İçeriğe geç

Toplu Öyküler Kitap Alıntıları – Isaac Bashevis Singer

Isaac Bashevis Singer kitaplarından Toplu Öyküler kitap alıntıları sizlerle…

Toplu Öyküler Kitap Alıntıları

Hiçbir şeyi kolay kolay unutmam. Benim trajedim de bu.
Hiçbir şeyi kolay kolay unutmam. Benim trajedim de bu.
Hiçbir şeyi kolay kolay unutmam, benim trajedim de bu.
ölüler hiçbir yere gitmez, hepsi buradadır
her insan bir mezarlıktır, gerçek bir mezarlıktır
tüm büyüklerimizin içinde yattığı gerçek bir mezarlık
büyükbabamız, büyükannemiz, babamız, annemiz, eşimiz, çocuğumuz,
herkes her zaman buradadır
Hiçbir şeyi kolay kolay unutmam, benim trajedim de bu.
“Hiçbir şeyi kolay kolay unutmam, benim trajedim de bu.”
Herkes içinden geleni yapmalı. Ben yük taşımayı seviyorum, bu yüzden de taşıyorum. Onlar aylaklığı seviyor, kendileri bilir.
Merhamet elbette fazilettir ama fazlası zarar verebilir.
Bütün hayal kırıklıklarım arasında en büyüğü ölümsüzlük.
Hiç kimse kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini belirleyemez.
İyi ama gerçek bir dramada insan bir an sonra ne olacağını asla tahmin edemez.
Uygarlık kelimesinin ne anlama geldiğini öğrendikten kısa süre sonra, uygarlıktan kaçışımı planlamaya başladım.
Ama insan her şeyin bedelini ödüyor.
Tanrı diye bir şey var, inan işte!
Varsa ne olacak? Gökyüzünün yedinci katında oturmuş, melekleri onu ilahilerle pohpohluyor, bizi de zerre kadar kaale almıyor.
Yani dünyada kanun manun yok, öyle mi?
Gücü yetene. Yetmeyenin de tepesine basıp geçiyorlar.
İçini kemiren bir şey mi var?
Koca bir ömrü haybeye tükettik.
Beni ilgilendirmeyen şeyler de dikkatimi çeker, mizacım böyle.
Hayal gücümden başka bir şeyim kalmadı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ölüler yaşasın diye diriler ölüyor.
İnsan kendi hayatını riske attı mı, başkalarının hayatlarını da kıymetsiz görüyor.
Ama insan yaşadıkça her şey mümkün.
Belki de hiçbir şey geride kalmamıştı.
Bir yerlerde, insanın başka bir dünyada günah işlediğini, bu dünyanınsa cehennem olduğunu yazmışsın. Senin için bu güzel bir söz olabilir ama aslında hakikatin ta kendisi.
İnsan ne kazanabilir, tek kârı ölüm olduğuna göre?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bu dünyada zevk peşinde koşanlar zevkin ne olduğunu bilmiyorlar. Onlar için oburluk, içki, zina ve para yegane zevkler.
Burada bir kızın ne istediğiyle ilgilenen mi var? Evlendirip kurtuluyorlar işte.
Yani aşk evliliği yapmadın, öyle mi?
Aşk mı? Bu kelimenin anlamını bile bilmezler.
Tek bir şeyden eminim – her şey yaşıyor, her şey acı çekiyor, mücadele ediyor, arzu duyuyor. Ölüm diye bir şey yok.
Kitle hissiyattan oluşsaydı, sokaktaki her taş çile yumağı olurdu.
Eskiden hiç düşünmeden, tartmadan saatlerce konuşur dururdum ama artık diplomatik olmuştum; her kelimeyi dikkatle tartıyor, söyleyeceğim her şeyin ortalığı karıştırmasından korkuyordum.
Savaş bana insanın kimseye yardım edemeyeceğini öğretti. Aslında hepimiz mezarlar üzerinde yürüyoruz.
Bence insanoğlu tür olarak doğuştan deli; uygarlık ve kültür sadece bu deliliği biraz bastırmaya yarıyor.
Bilmem anlatılabilir mi? Nereden başlamalı? Sana her şeyi, bütün gerçekleri anlatacağıma söz verdim ama gerçek anlatılabilir mi?
Sesinde bütün canlıların çaresizliği vardı.
Benim için kitaplar varlığımın temeli oldu. Benimle konuşan bir kitap buldum mu, hayatımın en önemli olayı oluyor.
Hayatımda bir boşluğu doldurdunuz. Kendime hep yabancı olmuştum.
İnsan ümitlerini de mezara götürür.
İnsan, bir tek ölümden emin olabiliyordu.
Her geçen gün insanın yanına kar kalıyor.
Kimse kederle söylediği sözler yüzünden cezalandırılmaz.
Bir iki kitap okuyup, o abuk sabuk şeyleri tekrar ediyorlar. Yok anayasa, yok bilmem ne!
Kendisi sarayda oturuyor, başkalarını mahzenlerde çürütüyor. Milyonlarca insan açlıktan, veremden ölüyor. Halkın uyanması lazım. Devrim yapılmalı
İnsan öldükten sonra bile arkasından söyleneceklerden ve düşünüleceklerden utanıyor.
Çok genç, çok yetenekli ama daha şimdiden çok mutsuzsun. Gerçek aşkın ne olduğunu bilmiyorsun, bu yüzden de ölümsüz ruhuna işkence ediyorsun.
İnsan ille de aklının dediğini yapmaz.
İblis diye bir şey yoktur. Tanrı yoktur.
Emin misin?
Kesinlikle.
Dünyayı kim yarattı?
Aman, yine şu eski soru. Doğa. Evrim. Tanrıyı kim yarattı peki? Sen gerçekten dindar mısın?
Bazen.
Peki dünya resmi neydi? Madde miydi? Ruh mu? Manyetizma mıydı yoksa yer çekimi mi? Peki hayat neydi? Istırap neydi? Bilinç neydi? Bir Tanrı varsa, Tanrı neydi? Sonsuz vasıfları olan madde mi?
Günah işleyecek güçleri olduğuna göre, bedelini ödeyecek güçleri de olmalı.
Peki, gerçek ne?
Gerçek, gerçek diye bir şey olmadığıdır.
Neyi açarsa açsın bir yalanla karşılaşıyordu. Bütün kitapların bir tek ortak özelliği vardı: Temel meselelerden uzak duruyor, yuvarlak şeyler söylüyor, aynı nesneye başka başka adlar takıyorlardı.
Hiçbir şeyi kolay kolay unutmam, benim trajedim de bu.
Yapmamam gereken öyle çok şey var ki. Bir kere, hiç doğmamam gerekirdi.
Herkes aklını kaçırmıştı: Komünistler, faşistler, demokrasi vaizleri, yazarlar, ressamlar, din adamları, ateistler. Çok geçmeden teknoloji de çökecekti.
İnsan ipi boynunda hissettiği bir ülkede ne yapabilir? Ölmek değil de yaşamak istiyorsan, ortama uyum sağlamak zorundasın.
Her şeyin so­nu ölüm olduğuna göre umut etmenin ne anlamı var?
Umudun kendisi, ölüm diye bir şey olmadığının kanıtıdır.
Yaşamak istiyordu ama onu da nasıl yapacağını bilmiyordu.
Benim hayatımda her şey kelimelere dönüşüyor. İnsan sonunda bir söz makinesi olacak. Kelimeleri yiyecek, içecek, kelimelerle evlenecek, kendini onlarla zehirleyecek.
İnsanlar genellikle yalnızlıktan yakınırlardı ama kitaplar olduğu müddetçe, oturup düşüncelere dalabildiği müddetçe o kendini hiç yalnız hissetmezdi.
Kelimelerin gücü vardır. Atasözü şöyle der: ”Tokat unutulur, söz kalır.
Zaten bir adamın yüreğinden nelerin geçtiğini kim anlayabilir?
Zaten günahtan bedenin değil, ruhun hoşlandığını açıkladı. Bu yüzden cezayı ruh çekiyordu.
İnsan başkalarının hayatına son verirken, önümüzdeki yıla sağ çıkmak için ya da cennete kabul edilmek için nasıl dua ederdi?
Eski bilgelerin bedeni neden kafese benzettiklerini artık daha iyi anlıyordu -salıverileceği günü özlemle bekleyen ruhun tutsak edildiği bir kafes.
acı olmadan özgür irade olamıyordu.
Hiç kimse bu dünyanın acılarından kaçamazdı.
Eskiden her şeyi aklıyla kavramaya çalışırdı ama o akılcılık dönemi çoktan geride kalmıştı.
İnsanın kendisi iblis olduktan sonra iblise ne gerek var?
Artık dünyevi bir arzusu kalmamıştı ama içinde hala tek bir özlem yanıyordu: Gerçeği öğrenmek. Bir Yaratıcı var mıydı yoksa dünya atomlarla onların birleşimlerinden başka bir şey değil miydi? Ruh diye bir şey var mıydı yoksa düşünce beynin titreşimlerinden mi ibaretti? Ödül ya da cezayla sonuçlanan bir son hesaplaşma var mıydı? Madde var mıydı yoksa bütün varoluş bir hayalden mi ibaretti?
Gerçek ortaya çıkmayınca insanların yalan yanlış şeyler düşünmesi kaçınılmazdır. Gerçek genelde öyle gizlenir ki, ne kadar çok ararsan o kadar zor bulursun.
Bütün nesneler varlıklarını o gayretsiz güçle sürdürüyordu; belki de varoluşun özü budur.
Yüreğin dudaklara açamadığı sırlar vardır. Mezara taşınırlar.
Kadere küsmek, acıya saplanmak mizacına aykırıydı.
İnsan doğasının karmaşıklığını anlayanlar, sevinçle ıstırabın, çirkinlikle güzelliğin, sevgiyle nefretin, merhametle acımasızlığın ve diğer zıt duyguların genellikle birbirine karıştığını, birbirinden ayrılamadığını bilirler.
Zaman sırtında yük olmaya devam ettiğinden, genelde kütüphanesindeki kitapları karıştırıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir