İçeriğe geç

Tüfek Mikrop ve Çelik (Ciltli) Kitap Alıntıları – Jared Diamond

Jared Diamond kitaplarından Tüfek Mikrop ve Çelik (Ciltli) kitap alıntıları sizlerle…

Tüfek Mikrop ve Çelik (Ciltli) Kitap Alıntıları

Bugünlerde Ortadoğu’ daki Müslüman toplumlar göreceli olarak tutucu, teknolojide ön saflarda yer almıyorlar. Ama Orta Çağ’da aynı bölgedeki Müslümanlar teknoloji bakımından ileriydiler, genellikle yeniliklere açıktılar. Çağdaş Avrupa’ dakinden daha yüksek okuryazarlık oranına ulaşmışlardı.
1808’de Charlie Savage adlı bir İngiliz gemici tüfeklerle ve eşi görülmemiş bir amaçla donanmış olarak Fiji Adaları’na geldi. Savage, tek kişi olarak Fiji’nin güç dengesini altüst etmeye kalkıştı. Pek çok serüveni arasında kanosuyla bir ırmağı izleyerek bir Fiji köyü olan Kasavu’ya gelip köyü çevreleyen çitin bir tüfek atımlık uzağında durarak savunmasız yerlilere ateş etmek vardı. Kurbanlarının sayısı öylesine fazlaydı ki hayatta kalabilen köylüler cesetleri üst üste yığıp cesetlerin arkasına saklanmışlardı ve köyün kenarından geçen dere kandan kıpkırmızı olmuştu.
İlk fethin üzerinden altı yıl geçtikten sonra İspanyollara karşı iyi hazırlanmış, geniş çaplı, çok ciddi iki İnka ayaklanması oldu. Bütün bu çabalar İspanyolların silah üstünlüğü karşısında başarısızlığa uğradı.
Cajamarca çarpışmasında 168 İspanyol, sayıları kendilerininkinin 500 katını bulan Amerikan yerlilerini yere sermiş, binlerce yerliyi öldürürken tek bir kayıp bile vermemişti.
Amerikan yerlilerinin başlangıçta at ve tüfek diye bir şey bilmediklerini kolayca unuturuz. Bunları oraya Avrupalılar getirdi ve bunları eline geçiren yerli toplulukları bunlarla birlikte değişti.
Avrupalıların fetih hareketlerine yüzyıllarca ayak direyebilen tek Amerikan yerlileri, tüfek ve at sahibi olup bunları kullanmayı öğrenerek aradaki eşitsizliği azaltan kabilelerdi.
168 İspanyol askerinden oluşan bir ayaktakımı güruhuna kumanda eden Pizarro bilmediği yabancı topraklardaydı, oranın yerli halkını hiç tanımıyordu, en yakındaki İspanyollarla bağlantısı tamamıyla kopmuştu, kendisine destek olacak güçlerin zamanında yetişmesine olanak yoktu. Atahualpa, egemenliği altındaki milyonlarca insanla kendi imparatorluğunun tam ortasında oturuyordu; 80.000 kişilik ordusunun koruması altındaydı ve diğer yerlilerle yaptığı bir savaşı daha yeni kazanmıştı. Bütün bunlara karşın iki önder birbirleriyle karşı karşıya geldikten birkaç dakika sonra Pizarro, Atahualpa’yı esir aldı. Pizarro savaş esirini sekiz ay elinde tuttu ve onu serbest bırakma sözü karşılığında tarihin en büyük fidyesini topladı. Fidyeyi -5 metre eninde, 7 metre boyunda, 2,5 metre yüksekliğindeki bir odayı dolduracak kadar altını- topladıktan sonra sözünü tutmadı ve Atahualpa’yı öldürdü.
Avrupa ile Amerikan yerlileri arasındaki ilişkilerin en dokunaklısı, 16 Kasım 1532’de Peru’nun bir dağ kasabası olan Cajamarca’da İnka İmparatoru Atahualpa ile İspanyol fatih Francisco Pizarro arasındaki ilk karşılaşmaydı.
Polinezya’ya insanlar tarihin geç bir döneminde yerleşmiş oldukları için en eski Polinezya toplumu bile en son yerleşilen kıtaların (Amerika kıtalarının) 13.000 yıllık gelişim tarihi yanında yalnızca 3200 yıllık bir gelişim tarihine sahiptir.
