Basri Gocul kitaplarından Türk Milli Destanı Oğuzlama kitap alıntıları sizlerle…
Türk Milli Destanı Oğuzlama Kitap Alıntıları
Zira bir Türk olarak yaratmış beni
Yazık ki, doğuşumu geciktirerek
Şairler arasına geç katmış beni
Çavlı kağan Oğuz’u saklıyor kucağında
Erkini, erdemini bütün diller sav yaptı
Gen yeryüzünün yedi iklim dört bucağında
Nice ağlayan güldü, bir gülen ağlamadı
En ak günler yaşadı Türk budunu çağında.
Kahramanlar yetişir elbet kahramanlardan!
Ok alan boy beyleri dediler ki: Akın var!
Oklardaki çentikler sayı belirtiyordu.
Devşirilen çeriyle meydana geldi ordu.
Başlarında börkleri, sırtlarında kürkleri,
Erlikleri denenmiş Ortaçeli Türkleri:
Geniş geniş omuzlar, iri iri gövdeler,
Bir küçük çocuk görse: Masallık devler mi? der
Yayımızı gevşetme, tolgamızı ezdirme,
Okumuzun hızını rüzgarlara kestirme
Bütün boş beşikleri çocuklar ile doldur
Ki, savaşçı soyumuz eksilmesin, üresin,
Düşmandan öç alacak cılasınlar türesin!
Ki, herkes oklarını sesinden tanıyordu;
Gökte kuşlar uçamaz olmuşlardı korkudan,
Yoktu güreşçilikten yana elini tutan
Hepsinden de üstündü belki ata binişi,
Görenin parmağını kanatıyordu dişi
Hızla gittik, hazla döndük.
Savaşımız zor oldu,
Çokla gittik, azla döndük
Yeneceğiz! demiş idik,
Verdiğimiz sözle döndük
Yaprağı eğlim eğlim
Sen böyle oynadıkça
A benim selvi boylum,
Şen olur gamlı gönlüm
Sallarım haldır haldır
Kollarım halsiz düştü
Gene de beşiğinden bakarsın beldir beldir
Kaygı dolu tüm yüreği
Oğullanmak tek dileği
Ey canlı, cansız her şeyi
Eşsiz güciyle türeten!
Esirgeme Kam Büre’den
Gerekici yardımını
Sağla erler artımını!
Vereceğin yahşi oğlan:
Atam, desin; bana bağlan,
Azını çok edeceğim,
Derdini yok edeceğim
Karanı ak edeceğim
Övgünü hak deceğim!
Sayılmakla tükenmez şehidiyle gazisi
Yiğitlikçe hepsinin masallıktır değeri
Hepsi de ayrı ayrı ne kat öğülse yeri!
Erliğinden duyma gurur,
Unutma ki savaşanı;
Kalkan değil, Allah korur!
İkinci de döşün göçer,
Pis kanını itim içer
Geliyorum; katlan kafir!
Ay doğdu ışıl ışıl,
Seçilmeğe başladı
Ağaçlar yeşil yeşil,
Hu derim, uyusana
A yavrum mışıl mışıl!
Atadan oğula sürer kinimiz!
Birbirinden batır,
Angın kişiler hani?
Hep toprak altındadır!
Kalbimiz dolu emel
Gaafil yaşarken bizler
Gün gelip, erip ecel
Bizleri de yer gizler!
İman ile veresin verdiğin son nefesi
Bolay, Rabbim benimser ben neler diledimse
Didar görsün duama Amin! diyen her kimse!
Emdir sayrılara temiz havası
Düşmanların bile gelir övesi
Ah Oğuzlareli
Oğuzlareli
Irmak boylarında söğütleri var,
Söğüt gibi boylu yiğitleri var;
Yiğitlerinin hoş giyitleri var
Ah Oğuzlareli, Oğuzlareli
.
.
.
.
Bir gün
Yaş doksana, yüze gelir.
Kürkten, börkten sonra sıra
Birkaç arşın beze gelir.
Anaların biriciği!
Her ne zaman ölürse
Cennet olsun yerciği!
Dönek er, yiğit artığı!
Döğdüklerin kim?
Atasız iki oğul!
Yetim döğeceğine
Gidip avrada döğül!
Yaşa hey benzersiz er!
Ayağını öpmeli
Alnından öpülenler
Emrimi bil:
Kırk erce kuvvet verdim
Beğil oğlu Emren’e
Düşmanı insan değil.
Ejder de olsa yene!
Adımı düşürmezse
Cenk sonu dilden gene
Cılasınlık şanına
Seçkin alplar imrene!
Mümkün mü boğazından onu sokması?
Kocaya bağlı avrat;
Ataya düşkün evlat;
Her üçü ulu devlet!
Başıma taş vuruldu
Yahşiden ayıran cenktir yamanı
Bakışları düğümlüyor yanak alı.
Dolunayca parlıyor yay kaşlı yüzü,
Gözleri ise andırmakta renkçe balı.
Çekiç yemiş demir gibi!
Pençe sunsam kararmakta
Kaptığım yer kömür gibi!
Nerde boğa? Yoğurayım
Teknedeki hamur gibi.
Kan damlamış kar gibi.
İpince dudakları
İki dilim nar gibi.
Ay, ne tuhaf gülüyor,
Gıdıklayan var gibi.
Iğlım ığlım yürüyor
Taşmış mayalar gibi.
Ne saçlar! Bir top yılan
Boynunu boğmuş dersin.
Ne bakış! Uyanmış da henüz göz oğmuş dersin.
Ne ses! Konuşuyorken
Cıvıldayan kuş dersin.
Göreni öldürmeğe
Anadan doğmuş dersin.
Oğuz Han’dan kalan dünya;
Gecesiyle, gündüziyle
Kaygılara salan dünya!
Böyle böyle bizi dahi
Yeraltına alan dünya!
Kundaktayken ak kefene belletmişim!
Gür naralı yiğitlerin nicesini
Kuzu gibi, oğlak gibi meletmişim!
Ala gözlü gelinlerin nicesini
Muratlanma gecesinde dul etmişim!
En zulümcü sultanların nicesine
Saraylarda ben merhamet diletmişim!
Yaygın ünlü dört melekten biriyimdir,
Dirilerin canlarını almak işim!
Geçmeyenden kırk akça alırdı döğe döğe
Yurtta kılıç tutacak kol sayısını çoğalt!
Dahi sana karşı ki sevgimizden ötürü
Ordumuzu üstün kıl cenklerde gösgötürü!
Ölüme dilekli olsun!
Epey kılıç sallanacak,
Bükülmez bilekli olsun!
Kargısı demir uçluklu,
Okları yedekli olsun!
Kurt kulaklı at çok koşar,
Atı kurt kulaklı olsun!
Söğütçe boyun olsun!
Uyu uyu! Büyü de
Yiğitçe huyun olsun!
Kılıçların özpulat,
Okların kayın olsun!
Geçen zaman pişmanlıkla geri dönmez.
Yazılmasa kul başına kaza gelmez.
Ecel vade ermeyince kimse ölmez.
Üçünden ürk!
Taht değiştirmez bahtı!
Dünyada en eski, en üstün soysun!
Gerçek dışı inançla söz açan bana
Tarihler getirip önüme koysun!
Harcanmış emekleri heder değildir.
Lazımsa da hepsine türbeler yapmak,
Yurdumuzun taşları yeter değildir.
Çadır altında doğar, at üstünde ölürüz!
Üçünden ürk!
Eşin yok altında göğün!
Zira bir TÜRK olarak yaratmış beni.
Cedlerinden mirastır SAVAŞ SEVGİSİ Türk’e!
Uğraması mukadderdir zarara!
Kınamadan bir defa lâzım sınamak.
Aygır ölür, gönü kalır;
Bu bir fâni dünyadır ki
Yiğit ölür, ünü kalır.
Eşin yok altında göğün!
Cedlerinden mirastır SAVAŞ SEVGİSİ Türk’e!
Dönek Er, Yiğit Artığı!
