İbrahim Kafesoğlu kitaplarından Türk Milli Kültürü kitap alıntıları sizlerle…
Türk Milli Kültürü Kitap Alıntıları
Görülüyor ki, örf ve âdetler, bazılarınca sanıldığı gibi taşlaşmış, donmuş tutum ve davranışlar olmayıp, yenilenmelere tâbidir ve ancak bozucu, karakter değiştirici ahlâkî, dinî, hukukî vb. dış kültürel müdahalelere karşı cemiyette âdeta bir emniyet supabı durumundadır.
Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır.
Mo-tun M.Ö. 174 yılında öldüğü zaman, sivil ve askeri teşkilatı, iç ve dış siyaseti, dini, ordusu, harp tekniği ve san’atı ile yüksek vasıflı bir cemiyet halinde, daha sonraki bütün Türk devletlerine örnek olan, tarihi kesin ilk Türk siyasi teşekkülü; Büyük Hun Devleti kudretinin zirvesinde bulunuyordu.
Bilindiği üzere, Anadolu’nun Türkleşmesinde nasıl baskı, göçürme ve öldürme yoksa, İslamlaşmasında da siyasi ve idari herhangi bir zor kullanma bahis konusu değildir.
Türklerin dikkat çekici ahlâkî bir özelliği de utangaç bir millet oluşudur. Sırası geldikçe zikredildiği gibi, yerli ve Çin, Bizans, Lâtin vb. yabancı kaynaklara göre Türkler savaş meydanında değil, rahat döşekte ölmekten, hattâ ihtiyarlayıp hastalanmaktan utanırlardı. Esir olmak, köle durumuna düşmek, kadınlarının düşman eline geçmesi büyük utanç kaynağı idi.
Eski Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapılır, kırlarda ise ölünün bulunduğu çadırın etrafında sür’atli atlarla dolaşılır, saçlar kesilir, saç-baş dağıtılır, yüz kulak bıçakla çizilerek kan akıtılır, ölenin atları kuyrukları kesilerek kurban edilir, ayrıca yemek verilirdi.
Binlerce kilometrelik göç hareketlerinde, bütün aile efradı ile birlikte yeni yurt kurmak zorunda kalan Bozkırlı Türke, kadının her sahada olduğu gibi, savaşta da destek olması tabiî idi.
Eski Türk topluluğunda hür olan ve Asya Hunlarından beri ata binip ok attığı, top oynama, güreş gibi ağır spor yaptığı, savaşlara katıldığı tespit edilen, namus ve iffetine düşkünlüğü yabancı kaynaklarda bilhassa belirtilen Türk kadını itibar sahibi olup, muharebede düşman eline geçmesi büyük zillet sayılırdı.
Orta Asya’da oturan ve çok eski bir zamanda avcılık hayatından hayvanları ehlileştirmeye geçen ilk kavim Türkler olmuştur. At Türkler tarafından ehlileştirilmiş ve Türkler ata binen ilk insanlar olarak görünmektedir.
Bu gün Orta Asya’daki “Türkmenistan” halkı bu Oğuzların çocuklarıdır. Anadolu’da bir çok köy yukarıdaki zikredilen Oğuz boylarının adlarını taşır.
Coğrafî ad olarak Türkiye (=Turkhia) tâbirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesâdüf edilmektedir.
YERLİ(Kitabeler), ÇİN (Shi-ki,Ts’ien, Sui-Shu), BİZANS (Priskos, Menandros, Tactica), LATİN(Marcellinus) vb. Yabancı Kaynaklara Göre;
__Türkler, Savaş Meydanında Değil, Rahat Döşekte Ölmekten, Hatta İhtiyarlayıp Hastalanmaktan Utanırlardı.
__Esir Olmak, Köle Durumuna Düşmek, Kadınlarının Düşman Eline Geçmesi Büyük Utanç Kaynağı İdi.
__Şatafat İçinde Yaşamaktan, Böbürlenmekten, Başarıları Dolayısıyla Övünmekten ve Övülmekten; Verdikleri Sözü Yerine Getirememekten, Yalan Söylemekten Utanırlardı.
[Utanma Hissi, Antik Çağ Düşüncesine Dayalı Batılı Anlayışındaki Gibi Ruhi Bir Zaaf Değil, İnsana Daima Kendini Kontrol Etme İmkanı Sağlayan Bir Psikolojik Mekanizmadır] .
Türk devletlerinde, idarede yabancı müdahalesine yol açmamak, yabancı kültür tesirlerini asgari derecede tutmaya çalışmak, dış kültür unsurlarını ancak Türk devleti menfaatine uygun düştüğü nisbette değerlendirmek, gerçekçi Türk siyasi davranışının (Türk milli siyasetinin) izleri durumundadır.
Türkler savaş meydanında değil, rahat döşekte ölmekten, hatta ihtiyarlayıp hastalanmaktan utanırlardı. .şatafat içinde yaşamaktan, böbürlenmekten, başarıları dolayısıyla öğünmekten ve öğülmekten; verdikleri sözü yerine getirememekten, yalan söylemekten utanırlardı.
Düşmandan esir yakalayan taltif edilir, savaşta ölen Türklerin cesetlerini düşman elinde bırakmamağa çalışılır, böyle cesetleri alıp getirenlere ölünün malları verilirdi.
Türk siyasi düşüncesi Devlet halk içindir prensibine dayanmaktadır ve bu anlayış kısaca şöyle ifade edilmiştir: Hizmet etmekle kul, bey olur .
Cihan hakimiyeti düşüncesinde güdülen gaye de yeryüzünde huzur ve sükunu sağlamaktı. Türk Devleti anlamındaki İl deyiminin aynı zamanda barış manasını ifade etmesi bunu gösterir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnsan şahsi mülke sahip olup onu istediği gibi kullandığı veya değerlendirdiği sürece hürdür.
İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (775-780) Hazar prensesleriyle evlendiler. Konstantinos’un prenses Çiçek’ten doğan oğlu , tarihte Hazar Leon lakabı ile tanınan İmparator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Anlaşılıyor ki, “Oguz” adı aslında ethnique bir isim olmayıp, doğrudan doğruya “Türk kabileleri” mânâsını ifade eden bir kelimeden ibarettir.
Ancak bu, eski devir Emevi istilacılığından farklı idi. Gittikçe hızını artıran Abbasi propagandası, Emevilerin “imtiyazlı Arap milleti adına fetih” düsturu yerine, bütün Müslümanlar arasında farklılığın kaldırılması ve eşitlik fikrini yayıyordu.
Müslüman-Türk Kara-Hanlılar, Kaşgarlı Mahmut’un eserinde (1074) kafir diye bahsedilen Uygurlarla mücadele ediyor ve Uygur memleketinde İslamiyeti yaymağa çalışıyorlardı.
Kan-çou Uygurları daha o sıralardan beri Sarı Uygurlar diye bilinen Türk topluluğudur ki hala Batı Çin sahasında yaşamaktadırlar.
Bu hayat bizi daima harp egzersizi içinde tutmaktadır. Gök-Türklerin sayısı Çinlilerin yüzde biri bile değil. Başarılarımız yaşayış tarzımızdan ileri gelir.
Göktürklerin ne zaman, ne yapacakları bilinmez. Kaan Bilge iyidir, milletini sever, Türkler de ondan memnundurlar Kültegin harp sanatını üstadıdır. Ona karşı koyacak bir kuvvet güç bulunur… Tonyukuk ise otoriter ve bilgedir,niyetleri, kurnazlığı çoktur. İşte şimdi bu üç “barbar” aynı anlayışta olarak bir aradadırlar.
Böylece vaktiyle Tardu’nun Türk birliğini gerçekleştirdiği tarihten tam 100 sene sonra Kapgan Kağan’ın Doğu-Batı hakanlıklarının topraklarını tek idare altında toplaması ile dehşet verici Türk birliği ihya edilmişti.
Eski Türk topluluklarında devlet teşkilâtı kurulu yerlerde ceza işlerinin kesin hükümlere bağlanması, yâni suçun devletçe tâkibata uğraması, toplulukta kan gütme geleneğine yer bırakmıyordu.
Kurt sürüsünü andıran Türk ordusu karşısında Çin askeri taydan ve düveden farksız dı.
Tanrı güç verdiği için babam kaganın askeri börü gibi, düşman koyun gibi imiş.
Türkler doludizgin giden at üzerinde her dört cihete isabetli ok atmakta mâhir idiler.
Türklerin sporları, eğlenceleri ve avlanmaları bile askeri egzersizler niteliğinde idi.
Milli siyaset ilkelerini belirleyip,yüzyıllarca tâkip etmek büyük milletlerin işidir.
Coğrafî ad olarak Türkiye (=Turkhia) tâbirine ilk defa Bizans kaynaklarında tesâdüf edilmektedir.
Aslında çöl değil, yayla iklimine sahip bozkırlar halkı olan Türklerin, yayılmaları esnasında, bozkır coğrafî ve iktisadî şartlarının yer almadığı ve kültürlerinin yaşama imkânının zayıfladığı sınırlarda durakladıkları; ormanlık, sıcak veya çok rutubetli bölgelere pek girmedikleri görülmektedir. Kendi hayat tarz ve anlayışlarına uymayan coğrafyaya ve yabancı kütleler baskısının şiddetli olduğu bölgelere nüfûz etmiş Türk zümrelerinin ise, oralarda fazla barınamamaları ve çok kere varlıklarını kaybetmeleri dikkat çekicidir.
Fârâbî’ye göre, her hâdisenin bir sebebi vardır: Tesadüfler bizim sebebini bilmediğimiz hâdiselerdir .
El-Bîrûnî, Dünya tarihinin Arkhimedes, Leonardo ve Leibniz tipindeki ilim ve entelektüel dâhilerinden kabul edilmektedir.
İnsanların düşünüş ve inanışları başka başkadır. Mâmuriyet(medeniyet) de bu çeşitlilikten doğar .
Siyaset mevzuunu inceleyen Fârâbî’nin Hürriyeti i izah tarzı da çok ilgi çekicidir: Doğru düşünen ve düşündüğünü yapmak iradesine sahip olan bir insan hürdür. Hem doğru düşünmüyor, hem iradeden mahrum bulunuyorsa behîmî(hayvan gibi)’dir. Doğru düşünüp de iradesi yok ise o, köledir. İlim ve felsefe ile meşgul kimselerden bazıları kölelikte öteki insanlardan geri kalmazlar. Bunların bilgilerinden fayda gelmeyeceği gibi, kendileri de diğer ilim erbabı için utanç sebebi olurlar .
Kalb temizliği Ganj’da yıkanmaktan daha mühimdir
Peygamberimizin, Benim Türk adında bir ordum vardır dediğini nakleden Kâşgarlı’ya göre, Türk adı Tanrı tarafından verilmiştir.
Kâşgarlı Mahmud şöyle demektedir: Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır .
Her devlet kendini meydana getiren kültürün en yüksek seviyedeki sosyal belirtisidir.
Demek ki, aslî Türk îtikadında anthropomorfizm (putçuluk) yoktu.
Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır
Yâni Tanrı, Türk halkının hayatı ile ilgilenen bir ulu varlıktır.
Kitâbelere göre Tanrı, kâinatın ilk sebebidir, yâni yaratıcıdır.
Türkler insan kurban etmedikleri gibi hükümlerini yürüttükleri yerlerde bu âdeti kaldırmağa çalışmışlardır.
Türk devletlerinde hâtunlar söz (Hâtunluk hukuku) sahibi idiler.
Halk tok olmalı, memur ve işçilere aç mısın, tok musun, diye sormalı Elini açık tut Bir hükümdar kuldan fakir adını kaldıramazsa nasıl hükümdar olur? .
Peygamberler veya velîler tarafından idare edilen Türk devleti yoktur.
Tanrı’ya benzer, Tanrı’da olmuş Türk Bilge Kagan .
Bugün Hazarların hâtıralarından biri Hazar Denizi’nin adıdır.
Kaynaklara (İstahrî, M.932, el-Mes’ûdî, M.944, İbn Havkal, M.977) göre, Hazar şehirlerinde câmiler, kiliseler, sinagoglar yanyana bulunuyordu.
Bo(ğ)arık; savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kıraliçesi idi ve 100 bin kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu.
Gök-Türklerin ne zaman, ne yapacakları bilinmez.
Ülkeli bir kavim idim, şimdi ülkem nerede? Hâkanlı bir kavim idim, şimdi nerede hâkanım?
Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, dalgalanan saçlarımızı sizinkine benzetemem, halkıma Çinli elbisesi giydiremem, Çin âdetlerini alamam. İmkân yoktur, Çünkü bu bakımlardan milletim fevkalâde hassastır, âdeta çarpan tek bir kalb gibidir.
Gün doğusundan gün batısına kadar ülkeler bize diz çökmüştür.
Güneş’in battığı yere kadar her yeri zaptedebilirim
Türkler, tâbiiyeti kabul edip istiklâlden mahrum kalmaktansa, memleketi terk etmeği tercih ediyorlardı.
Halbuki, Türk milleti tarihsiz değil, aksine parlak uzun mazisi ile tarihî zenginliği ortada olan bir kütledir ve kanunsuz değil, kültürün ayrılmaz bir parçası olan teşkilâtçılığı sayesinde birçok devlet kurarak yürürlükte tuttuğu hukûkî mevzuatla seçkinleşen bir millettir; buna göre de, Türklerin tamamen zıt mâna ve mahiyette nomad(göçebe) cemiyet sayılması mümkün değildir.
Her kültür ve yaşayış tarzı kendi içinde tutarlı bir bütündür; aralarında kültür değeri bakımından bir fark mevcut değildir.
Millet dediğimiz topluluklar, atalarından devraldıkları millî kültür verasetine eklenen biyolojik kalıtımlar sayesinde ayrı kişilik ler kazanmaktadırlar.
Gün doğusundan gün batısına kadar ülkeler bize diz çökmüştür. Bize karşı gelmek cesaretini gösteren Alanları, On-Ogurları görüyorsunuz. Roma’ya da geleceğiz.
Grek kaynaklarına göre kendisi ile barış müzakeresi için gönderilen Trakya umumi valisine Güneş’in battığı yere kadar her yeri zapt edebilirim. diyerek meydan okumuştu.
Stilikho’nun bile Pavia savaşında durduramağa muvaffak olamadığı bu barbar şef ancak Türkler karşısında mahkum oldu.
Erbil’de birçok dinî ve sosyal müesseseler kuran, kendisi de sayılı mücahidlerden olan Gök-börü, Peygamberimizin doğumu (Mevlid)’nu, müslümanlar arasında tam kaynaşma sağlayacak şekilde, halk kütlelerinin katıldığı umûmî şenlik olarak kutlama usulünü ilk defa ülkesinde tatbik etmiştir ki, bu tarz mevlid törenleri sonra bütün İslâm memleketlerinde âdet hâline gelmiştir.
Türk düşüncesi daha çok millet sevgisi, Tanrı korkusu, doğruluk ilkeleri ile belirlenen devlet adamı, teşkilâtçı ve idareci yetiştirmiştir
Ünlü dilci Max Müller’in, Türkçe’nin grameri şekilde hayret verici güzelliktedir. Fiil, isim vb. gibi unsurlarda görülen uyarlık ve intizam, bütün kolları ile Türk dilinin bünyesinde mevcut açıklık ve sâdelik, insan zihninin, ruhunun dil yapısında ne kadar yükselebileceğini gösterir diyerek belirttiği bu özelliklere, başka dillerde konuşmağa başladıktan sonra hatıra geldikçe yeni fikirler katıştırılmasına yardımcı durumundaki cümle içi bir takım bağlantı ekleri benzerlerinin Türkçe’de yer almamış olması ilâve edilebilir ki, bu da dilimizde doğru bir cümle kurabilmek için konuşmadan önce iyice düşünmek gerektiğini, ihtar eden bir zihnî disiplin belgesidir.
Türklerin dikkat çekici ahlâki bir özelliği de utangaç bir millet oluşudur.
Çin yıllıklarında şöyle haberler vardı: Uygurların ataları Kao-Kü’ler Çince yazarlar, fakat Hunca da yazarlardı Klâsikleri Hun dili ile okurlardı
Fakat Türklerin daha önceki çağlarda da yazıları vardı. Zira, yazının icadı sebeplerinden biri devlet idaresi olduğuna göre, çok geniş sahalara yayılmış büyük Türk imparatorluklarını yazı olmaksızın idare etmek hemen hemen imkânsızdı.
Türkler -Avrupa bölgelerindekiler dahil- tarihleri boyunca yâni İslâmiyet’ten önce dahi, hiç domuz beslemedikleri gibi, etini yemekten de hoşlanmamışlardır.
Yerleşik insan, elindeki küçük arazinin sağladığı imkânlarla sınırlı kalmak mecburiyeti karşısında bir nevi tevekküle bağlanırken (yerleşiklerde dinî tutkunluk bundan doğuyor), Bozkırlı, sürülerin karnını doyurmak için yeni yeni otlaklar peşinde iklimden iklime koştuğundan dünyayı dar gören bir tip hâlinde gelişmiştir.