Mizancı Mehmed Murad kitaplarından Turfanda mı Yoksa Turfa mı kitap alıntıları sizlerle…
Turfanda mı Yoksa Turfa mı Kitap Alıntıları
“Gözleri açıktı. Fakat beyni, içinden gelen duygular ve üzüntülerle dopdoluydu.“
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Ah, güzelim! Bir kere görsen! İnsanların neler yapabileceklerini görerek kahrolursun.
Günahkârlar günah işlemekle yetinmeyip günahları günahsız masumlara yüklemek kastında bulunuyorlar!
Düşünmeksizin, sadece bugünü gözeterek hissi davranmaktan tahmin edilemeyecek neticeler çıkabilir. Olgun insan için yarını düşünmek lazımdır.
Sözlerimin işine gelmeyenini bırakıp, işine geleniyle kendini savunmaya kalkmak mantık usulüne uygun olmaz.
Kazanılmış bilgilerin kullanılacağı yer olmadıktan sonra onları edinmenin ne lüzum ve faydası var?
Kitap okumak sayesinde dünyanın iyi ve kötü taraflarını öğrenmiş bir hanımdı.
”Çapkın, fahişe isnadı pek ucuz alınıp verilir. Lakin tahsil ve terbiye eksikliğinin kurbanı bulunan bu cahil çocuklar, acaba bunu hak etmiş olabilirler mi?
Derdini paylaşacak bir can yoldaşına malik olmadığı için yeniden kederlendi.
Tam insan olmak arzusunda bulunanlar yaşamak denilen mücadelenin acı ve tatlı tecrübelerinden hisselerini almalıdırlar.
Doktor, her memleket, her cemiyet için yararlı bir insan olabilir.
Zamanımız maarif zamanıdır. Kültürsüzler için kuru ekmek bile güç bulunacaktır. Sen bir kere tahsilini bitir, adam ol. O vakit dünyanın her bir kapısı senin için açık olur.
Gözleri açıktı. Fakat beyni, içinden gelen duygular ve üzüntülerle dopdoluydu.
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner, katlanabilmektir.
Sessiz seyirci sıfatında kaldıkça maddi manevi mesuliyet yükünden vicdanınızı kurtaramazsınız.
Belki gözlerinden ziyade, gönlüyle görüyordu.
Bir kadının yetenekleri yalnız kocasının zevk ve hoşnutluğunu arttırmaya sınırlı kalcaksa, yine kadın demek erkeklerin ihtiyaçlarını ve gereksinimlerini tamamlayacak ev eşyasından biri demek değil mi?
Medeni olduğu iddiasıyla mağrur olan Avrupa, hâlâ cehalet devrine mahsus olan garaz ve taassubu bir türlü elden bırakamıyor! Acaba kasıt mı var yoksa sade gaflet mi?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Toprağın her bir karışı birer tarih sayfasıdır. Gayret ve vatanseverlik kanıyla yoğrulmuş hayat ve kuvvet macunudur.
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Bir kadının marifetleri, yalnız kocasının zevk ve hoşnutluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramayacaksa, yine “kadın” demek, erkeklerin ihtiyaç ve hizmetlerini yerine getirecek ev eşyasından biri demek değil mi ?..
Ayakta yürümeye güç kazandığı günden itibaren ebedi istirahat gününe kadar vakıa insanoğlu için vazifeden uzak bir gün bulunmaz.
Belki gözlerinden ziyade gönlüyle görüyordu.
Mesela geçen günkü fırtınada komşunun bahçesindeki ağaçtan şuraya yirmi kadar armut düşmüştü. Helal maldan saymadığınız için toplatıp sahibine yolladınız. Pekala! Fakat bu kadar ince düşünen zât-ı âliniz, her vakit meclisinizde dönen yolsuzluklardan, satın almalardaki hırsızlıklardan bahsedersiniz. Ehemmiyetsizce gülerek şunu bunu ayıplarsınız. Sonra devlet hazinesinin zararına olarak yapılan o sözleşmeleri imzaladığınızı mı saklamıyorsunuz!
Komşunun birkaç armudu hakkında bu kadar ince düşünürken niçin kul hakkı ile devlet hazinesini düşünmezsiniz? Halbuki bununla dünya ve ahirette makbul olacağınızdan başka, en birinci, en tabii vazifenizi yapmış olacaksınız. Sessiz seyirci sıfatında kaldıkça maddi, manevi mesuliyet yükünden vicdanınızı kurtaramazsınız.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
İsmail – Canım kardeşim, sen hiç yorulmaz mısın? Bu ne olacak? Gündüz yaz, gece yaz… Biraz da nefes almalı, dolaşmalı değil misin?
Mansur – Ne yapalım kardeşim? İşlerim çoktur.
İsmail – Adam sen de! Bu işleri sana bir kimse yüklemiyor ya! Sen kendin çıkarıyorsun.
Mansur – Vicdanım, vazifem yüklüyor, kardeşim. Elde değil.
Günahkârlar günah işlemekle yetinmeyip günahları günahsız masumlara yüklemek kastında bulunuyorlar! Aman Ya Rab! Bu ne kadar alçaklık?
mali sıkıntı var, buyuruyorsunuz. ortadaki israfa bakılırsa sıkıntının varlığına inanılamıyor. diyelim ki gerçekten sıkıntı var. gidermek için girişimden eser görülmüyor. bu girişimler iktidarınız, göreviniz dahilinde değil midir?
uygar olduğu savıyla gururlanan avrupa, hala cehalet zamanına özgü kin ve tutuculuğu bir türlü elden bırakmıyor!
Çağımız eğitim çağıdır. Bilgisizler için kuru ekmek bile güç bulunacaktır.
İnsan halidir. Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Salkıma yetişemeyen tilki üzümün henüz ekşi olduğunu iddia etmiş.
Allah kerimdir, amenna. Lakin o kerim olan Ulu Allah Allah kerimdir diyerek kendinizi kuyuya atınız buyurmuyor.
Bir kadının marifetleri, yanlız kocasının zevk ve hoşnutluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramayacaksa, yine kadın demek, erkeklerin ihtiyaç ve hizmetlerini yerine getirecek ev eşyasından biri demek değil mi?
Sık ormandan çıkıp ekinliklere geldikleri vakit şimşekler gözlerini kamaştırdığı gibi, gök gürlemesi de kulak zarlarını sanki çatlatıyordu. Iri iri seyrek yağmur taneleri düşmeğe başladı. Arabalara daha beş dakikalık yol vardı. Yetişmek mümkün değildi. Bu arada bir iki yıldırım sesi kadınları fena hålde ürkütmüştü.
Artık ne çare! Kader böyleymiş!
İçi dolmuştu. Lâkin ne çare? Derdini paylaşacak kimsesi yoktu.
Olgun insanlar için yarını düşünmek gerekir.
Bunaltıcı Ağustosun içindeyiz. Şeyh Salih Efendi’nin ailesi yalının havuz başında toplanmış. Burada ana binadan bağımsız selâmlık ve harem dairelerinden başka dağ tarafında ayrıca korusu, bağı, bahçesi vardır. Bu koruda yüksek bir set üzerinde ulu ıhlamur ve akasya ağaçlarının içinde kaybolmuş küçük bir köşk daha olup, yalı halkınca yeşil köşk adıyla bilinir.
Burası makam-ı resmidir. Şikâyetiniz varsa mercimize müracaat etmeye muhtarsınız.
Yoksa burada haysiyet kırıcı söz söylemeye hakkınız yoktur, haddiniz değildir!
Mansur Bey’in dedesi bulunan İbn Galib’in dört oğlu olup Ebu’l-Mansur üçüncüsüydü. Mansur Bey’in en küçük amcası Muhammed el-Muzaffer dahi iki sene sonra babası gibi şehitlik mertebesine yükselmişti. Ondan da Mansur Bey’den bir sene sonra doğmuş Zehra namında bir kızdan başka zürriyet kalmamıştı.
Hava hafif poyraz, gökyüzü açıktı. Güneşin kuzeye özgü parlaklığıyla manzaranın sadece İstanbul’da görülen letafet ve tazeliği acı tecrübelerle yeni yaralanmış bulunan Mansur Bey’in temiz yüreği ile bir uyum oluşturmaktaydı.
Zehra kitap mütalaası sayesinde dünyanın bütün yönlerini öğrenmiş bir hanımdı. Bunları takdir etmemek elde değildi. Fakat Zehra, Mansur’un hiçbir halini takdir etmek istemiyordu. Yüksek düşüncesi Mansur’un birçok hallerini zorla övmekten geri kalmıyordu. Diğer taraftan Mansur’un doktorluktaki ustalığı, mektep derslerindeki başarısı, bahusus fukara ve acezenin tedavisi hakkındaki fedakârane gayreti, İstanbul’da emsalsiz olup dillere düşen muayenehanesi Mansur’u hüsn-ü tavsiye ediyordu. Yirmi yaşındaki bir çocuk İstanbul’da pek çabuk ünlenmişti.
Fatma, Zehra’nın düşüncelerini, kendisinden alınan sözü anlattı. Mehmed Efendi büyük bir hayret ve sevecenlikle ölüm halinde yatan Zehra’nın yüzüne baktı. Bu halde yine güzelliği göze çarpıyordu.
Tam insan olmak arzusunda bulunanlar yaşamak denilen mücadelenin acı ve tatlı tecrübelerinden hisselerini almalıdırlar. Açlık ve çıplaklık âlemini öğrensinler ki tokluklarının da kadrini bilsinler.
Başka bir kimsenin canını yakmadım, lakin yüreğimi ezdim.
Az kaldı, “O kalp benimkini de içinde eritip, sensiz, benliğime ihtimal bırakmadı” diyerek bağıracaktı.
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Yüreğimizde açılan üzüntü yaraları, ancak sevginizin merhemiyle iyileşecektir.
Mansur Bey gibi adamlar iki kere âşık olmazlar. Bir kere hissettikleri aşkı ölünceye kadar unutamazlar.
Her şey Cenab-ı Hakk’ın taktir ettiğine varır.
Tam insan olmayı isteyenler, yaşamak denilen mücadelenin acı ve tatlı tecrübelerinden paylarını almalıdırlar.
Şüphem yoktur. İstikbalimiz, mazimize bile gıpta ettirecektir.
Medeni olduğu iddiasıyla mağrur olan Avrupa, hâlâ cehalet devrine mahsus olan garaz ve taassubu bir türlü elden bırakamıyor! Acaba kasıt mı var yoksa sade gaflet mi?
Yaşı ilerledikçe kitap okumaya merakı sonsuzcasına artmıştı.
İlkbaharı müjdeleyen ve sakınmaya yönelten kıştır. Bahar bilgi ve kültürün çiçek açmasıyla, yeniden kendini gösterecektir.
Belki gözlerinden çok, gönlüyle görüyordu.
Zehir, zehirlemek maksadıyla hazırlanmıştı.
Şu politikanızın neticesi bulunacak felaketten dolayı, gelecek nesillerin lanetlerine uğrayacağınızı hatırınıza getirince rahatsız olmaz mısınız? (…) Ben ihanetin her türlüsü hakkında tarihte çok şeyler gördüm. Lakin böylesine hiç rast gelmedim.
Zamanın modası olan boynu ve göğsü açık entarisi belini kucakladıktan sonra adeta kendinden geçmiş bir halde yayılıp yerlerde sürünüyordu.
İşte şu karşınızdaki genç efendi, üç ay evvel memur olmuştur. (…) Hemen saniye rütbesini almıştır. Kendisi tercüman beyin yeğenidir. (…) Mahalle mektebine bile uğradığı şüphelidir. (sf. 76)
Resmi bir daire imaret olamaz. Şunu bunu hoşnut etmek için lüzumu olmayan bir adam resmi daireye alınamaz. (…) Kaleme alınacak bir efendi, mutlaka belli bir resmi vazifeyle mükellef olmalı, diğer taraftan yüksek mekteplerden diploması olmayanları Kapı’ya uğratmamalıdır. (sf. 194)
En büyük canileri hakkettikleri cezayı buldularsa da bazıları henüz iktidardadır.
Şatomuzun içi boştur, cansız, ruhsuzdur.
Dış borçların faizleri dış borçla mı veriliyor?
Durmak caiz değildir.
Cahilliğin yok edilmesi hakkında uzun uzadıya düşünceler yazılmıştı.
İslam birliğinin oluşumunu sağlayacak şey kılıç değildir, eğitimidir.
Çünkü İstanbul’un sokaklarının durumu her yönden canını sıkıyordu.
Mansur sanki bunu görmemiş gibi, gözetmenin saldalyesine doğru gidip boş sandalyeye resmi bir selam verdikten sonra yerine döndü.
Halbuki efendilerinin yirmi yedisi tamamen görevsiz, sorumluksuz maaşlı müdavimlerdi .
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Ah, güzelim! Bir kere görsen! İnsanların neler yapabileceklerini görerek kahrolursun.
Günahkârlar günah işlemekle yetinmeyip günahları günahsız masumlara yüklemek kastında bulunuyorlar!
Düşünmeksizin, sadece bugünü gözeterek hissi davranmaktan tahmin edilemeyecek neticeler çıkabilir. Olgun insan için yarını düşünmek lazımdır.
Sözlerimin işine gelmeyenini bırakıp, işine geleniyle kendini savunmaya kalkmak mantık usulüne uygun olmaz.