İçeriğe geç

Türk Şiirinde Tanrıya Kafa Tutanlar Kitap Alıntıları – İsmet Zeki Eyüboğlu

İsmet Zeki Eyüboğlu kitaplarından Türk Şiirinde Tanrıya Kafa Tutanlar kitap alıntıları sizlerle…

Türk Şiirinde Tanrıya Kafa Tutanlar Kitap Alıntıları

Camide ikiyüzlüleri bırak, ikiyüzlülük etsinler
Meyhaneye gel ne ikiyüzlülük var ne de ikiyüzlü
Ey gönül elinde şarap kadahi var, bırak, teşbihe el sürme
Namaz kılanlara uyma, onlarla durma, oturma
Secdeye eğilerek özveri tacını başından düşürme
Abdest suyuyla esenlik uykusunu gözünden kaçırma
Ayak altında kalırsın, sakın, hasır gibi camiye varma
Elinde olmadan gidersen de orada minber gibi çok durma
Müezzini dinleme, içine bulanıklık-karışıklık düşürme.
Vaizden bilgi isteyerek cehennem kapısını açtırma
Kalabalık yığıldı, camiye bir soğukluk-katılık doldu
Kendine gel, sen de camiye gidip soğukluğu çoğaltma
Hatibin söylediğine, bakma, müftünün sözüne inanma
İmamı akıllı sanma, kendini ona verme, güvenme
Ey Fuzûlî. ne uğraşırsın, eksik tapınmada yarar yok
Kendine gel, ikiyüzlülüğü tapınma sayıp aşılığa vardırma

Gönül tâ var elünde câm-i mey tesbihe el urma
Namaz ehline uyma anlar ile durma oturma
Eğilüb secdeye salma feragat tacını başdan
Vuzû suyu bile rahat yuhusu gözden uçurma
Sakın pâmâl olursun bûriyâ tek mescide varma
Eğer nâçar girsen anda minber gibi çok durma
Müezzin nâlesin alma kulağa düşme teşvişe
Cehennem kapusun açdırma vaizden haber sorma
Cemâat izdiihâmı mescide saldı kudûretler
Kudûret üzre lütf it bir kudûret hem sen arturma
Hatibin sanma sâdık müftinin kavline fi’l itme
İmamın sanma âkil ihtiyarun ona dabşurma
Fuzûlî behre vermez taat-ı nakıs nedir cehdin
Kerem kıl zerki taat suretinde hadden aşurma

Kur’an önceleri şiiri yasaklamış, ozanları her oylumda otlayan kimseler büyücüler, aldatıcılar, kandırıcılar.. diye yermiş nitelemiştir. Ancak, Yedi Askı
ozanlarından Lebid (öl. 661) Peygamberi övmeye başlayınca, şiire, ozanlara karşı benimsenen katı tutum değiştirilmiştir
Dahası. Peygamber, kendisini öven şiirleri okuyunca. İnne mineş-şi’ri le hikmeten, inne min’el-beyani le sihran/öyle şiir var
ki bilgeliktir, öyle düzyazı var ki büyüleyicidir demekten kendini alamamıştır. Demek, yeri gelince övgü, katıldıkları yumuşaklığa, yasakları geçerliliğe dönüştürebiliyor.
Oysa insanın en köklü sorunu korku değil yaşamadır,
Biz alışmışız düşündüğümüzü doğrulamak, yerinde bir davranış diye göstermek için insana yüklenmeye
Kant’ın ardından gelen Hegel insanı Tanrı’dan bile gizlemiş tepeden tırnağa tin yapıvermiş çıkmış işin içinden.
Yeni din, eski inançların beslediği odakları geliştirecek güçten, verimlilikten yoksundu, insanları doyuma ulaştırma olanağı yok denecek oranda azdı, yetersizdi.
Nakşibendi tarikatına bağlı kimselerin düğünlerini, evlenme törenlerini gözlemlesin: oralarda çalgının, ezginin bulunmadığını görecektir.
Aydın kişi savunduğunu bilendir, bilmediğini öven değil.
Yunus Emre’ye gelinceye değin. Türk şiirinde böyle ağır basan bir soru ile, Tanrı karşısına çıkan olmamıştır.
Rızkunu yiyup seni aç mı kodum
Ya yiyup öynüni muhtaç mı kodum
Burada, insana yapılan kötülüklerden, yersiz suçlamalardan dolayı Tanrıya yöneltilmiş özlü bir soru, sorunun arkasında yürek sıcaklığı taşıyan bir kınama vardır, insan bunun bilincine varmadan gerçeğini kavrayamıyor. Yunus’un ortaya attığı soru bir bakıma, Tanrıya yükletilen eylemlerden dolayı kişinin suçlanmaması gereğini sergilemedir.
Geçmedi mi intikamun öldürüp
Çürütüp gözüme toprak doldurub
Burada, dinin kötüler elinde nereye değin götürüldüğünü, tanrıya ne gibi kötü eylemlerin yükletildiği dilegetiren anlamın yanında, birde tanrıdan yaptığı işlerin nedenli yakışıksız olduğunu sorma vardır.
Türk Şiirinde tanrıya kafa tutuş deyimi, onun varlığını tanımamak, yok olduğunu ileri sürmek, ya da yokluğuna inanmak anlamına gelmez. Sözcüklerin ürkütü anlamı karşısında soğukkanlı davranmayı unutup konuya yüzeysel bir inanç tabanına oturtarak yozlaştırmanın, saptırmanın gereği yoktur.
Tanrıya kafa tutuşu, onun varlığı karşısında ozanın çekinmeden birtakım iç ürpertilere kapılmadan kendi varlığını ileri sürmesi tanrıya senin gibi ben de varım diyebilmesidir.
Bugün ülkemizde, hızlı bir geriye dönüşün izleri görülüyor, kadınların karanlıklara itilmesini öngören tarikatçılık daha ilkokul çağındaki çocukların, özellikle kızların aydınlanmasını tanrısal bir yasakla engellemeye çalışıyor, ortam buna çok elverişlidir.

Kadını erkeğin tarlası olarak niteleyen, yasal kurumlarda, toplum kuruluşlarında kadın-erkek eşitliğini ağır suç sayan bir inanç birikimine bağlamak uygarlığın verilerinden yararlanma olanağının, anlayışının yokluğundan kaynaklanır.

Anaya değer vermek, onu yüceltmek islam inançlarını kurtarmaz. Yeryüzünde anayı dövün, saymayın, ona saygı göstermeyin diyen bir din görülmemiştir. Bu nedenle islam dininin anaya önem vermesi onun özgün bir buluşu değildir. Ne yazık ki kimi okumuş kadınlarımız bile bu açık gerçeği bilemiyor, anlayamıyorlar.

Son yüzyılın kadın ozanlarından Gülsüm Bacı da inanç bakımından ötekiler gibidir. O da insanın yüzünde, özünde tanrının dile geldiği görüşünü savunur.

Tecelli eylemiş Rahman
Senin vechinde ey canan
Hululündür bana Kur’an
Biihâmdilluh haberdarım

Ey sevgili, Tanrı senin yüzünde görünüyor, yüzünün çizgileri benim için bir Kur’andır, bunu iyi biliyorum.

Edib Harabi’de bilinçli bir tanrıtanımazlık vardı. Kavranılan yerli yerine koyarak düşüncelerini derli toplu olarak açıklamayı, kuşkudan uzak bir nitelikte gündeme getirmeyi biliyordu.

Ya Rab senin mekânın yok
Yatağın yok yorganın yok
Hem dinin hem imanın yok
Her bir şeyden münezzehsin

Sesin çıkmaz avazın yok
Abdestin yok namazın yok
Hiçbir yere niyazın yok
Kulhüvallahuahadsın

Kapın büyük açan yoktur
Seni kapıp kaçan yoktur
Anan yoktur baban yoktur
Ya Rab allahüssamedsin

Elmasın yok boncuğun yok
Aban keben kocuğun yok
Karın kızın çocuğun yok
Lemyelidü lemyuledsin

Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da anasını

Münkir munafıkın huyu
Yıktı harab etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de anasını

Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Mezarına götürenin
İmamın da anasını

Derince kazın kuyusun
İnim inim inlesin
Kefenin diken iğnesin
Dikenin de anasını

Müfsidin bir de gammazın
Malıvardır da yemezin
İkisin meyit namazın
Kılanın da anasını

Kazak Abdal nutkeyledi
Cümle halkı tan eyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da anasını

Durum bugün bile Kazak Abdal’ın söylediği gibidir. Ancak arada geçen yüzyılın bir sonucu olarak anasını deneceklerin sayısı epey çoğalmıştır.

Güzel âşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi
Bu bir rızâ lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi

Yemeyenler kalır nâçar
Gözlerinden kanlar saçar
Bu bir demdir gelir geçer
Duyamazsın demedim mi

Pir Sultan Abdal

Yunus Emre’ye gelinceye değin. Türk şiirinde böyle ağır basan bir soru ile, Tanrı karşısına çıkan olmamıştır.
Rızkunu yiyup seni aç mı kodum
Ya yiyup öynüni muhtaç mı kodum
Burada, insana yapılan kötülüklerden, yersiz suçlamalardan dolayı Tanrıya yöneltilmiş özlü bir soru, sorunun arkasında yürek sıcaklığı taşıyan bir kınama vardır, insan bunun bilincine varmadan gerçeğini kavrayamıyor. Yunus’un ortaya attığı soru bir bakıma, Tanrıya yükletilen eylemlerden dolayı kişinin suçlanmaması gereğini sergilemedir.
Geçmedi mi intikamun öldürüp
Çürütüp gözüme toprak doldurub
Burada, dinin kötüler elinde nereye değin götürüldüğünü, tanrıya ne gibi kötü eylemlerin yükletildiği dilegetiren anlamın yanında, birde tanrıdan yaptığı işlerin nedenli yakışıksız olduğunu sorma vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir