Andre Maurois kitaplarından Tufan kitap alıntıları sizlerle…
Tufan Kitap Alıntıları
Gene de ufak tefek üstünlüklerim vardır Çoğu kadınlardan daha fazla kitap okurum Birçok güzel şiiri ezbere bilirim Çiçek yerleştirmesini bilirim İyi giyinirim Bir de sizi severim, evet, beyefendi, siz belki de inanmazsınız, ama çok severim sizi.
Kafamıza yerleşen kuşkular zincirleme mayın çukurları gibi patlar ve bir aşkı ancak art arda gelen patlamalarla yıkabilir.
Yaşamı gereğinden fazla ciddiye alıyorsunuz,. Dickie Bir oyundur yaşam, başka bir şey değil.
Mutluluk hiçbir zaman kımıltısız değildir de ondan demişti Solange; mutluluk kaygı içinde bir duraklamadır.
Evet, bazı bazı bir benzetme buluyor; ama ben de.. Kendilerini kapıp koyverdiler mi tüm kadınlar da yapabilir bunu Onların doğal düşünüş biçimi bu Solange’la benim aramdaki en büyük fark, size aklımdan geçen her şeyi söylemeyecek kadar fazla değer vermem.
Bir an baktım onlara, mutlu havaları beni sarstı.
Yaşamı daraltan, onu herkesle paylaşmaktır.
Odile’le böyle bir gece ne hoş, ne keyifli geçerdi, diye düşünüyorum. Mutlu günlerindeki o aydınlık bakış parlardı gözlerimde. Tüm lotaryolarda şansını dener, küçücük bir cam kayık kazandı mı mutlu olurdu. Yaşamı öylesine seven, öylesine de az tanımış olan zavallı Odile; Isabel’le benim gibi ölmek için yaratılmış varlıklarsa, istemediğimiz, tekdüze yaşamlar sürüyoruz.
Sıkışık ve ağır bir kalabalık alıp götürüyor bizi. Neden bilmem, mutluyum; bu gürültüyü bu çılgınlığı seviyorum: Karanlık ve güçlü bir şiir bulur gibiyim burada.
Bu aşk güldürüsünde sırasıyla az sevilen rolüyle çok sevilen rolünü oynuyoruz. Tüm söylenenler ağız değiştiriyor o zaman, ama aynı kalıyor.
Aşkın ağır ağır bulunması. Bedenlerin anlaşması.
Ailemin benden esirgediği ılık, okşayıcı iklimi istiyorum aşktan
Sizde sevdiğim: Sizde sevmediğim.
Benim müzik beğenimi eğitimim değil, şiddetli duygularım geliştirmişti.
Bir tek kusuru var: Fazla güzel.
Ağırdım, çünkü kendimi dizginlemekle geçiriyordum yaşamımı, beceriksizdim. Çünkü davranış ve söz serbestliğinden her zaman yoksun bırakılmıştım.
Hep kendine acımaya, kendini nasıl olmak istiyorsa öyle anlatmaya eğilim gösterir insan.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Erkeklerin beğenileri, yaşamlarından gelip geçmiş kadınların bulanık, birbirine karışmış imgelerini sakladığı gibi, kadınların kafası da kendilerini sevmiş erkeklerin birbiri ardına getirdiği tortulardan oluşmuştur.
“Belki de insanları en çok bölen şey, kimilerinin her şeyden önce geçmişte, kimilerinin de yalnız içinde bulundukları dakikada yaşamalarıdır.”
Philippe diyordum, bazı bazı, mutluluktan bağıracağım geliyor.
Tanrım, ne kadar gençsiniz!
Tanrım, ne kadar gençsiniz!
Bazen sert ve soğuk, ama bazen de öylesine yumuşak öylesine yalvarıcıydı Bana acıdan başka bir şey veremeyeceğini anlayıncaya kadar aylar geçti.
Bazen sert ve soğuk, ama bazen de öylesine yumuşak öylesine yalvarıcıydı Bana acıdan başka bir şey veremeyeceğini anlayıncaya kadar aylar geçti.
Ve en çelimsiz nehir bile
Kavuşur eninde sonunda denize..
Kavuşur eninde sonunda denize..
İnsan kişiliğini biçimlendirebilir, onu yeniden kurabilir.
Belki de insanları en çok bölen şey, kimilerinin her şeyden önce geçmişte, kimilerinin de yalnız içinde bulundukları dakikada yaşamalarıdır.
Neden yitirmiştim onu? Bu büyük aşkı bu alabildiğine acıklı öykü biçimine sokan sözcüğü, davranışı arıyordum. Bulamıyordum. Tüm bahçelerde hoşlanabileceği güller vardı.
Güzel güller çabuk solar demişti. Odile ölmüş Onu çeyrek saat görmek, sonra da birlikte ölmek olanaklı olsaydı, hemen kabul ederdim bunu, böyle düşünüyordum.
The weariest river, Dickie
Elimdekinden fazlasını yitirdim.
Başkalarında sen olan azıcık şeyi sevmek.
Alçakgönüllü gururu.
Güç beğenir insanlar nasıl da üstün tutulur.
Mutsuz olduğu için, sunulan bir sevginin çekimine kapılır bazı bazı.
Ama kitaplar beni yeniden hüzünlü düşünceye daldırıyordu; yalnız kendi acımı arıyordum onlarda, nerdeyse istemeye istemeye, bana acı öykümü anımsatabilecek kitapları seçiyordum.
“Hangi hayat sonsuzdur ki
Ve en çelimsiz nehir bile
Kavuşur eninde sonunda denizine”
Ve en çelimsiz nehir bile
Kavuşur eninde sonunda denizine”
Yazgılarımızla isteklerimiz hemen her zaman çelişiyor.
Uzaklık ya da ölüm, kuşku ya da ihanetten daha az zarar verir aşka.
Yaşamda her şey beklenmedik bir biçimde çıkıyor karşımıza.
Elimdekinden fazlasını yitirdim.
Kafamıza yerleşen kuşkular zincirleme mayın çukurları gibi patlar ve bir aşkı art arda gelen patlamalarla yıkabilir.
İnsan üç sene önceki haline bir yabancıya bakıyormuş gibi şaşarak bakıyor.
En güzel güller, en çabuk solanlardır.
Yaşamını araştırmalara, bir mesleğe vermişti; rahat ve mutlu görünüyordu. Aşktan el çekmek olanaklıydı demek?
En sıradan tümcelerimden bile, uzak bulutlar gibi, söylenmemiş serzenişler geçiyordu.
Kafamıza yerleşen kuşkular zincirleme mayın çukurları gibi patlar ve bir aşkı ancak art arda gelen patlamalarla yıkabilir.
Sevmiyorum onu, sevmiyorum, sevmiyorum. Ama bunun yanlış olduğunu, nedenini anlayamasam bile, onu her zamankinden de fazla sevdiğimi biliyordum.
Yüreğim altüst olmuştu, ama akılca nerdeyse hoşnuttum.
Ama toplum içgüdümüz öylesine güçlenmiştir ki, ilgilenmezmiş gibi görünerek ölmeyi bile başarırız belki.
Yaşamı gereğinden fazla ciddiye alıyorsunuz, Dickie Bir oyundur yaşam, başka bir şey değil.
Keyifli bir oyun değil.
Keyifli bir oyun değil.
Kadınlar birer büyük çocuktur, Marcenat. Masal duygularını yitirmemişlerdir.
Hemen her zaman kendi mutsuzluğumuzu kendi elimizle hazırlarız.
Tutkun adam sevdiği kadının duyguları karşısında aşırı ölçüde duyarlıdır; tepkisini de hemen gösterir.
Hem ondan nefret ediyor, hem de ona tapıyordum.
Yaşamı gereğinden fazla ciddiye alıyorsunuz. Bir oyundur yaşam, başka bir şey değil.
Hemen her zaman kendi mutsuzluğumuzu kendi elimizle hazırlarız.
İnsanları verdikleri sözlerden sorumlu tutmak ne kadar haksız, ne kadar saçma bir şey!
Biz gerçek olduğuna inandıktan sonra, aldığımız haz yalancı olmuş olmamış, ne çıkar…
Yaşam hepimize aşkta alçakgönüllülüğün kolay olduğunu öğretir. Bazı bazı en nasipsizler beğenilir; en çekiciler başarısızlığa uğrar.
Hem mutsuzdum, hem tutkuyla sarılıyordum bu işe.
Yalan söylediğini sezdiğime inandım mı acılı bir sevinç, şehvetli bir acı duyuyordum.
Sizi yıkan, kendinizi olduğunuz gibi kabul etmeniz diyordum, sanki yaratılışımızı hazır alıyormuşuz gibi. İnsan kişiliğini biçimlendirebilir, onu yeniden kurabilir.
Ben de, aşkın, zayıflığın etkisiyle, bu gerçeğe uymayan avutucu düşleme boyun eğiyordum.
Acı çektiğimi belli edemeyecek kadar gururluydum.
İnsan kıskanç doğmaz, bu hastalığa eğilimlidir, o kadar.
Onu anlamamayı kabul edemiyordum.
Bir yargı değildi benimki, dayanılması zor bir izlenimdi.
Sevinçli, yaşamaktan mutlu bir Odile kadar duygulandırıcı bir şey olamazdı; sevinç için yaratıldığı öyle güçlü bir şekilde duyuluyordu ki, bunu ona vermeyince ağır bir suç işlemiş gibi görüyordu insan kendini.
Olayları birbiri ardından gözlerimin önüne getirmeme hiçbir zaman el vermezdi söyledikleri.
Böyle bitkin, tatlı olduğu akşamlarda, tam benim yarattığım Odile masalına benziyordu. Hoştu, zayıftı, egemenliğim altındaydı. Bu bitkinlikten dolayı ona minnettardım. Gücünü kazanıp da dışarı çıkabilecek duruma gelir gelmez, gene anlaşılmaz Odile’i buluyordum.
İki yaratığın kusursuz bir biçimde aralarına en ufak bir gölge düşmeden, birbirlerine bağlanmaları sizce olanaklı mı sevgilim?”
Doğrusunu isterseniz, gerçekten âşık bir kadının kişiliği yoktur hiçbir zaman; bir kişiliği olduğunu söyler, kendini buna inandırmaya çalışır, ama doğru değildir. Hayır, sevdiği adamın kendisinde bulmak istediği kadını anlamaya, o kadın olmaya çalışır.
Ocak başı, bir kitap, siz, benim için mutluluk bu şimdi.
Kadınlar bir söz ya da bir yeminle bağlanabilirler. Yanlış. “Kadınların bir ahlakı yoktur, yaşama biçimleri sevdikleri kişilere bağlıdır.”
Sevdiğini alıkoyabilmek için duygularını gizlemeli mi insan her zaman? Kendini kapıp koyvermek istemesine karşın, becerikli olmalı, oyun kurmalı, gizlemeye mi başvurmalı? Bilemez oldum.