Aygır ölür, gönü kalır;
Bu bir fâni dünyadır ki
Yiğit ölür, ünü kalır
Kan Turalı, Kan Turalı!..
Oğuz Han’dan kalan dünya;
Gecesiyle, gündüzüyle
Kaygılara salan dünya!
Böyle böyle bizi dahi
Yeraltına alan dünya!
Taht değiştirmez bahtı!
İsmini alamazdı kan dökmeden bir oğlan!..
Çadır altında doğar, at üstünde ölürüz!
Belki bir gün anılır harcanmış emeklerim
“Kopuz”, bilindiği gibi bugünkü çöğür, bağlama ve sazın anası olan millî Türk sazı, “Oğuz” da büyük Türk ırkının en mühim unsurlarından biri, yani bugün Anadolu, Azerbaycan ve Irakta yaşıyan Türklerin hemen umumiyetle mensup bulundukları kavmin adıdır. O halde kopuzlama ve oğuzlama ne oluyor diye sorulacak. Acaba bu kelimeler de Dil Kurumunun uydurduğu asılsız, fasılsız şeyler mi diye düşünülecek.
Hayır, bunlar uydurulmuş değil, yaratılmış kelimelerdir. Nasıl “yiğit” manasına gelen “koçak”tan “hamâsi şiir” manasına “koçaklama” kapılmışsa, nasıl “güzel”den “garâmî şiir” manasına “güzelleme” yapılmışsa bu meçhul köy öğretmeni de kopuzlama ve oğuzlama kelimelerini icad etmiştir. Kopuzlama, kopuzun beraberliğiyle söylenen eski destanlara kıyasen Türk destanı, oğuzlama da Oğuz Türklerinin destanı demektir. Halk şiirleri üzerinde, pek sathî bile olsa, biraz durunlar ikinci okuyuştan sonra kopuzlama ve oğuzlama kelimelerine alışmaktadırlar.
Bu meçhul şair, belki de ilerde millî bir şöhretin sahibi olacak olan bu köy öğretmeni “Basri Gocul” adında bir gençtir. Vaktiyle komünist Nazım Hikmete karşı çıkarışmış bir iki küçük şiir risalesini hatırlıyorum. Ömrünü tek ülküye, Türk destanını manzum olarak yazmak düşüncesine vermiştir ve tek gaye üzerinde koşan insanların çoğu gibi onun da muvaffak olması pek muhtemeldir.
Her türlü yayınların pek bol, bol değil de müptezel olarak yapıldığı şu son zamanlarda şiirden ve şairlerden bahseden münekkitlerin onun adını da söylediklerini hatırlıyorum. Münekkitler bunda belki haklıdırlar. Bütün yazılanları görmek kabil olmadığı gibi yığınla yazılanlar arasında ölçülü bir tercih yapmak da imkansızdır. Fakat “zaman” iltimassız süzgecini kullanacak; zayıfları, değersizleri süzüp atacak, o zaman belki de bugün adı anılmıyanlardan bazıları edebiyat tarihine girecektir.
Ben, Basri Gocul için bu ihtimali varid görenlerdenim. Uğraştığı konunun heybeti ve haşmeti belki ilerde onun adını edebileştirecektir.
Şimdiye kadar bazı gazete ve dergilerde onun millî destanından bazı parçalar görüyorduk. Sonra Dil Kurumunun bu destanı mükafatlandırdığını işittik. Fakat Ahmet Cevadın tercüme ettiği millî Yunan destanını neşreden Türk Dil Kurumu, Basri Goculun eserlerini neşretmeğe niyeti görünmedi. Nihayet geçen yılın sonunda biazzat şair “Örnekler” diye bir kitapçık çıkararak oğuzlamanın bazı parçalarını umumî efkâra sundu. Kitapçılarda satılmıyan, ancak Mudurnudaki sahibinden tedariki mümkün olan bu kitaptan öğrendiğimize göre Basri Gocul, Türk destanını iki cilt halinde yazmıştır. Birinci cilt kopuzlama adındadır ve “Türk Hanédan “Çingiz Han”a kadar olan çağları almaktadır. İkinci cilt oğuzlamadır. Dede Korkut hikayeleri bu ikinci cilttedir. İkinci cildin 10.000 mısradan fazla tuttuğunu yine şairin ifadesinden öğreniyoruz.
Türk destanını nazma çekmek için yalnız şairliğin kâfi gelmiyeceği, destanın ruhuna da nüfuz etmek gerektiğini iyice takdir eden Basri Gocul millî destanlar üzerindeki yazıları dikkatle okumuş, onu iyice kavramıştır. Dede Korkutta bir nevi serbest nazımla yazılmış olan manzumeleri adeta restore ederek ortaya cidden başarılı neticeler çıkarmaktadır.
Basri Gocul, Oğuzlamayı hecenin muhtelif vezniyle yazmış ve 7,8,11,12 hecelileri kullanmıştır. Eski Türkçe kelimeler de az değildir. Fakat bu manzumelerde bir yapmacık, bir zorakilik yoktur. Mesela şu yeltemeye, yani hüküm manzumesine bakın:
Kiyir kiyir kişneşiyor
Atlar yeri eşe eşe!
Gün doğusu kızıllaştı;
Yayılalım dağa, taşa!
“Tayma! Tayma” naraları
korku salsın uçar kuşa!
Bir uğurdan saldıralım
Çarpıyorken oklar döşe!
Düşmanların aklı şaşa!
Hanlar, beğler aramızda;
Emeğimiz gitmez boşa!
Can kaygısı çekmek olmaz,
Yazılanlar gelir başa!
Kırılmakla tükenmeyiz;
Bakmamalı üçe, beşe!
Tunç topuzlar yüz dağıta,
Kunt cıdalar bağır deşe!
Dahi kılıç çarpışından
Baş, bacaklar ayrı düşe!
Cenk meydanı dolusunca
Üşmelidir kuzgun leşe!
Tam hamâsî bir şiir olan bu parçadaki “kiyir kiyir kişnemek” bize hiç de yabancı gelmiyor. Manasını da hiçbir sözlüğe bakmadan anlıyoruz. Keza “tayma”nın bir hücum narası olduğunu da kolayca farkediyoruz. “Döş” kelimesi bugün edebî dilde mevcut değildir. Fakat “döl döş” tabirinde kullanılıyor, “döşek” kelimesi de buradan geliyor. Bir nevi kargı olan “cıda” sözlüklerde kalmış bir kelime olmakla beraber bu manzumenin havası içinde okuyanı yadırgatmıyor.
Görülüyor ki Basri Gocul halk şiiriyle haşır neşir olmuştur. Mesela yukarı ki parçanın:
Kırılmakla tükenmeyiz;
Bakmamalu üçe, beşe
Beyti, halk şairi “Muhibbi”nin:
Sayılamaz parmak ile,
Tükenmeyiz kırmak ile,
Taşramızdan sormak ile
Kimse bilmez halimizi
dörtlüğünü hatırlatıyor. Keza “yazılanlar gelir başa” mısraındaki fikir bütün halk edebiyatında, anonim edebiyatta, Türk halkında, müşterek olan bir fikirdir. Hatta Sultan Cem bile:
Herkesin başına yazılan gelür, devrandur diye aynı fikri nazmen söylemiştir. Sondan bir önceki beyitte, mısraın “dahi” kelimesiyle başlaması da bize yabancı gelmiyor. Bu bakımdan Basri Gocul, merhum Rıza Nurun söylediği “Türkçe kelimelerin bir destanı ifade edebilecek şekilde billurlaşmasını sağlamış demektir. Hakikaten öteki parçalarda da bu billurlaşma göze çarpmaktadır. Sanki uzun zamanlardan beri Türkçe ile türlü destanlar yazılıyormuş gibi gözüken icaz kudreti Basri Goculda da olgunluğa doğru gidiyor. Örnek olmak üzere “Kanturalı”nın bir söylemesini alıyorum: Kanturalı tehlikeli bir maceraya atılmak üzeredir. Babası, oğlunu vazgeçirmek için gidileceği yerin korkunç sarplığından, baş kesen cellatlardan, zindanlardan, insanı belaya sokan yosmalardan bahseder. Kanturalının cevabı şudur:
Yollardan korkar mıyım?
Aygırım nal dökerdir.
Okçudan korkar mıyım?
Cebem temren bükerdir!
Cellattan korkar mıyım?
Yumruğum döş çökertir!
Zindandan korkar mıyım?
Yoldaşım kırk nökerdir!
Yosmadan korkar mıyım?
Döneceğim bu yerdir!…
Kendisini millî destanın güzelliğine kaptıran için, Dede Korkuttaki tekrirlere benziyen bu tekrarlamalar çok hoştur. Millî kültürü olmıyanların bundan zevk almıyacağı tabiîdir. Millî destanlar taammüm edip halka ve ilkokul çocuklarına kadar yayıldıkça bundan alınan zevk de umumileşecek ve büyüyecektir. Çünkü zevk kısmen muhit meselesidir. Eskiden makbul olmıyan yarım kafiyeler bugün hoşumuza gittiği gibi destanlardaki ruh da yarın beğenilecektir.
Bu bakımdan Basri Gocul bugün, belki kendisinin de farkına varmadığı, büyük bir iş üzerindedir. Acele etmeyişi, yazdıklarını mütemadiyen değiştirmesi (bunu kendisi söylüyor), durmaksızın çalışması onun başarısını hazırlıyan sebeplerdendir. Kendisi şehirlerin gürültülü hayatından uzaktadır. Beynini ve gönlünü dinleyebilecek bir muhit içindedir. Bundan dolayı eserine ihtirasla sarılması, ortaya koyabileceği en yüksek değeri yaratabilmesi kabildir.
Şehnameler devri geçmiş değildir. Bugün başka milletlerde mensur destan olarak çok lirik tarihî romanlar yazıldığına şahit oluyoruz. Biz ise her ikisini de başaracak bir tarihî çağda bulunuyoruz. Korkunç içtimai kasırgalar arasında, oluşlar ve ölüşler ortasında yeni bir manevî nizama, yeni bir hamasî devre doğru gittiğimizi gösteren alametler de var. Milli destan üzerindeki ümit verici çalışmalar bu alametlerden biridir.
Hüseyin Nihal Atsız
parçanın:
Kırılmakla tükenmeyiz;
Bakmamalı üçe, beşe
beyti, halk şari Muhibbî’nin:
Sayılamaz parmak ile.
Tükenmeyiz kırmak ile
Taşramızdan bakmak ile
Kimse bilmez halimizi
dörtlüğünü hatırlatıyor. Yine “yazılanlar gelir başa” mısraındaki fikir bütün
halk edebiyatında, anonim edebiyatta, Türk milletinde ortaklaşa bir fikirdir.
Hattâ Sultan Cem bile:
“Herkesin başına yazılan gelir, devrândır” diye aynı fikri manzum
olarak söylemiştir
Atlar yeri eşe eşe!
Gün doğusu kızıllaştı;
Yayılalım dağa, taşa!
“Tayma! Tayma” naraları
korku salsın uçar kuşa!
Bir uğurdan saldıralım
Çarpıyorken oklar döşe!
Düşmanların aklı şaşa!
Hanlar, beğler aramızda;
Emeğimiz gitmez boşa!
Can kaygısı çekmek olmaz,
Yazılanlar gelir başa!
Kırılmakla tükenmeyiz;
Bakmamalı üçe, beşe!
Tunç topuzlar yüz dağıta,
Kunt cıdalar bağır deşe!
Dahi kılıç çarpışından
Baş, bacaklar ayrı düşe!
Cenk meydanı dolusunca
Üşmelidir kuzgun leşe!
Aygırım nal dökerdir.
Okçudan korkar mıyım?
Cebem temren bükerdir!
Cellattan korkar mıyım?
Yumruğum döş çökertir!
Zindandan korkar mıyım?
Yoldaşım kırk nökerdir!
Yosmadan korkar mıyım?
Döneceğim bu yerdir!