Avrasya ile Orta Amerika’da birbirinden bağımsız olarak yazı geliştirilmiş; Polinezya’daysa, Paskalya Adası’nda, adalıların belki Avrupalılarla ilişkisinden sonra ortaya çıkmış olabilecek o gizemli yazı dışında yazı diye bir şey görülmemişti.
Bir gün fok avlamaya çıkan bir Avustralya gemisi Yeni Zelanda’ya giderken Chatham Adaları’na uğradı ve Yeni Zelanda’ya bu adalardan haberlerle döndü. ‘Balıkları, kabuklu deniz hayvanları çok bol, göllerinde yılanbalığı kaynıyor; karaka meyvesi istemediğiniz kadar . Epey insan var ama savaştan anlamıyorlar, silahları yok.’ 900 Maori’nin Chatham Adaları’na yelken açması için bu haber yeterliydi.
Gidip yerleşecek başka ada bulamayan Morioriler, Chatham Adaları’nda kalmak ve birbirleriyle iyi geçinmeyi öğrenmek zorundaydılar. Bunu da savaş denen şeyi tamamıyla defterden silerek başardılar, nüfus artışından doğabilecek anlaşmazlıkları en aza indirmek için de bazı erkek çocuklarını kısırlaştırıyorlardı. Sonuçta az nüfuslu, savaşçı olmayan, basit teknolojiye ve silahlara sahip, güçlü önderlerden ve örgütlenmeden yoksun bir toplum çıktı ortaya.
Chatham Adaları’na gelip yerleşen ilk Maoriler çiftçilikle geçinen insanlardı belki ama geldikleri yerlerdeki tropik bitkileri Chatham’ın soğuk ikliminde yetiştirmek olanaksız olduğu için bunların avcılık ve yiyecek toplayıcılığıyla geçinmekten başka seçenekleri yoktu. Avcı/yiyecek toplayıcı olarak dağıtmak ya da depolamak üzere fazla ürün üretemediklerinden avcılık yapmayan zanaat uzmanlarını, orduları, bürokratları ve reisleri beslemelerine, ayakta tutmalarına olanak yoktu.
Çağdaş Maoriler, Yeni Zelanda’ya MS 1000 yılı dolayla rında yerleşen Polinezya çiftçilerinin torunlarıydı. Bundan kısa bir süre sonra bu Maorilerin bir bölümü Chatham Adaları’na gidip yerleşti ve Moriori oldular.
“İster bir şeflik olsun, ister bir devlet, herhangi bir sınıflı toplum için insan şunu sormalıdır: Halk kendi çileli emeğinin ürünlerinin hırsızkratlara aktarılmasına niçin göz yumuyor?”
MUTLU AİLELERİN HEPSİ BİRBİRİNE BENZER, MUTSUZ AİLELERİN MUTSUZLUĞUYSA KENDİNE ÖZGÜDÜR..
Teknoloji akışının yönü Avrupa dan İslam alemine doğru değil, büyük oranda İslam âleminden Avrupa’ya doğruydu
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Evcilleştirilebilen hayvanların hepsi birbirine benzer , her evcileştirilemeyen hayvanın evcilleştirilememe nedeni farklıdır.
Amerika kıtalarında Clovis öncesine ait kanıtlar çok zayıftır ama yaklaşık MÖ 11.000 yılında Amerika’da Clovis avcıları boy göstermeden çok önce Avrupa’da çağdaş insanların var olduğunu gösteren yüzlerce yerleşim yerine ait güçlü kanıtlar bulunmaktadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Amerika kıtalarındaki büyük hayvanlar daha önce 22 kez Buzul Çağı atlatmayı başarmışlardı. Peki niçin daha önce değil de 23’üncüde hepsi birden, hem de güya zararsız insanlarla birlikte yaşarken yok oldular? Niçin son Buzul Çağı sona erdiğinde yalnızca sıkışan topraklarda değil genişleyen topraklarda da, her türlü çevre koşullarında yok oldular?
Amerika kıtalarında güneye doğru yayılan avcılar daha önce hiç insan görmemiş hayvanlarla karşılaşmış, bu Amerikan hayvanlarını öldürmeyi kolay bulmuş, onların soyunu tüketmiş olabilirler.
Tıpkı Avustralya/Yeni Gine gibi Amerika kıtaları da başlangıçta büyük boy memeli hayvanlarla doluydu. Yaklaşık 15.000 yıl önce Amerika’nın batısının görünüşü Afrika’nın bugünkü Serengeti düzlüklerininkine çok benziyordu; fil ve at sürülerini aslanlar ve çitalar kovalıyor, deve ve yerde yaşayan dev tembelhayvan gibi tuhaf türlerin üyeleri de bu sürülere katılıyordu. Tıpkı Avustralya/Yeni Gine’deki gibi Amerika’da da büyük boy memeli hayvanlar yok oldular.
Dodolar, moalar, belki de Avustralya/Yeni Gine’nin dev hayvanları, avcılık becerileri tam anlamıyla gelişmiş çağdaş insanlarla hiçbir evrimsel hazırlıkları olmadan birdenbire karşılaşmak bahtsızlığına uğradılar.
tarihöncesi dönemde insanların yerleştikleri, iyi incelenmiş okyanus adalarının her birinde insanların gelişiyle birlikte hayvan türlerinin yok olduğuna tanık oluyoruz; kurbanların arasında Yeni Zelanda moaları, Madagaskar’ın dev makileri, Hawaii’nin uçamayan kazları var.
Polinezyalılar ın ataları yaklaşık 3200 yıl önce Büyük okyanus’a yayildıklarında çevre koşulları açısından büyük farklılıklar gösteren adalarla karşılaştılar. Birkaç bin yıl içinde polinezyalılar ın bu tek Ata topluluğunda büyük çeşitlilik gösteren o adalarda Avcı / yiyecek toplayıcı kabilelerden tutunda ilk imparatorluklara kadar farklı kardeş toplumlarda doğdu.Tek merkezden bu tür bir yayılma, toplumların son Buzul Çağ’ından bu yana farklı kıtalarda daha uzun sürede, daha büyük ölçekte, daha zor anlaşılır biçimde tek merkezden nasıl yayıldiklarını ve Avcı /yiyecek toplayıcı kabilelerden imparatorluklara kadar çeşitli toplumların nasıl ortaya çıktığını gösteren bir örnek olabilir.
Anladığımıza göre bazı kıtalarda insanlığın gelişimi başka kıtalardakinden daha önce başladı. (( Okuyucunun notu: Bu kitabın ana konusu olabilecek bir cümle gibi)
Gazeteciler yazarlardan koca bir kitabı bir tek cümle ile özetlemesi isterler her zaman. İşte bu kitap için o cümle şu: tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti ama bu, çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklılıklarından dolayı değil.
Tarihin seyrinin insanların doğuştan gelen farklılıklarını yansıttığını varsaymak insana mantıklı görünüyor.
Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti ama bu, çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklılıklarından dolayı değil.
Örneğin bilinen ilk çiftsiralı buğday tarımı MÖ 8500 dolaylarında Bereketli Hilal’de yapılmıştır.
Hindistan bugün dünyadaki nohut üretiminin %80’ini yapmaktadır. Bu yüzden insanın yapılıp nohudun Hindistan’da evcilleştirilmiş olacağı sanması işten bile değildir. Oysa nohudun yaban atası yalnızca Türkiye’nin güneydoğusunda bulunur. Nohudun gerçekte de orada evcilleştirildiği yorumunu destekleyen bir olgu daha vardır: Evcilleştirilmiş olabilecek nohudun Cilalı Taş Çağı’ndan kalma arkeolojik yörelerde bulunan ve MÖ yaklaşık 8000 yılına ait en eski kalıntılarına Güneydoğu Türkiye ile onun hemen yakınındaki Kuzey Suriye’de rastlanmıştır. Hindistan’ın güney ucunda nohut olduğunu gösteren arkeolojik kanıtlara söz konusu tarihten 5000 yıl sonrasına kadar rastlanmaz.
Avcı/yiyecek toplayıcı toplumlar nispeten eşitlikçi toplumlardır, bunlarda tam zamanlı uzmanlar ve babadan oğula geçen şeflik yoktur, grup ya da kabile düzeyinde çok küçük boyutlu toplumsal örgütlenme vardır. Bunun nedeni gücü kuvveti yerinde olan bütün avcı/yiyecek toplayıcıların zamanlarının çoğunu yiyecek bulmaya harcamalarıdır. Bunun tam tersine, yiyecek bir kez depolanmaya başlanınca siyasal bir seçkinler sınıfı başkalarının ürettiği yiyeceğin denetimini eline geçirebilir, vergi alma hakkını elinde turabilir, kendi karnını doyurma gereğinden kurtulabilir ve bütün zamanını siyasal etkinliklere harcayabilir. Bu yüzden de orta boy tarım toplumları şeflikler halinde örgütlenmişlerdir, krallar ise büyük tarım toplumlarında görülür.
Siyasal örgütlenmeyle birleşen denizcilik teknolojisi Avrupalıların başka kıtalara yayılmalarında, aynı zamanda pek çok başka halkların yayılmalarında da temel rolü oynadı.
Piarro’nun Cajamarca’da bulunuşu gemilere bağlı olduğu kadar, gemileri finanse etmek, inşa etmek, gemilere personel ve donanım sağlamak olanağına İspanyaya kazandıran merkezileşmiş siyasal örgütlenmeye de bağlıydı.
Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa’da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar.
Bu günlerde Ortadoğu’daki Müslüman toplumlar göreceli olarak tutucu, teknolojide ön saflarda yer almıyorlar. Ama Orta Çağ’da aynı bölgedeki Müslümanlar teknoloji bakımından ileriydiler, yeniliklere açıktılar. Çağdaş Avrupa’dakinden daha yüksek okuryazarlık oranına ulaşmışlardı.
Bugün Avustralya/Yeni Gine’de aynı derecede büyük boy memeli hayvan yok, aslında 50 kilogramlık kangurulardan başka iri hayvan yok. Ama eskiden Avustralya/Yeni Gine’de dev kangurular, diprotodon denen ve büyüklüğü bir inek büyüklüğünü bulan, gergedan benzeri keseli hayvanlar ve keseli leopar da içinde olmak üzere çeşitli büyük boy memeliler vardı. Eskiden ayrıca 200 kilogram ağırlığında devekuşu benzeri uçamayan kuşlar, bunlardan başka bir tonluk kertenkele, dev piton, karada yaşayan timsah gibi şaşırtıcı derecede büyük sürüngenler vardı.
“ Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti ama bu, çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklarından dolayı değil”
Çağdaş dünyayı fetihler, salgın hastalıklar ve soykırımlar yoluyla biçimlendiren şey eşit olmayan halklar arasındaki karşılıklı ilişkilerin tarihidir.
Hayatta kalan bir Moriori şunları hatırlıyor: [Maoriler] bizi koyun gibi boğazlamaya başladılar Çok korkmuştuk, çalılıkların arasına kaçtık, yerin altındaki oyuklara, düşmanın elinden kurtulmak için nereyi bulursak oraya saklandık. Saklamanın hiçbir yararı yoktu, bizi bulup öldürüyorlardı -erkek, kadın, çocuk demeden. Bir Maori ise şöyle anlatıyor: Göreneklerimize göre el koyduk ve herkesi yakaladık. Tek bir kişi bile kaçamadı. Bazıları bizden kaçtı, onları öldürdük, ötekileri de öldürdük -ne olmuş yani? Bizim göreceğimiz buydu.
Yiyecek üreten yoğun ve yerleşik nüfusların ortaya çıkmasıyla birlikte şeflerin, kralların yanı sıra bürokrasi de boy göstermiştir. Büyük ve kalabalık ülkeleri yönetmek için nasıl bürokrasiye gerek varsa, daimî ordular beslemek, başka yerlere keşif filoları göndermek ve fetih savaşları düzenlemek için de vardı.
Yiyecek üretimi çiftçilerin gereksinimlerinden fazlasını üretmelerine olanak sağladığı için, çiftçi toplumlar kendi yiyeceklerini üretmekle uğraşmayan, zamanlarını teknoloji geliştirmeye ayırabilen tam zamanlı zanaatkârları besleyebilir duruma gelmiştir.
İnsanlık tarihinde yazı ancak yiyecek üretiminin en erken başladığı yerlerde sırasıyla birkaç kez birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştı. Bunların dışında okuryazar hale gelen bütün toplumlar yazı sisteminin ya da yazı düşüncesinin bu ilk birkaç merkezden yayılmasıyla okuryazar olmuştu.
Avrasyalı tüfeklerin veya çelikten yapılma silahların öldürdüğünden çok daha fazla sayıda Amerikan yerlisi ve Avrasyalı olmayan insan Avrasyalı mikroplar tarafından öldürüldü. Bunun tersine Yeni Dünya’da Avrupalı fatihleri bekleyen pek az öldürücü mikrop vardı ya da hiç yoktu.
Yeni Gine, dünyadaki karaların yüzölçümünün küçük bir parçasını oluşturmasına karşın bununla hiç orantılı olmayan bir biçimde çok çeşitli insanların barındığı bir yerdir. Dünyadaki altı bin dilden bin tanesi Yeni Gine’de yaşar.
“Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti ama bu, çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklılıklarından dolayı değil.
Bugünkü Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa’nın biçimlendirdiği bir toplum ve bu toplum Amerikan yerlilerinin elinden alınmış topraklarda yaşıyor, Afrika’dan Sahra’nın güneyinden Amerika’ya köle olarak getirilmiş milyonlarca siyah Afrikalının torunlarını içinde barındırıyor.
Çağdaş dünyayı fetihler, salgın hastalıklar ve soykırımlar yoluyla biçimlendiren şey eşit olmayan halklar arasındaki karşılıklı ilişkilerin tarihidir.
Amerikan yerlileri arasında yazıyı bulanlar yalnızca Meksika’da, Yengeç Dönencesi’nin güneyinde yaşayan topluluklar oldu.
Çocuk gelişimiyle ilgili neredeyse bütün araştırmalarda zihinsel gelişim için çocukluktaki uyarı ve etkinliklerin ne kadar önemli olduğu vurgulanır ve çocuklukta az uyarılmışlığın zihinsel gelişimi değiştirilemez bir biçimde yavaşlattığı gerçeğinin altı çizilir.
Avrupa sömürgeciliği döneminde hayatta kalabilmiş yerlilerin bugün yaşayan torunlarının pek çoğu, beyaz Avustralya toplumunda ekonomik açıdan başarılı olmakta güçlük çekiyor.
Anlamak çoğu kez sonuçları tekrarlamak ya da ebedileştirmek amacına değil, o sonuçları değiştirmeye çalışma amacına hizmet eder. İşte bu yüzden psikologlar katillerin ve tecavüzcülerin ruhlarını, toplumsal tarihçiler soykırımları, doktorlar hastalıkların nedenlerini anlamaya çalışır. Bu araştırmacıların amacı cinayeti, tecavüzü, soykırımı, hastalıkları haklı göstermek değildir. Tam tersine onlar, zincirleme nedenleri anlayarak bu zinciri kırmak isterler.
Yerli nüfusların pek çoğu -örneğin Hawaii’nin, Avustralya’nın, Sibirya’nın yerli halkı, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Kanada’da, Brezilya’da, Arjantin ve Şili’de bulunan yerliler- soykırımlar ve hastalıklar dolayısıyla sayıca öylesine azalmıştır ki istilacıların torunlarının sayısı onlarınkini kat kat aşmıştır.
Çağdaş dünyayı fetihler, salgın hastalıklar ve soykırımlar yoluyla biçimlendiren şey eşit olmayan halklar arasındaki karşılıklı ilişkilerin tarihidir. Bu farklılıkların yarattığı yankılanmalar, aradan pek çok yüzyıl geçmesine karşın hâlâ sona ermemiştir ve bugün dünyanın en sorunlu bölgelerinin bazılarında hâlâ sürmektedir.
Tazmanya’nın Avrupalı kâşiflerce MS 1642 yılında ilk keşfedildiği zamanki taş teknolojisi, Yukarı Avrupa’nın on binlerce yıl önce Yontma Taş Çağı’ndaki teknolojisinden daha basitti.
Afrikalıların çoğu da içinde olmak üzere öteki halklar Avrupa’nın sömürgesi olmaktan kurtuldular ama zenginlik ve güç bakımından çok gerilerde kaldılar. Dahası Avustralya’nın, Kuzey, Orta ve Güney Amerika’nın, Güney Afrika’nın yerli halkları artık kendi topraklarının efendisi bile değiller, Avrupalı sömürgeciler tarafından katledildiler, boyunduruk altına alındılar hatta bazı durumlarda tamamıyla yok edildiler.
Beyaz sömürgecilerin pek çoğu Yeni Ginelileri ‘ilkel’ diye açıkça küçümsedi. Yeni Gine’deki beyaz ‘efendilerin’ -1972’de hâlâ onlara ‘efendi’ deniyordu- en işe yaramazı bile Yeni Ginelilerden, hatta Yali gibi etkili siyasetçilerden daha iyi bir hayat yaşıyordu.
İki yüzyıl önce bütün Yeni Gineliler hâlâ Yontma Taş Çağı’nda yaşıyorlardı. Yani Avrupa’da binlerce yıl önce yerlerini metalden yapılma aletlere bırakmış olan taştan yapılma aletleri hâlâ kullanıyorlardı, merkezî bir siyasal gücün çevresinde örgütlenmemiş olan köylerde yaşıyorlardı. Beyazlar geldiler, merkezî yönetimi getirdiler, çelik baltalardan, kibritten, ilaçtan giyim kuşama, meşrubata, şemsiyeye kadar çeşitli mallar getirdiler; Yeni Gineliler bu malların değerini hemen anladı. Yeni Gine’de bütün bu malların hepsinin toplu adı ‘kargo’ idi.
Hâlâ ve daima Avrupa ile Asya arasındaki köprü olarak kalacaksınız. Geçmişinizde olduğu gibi bugün de jeopolitik konumunuz size bir avantaj sağladığı gibi kimlik bunalımları ve sorunlar da yarattı.
Avrasya’nın içinde bile bilim, teknoloji ve askerî güç konusunda Anadolu ve Avrupa baş başa gitmesine rağmen Avrupa öne geçti. Avrupa’nın öne geçmesinin en büyük sebebi İngiltere’de başlayıp Hollanda’ya, sonra da dünyanın diğer ülkelerine ve yüzyıllar sonra Osmanlı İmparatorluğu’na sıçrayan Sanayi ve Bilim devrimleriydi.
İngiltere, Hollanda, Fransa, İspanya ve Portekiz’in Atlas Okyanusu’na kıyıları vardır ve batıya, Yeni Dünya’ya dönüklerdir. Bunun aksine Türkiye Akdeniz’in doğu kıyısına bakmaktadır. Türk gemileri Cebelitarık Boğazı’ndan ve Atlas Okyanusu’ndan binlerce kilometre uzaktadır. Bunun bariz bir sonucu olarak Türk donanmaları değil de İngiltere, Hollanda, Fransa, İspanya ve Portekiz donanmaları okyanuslara açılıp diğer kıtaları fethettiler.
Anadolu bölgesi Hitit İmparatorluğu zamanında güçlüydü, sonra Roma İmparatorluğu tarafından fethedildi ve sonra da Romalıların varisleri olan Bizanslılar yenildi.
Yaklaşık bin yıl önce Orta Asya’dan gelen Türk süvariler Anadolu’ya ve Hindistan’a saldırmaya başladılar. Bildiğiniz gibi Anadolu’yu fethettiler ve tarihin en ünlü kuşatmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u da alarak bunu taçlandırdılar. Anadolu’yu fetheden Türklerin evlatları o yıllardan beri Türkiye’ye hâkimdir ve Türkçeyi Anadolu’da yaymışlardır. Ancak bu, modern Türklerin İstanbul’u fetheden Türklerin katışıksız torunları olduğu anlamına gelmez. Anadolu’da Türklerin hâkimiyeti altına gelen milyonlarca Hint-Avrupalı vardı: Onlar yok edilmemişlerdi. Genetik araştırmalar, modern Türklerin genlerinin üçte birinin Orta Asya’dan gelen suvarilerden olduğunu gösteriyor; ama hâlâ üçte ikisi Anadolu’nun yerlisi olan Hint-Avrupa kökenli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir