Marcus Steinweg kitaplarından Tutarsızlıklar kitap alıntıları sizlerle…
Tutarsızlıklar Kitap Alıntıları
Aşk, sahip olmadığınız bir şeyi onu istemeyen birine vermektir.
En güzeli, icat edilecek bir biçim içinde düşünmek olur.
Kendini terk etmeyen düşünce zaten bilinenin tekrarlanmasından ibaret olacaktır. Böyle bir düşünce yeni bir şeye uzanmaz. Merak olmadığında, tamamen kendi içine gömülü kalır.
Arzunun bin ismi vardır. Hiçbirini hak etmemiştir.
Lacan kendini bir kral diye gören dilencinin kaçık olduğunu, ama kendini bir kral olarak gören kralın da kaçık olduğunu söyler. Simgesel, keyfi, gelgeç tutarlılığa itimat etmenin belirli bir deliliği ima ettiği anlamına gelmez mi bu? Evrensel tutarsızlığa açıklık aklın en iyi göstergesi olmaz mı? Peki ya aklın kendisi, bu açıklık yoluyla asgari bir tutarlılığa ulaşacağını vadederek delilik numarası yaparsa?
Yerleşik kanaatlere tutunmak öznenin bekleme modudur. Doğal aşikarlığa güvenen sağduyu konumudur bu. Aktif gayri-düşünce öznenin normal statüsüdür. Benliği aktif biçimde pasifleştirmeyi ima eder. Aktif gayri-düşünceden fazlası olmaya uğraşan düşünce kendi normalliğini aşmalıdır. Düşünmenin kendinize karşı, kendinize zıt yönde düşünmek anlamına geldiği de söylenebilir. Kişinin kendine belirli bir şekilde hücum etmediği bir düşünce yoktur.
Logos, kaosa açıklıktır. Logos öznesi, kendisinin dışında olması bakımından yalnızca kendisi ile vardır. Çılgınlığı ve mübalağası, ancak kendisine bir yara olarak var olmasıdır.
Tüm düşüncelerin sıklığı, onu daha yükselmeye başlamadan aşağı çekmekle tehdit eden basitleştirmeye direnmesinde yatar. Uzlaşı, düşüncenin başlangıcı olamaz.
On dokuzuncu yüzyıl sonu yirminci yüzyıl düşüncesinin ufkunda, intihar felsefenin hakikatidir. Benliğin içine düştüğü döngü onun kendini hiç durmadan sorgulamasıdır. Sabit bir varlık olarak tutarlı bir benlik yoktur. Felsefe düşünen öznenin kendisiyle kurduğu ilişkiden başka bir şey olmamıştır. Artık biliyoruz ki benlik ancak daimi intihar tiyatrosu şeklinde vardır. Özne ise intihardan daima kurtulup ayakta kalandır.
Aşikar olan, aydınlatır. Sorgulamanın veya tartışmanın ötesinde durur. Bu anlamda, düşüncenin dışında duran şeydir. Bu bakımdan, düşüncenin hakiki nesnesini oluşturur. Düşünmek, dışarıdaki bir şeyle ilişkilidir. Aşikârı kendi aşikârlığından mahrum bırakmak, onun gücünü reddetmek ve hâkimane doğasını olabildiğince küçültmek anlamına gelir. Felsefe, aşikârın ışığına direnmeyi gerektirir. Felsefe, aşikârın karartılmasıdır.
Felsefenin amacı asla kendi çağına dair perspektifler oluşturmak olmamıştır. Felsefe bir perspektif sorunu olmayı reddederek başlar. Kanaatlerin ve çıkarların tepkisel ve çoğu zaman gerici olan tikelciliğin ötesine geçmeyi gerektirir. Felsefi evrenselciliğin şiddetinin, göreceliğin şiddetine karşı duran bir iddia -kanıt ya da kanaat değil- olduğunu anlamazsak, onu yanlış değerlendirmiş oluruz. Felsefi evrenselciliğin gizli bir kozu yoktur. Ulaşılamaz olana doğru uzanır ve elinde bir şey olmayışını olası tek malı olarak savunur.
Felsefe, olgu ezoterizminin tüm biçimlerine karşıt olan, bilmesinlerciliği bile isteye karşısına alan bir pratiktir.
Özne kendisini, olumsallık açısından arttığı ölçüde geleceği daha belirsiz hale gelen oyunbaz özne olarak tasavvur eder. Kendi gerçekliklerinden evrensel belirsizliğin ürünü olarak istifade eder. Belirsiz olan, kelimenin teolojik anlamıyla ebedi olmaksızın, sınırlanmış olmayandır. Sonlu öznelliğin ufkundaki sonsuzluktur: Hiçbir şey mutlak surette önceden belirlenmiş görünmez. Başka türlü de olamazdı zaten.
Felsefe, kavramların anlamını soruşturmak yerine, kavramların anlamları bağlamında onların kullanımının anlamını irdeler.
Sadece rüya görüyordun, diye teselli eder anne babalar çocuklarını. Sadece bir rüyaydı! Sadece bir rüya mı? Bu noktada çocuk gerçek rüyalar görenlerin kimler olduğundan kuşkulanmaya başlar. Rüya bir hakikati sağladığından mı yoksa? Çünkü rüyasız bir gerçeklik fikri, yetişkinlerin rüyavari gerçekliklerini açığa çıkarır.
Çoğu kez, bu bir klişe, deyip klişe klişesini besleriz.
Felsefenin meselesi deliller değildir. Aşikârlık derdine düşmüş kanıtlanamaz iddialardır.
Bedenin bir hafızası vardır ve ondan hareketle oluşturulan izlenimleri doğrudan reddeden bir zekâya sahiptir. Bedenin kendi zekâsını yadsıdığını söyleyebilirsiniz. Ama tam da bu onun zekâsıdır.
Gerçekten de kalemimle düşünürüm, diye yazar Wittgenstein Kültür ve Değer’de derlenen bir notunda, çünkü kafam elimin ne yazdığı hakkında çoğu zaman hiçbir şey bilmez.
Hiper-duyarlılığın duyarlılıktan bir farkı vardır ki o da duyarlılıktan yoksun olmasıdır. Hiper-duyarlılık araçsallaşmış duyarlılıktır. Söz konusu araçsallaşma yüzünden, inanılırlığını, masumiyetini ve olgusallığını kaybeder. Başkalarının hislerine saygı dediğimiz şey aslında onlara ihanet edilmesidir. Saygıdan bahsederiz, ama himayeci bir alicenaplıkla özerkliğin altını oyar dururuz. Koruyuculuk, iyi niyetle sergilendiğinde bile şiddet demektir. Hiper-duyarlılık çığlık çığlığa koruma talep eder, çünkü onda kendi bağıntısını tanır. Duyarlılık ikisinden de belirli bir uzaklıkta durulmasına imkân sağlar. Duyarlı insanlar bu seçeneklerin ikisini de reddederler: Hem koruyucu kibri hem de duyarlılaştırılmış hiper-duyarlılığın zorlayıcı narsisizmini -Nietzsche’nin deyişiyle, hiper-asabiliği.
Kendi dışına -yani, artık yurdunda olmadığı ve sabit bir benliğe sahip olmadığı noktada- erişmek için özne kendisine karşı dönmeli, -düşüncesizlik, keyfekederlik, ya da stratejik basitleştirme nedeniyle- özdeşlik/kimlik diye bilinen şeye karşı durmalıdır. Hegel özdeşlik/kimlik diye bilinen inşanın yerine bir fark fantazisini koymamıza müsaade etmez. Bu yüzdendir ki Derrida yazılı sözün (belirsiz açılışın) ilk düşünürü ve kitabın (özdeşlikçi/kimlikçi kapanışın) son felsefecisi olduğunu söyleyebilmiştir. Gelecek derken, geçmişe direnen her şeyi kastedeceksek, Hegel’in gelecekten geldiğini söyleyebiliriz.
Kendisinin doğrulaması olmayan bir düşünce kipi tahayyül etmek mümkün müdür? Ne kendini belaya sokan ne de kendini aşan düşünce? Sabit bir benlik fantazisi içinde, kimliksel özgüvence düşüncesi? Bence bu hiç de bir düşünce olmazdı. Düşünmenin reddi olurdu ancak. Kendini kendinden sürülmüş biri -bilinmeyene açılan hummalı bir vektör- olarak olumlamanın reddi.
Doğruluk, mevcut olmayandır.
Hiçbir şey verili değildir, ya da verili olan hiçbir şey apaçık değildir.
Karar yeni bir gerçeklik ortaya koyar. Dünyayı yeniden tanımlar.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Karar veren kişi imkansızı seçer.
Düşünmek gerçeklik denilen kurmacanın dışına adım atmaktır.
Kendisinden kopmayan bir kopuş kopuş falan değildir.
Kopuştan kopuş neye varır?
Başlangıçta hiçbir şey yoktu. En azından, eski bir mitte böyle söylenir.
Deneyim, içinden değişmiş olarak çıktığımız bir şeydir
Olumlamadan yoksun felsefe boştur; eleştiriden yoksun olumlama ise kör.
Felsefe felsefenin icadıdır; çeşitliliği buradan ileri gelir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Tüm modernite postmoderndir, ama tersi de doğrudur. Ancak modernsek postmodernizdir.
İnanmak hiçten bir şey doğurmak demektir.
İnanç tanımı itibarıyla yaratıcıdır.
Tanrı, para ve aşk, kendi tutarsızlıklarına parmak basan tutarlılık biçimleridir.
Güvenimizi yok etmediğimiz müddetçe, her şey sabit kalır. Aynısı Tanrı için de geçerlidir. O, ancak siz O’na inandığınız müddetçe vardır.
Görmek için, görmeme yetimin olması gerekir.
Ne görüyorumdur bakarken, bakarken kendimi izlediğim, bakışımın sadece körlerin görebildiği şeyi, görünmezi görmek üzere bulutlandığı anda?
Görünmeze uzanan bakış hiçlikle dirsek temasındadır.
Gerçekliğin hakikati onun tarihselliği ve olumsallığıdır.
Gerçeklik dediğimiz şey aşırı derecede karmaşıktır. Gerçeklik kendisini belirsiz bir somut tekillikler yığını olarak kurar ve hiçbir tür düşünce bu yığının bütünlüğüne vakıf olamaz
Düşünce ancak karmaşıklığını indirgenmesi pahasına oluşur. Basitleştirdiğimde düşünüyorumdur. Basitleştirmesiz düşünce yoktur, çünkü düşünce soyutlama yoluyla karmaşıklığın indirgenmesidir.
Her şeyi görmüyor olmam, görmenin bir önkoşuludur.
Aklın olanakları ve edimleri sınırsız değildir. Akıl, sınırsızla sınırlıdır.
Ben ne adı ne yüzü olan bir hiç kimseydim
Güzel olan, tatmin edici olanın yüzeyine bir çizik atar.
Başlangıçta hiçbir sonlanış yazılı değildir.
Unutmak yana doğru bir adım atıp sendelemeye başlayarak, yönelimi belirsiz olan bir devinime kapılarak, ona boyun eğmemek demektir.
Biçimsizliğe biçimle, onu nötr hale getirmeden karşılık vermek.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera