Stefan Zweig kitaplarından Toplu Öyküler 3 kitap alıntıları sizlerle…
Toplu Öyküler 3 Kitap Alıntıları
Kendi kendini bilmeden mırıldandı: “ Bilmediği bir istikamete, karanlığa böyle yürümeyi sürdüremez kimse. Kimse memleketini bilmeden amaçsızca, korku içinde oradan oraya sürüklenmeye zorlanmamalı. Cesaretleri kırılmış, tükenmişler. Biri bu kayıp insanları ışık tutup yol göstermeli, ışığa ihtiyaçları var. Bir kişi onları eve döndürmeli, yollarını aydınlatmalı.” ~ Gömülü Şamdan
Biz Tanrı’nın planlarını ve aklında ne olduğunu bilemeyiz, düşüncelerini okuyamayız, onun yöntemleri algılarımızı aşar. Bu nedenle ne zaman ızdıraptan aklımı yitirecek gibi olsam, ne zaman halkımızın kaderi üzerine Tanrı’ya sitem etsem hep kendimi yatıştırmaya çalışırım. Çünkü kim bilir, belki çektiğimiz acıların bir amacı vardır, belki de telafi etmemiz gereken kusurlarımız olmuştur. Günahın kimde olduğuna karar vermek bize mi düşer? ~ Gömülü Şamdan
hayatının en büyük eziyetleri de bu hesaplaşmalardı. Sağduyu yine alıp başını gitmiş, yerini zihnini kemiren ikirciklere bırakmıştı.
yeryüzünde açgözlülerin gözünden kaçan tek şey ölülerdir.
Neden sonsuz gökyüzü altında dinlenecek bir yer bulamıyorlar?
Dünyanın gerginlikleri, acıları benim için de artık geride kalsa.
Ancak yeryüzünde tekrar tekrar öğrendiğimiz bir ders varsa o da Tanrı’nın hükmünde her şeyin mümkün olduğudur.
akıllara sığmasa da kalpler hep mucizelere inanmak ister.
Ancak insan hep unutur, sahip olmak elinde tutmak anlamına gelmez.
Zamanın üstünde bir güce inanarak zamana galip geldik.
Akılsız arkadaşım, nasıl olur da çocuklar soru sormaz?
Tanrı’nın emirlerinin her zaman, bizim içinde bulunduğumuz koşullar altında anlayamadığımız bir açıklaması olduğunu fark ettim.
Adaletin değil, şiddetin hükmettiği bir dünyada yok yere suçlanıyorsanız çareyi yeryüzünde değil, Tanrı’nın ilahi sisteminde ararsınız.
Tüm hatırladıkları ona ne iyi geliyor ne de canını acıtıyordu
Yeni bir hayat başladı Bu yazı kan misali parlamalıydı!
Fakat hayat mütemadiyen onu çağırıyordu.
Hayatın, işine yaramayan ve kırılgan olan her şeyi yok ettiğini öğrenmemiş miydi? Hayat ona da adil davranacak ve onu diğerlerinden ayırmayacaktı
Zira buradaki hayatıma dair ne varsa, senin düşündüğünden de benim umut ettiklerimden de çok farklı.
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
İnsan kalbi denilen şey ne garip
Dönüp bakınca tüm bunlar çok eskide kalmış; farklı bir hayatta, farklı duygularla yaşanmış gibi görünüyordu.
Saf altını böyle bir saçmalığa dönüştürmüşler! İşte böyle bir zamanda yaşıyoruz!
sadece konuşmuş olmak için konuşuyordu.
Alacakaranlık, bir perde gibi düşer; geceye yaslanan keder, yıldızsız bir kemer gibi tepelerinde durur.
Barışı bulabilmek için dünyamızın üzerinde uçmuş fakat nereye gittiyse yıldırımlardan ve insanların şimşeklerinden başka bir şey görmemiş, yeryüzünün her yerinde savaşlar varmış. Dünya bir zamanlar sular altında kaldığı gibi, bu kez de ateş ve kan denizinde boğuluyormuş
İsimsiz bir ormanmış bu, çünkü zamanın başlangıcında hiçbir şeyin ismi olmazmış.
Zira bu insanlar yalnızca bir durak, hikâyenin tamamı değil; kaderlerine yaklaşıyor ama onu yazamıyorlar. Birinin bu hikayeyi tamamlaması gerek.
kim bilir, belki de maviliklerde amaçsızca uçuşan ve akşamları önce pembe pembe parlayan sonra da ateş kırmızısına dönen şu beyaz bulutları hayal ediyordu?
Dünyayla arama ince ve koyu bir perde inmişti.
Böylesine ufak tefek şeyler benim saatlerimi, hatta günlerimi mahvetmek için yeterliydi. Belki de fazlasıyla gerilmiş hislerim boşuna alınıyordu fakat içsel hissiyatın bozulmasına karşı sonradan kabul edilen içsel telkin neye yarardı ki?
Kim ki gençliğe boyun eğerse o akıllıdır.
Aralar da müziğe dahildir.
Uzaktan heybetli ve ulu gözükenler, yakınına gelindiğinde güçlükle bir araya getirilmiş gibi görünüyordu.
Yanlış bir başlangıç seçerek varlığımın gerçek özüne nasıl ulaşabileceklerdi ki?
Aşkı çoğunlukla yalın bir özlem duygusu içinde yaşar, sakınarak uzaktan sever ve yaşadığı aşk en sonunda şiirlerde ve rüyalarda kaybolup giderdi.
İnsana armağan edilen aşkı düşündü, satılık olanı değil
Gelgelelim neredeyse üzüntülü olmaktan memnuniyet duyuyordu, kendine eziyet etmenin o şahsına münhasır cazibesini keşfetmişti fark etmeden.
Her şeyi kaybettiğinizde, geriye kalan son şey için çaresizce mücadele ediyorsunuz
gençken hastalıkların ve ölümün hep başkalarının başına geldiğini sanıyorsunuz.
bu adam konuşmak istiyordu, konuşmalıydı. Ve biliyordum ki ona ancak sessiz kalarak yardım edebilirdim.
Bu bitip tükenmez geceye karışıp kaybolmuştum.
Binlerce kişinin onunla aynı kadeei paylaştığını ve bu yaşadıklarının sıradan bir trajedi olduğunu biliyordu fakat ona göre hiç kimse kendini onun kadar buruk hissedemezdi.
Kadın nefret ve öfke dolu olsa da güçlü bir erkek tarafından mağlup edilmiş olmanın o yumuşak duygusunu hissetmeliydi.
Siz,sayın okul arkadaşım, kızmayınız ama sanırım siz, oyunbozan diye nitelendirdikleri insanlardansınız. Kanyak içmemek, sigara kullanmamak, bunlar çok şüpheli hareketler.
İnsana armağan edilen aşkı düşündü, satılık olanı değil…
Bir dakikalık huzur, sanki sonsuzluk gibi hissettirmişti.
Sabahtan akşama kadar sanki sonsuzluk gibi geçen saatler boyunca ızdırap içinde öylece yattı. Bir yandan da hayatını küçümseyerek gözlerinin önünden geçirdi: ara sıra sokaktan geçenlerin sesleri korkunç yalnızlığını bir nebze de olsa silmişti ama sonra rüzgâr uğultusu ve ağaç dallarının hışırtısından başka hiçbir şeyin duyulmadığı saatler geldi.
bu kez korkudan değil belirsiz bir beklentinin sebep olduğu hararetten titriyordu.
İlk aşkın sonsuz mutluluğuna benzer bir mutluluğun özlemini çekiyordu.
O anda yaşamından kesitler ve anılar geldi gözlerinin önüne ancak hepsi, bu mutlu halinin altın sarısı haresiyle çevriliydi sanki. İlk aşkını düşündü. Ama o insanı, istemediği bir şeyi anımsadığı zamanlardaki gibi üzülerek değil, aksine yeniden yaşamak istediği bir kadermişçesine mutlanarak hatırladı onu. İnsana armağan edilen aşkı düşündü, satılık olanı değil.
Gökyüzü o kadar maviydi, hava o kadar ılıktı ki özgürlüğe duyduğu özlem giderek daha yoğun çığlıklar atarak şiddetlenip bir tür ihtiyaca dönüştü.
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
Çünkü yeryüzünde açgözlülerin gözünden kaçan tek şey ölülerdir.
Akıllara sığmasa da kalpler hep mucizelere inanmak ister.
Yaşamdan daha kutsal şey yoktur, Tanrı tek bir canın boşa kaybedildiğini görmek istemez.
Adaletin değil, şiddetin hükmettiği bir dünyada yok yere suçlanıyorsanız çareyi yeryüzünde değil, Tanrı’nın ilahi sisteminde ararsınız.
Incipit vita nuova. Yani: Yeni bir hayat başladı
Şans elmas matkaplarla çalışır ve kaderin özündeki kurnazlık beklenmedik bir yerde araya karışarak en sert mizaçlı olanı bile derinden sarsar.
Zira bu senin ilahi mucizelerinden biridir, bize yakın birinin acı çektiğini görüp de acısını kendi yüreğimizde hissettiğimizde, onunla aramıza koyduğumuz duvarlar ortadan kalkar.
Birbirimizin özlemiyle yaşadığımız her gün, bin gün gibi geldi bize, birbirimizi işte bu kadar seviyorduk.
‘Hayatımız, baharda çağlayan bir nehir gibi hızla akıp geçiyor ve ömrümüzden geçen zamanlar asla geri gelmiyor.
Sen de bilirsin ki Tanrım, yedi yıl, sen söz konusu olduğunda bir damlacığın yere düşmesi kadar kısa bir süredir, sen ki sonsuzluğu görürsün, senin gözünde bir anlık bir göz kırpması gibidir çünkü zaman sonsuz cennetinde bir an misali geçip gider.
Her şeye kadir Yüce Tanrım, seninle konuşurken yüreğim göğsümden dışarı fırlayacakmışçasına çarpıyor. Korkundan tir tir titreyen bu yüreği bedenime koyan sen değil misin? Korkularımı dualarımda dile getirdiğim bu dudakları yaratan sen değil misin? Sana duyduğum korkuyla senin sevgin için sana yakarıyorum. Çocuklarımın çekeceği bu çileye karşı değersiz sözlerimle senin sonsuzluğuna sığınıyorum.
Ölülerin, Tanrı’nın yüzüne bakmalarına izin yoktu; onun parlak ışığını görmeye sadece melekler dayanabilirdi çünkü Tanrı’nın sesini duyabilme ve ahiret gününün çağrısını anlayabilme yeteneği yalnızca onlara bahşedilmişti.
Ancak yaşlı bilgeler başarısızlıklarını değil zaferlerini konuşmayı severler. Sonsuzluk sarkacında sallanan hadiseleri resmedercesine saçma bir konuma düşmekten korkarlar zira.
Bazı kızlar vardır, kalenderlikleri öylesine engindir ki onlarla hatırı sayılır derecede ileri gidebilirsiniz zira öylesine çaresizlerdir ki sırlarını bir kelimeyle anlatmaktansa acı çekmeyi yeğlerler.
Gençliğin, güzellik tarafından aydınlatılmasına ihtiyacı yoktur. Canlı kuvvetlerin bolluğuyla trajik olana yaklaşır ve hüznün onun deneyimsiz kanından emmesine izin verir. Bu sebepledir ki gençlik her daim tehlikeye hazırdır ve her acıya kardeşçe elini uzatır.
Aralar da müziğe dahildir.
Latince bilenlerin ‘raptus’ dedikleri durumu yaşıyorum:Zihnin kendisinden çıkarak başkası tarafından bir yerlere taşınması durumu
Ani sarsıntı diye bir şey vardır, bir çeşit içsel patlama Yeniden anlatıldığında muhtemelen kulağa duygusal gelen bazı sözcükler Bu sözcükler yalnızca bir anlığına iki çift göz arasındaki gerçekliklerini korurlar ve duyguların beklenmedik karmaşasından ortaya çıkarlar.
On binlerce saniye deneyimliyoruz, ancak bütün iç dünyamızı hareketlendiren yalnızca tek bir saniyedir (Stendhal’ın söyledigi üzere). Bütün özsularla çoktan beslenmiş olan içsel çiçeğin billurlaşmasıyla bir araya gelen o içsel saniye Bu büyülü bir saniyedir; ortaya çıkmasının ve kendi yaşamının içinde gizli olan görünmez, hissedilmez, kaçınılmaz olarak yaşanan tek sırdır. Hiçbir zihnin matematiği onu hesap edemez, hiçbir sezginin simyası onu tahmin edemez ve yalnızca nadiren bu duyguyu yakalayabilir.
ancak yaşlı bilgeler başarısızlıklarını değil zaferlerini konuşmayı severler.
yıllardır edindiğim tecrübeler ışığında bir kez daha şunu düşündüm; genç bir kızın gözlerinde o ilk aşk kıvılcımını yakmaktan daha tehlikeli, çekici ve sapkın bir arzu daha yoktu.
hepsinden zevk aldığı için bütün sanat dallarıyla ilgileniyordu ancak kibri sevgisine daha baskın geldiğinden bu sanatlara hizmet ettiği yoktu: sadece tek bir yaratıcı alana kendini adamak yerine onları takdir ederek binlerce güzel saat geçirebiliyordu.