İçeriğe geç

Türkler ve İslam Tasavvuru Kitap Alıntıları – Sönmez Kutlu

Sönmez Kutlu kitaplarından Türkler ve İslam Tasavvuru kitap alıntıları sizlerle…

Türkler ve İslam Tasavvuru Kitap Alıntıları

Mâtürîdîye göre, dinin öğrenilmesinde ve dinî bilgiye ulaşmada en önemli üçüncü bilgi kaynağı akıldır. Çünkü Allah, gerçeğe ulaştıran ve doğru yolu gösteren aklı kullanmayı ve aklî temellendirmeye başvurmayı emretmiştir. Allah’ın insana emaneti olan akıl, iyiyi kötüden, yararlıyı zararlıdan, doğruyu yanlıştan ayıran bir araçtır. Akıl, tıpkı âyet ve hadisler gibi, dinde bir delildir ve doğru bilginin kaynağıdır. Onun bilgi kuraminda, akıl sadece dinî bilginin kaynağı olmayıp, aynı zamanda genel bilginin ve ahlâkî bilginin de kaynağıdır.
Osmanlılar’ın diğer mezheplere karşı gösterdikleri hoşgörü, Safevî Şiîliği’nin yükselişe geçmesine, yani XV. asrin sonları ile XVI. asrın başlarına kadar sürmüştür. XV. asrin sonlarına doğru, Hanefîliğin devlet doktrini olarak resmîleştirilmesi, diğer mezheplere karşı hoşgörülü tutumun kısmen değişmesine yol açmıştır. XVI. asırla birlikte, siyasî, ekonomik ve sosyal sorunlardan dolayı, dinî anlayışta ve diğer mezheplere karşı tutumda bir katılaşma ve içe kapanma döneminin başladığı görülmektedir.46 Aslında daha önce Osmanlı topraklarından, özellikle Semerkant, Buhara ve diğer Hanefî merkezlerine eğitim için öğrenciler gönderiliyor veya buralarda eğitim görmüş bilginler Osmanlı medreselerine davet ediliyordu. XVI. asırdan ve özellikle Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı yönetimi Mısır, Halep, Şam gibi eğitim merkezlerinden İstanbul’daki medreselere müderris tayin etmeye başladı. Farklı mezhep mensuplarının yaşadığı bölgeleri de içine alacak şekilde toprakların genişlemesi, Osmanlı toplumunda dinî açıdan bir yozlaşmaya yol açtı.
Türkler’in Hanefîliği benimsemesinin siyasî, ekonomik ve toplumsal pek çok sebebi bulunmaktadır. Horasan ve Mâverâūnnehir halkı, müslüman olmalarına rağmen, Ömer b. Abdülazîz dönemi hariç, Emevî yönetimine cizye ve haraç ödemek zorunda bırakıldılar. Bu durumdan bölge halkı büyük rahatsızlık duymaktaydı. Bu yüzden onlar, müslüman olduğunu söyleyenleri diğer müslümanlarla eşit tutan ve kendilerinden cizye ve haraç yerine öşür ve zekât alınmasını öneren fakihlerin görüşlerine ve mezheplerine ilgi duymaya başladılar. Bu sorunların çözümü için itikadî açıdan Mürcie’ye ve fikhî açıdan da Hanefîliğe yöneldiler. Birbiriyle sıkı iş birliği içinde bulunan bu iki mezhep, Emevîler’e karşi mücadelede bölge halkının başarılı olmasında önemli rol oynadılar.
Ebû Hanîfe, kendi döneminde aklı dinî meseleleri çözmede en çok kullanan kimse olarak bilinir. Akılcılıkta Hz. Ömer’in anlayışını esas almış ve onu geliştirmiştir. Ona göre âyetler ve hadisler sınırlıdır. Fakat olaylar, olgular sınırsızdır. Sinirsiz olan bu kadar meseleyi sınırlı âyetler ve hadislerle çözmek mümkün değildir. Dolayısıyla insanlar, akıllarını kullanmak zorundadır. Akıl, dinin anlaşılması ve yorumlanmasında mutlak bir yetkiye sahiptir. Bu yüzden, dinî meseleleri çözüme kavuştururken aklın kullanılmasına büyük önem verir. Akıl ve Kur’an’la çelişen hadisleri delil olarak kullanmaz.
İlim farz, cehalet haramdır.
Dervişlerine “Cehenneme giden yolda bile cahille beraber olmayın şeklinde öğüt verir.
Ölmeden önce ölünüz ve Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.
İngiliz asıllı Bacon (1214-1294) İbn Sina’yı felsefenin sultanı ve lideri diye ovmüştûr.
İbn Sîna’nın tıp, felsefe ve mantıkla ilgili eserlerinin pek çoğu VI. (XII.) yüzyıldan başlayarak Latince’ye, bazıları ise Süryânice ve İbrânîce’ye çevrilmiş, XI. (XVII.) yüzyılın sonlarına kadar Avrupa’nın eğitim öğretim ve araştırma merkezlerinde ders kitabı olarak okutulan kaynakların başında yer almıştır.
Bir tip ansiklopedisi olarak da bilinen beş ciltlik bu eser, 600 yıl boyunca dünyanın bütün tıp fakültelerinde en önemli kaynak olarak okutuldu. Bu yüzden, sadece İslam dünyasında değil, Batı dünyasında da büyük itibar gördü ve Tibbin İncili unvanını aldı.
İnsanları edep ve ahlâkî açıdan eğitmeye önce kendi nefsini eleştirmek ve eğitmekle başladı. İnsanları incitmeden eğitmeye çalıştı. Anlamadan ve içeriğine vâkıf olmadan Kur’an’ı yüzeysel bir şekilde okuyan kadıları ve diğer kimseleri eleştirdi.
İslam kültūründe ortaya çıkan tarikatların bazıları, nasıl değişik biçimlerde músikiden yararlandıysa, Yesevi tarikatı da Allah’a varma yolunda duyulan bu heyecanların, sazla birlikte söylenen şiirler ve mûsiki ile, hatta dini rakslarla ifade edilmesinin yolunu açtı.
İbrâhim adlı bir oğlu olmuşsa da, kendisi hayatta iken ölmüştür. Onun soyu, kızı Gevher Şehnaz’dan devam etmiştir.
Maturidiler, fıkıhta istisnasız Hanefîlîği benimsediler. Maturidi’nin bir Türk alimi olması ve eserlerini yazarken bölgenin siyasi ve sosyal yapısını göz önünde bulundurması Türkler arasında bu mezhebin yayılmasında etkili oldu. Bu başarının altında yatan bir diğer sebep de, Maturidi’nin İslamın siyasi amaçlar için bir araç olarak kullanılmasına karşı çıkması ve dinin anlaşılmasında akla ve yoruma büyük önem vermesiydi.
Türkler, Matūrīdilik’le o kadar aynileşti ki, bu mezhep Hanefilik İle birlikte neredeyse milli bir kimlik haline geldi.
Oosmanlı ilk dönemlerinde itikatta Maturidi olmasına rağmen, Şií doktriniyle mücadelede Eşarî yöntemini kullanmaktaydı.
Osmanlı’da Ehl-i sünnet kelâmí zihniyetinin nasıl geliştiği ve hangi kaynakları kullandığı konusu henüz aydınlatılmış değildir, ancak Selçuklular, Eyyûbiler ve Memlükler’den etkilendiği açıktır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Fâtih dönemi medreselerinde Eş’arî geleneğine açık bir kelâm eğitimi revaçtayken, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde Eş’arî eğilimli kelâmi eserlerin yanı sıra Mâtürîdî kelâmi veya doğrudan Mátürídí akait ve kelâm eserleri ağırlık kazanmaya başladı.
Rivayet yerine dirayeti, yani akılcı yöntemi benimseyen Maturîdî, akılcı tefsir geleneğinin ilk temsilcilerindendir.
Mâtüridi, Hz. Peygamber dönemindeki olaylara bizzat tanık olmaları ve hangi âyetin hangi bağlamda ve niçin indiğini bilmeleri sebebiyle, rivayetle tefsir yapma işinin sadece sahabilere ait olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü onlar vahye bizzat tanık olmuşlardı; âyetlerin hangi bağlamda niçin indiğini biliyorlardı.
Mátürîdîlik, İslâm harsının Türk muakalesinden süzülmüş ve İslâm esaslarının Türkler tarafından işlenmiş fikriyatına müstenit resmî mezheptir.

Yusuf Ziya Yorūkān

Hânefilik dışındaki diğer fıkhî mezhepler Anadolu’da halk arasında taraftar bulamadı.
Selanik’in 833(1430) yılındaki fethi, Selanik halkı tarafından Latin baskısından bir kurtuluş olarak algılanmış ve Türkler bir kurtarıcı gibi karşılanmıştır.
Türkler’in, bir millet olarak topluca bağlandıkları tek din İslâm oldu.
“Savaşı ve hayvan kesmeyi yasaklayan ve miskinliği telkin eden bir dinin kabulü Türkler için felaket olur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir