kırıklıklarına hayli bağışıklığı var.
O tezhipler ki, çiçeklerinde solmaz baharlar vehmedilir
– Yaşamı kendi isteklerimiz doğrultusunda örgütleyemeyiz ki!
– Sen örgütleyemezsin. Çünkü zayıf birisin. Her şeye çabucak kanıyorsun. Çarçabuk yeniliyorsun. Tek gününü bile programlayamıyorsun. Bu tek gün, bütün bir yaşam için programlanmalı. Kendimizi ona göre hazırlamalıyız.
Ölmüşüm gibi sevme,yaşıyorum!
Düş kırıklıkları içinde; ama şimdi geçer. Azra, umut düşkünüdür. O nedenle de, düş kırıklıklarına hayli bağışıklığı var.
Neden en sevinilecek anlarımızda bile sevinemedik?
Mutlu görünmeye çalışıyordu, oysa dokunsan ağlayacak. 
Birini düşünmüşsek, şimdi onu bulsam ne iyi olurdu, demişsek, yüreğimiz bu denli güçlü bir istekle tutuşmuşsa bu güçlü isteği duymamış gibi yapmayalım.
İnsan koşarken hiçbir şey göremezmiş. Görebilmesi için, durması gerekirmiş.
Siz, diyordum, hiç gövdenizi yitirdiniz mi? Arayıp da bulamadığınız oldu mu hiç? Daha doğrusu, böyle bir duyguya yakalandığınız?
“ Yine de, rastlar rastlamaz bir insan yüzüne sevmeden edemiyorum ”
Herkesin bir işi, toplumda bir yeri var. Hepsi yirmi beşlerini de geçti artık. Otuzlarına merdiven dayadı. Ben de işte neredeyse otuzundayım. Dün küçümseniyordum, bugün de küçümseniyorum. Hep o ‘doğru yol’un dışında
Geçen geçiyor ama, delerek geçiyor!..
“İnsanın, yaşamında, hoşnut edilmeye değer üç beş kişinin kalmış olması az şey midir?”
-Güçlü olmak, karşımızdakinin zayıf olmasını gerektiriyor. İstemiyorum.
-İste, isteme. Güçsüzleri yalnız masallar korur. Onlar ejderhaları yalnız masallarımızda yenerler.
Bu kez ona öyle bir İstanbul sunmalıyız ki Ufuk, en azından düşleri bozulmasın. Çünkü onun düşleri var daha. Yani, herhalde vardır. Hiç harcamadı ki, hep biriktirdi…
Çok konuşmayız. Sessizliğimizi dinleriz. Ben, hiçbir şey anlatmam. Kısmet, yeni sesimden anlar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İnsanın, yaşamında, hoşnut edilmeye değer üç beş kişinin kalmış olması az şey midir?
Aynaya baksa, yüzünde kendine bile yabancı gelecek bir gülümseme.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bu koca kentte geç kalmış ne çok kimse var.
Okuduğum bütün romanlar sahici bir başlangıçla bitsin istedim.
Yaz yağmurusun sen, diyordu Ufuk’un sesi. Beklenmedik bir zamanda gelirsin, ansızın fena ıslatırsın. Üşütmez, hoş kokularla güzel bir serinlik de getirirsin. Sonra da çeker gidersin. Ardından insanı güneşin kavuruculuğuna bırakarak..
Önünde sonunda insan düşlerini unutmak, bozgunlara uğramak zorunda kalmıyor mu? Ta yüreğinden vurulmuyor mu?
İnsan okumalı, okumalı, fakat etkisinde kalmamalı
Duydunuz mu memur bey, kendini tanımak istiyormuş, anlamlı bir hayat istiyormuş; bu nerde bulunur, yenilir mi, içilir mi? Hah hah hah! ..
Sevgi sözleri bulmak, söylemek, o sevgiyi göstermek neden ayıptır?
Herkes gibi olamadım. Ama artık herkes gibi olmalıyım.
Bir ânda oldu olanlar! Böyle oluyor zaten; her şey hep bir ânda oluyor.
Ölmüşüm gibi sevme, yaşıyorum!
Alışkanlıklarımızla kararlarımız birbirine ne kadar düşman! Yazık
Oysa özgürlük, en pahalı şey!
Artık anlamaya çalışmak yok.
Siz, diyordum, hiç gövdenizi yitirdiniz mi? Arayıp da bulamadığınız oldu mu hiç?
Bir kadın kendi seçtiği bir erkeğe, Benimle evlenir misin? diyemiyor, buna yüzü tutmuyorsa, -suç bende mi, toplum iyi gözle bakmıyor- ekonomik özgürlüğün, işin, falan fıstığın olmuş neye yarar?
İnsanın sevgisi de, nefreti de içinde olmalı. Göstermemek, sevmemek değil ki.
Çay geldi, ama fincanda.
Bardakta olmayan çaya çay mı derim ben?
-Bu dünya böyle işte, herkes birinin elinde oyuncak olup gidiyor.-
İnsanlar uzaktayken birbirlerini özlerler tabii. Ne var bunda? Herkes özler. Yakına gelince ise
İnsan bir şeyi isteyerek yaparsa, sonucuna daha iyi katlanır.
İnsan, hiç aklında olmayan şeyi yapar bazen
Başkalarına kolayca kıyabiliyoruz.
Kısmet’in kocası Orhan bey işte. Sözde okumuş adam. Dıştan bak, parlak, gıcır gıcır. İçten bak, yosun pösün. Karısının kitap okuma merakına bile saygı duymayan bir okumuş. İşi gücü dış görünüş.
Kitap okumayı sever misiniz?
Çok. Yabanlığımı kitaplarla örtbas ediyorum galiba
Her şey çok açık sanırdım. Çok karışık. Üstesinden gelemeyecek gibiyim
Sende çok olan, bende hiç yok!
Birini düşünmüşsek, şimdi onu bulsam ne iyi olurdu, demişsek; yüreğimiz bu denli güçlü bir istekle tutuşmuşsa, bu güçlü isteği duymamış gibi yapmayalım.
İnsan koşarken hiçbir şey göremezmiş. Görebilmesi için, durması gerekirmiş.
O kadar zaman, başka kadınlar için özgürlük, diye haykırdık: kendi özgürlüğümüzü bile elde edemedik!
Bir kadından söz ederken, hâlâ bize sunulacak bir şeymiş gibi bakıyoruz ona. Daha kötüsü, biz de onlara sunulacak mallarmışız gibi
Kim kimi on yıl öncesinin coşkusuyla sevebilir artık?
— Ancak güçlüler amaçlarına ulaşırlar.
— Güçlü olmak, karşımızdakinin zayıf olmasını gerektiriyor. İstemiyorum.
— İste, isteme. Güçsüzleri yalnız masallar korur. Onlar ejderhaları yalnız masallarımızda yenerler.
İnsanın, yaşamında, hoşnut edilmeye değer üç beş kişinin kalmış olması az şey midir?
Bakın bakalım, bakın! Geçen geçiyor ama, delerek geçiyor!..
Neyse, rahatlamıştı hiç olmazsa. Bekle bekle; insan adamakıllı tedirgin oluyordu.
O, ne olursa olsun, yükseklerden esen yelin, ayaklarının dibinde çağlayan suların sesini duymazsa yaşamaktan fazla bir şey anlamazdı. Bir de toprak. Onun kokusu. Bağlar bahçeler arasında dolaşsın, ağaç altında uyusun; kışın ayak değmemiş kar kokusu koklasın, yazın dalların hışırtısı kulaklarından eksilmesin, toprakta tohumun ilk filizlenişini kendi gözleriyle görsün İnsana, bunlardan öte bir şeyin gerekmediğine inanırdı.
“İnsan bir şeyi isteyerek yaparsa sonucuna daha iyi katlanır. Ama hiç düşünmediği, özbenliğiyle ilgisi bulunmayan bir tutum almak zorunda kalınca ”
“İnsan koşarken hiçbir şey göremezmiş. Görebilmesi için, durması gerekirmiş.”
özlem, eksik tanımanın sonucudur.
Ne çok tasarı, ne çok düş Olanların hangisi o düşlere uygundu sanki?
Batı, Keloğlanlığa pek yüz vermez. Orada tam karşıtı. Don Kişot, o sıska ve yaşlı şövalye özentisi, her atılımında hüsrana, yenilgiye uğratılır. Batı’nın düşçülüğe yergisi ta burdan başlar. Akıldışılık cezalandırılır, akıl takdis edilir, yüceltilir.
“Okuduğum bütün romanlar sahici bir başlangıçla bitsin istedim!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir