İçeriğe geç

Toplum Psikolojisi ve Empati Kitap Alıntıları – Nevzat Tarhan

Nevzat Tarhan kitaplarından Toplum Psikolojisi ve Empati kitap alıntıları sizlerle…

Toplum Psikolojisi ve Empati Kitap Alıntıları

Din ayağı ve dil ayağı toplumda doğru tanımlanmazsa o toplum şizofren olur. Din konusu abartılı olursa dini hezeyanlar meydana gelir. Tamamen dini yok sayarsaniz bu kez de kendi kutsalını oluşturan, putlara tapan toplumsal şizofrenleşme ortaya çıkar.
İnsanın görmediği şeye inanması zordur, gördüğü şeye inanma dürtüsü daha kuvvetlidir. Somutlastirma, çocuk beyninin görevidir. Soyut düşünme 7-8 yaşından sonra başlar. İnsan olgunlaştıkca soyut olgulara inanır.
Sosyal şizofreni öğretilen bir duygudur.
İdealleri olmayan bir toplum, amacı olmayan insana benzer. Bir toplumu toplum yapan onun özgecmisi(tarihi), şu andaki kimliği ve idealleridir. Bu üç konuda fikir birliği varsa, o toplum kendi kimliğini oluşturur. Toplumun ülkü denilen ortak idealleri ve hedefleri olması gerekir. Bir toplumun ortak idealleri yok edildiginde, farklı insan gruplarından oluşan toplumda çatışma olacağı için o toplum dağılır. İnsan beyninde ortak bir ideal oluşturulmazsa beynin bir bölgesi farklı, diğer bir bölgesi farklı çalışır ve şizofreni ortaya çıkar. Toplumun da bir kısmı farklı diğer kısmı hedefler peşindeyse o toplumda huzur bozulur. Sosyal şizofreni denilen durum yaşanır.
İdeal insan kendini kusursuz bilen insan değil, kusurlarıyla birlikte kendini kabul edebilen insandır.
Toplumu sosyal şizofren yapmanın en etkili yollarından biri , geçmişiyle düşman ve kavgalı hale getirmektir. Bizde de aynı plan uygulandı. Osmanlı dusman olarak gösterildi , biz de şizofrenik davranış göstererek Osmanlıyı öldürdük.
Güney Amerika da kölelere uygulanan Mankurtlaşma denilen işkence metodu vardır. Kölelerin kafasına ıslak hayvan derisi geçirilerek güneşin altında tutulur,. Deri kurudukça küçülür ve kafatasını sıkar. beyin sıkıştıracak küçük kanamalar oluşur beyin kabuğu hasar gördüğü için kişinin hafızası silinir böylece geçmişleri unutturulan bu insanlar köleleştirir ve herkese öldürebilir hale getirilir.
Bir toplumun ortak idealleri yok edildiğinde , farklı insan gruplarından oluşan toplumda çatışma olacağı için o toplum dağılır .
Son yapılan beyin çalışmalarında, beyni en sağlıklı çalıştıran etkenin hedef olduğu belirlendi. Eğer kişinin hedefi varsa, sabah kalktığında şartları o amaca göre algılar, yorumlar, anlam bağını kurar ve kendini o hedefin gerçekleşeceği şartlara sokar. Eğer orta veya uzun vadede hedefi yoksa sabah kalktığında önüne ilk gelen ve hoşuna giden şeye takılır. Bir saat zaman ayıracaksa üç saat harcar. Genel hedefine uygun davranamadığı için zaman yönetimi yapamaz.
Bir şeyin kıymeti onun yokluğunda anlaşılır.
Çocuk yaşayarak öğrenir. Empatik ol diye nasihat vermekle öğrenilmez. Bir olay yaşandığında mesela, aile bireylerinden biri hasta yatarken diğerleri yardım eder. Biri hasta olduğu zaman diğerleri ilgilenmezse, herkes kendi davasında ise empati yaşanmadığı için çocuk öğrenemez. Empati, kitaplardan öğrenilmez. Canlı, yaşanan örneklerle öğrenilir. Empatiyi olaylar öğretir. Bir olay olduğu zaman aile olayı empatik bir şekilde çözerse çocuk da empatik davranmayı model alır. Nerede, nasıl davranacağını öğrenmek empatik bir iletişimdir.
İnsana özgü en temel his sevgidir. Duygular sevgiden doğar ve onun ölçüsüne göre şekillenir. Duygularımızın farkına varabilmek, doğuştan gelen bir özellikten çok, geliştirilmesi gereken bir beceridir. Sizin duygusal varlığınızı kabul etmeyen çevreden uzak durmak da sizin en doğal hakkınızdır.
Deli gibi araba sürüyorsun demek yerine Korkuyorum diyebiliyor musun? Kızmıyorum, seni anlamaya çalışıyorum diyebiliyor musun? Başkalarına nasihat etmek yerine onlara örnek olabiliyor musun? Başkalarını denetlemek yerine onları anlamaya çalışıyor musun? Başkalarını değiştirmek yerine önce kendinden başlayabiliyor musun? Bunları yapabiliyorsan duygusal okuryazarlığı başarıyorsun demektir.
Duygularımızı tanımak, duygularımızın sorumluluğunu almak, duygu-düşünce ayrımını yapabilmek, karar verirken duyguları dikkate almak, başkalarının duygularını anlayabilmek, kızgınlığımızı enerjiye dönüştürebilmek, özetle hem kendimizin hem de başkalarının duygularını okuyabilmek, anlayabilmek, mutluluğumuz ve başarımız için kullanabilmek Bunları başarmak için psikolog olmaya gerek yok. Farkında olmak yeterlidir.
Empati, karşısındakinin hissettiğini hissetmenin ötesinde o kişinin bakış açısını da görebilmesi, onun bakış açısına saygı duyup kendi bakış açısında olaya bakması ve ortak hareket edebilmesidir.
Kötü dünya sendromu toplumsal duygular hasar gördüğü zaman ortaya çıkar. İnsanlar dünyayı daha tehdit edici olarak algılamaya başlar. Dünyayı karanlık ve kötülük dolu yer olarak görür ve gerçekte olduğundan daha fazla güvende hissetmeme eğilimi olur. Her an bir şiddete kurban gitme korkusu, korku filminde yaşananların kişinin başına gelme ihtimali, nükleer veya biyolojik savaşın çıkabilmesi, bir virüsün bütün insanlığa bulaşması gibi ihtimalleri düşünen insanoğlu bunların olabilirliğini gördükten sonra dünyayı tehdit edici olarak algılar. Dünyadaki güven ortamının az olması, daha tehdit edici hale gelmesi kötü dünya sendromu korkusunun oluşmasına neden olur.
Fanatizm, insanın bir fikre, inanca, değere, ideolojiye, kişiye, gruba, futbol takımına heyecanlı, ölçüsüz ve katı bir şekilde bağlanması anlamına gelir. Fan kelimesi, aşırı hayranlığın, aşırı taklidin ve bağlamanın manasını taşır. Fanatizmde akıldan çok tabular ve kalıp düşünceler vardır. Bireyin kendi kimliğini, kişiliğini yok ederek sağlıksız bağlanması fanatizmi ortaya çıkarır. İnsanın fanatik bağlanmayla ilgili eğilimlerini kontrol edebilmesi gerekir.
2 yolcu bir limuzin arabaya bindirilerek havaalanına ucaga yetiştirilmeye calisilir.yolcularin ikisi de trafik nedeniyle uçağı kaçırır.yolcularin birine ucak zamanında kalktı trafik nedeniyle 30 dk geciktiginiz için uçağı kaçırdınız denir.diger yolcuya ise uçak rötar yaptığı için 5 dk önce kalktı 5 dk önce gelseydiniz uçağa yetisicektiniz denir.100 kişi üzeinde anket yapılarak hangi yolcu yerinde olmak sizi üzerdi? diye sorulur.ankete katılanların yüzde 96 sı .
Çocuğun doğum kanalındaki mücadelesi, çocuğun strese dayanıklılığını artırmış, geliştirmiştir. Sezaryende çocuk birden bire kolay zahmetsiz doğduğu için çocuğun yaşamdaki mücadele gücü daha zayıf kalır.
Anarşizme göre güçlü olan hayatta Kalır ve kendi alanını korur, başkasının alanına saldırmaz. Mesela hayvanlar alemine baktığımızda, aslan karnı tok olduğunda başka hayvanlara saldırmaz. Fakat insan öyle değildir. Açgözlü ve doyumsuz olduğu için bütün dünyaya sahip olsa tatmin olmaz.
Özgüven eksikliği içindeki kişiler güçlü gözükme ihtiyacı hissederler. Duygularını bastıramayan veya kontrol edemeyen özgüveni düşük kişiler güç bende , kontrol bende duygusunu hissetmek için şiddeti tercih edebilirler.
Çocuklara dini öğretmede önemli yollardan biri saygı, utanma ve acıma duygusunu güçlendirmektedir. Edepli ve saygılı bir çocuk yanlış yola girse bile o yanlış yoldan döner. Çünkü bu öğretilen kavramlar anahtar değerlerdir.

Vicdan, utanma ve Allah’a hesap verme duygusu gibi değerler yok edildiği zaman “din yanılmış” düşüncesi artar. Utanma, merhamet, acıma duygusu bilimsel olarak doğruymuş, denildiğinde “din doğruymuş” onayı verilir.

Tahkiki iman, beyinin çalışma mekanizmasına en uygun modeldir. Akılla birlikte kalp ve duygular da ön plana çıkmalıdır. Tasavvufla uğraşanlar aklı geri planda tutup kalbi öne çıkarmışlardır. 

Bir toplumda akılı şaşırtacak vesveseler yoksa, kalbi metotla gitmek insanın daha hızlı ilerlemesine vesile olur. Çağımızda bilim ilerledikçe şeytanın baştan çıkarıcı materyali çoğalmıştır.

Bir olay hakkında insan beyni ikna olmadığı zaman veya takliden inandığı zaman akıl onaylamadığı için o konu ucu açık bir yara gibi durur, mikrop kapar ve hastalık haline dönüşür. O konu akla uygun hale getirildiği zaman konu hemen kavranır ve yara kapanır.
Bir fikir telkin edileceği zaman metodunun iyi belirlenmesi gerekir. Dürüst davranmak, sözünde durmak, emaneti korumak gibi davranışlarla gösterilen hayat tarzı insanlar üzerinde çok daha etkili olur.
Bir insanın sekülerliği tercih etmesi gibi dindar olma özgürlüğünün de olması gerekir. Bir subayın, bir polisin, bir devlet memurunun, kadının, erkeğin, herkesin dindar olmaya hakkı vardır. Bu hakkın siyasi bir amaçla kullanılmaması için hassasiyet gösterilmesi önemlidir.

Ortaçağ’daki tek tip dindarlık ve tek tip yaşam anlayışının sorgulanması gerekir. Dindarlaşma devlet yoluyla değil, dine gönüllü bağlılık yoluyla oluşmalıdır. Dinde otoriter bir bağlılık oluşturmaya çalışmak, ibadet etmeyeni dövmek münafıklığı teşvik eder.

Yıllarca hiçbir sorun yaşamayan Türk ve Kürt kavimleri birden bire sorunlar yaşamaya başlar. Kürt veya Ermeni kimliğindeki kişileri asimile ederek ve kendine benzeterek değil, onları öylece kabul ederek birlikte yaşamayı başarmak gerekir.

Farklı bir kimliği anlamak yerine onu kendine benzetmeye çalışma çabasının içerisinde empati bulunmaz. Türkiye’de bu empati yapılmadan “kafasını eze eze hallederiz” tarzında bir yaklaşım devam ettiği için terör sorunu çözülemiyor.

Kültürler arasındaki sosyal temasa engel olmak için kavgalar çıkartılır. Çünkü birbiriyle temas kuran kültürler arasında etkilenme başlar. Kültürler arasında kavga çıkartılarak laik-antilaik, alevi-sünni, Türk-Kürt bloklaşması ve fitne-fesat çıkartılarak menfaatler sürdürülür.
Liberalim diyen bir insan her anında liberal midir? Liberal bir partinin başkanı olan biri, evinde eşine karşı liberal olmayabiliyor. Laik olduğunu iddia eden bir insan hayatının her alanında laik midir? Dindar bir insan, hayatının her anında dindar mıdır?

Yaşam biçimleri arasında kesin sınırlar yoktur. Alternatif yaşam biçimlerine karşı adil olunması için farklı grupların karşılıklı, birlikte yaşaması gerekir. Birlikte yaşama sırasında hatalar yapılır, tartışılır ve aşılır.

Toplumlarda yazılı hukukun dışında töreler, gelenekler gibi dış kontrol güçleri vardır. Sosyal baskı, mahalle baskısı gibi kavramlar yazılı olmayan toplum kontrolünü sağlayan dış kontrol güçleridir. Mesela pijamaya sokakta dolaşılmaz diye yazlı kural yoktur.

İç kontrolde ise, insanın vicdani standartlar sistemini oluşturan sözünde durmak, yalan söylememek, dürüst, çalışkan olmak, insanları sevmek, fedakarlık, yardım severlik, alçak gönüllülük gibi psikososyal sermayedeki değerler mevcuttur.

Sosyal sermaye kolay elde edilmez, zamanla ve birikim sonucunda ortaya çıkar. Bir insanın yardımsever olabilmesi için çocukluğundan beri toplumda o şekilde yönlendirilmesi gerekir. Bir kişi 40 yaşına kadar cimriyse birden bire cömert olamaz.

Adaletin olmadığı yerde işbirliği alışkanlığı ve karşılıklı bağlılık oluşmamaktadır. Kültürün oluşmasında adaletin büyük önemi vardır. Adaletle ilgili algısal ve ahlaki standartlar kültürde birinci erdem olarak yer alır. Bu da sosyal adaleti oluşturur.
İnsan hayatında hedefin ne olduğu çok önemlidir. Hayat serüveninde ilerlerken iyi bir insan mı yoksa başarılı olmak mı doğru hedeftir? Hedef iyi bir insan olmaksa, başarı veya başarısızlık ara hedeflerden biri olarak kalır. İnsanın vardığı değil, hedeflediği nokta önemlidir.
Baskın kültür kültürünü kabul ettirebilmek için kendi kültürel ödül-ceza sistemini oluşturur. Ödül sisteminde nasıl ünlü ve zengin olacağının şeklini anlatır. Başarılı olmak için kapitalist olunması gerektiğini empozesini yapar. İnsanların hedeflerini değiştirir.
Kültür, kişinin algısını biçimlendiriyor. Bunun aşılması ancak adaletin kültür içinde birinci erdem olmasıyla mümkündür. Aynı kültüre mensup kişilerde aidiyet hissi oluşur. O kültürün sembolleriyle özdeşleşir ve istikrarlı toplum hayatına katkı sağlar.

İnsanı zorla değiştirmenin yanı sıra överek değiştirmek de vardır. Överek değiştirmede, zevk tuzakları oluşturup, insanları kendi savaş alanlarına çekip o tuzaklara düşürerek zevke alıştırmak söz konusudur.

İspanya empatik iletişim ile terörle mücadelede başarı sağladı. Bask bölgesinde melezlerin %40’ı teröre karışıyor, dağlara kaçıyorlardı. Devletin yaptığı psikolojik ve sosyolojik araştırmalar sonucu, bu kişilerin toplum tarafından ötekileştirilerek dışlandığı tespit edildi. 

İspanya devleti, toplum tarafından ötekileştirilen melezleri sisteme katmak için empati yaptılar, kendilerine değer ve önem verildiği hissettirildi. İspanya’da çok azı radikal bir grup olarak kaldılar. Ülke soruna bilimsel yaklaştığı için sorun çözüldü.

İnsanda onur denilen temel özsaygı ihtiyacı vardır. Başkalarının, o insanı tanıyıp saygı duyması anlamına gelir. Değer verilmek, her insanda olan psikososyal bir ihtiyaçtır. Kişi, ana dilini ve derisinin rengini değiştiremez. Bu özelliklerinden dolayı aşağılandığında özsaygısı zedelenir.

Sosyal normlara uymayan birine anti sosyal denir, kendini diğer insanlardan üstün ve özel görene narsist denir. Bir insanda kişilik ne anlam ifade ediyorsa toplumda da kültür o manaya gelir. Kültürel kimlik, toplumun kişiliği gibidir.
Humanite “İnsanlık bireyden daha önemlidir” vurgusu yaparak kişinin diğer insanlardan farklı olmadığını, kendi beklentileri ve menfaatleri ile başkalarının beklentileri ve menfaatleri arasında denge kurması gerektiğini söyler.
Hümanizm 19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 20. Yüzyılda yeryüzü dini olarak “İnsanın Tanrı’ya ihtiyacı yoktur” iddiasıyla ortaya çıktı. Hümanist ahlak diye kendi ahlak tanımlarını yaparlarken hiçbir dine ihtiyaçları olmadığını belirttiler.

Hümanizm benmerkezciliği yücelterek nefsin tatminini yaşam amacı gibi gösterir. Bu anlayışa göre alçak gönüllü olmak ve başkalarını düşünmek gerekmez. Bu özelliklerden dolayı empatinin tam tersi bir kavramdır.

İnsanın temel eğilimleri yanlış yöne çevirebilir. Modernizm ve kapitalist sistem insandaki sosyal yardım duygusunu köreltti. Yaşamı bir mücadele olarak gösterdi, hayatı yanlış tanımladı ve sosyal hedef olarak da insanın çıkarını gösterdi.
“İnsan kendi çıkarı peşinde koşan varlıktır” tanımlamasına rağmen araştırmalar, insanın içinin derinliklerinde, genetik eğilimlerinde bir başkasına yardım etmekten hoşlandığını gösterir. Bu davranıştan mutlu olan insan kendi çıkarları yerine, grubun çıkarlarını yeğliyor.
Ulusal kimliğin oluşmasında hoşgörü, asimilasyon ve çoğulcu eşitlik aşamaları vardır. İnsanlar, kimlik oluşumu sırasında karşı tarafı hoş görmeyle birlikte, asimile etmek, yok etme ve kendine benzetme aşamalarından da geçebilir.
Dünya iletişim çağında olduğu ve elektronik bir köy haline geldiği için artık toplumda dikey ilişkiden çok yatay ilişkiler ön plana çıkmıştır. Kültürler artık, yukarıdan aşağıya doğru buyurgan ve otoriter tarzla oluşmuyor, yatay ilişkilerle kültürler oluşmaktadır.

Modernizm bireyselleşmeyi yüceltirken, grup kimliğine zarar vermiştir. Grup kimliğine zarar vermesi bireylerin yaşamak için yaşam sebeplerinin ve amaçlarının ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Gruplar, yaşama anlam katmaktadır.

Benmerkezcilik paylaşma kültürüne de zarar vermektedir.  Ortak çıkar ise iki tarafın da “kazan kazan” tarzında hareketiyle ortaya çıkar. Alarak değil, vererek mutlu olmanın öğretilmesi gerekir. Kültürümüzde kötülükle mücadele etmek yerine iyilikle savma anlayışı vardır.

İnsan ilişkilerinde farklılıklar ve benzerlikler vardır. Hoşgörülü kişi farklıklardan değil, benzerliklerden hareketle karşısındakiyle ilişki kurmaya çalışır. Fakat hoşgörüsü zayıf insan benzerlikleri değil, farklılıkları görerek hareket eder.

Hoşgörüsüz insanların mükemmeliyetçilik özelliği de vardır. Alçak gönüllü gibi gözüküp karşısındakinden mükemmellik beklentisi içindedir. Bu da gizli bir kibirden kaynaklanmaktadır. Karşı tarafın benzerliklerinden hareketle onu anlamaya çalışmak en etkili yöntemdir.

Modernizm, bireyselleşmeyi, benmerkezcilik tarzında yücelterek hoşgörüye en büyük zararı vermiştir. Böylece toplumsal empati de zarar görmüştür. Benmerkezci insan eleştiriye kapalıdır, kendini merkeze alır ve empati yapamaz.
Sınırsız hoşgörü kulağa hoş gelir ama uygulanabilir bir kavram değildir. Hoşgörünün sınırlarının belirlenmesinde fikir hürriyeti önemli yer teşkil eder. Kanaatler eyleme dönüşmedikçe serbest bırakılmalıdır. 

Bireyin çıkarı ile toplumun çıkarı arasında çatışma olduğunda birey kendi bir lirası için toplumun bin lirasını kolayca harcar. Sabırsızlığı aceleciliği artırır ve tüketimi etkiler. Başkaları ve çıkarları arasında seçim yapmak zorunda kalan bencil insan çıkarlarını tercih eder. 

İnsanın kıyafetleri sonradan verilir ama cildi doğuştandır. Bunun gibi temel insan haklarından diyalog ve hoşgörü nedeniyle vazgeçilmez. Diyalog ve hoşgörü yapıyorum diyerek temel, zaruri değerlerden vazgeçildiğinde güçlünün dediği olur.

Hoşgörü ve diyaloğun sınırlarını temel insan hakları belirler. Temel insan hakları konusunda hoşgörüsüz olunması gerekir. Bu hakların kısıtlanması onaylanmaz, kabullenilmez. Karşı fikirler olabilir, tartışabilir ama bu konularla ilgili haksızlığa karşı duruş göstermek insani bir görevdir.

Kutadgu Bilig’ te Hakanla halk arasında bir anlaşma yapılır. Hakan, topluma şöyle der: “Yasalara uy, vergini ver, dostumla dost; düşmanımla düşman ol” Halkın cevabı: “Adil olursa Yasalara uyarım, vergimi veririm, güvenliğimi sağla”
Yöneten ve yönetilen değerleri.

Doğruyu ve gerçeği bulma çabasındaki kimse diyalogdan, özgür tartışma ortamından korkmaz fakat sahip olduğu gerçeklere inanmayan ve kendine güvenmeyen kimse bütün bunlardan korkar.

Özgür düşünce, kendini ifade etmek gibi, temel insan haklarına da müdahale hukuksuzluktur ve zulümdür. Sahip olduğu bu haklar elinden alınmaya kalkılırsa, o kişi insan olarak kabul edilmiyor demektir.

Temel haklar medenileşmede en önemli unsurdur ve tabi olan bu haklara müdahale insanlık suçudur. Bunlar vazgeçilemez ve devredilemez. İnsanoğlunun, temel haklarıyla ilgili bir müdahale olduğu zaman susarsa insanlığından vazgeçmiş sayılır.

Pozitif Hoşgörü: Karşı tarafı anlamaya çalışan karşılıklı ilişkiye ve bu ilişkiyi sağlıklı bir şekilde yürüten anlayışa denir. Karşı taraftaki insanların farklı fikirleri ve tolerans gösterme anlamına gelir.
Hoşgörüyü hayata geçirebilmek için diyalog gerekir. Diyalog olduğu zaman hoşgörü uygulamaya geçer. Hoşgörü iki şekilde tanımlanır. Negatif Hoşgörü: Kişinin karşı tarafa tahammül etmesine, sabırlı olmasına, saygı göstermesine rağmen onu dinlenmesine denir.
2.Madde Hoşgörü, kabullenme, lütfetme veya göz yumma değildir. Hoşgörü, hepsinin üzerinde, başkalarının evrensel insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tanınmasıyla teşvik edilen etken bir tavırdır.

3.Madde Hoşgörü, insan haklarını, çoğulculuğu, demokrasiyi ve hukuk devletini destekleyen sorumluluktur. 4.Madde, insan haklarına saygılı tutarlı olarak, hoşgörü uygulaması, toplumsal adaletsizliğin hoş görülmesi veya inançların terk edilmesi anlamına gelmez.

En ilkel beyinler gördüğü ile hareket eder. Daha gelişmiş beyinler başkalarını taklit ederek hareket ederler. En gelişmiş beyin de olmayan şeyleri görerek yani olmayan şeyleri görür gibi teori teorisiyle hareket eder.
Empati sosyal duygulardan biridir. Kişi toplum içinde sadece kendisi için değil, başkaları için de yaşar ve olayları onların bakış açısından da değerlendirir. Kendi beklentisi, ihtiyacı dışında başkalarının da olayla ilgili ihtiyacı vardır. Sosyal ilişkilerde ölçülü davranmak gerekir.
Empati bir bakıma duygusal adalet demektir. Duyguda adil olmak, sevgide adalettir. Sevgide adalet olduğu zaman başkasının duygusunu da sever. Kendine karşı da adil olması gerekir.
Kültürümüzde insan olmanın önemini vurgulayan ve halk arasında da çok kullanılan kavramlar vardır: “İnsan ol insan”, “İnsanlık öldü mü?” gibi empati vurgusu taşıyan bu deyimler düşünceli, anlayışlı olmak anlamına gelmektedir.
Empati çok önemli bir yaşam becerisidir ki, sosyal becerilerin hepsi empati temelinde gelişir. Empati sosyal bir değerdir. Diğer canlıların anne ve babalarından öğrenecekleri şeyler çok azdır.
İ
Askeri darbelerden sonra yapılan anayasalar daha çağdaş hale nasıl getirilir diye değil, kendi askeri iktidarlarını nasıl koruyabileceklerine göre yazılmıştır. Anayasada yapılan boşluklarla, askeri akla göre, siyasileri kendilerine muhtaç olacak şekilde kurallar düzenlemişledir.
Özerklik, bağımsızlık ve güçlü olma duygusu erkeklerin psikolojik ihtiyaçlarıdır. Akıllı kadınlar, erkeğe kontrol sende duygusu uyandırarak istediğini yaptırır ve böylece kadınlar kontrolü elinde tutarlar.
Erkeğin zihinsel önceliği, iletişimin bilgi aktarım ayağına eğilimlidir. Erkek bilgiyi alır, mantıksal olarak bir süreçte kar-zarar analizi yaparak kafasında olayı sonuçlandırır. Kadın ise iletişimin duygu aktarımı ayağına önem verir. Kadının empati yeteneği erkekten daha güçlüdür.

Erkeğin eşine zaman ayırmaması, dikkat etmemesi, bir duyguyu paylaşamaması, duygusal aktarımın olmadığını gösterir. Bu durum da kadına yalnız kaldığını hissettirir. Kadın da yalnızlığını gidermek için çok konuşmaya başlar ve kadın çok konuşuyor olur.

Kadın beyni estetik algılamayı daha iyi yapar. Kadında duygusal tonus daha yüksek olduğu için sevgiyi ve korkuyu daha çok algılar. Erkek daha çok sorun çözüp, kar zarar hesabı yaparak duygusal paylaşımı önemsemez. Menfaat ve çıkar hesabını ön planda tutar.

Kişinin kendi nefsini tanımaya çalışmasına, kendi iç dünyası ile ilişki kurmaya çalışmasına kısaca iç empati denir. İnsanda iyi ve kötü duygular vardır, bunların farkına varılması iç empatinin başarılı olduğunu gösterir.

Batı dünyasında şeytan ve nefis kabul edilmediği için hümanist felsefe insanı kusuruz, mükemmel, ahlaka ihtiyacı yok gibi görünür. Bu yüzden insanın içinden geçen kötü duygulardan dolayı onu sorumlu tutar. Empati yapamamak kompesif bozukluk ortaya çıkarır.

Empatik iletişim müzik gibidir, karşılıklı uyumla ortaya çıkar. Empatik olmayan iletişim gürültü gibidir. Orkestrada çalan biri şefin komutlarına uymuyorsa ahengi bozar ve sonunda orkestradan atılır.

Kainatın kuralları da bir bütün içinde hareket etmektedir. Yaratıcı koyduğu kurallarla belli sınırlar çizmiştir, uyulmadığı zaman bedeli ödenir. Kişi kainatın yaratıcısını tanımadığı zaman, hukuksuzluk yapmış olur, orkestradan atılan sanatçı gibi o da kainattan kovulur.

İnsan rasyonelleşmeyi başaramazsa hayvan seviyesinde kalır. İnsan olma yeteneğinde doğuyoruz, daha sonra sosyal öğrenme ile insanlık seviyesine ulaşıyoruz. Aklımızı doğru yönde kullanarak insan oluyoruz. Aklını doğru yönde kullanamayan insan canavar olabilir.
İnsan ilişkilerinde keyfi davranmamayı başaranlar, ideal kişilikleri oluştururlar. Başkasının hakkı ile kendi hakkı arasındaki sınırları iyi çizebilen kişi, insan-ı kamil tanımlamasına girer. Bu da başkalarına zulmetmeyi önler.

İlişkinin üç boyutu vardır. Bunlar duygu aktarımı, bilgi aktarımı ve davranışsal aktarımdır. Davranışsal aktarım dokunma, beden teması, göz teması gibi fiziksel davranışları kapsar. Kişilere göre farklılık gösteren bu üç aktarım, iletişim stilidir ve insanların kişiliğini oluşturur.

İnsan ilişkilerinde önemli yer teşkil eden aşk konusunda yanlış görüşler vardır. Aşık olunmayan kişiyle evlenilmez tarzında yanlış bir anlayış vardır. Aşkın genellikle evliliğin sebebi olduğu düşünülür halbuki aşk, evliliğin sonucudur.
5. BÖLÜM
İLETİŞİM, İLİŞKİ VE EMPATİ

İlişkiler psikolojisi, son yıllarda psikoloji çalışmalarında, insan ilişkilerinin de bilimsel bir kategori olduğu anlaşıldı. İnsanın kendi iç dünyasındaki psikolojik dinamikleri, zevkler, ilkeler, yaşam tarzı bu kategorinin içine dahil oldu

Empati, sosyal duygular arasında cazibe ve çekim oluşturan duygudur. Sevgi de bu tür duygular arasına girer. İnsanın sevildiğini, anlaşıldığını ve değer verildiğini hissetmesi gerekir. Sevgi, saygı ve güven duyguları empatiyi destekler.
Sosyal empati yapabilmek için duyguları adil yönetmek ve kişiler üstü düşünebilmek gerekir. Bunun eğitimi de çocukluktan başlar. İki kişi arasında doğru empatinin gerçekleşebilmesi için karşı tarafın anlaşıldığını hissetmesi gerekir.
NLP’ ciler kişiye sürekli olumlu yaklaşarak o an rahatlatırlar ama bir müddet sonra o kişi gerçeklerle karşılaşınca daha çok hayal kırıklığı yaşarlar. NLP toplantılarına gidenler uçarak çıkar ama sonra, evliyse eşini beğenmez, iş yerini, patronunu beğenmez, yalnızlaşır.
İnsanın kendisini tanıması, psikolojik sağlığın ilk basamağıdır. Kendini tanımak güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olmaktan geçer. NLP’ ciler o yüzden empati rolü yaparlar. Kendilerinin zayıf ve olumsuz yönlerini yok sayarlar, reddederler.
İdeal empatide iyi, güzel ve doğru kavramlarının olması gerekir. Farklı düşüncelerin olduğu ortamda ölçü, bu kavramlar olmalıdır. Gerçek empatide iyi, güzel ve doğru kavramları göz önüne alınarak kişi veya kişilerle iletişim kurulur.
Sosyal empatide liderlik önemli bir konudur. Klasik lider olan yöneticiler, kendisini bir bakıma yeryüzü tanrısı gibi görür. Karizmatik liderler, toplumu harekete geçirir, sürükler ama kendisi odaklı davranırlar. Bazı tür liderler kendini toluma adar, paspas yaparlar.

Bilimsel yöneticilikte kişi gemi kaptanı gibidir. Kendisinin yanı sıra, çalışanları ve kaptanı da vardır. Kaptanın ve çalışanlarının duyguları ve düşünceleri önemlidir. Geminin sağlıklı gitmesi için kaptanın kurumsal bakabilmesi ve gemi için doğru kararları alabilmesi gerekir.

Empatinin sen seviyesinde fikir aşılaması vardır. “Sen şöyle yapmalısın, böyle hareket etmelisin” şeklinde buyurganlık yapılır. Empatinin biz seviyesinde ise iki kişinin birbirini mutlu etmesi göz ardı edilerek kurulan empati bizcilik, grupçuluk, cemaatçilik, ırkçılıktır.  

Empatinin en yüksek seviyesi, kişinin kendinden ve karşısındaki insanın kişiliğinden bağımsız olarak o kişiyi anlamaya çalışması ve artılarını-eksilerini, güçlü-zayıf, olumlu-olumsuz yönlerini de bilerek kişiler üstü iletişim kurabilmesidir.

Bir kimseyle konuşurken onun için duygusal analiz ve derin düşünce yapmadan kalıplaşmış ve klişeleşmiş sözlere başvurursa, yüzeysel empatide kalınmış olur. Yüzeysel empatiler kişiyi daha çok uzaklaştırır, yalnızlaştırır, zarar verir.

Ben seviyesi Empatinin ikinci seviyesidir. “Ben senin yerinde olsaydım böyle yapardım” şeklinde, kişiye kendi duygularını ve doğrularını dayatma aşamasıdır. Bir bakıma kendisini üstün akıl gibi görüp nasihat verme yaklaşımıdır.

Empati, kurulacak kişinin sorunu için çözüm üretilir. Kişiye davranışıyla ilgili açıklama yapılır. Rehber ve yol gösterici olmada kişiye fikir verilir, seçenekler sunulur. Buyurgan tavır içine girilmez. Karar yine onundur ve kontrol ona bırakılır.
Empati, karşı taraf konuşurken onu anladığını göstermek için başını sallamak, son söylediği bir kelimeyi tekrar etmek, bazı düşüncelerini onaylamak suretiyle beden dili ile aktif dinleyici olduğunu göstermesi gerekir.

Empati, “Ben onun yerinde olsam ne hissederdim, nasıl acı çekerdim, ne yapardım” sorularıyla o kişinin yerine geçici olarak kendisini koymaya çalışmaktır. Artı ve eksileriyle, olumlu-olumsuz yönleriyle karşı taraf, her şeyiyle kabullenilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir