İçeriğe geç

Tokuz Ama Açız Kitap Alıntıları – Ayşegül Çoruhlu

Ayşegül Çoruhlu kitaplarından Tokuz Ama Açız kitap alıntıları sizlerle…

Tokuz Ama Açız Kitap Alıntıları

”İnanmayacaksınız ama doktorların sigara reklamlarında oynayıp, sigaranın sağlık için iyi olduğunu söyledikleri bile olmuştu. ”
”En büyük sağlık sorunumuz akşam yemeğidir ! Akşam yemeği yediğimiz için şişmanlıyoruz. ”
Bu duruma hep beraber nasıl geldik biliyor musunuz? Parayı takip ederek. Yiyecek sanayiinin devlerini takip ederek: İşlenmiş hayvansal ürünler, alkol, kahve, kola, hazır gıda, bisküvi, kahvaltı gevreği, şekerli içecekler gibi vücudu asitlendiren gıdaları üretenlerin peşinden giderek!
Lütfen, “Bu ara biraz kilo vereyim, gerisini sonra düşünürüm” mantığından vazgeçin. Bütün hastalıklarla yediklerimiz arasında yüzde 99 oranında bağlantı olduğunu kabul edelim. Kilolarımız ve yediklerimiz arasındaki bağlantıyı nasıl kurabiliyorsak, herhangi bir rahatsızlığımız olduğunda o belirtilerle vücudumuza aldığımız yiyecekler arasındaki bağlantıyı da kurabilelim. Aslında bu kitapla amaçlanan da budur.
“En basit haliyle gördük ki çoğu hastalık aslında sadece bir sebze meyve eksikliği hastalığıdır. Kanser bile. Gerçeği söylemek cesaret ister. Ama işte kral çıplak.”
“Yiyecek bolluğu içinde yaşıyoruz. Bu bolluk içinde size beslenmemizde eksiklikler olduğunu söylesem herhalde bana Hadi canım! Ne eksiği? dersiniz. Ama öyle. Gerçek şu ki gerçek anlamda beslenemiyoruz. Çağımızda tükettiğimiz yiyecekler giderek daha az vücudun ihtiyaçlarına cevap veriyorlar. Yani bunların içi vücut için gerekli hammaddelerle dolu değil. Açıkçası pek çoğu gıda bile değil. Bir şeyin yenebilir olması onu gıda yapmıyor sonuçta. Ayrıca bu gıda olmayan gıdaları tüketmenin de bir bedeli var. Raf ömrü uzadıkça bedel artıyor. Raf ömrü uzadıkça bizim ömrümüz kısalıyor.”
“Ne zaman protein lafı etsek aklımıza et geliyor. Et yemeden protein alamayız diye düşünüyoruz. Oysa çok yanılıyoruz. Bitkilerde de yeterince protein vardır. Üstelik bitkisel proteinlerin zararı da yoktur.”
“”Şimdi vücudun ideal asit-alkali dengesindeki küçük sırrı açıklayalım: Vücut daima alkali ortamda çalışmak ister. Vücudun alkali dengesinin korunması esastır. Ve gerçek şu ki vücudumuzun ideal alkali dengesi tam olarak korunsaydı hiç hastalanmaz, hatta hiç yaşlanmazdık.”
Görme özürlülerde hiç meme kanseri görülmediğini bilmek belki uyku hormonu melatoninin ve onu artırmak için karanlıkta uyuma­ nın önemini size anlatır.
Orman havasının bize kendimizi iyi hissettirmesi, deniz kenarın­daki havanın iyi gelmesi, yağmurdan sonra kendimizi daha iyi his­setmemiz hep havadaki negatif iyonları içeren oksijenin fazlalığın­dandır.
Ofiste uzun süre oturduğumuz zaman veya evden hiç çıkmadı­ğımızda baş ağrısı çekmemiz ya da bir alışveriş merkezinde çabuk yorulmamızın sebebi de yine bu kapalı alanlarındaki negatif iyon azlığıdır.
Doğru nefes almak ve açık havada olmak, negatif iyonlu oksijen almak için en kolay yöntemdir.
Fruktozun meyve şekerinin de adı olması meyveyi kötü besin grubuna koymaz. Meyveler özellikle gündüz saatlerinde çiğ olarak kabuklarıyla yendiğinde aksine anti-AGE’dirler.
Burada zararlı olan fruktoz şekli HCSF denen mısır şurubundan elde edi­len fruktoz şekeridir. Maalesef HCSF’nin içinde olmadığı neredeyse hiçbir hazır gıda yoktur.
Alkali besinleri tüketmenin yanında insülini fazla yükselt­memek için yemeklerle tarçın, limon, elma sirkesi tüketil­mesi önerilir.
Alkali beslenmede yer alan omega-3 yağı, balıkyağı, balık, ketentohumu, zerdeçal, zeytinyağı, zencefil, yeşil çay, sarmısak ve tüm sebzeler güçlü anti-enflamatuar besinler olarak sıralanır.
Enflamasyon, otoimmün hastalıklarda olan harabiyet durumu­dur. Dolayısıyla bel yağlarından çıkan enflamatuar maddeler vücu­ dun başka yerlerinde de enflamasyona sebep olur. Bel kalınlığı, otoimmün hastalıklara zemin hazırlar. Bu yüzden bel yağları katildir!
Eğer bir öğünde şeker ve unla birlikte yağ da tükettiysek, insülin önce kandaki glikozun enerjiye harcanmasını sağlamak için yağların enerji olarak kullanılmasını engeller. Bu yağları da yağ depolarına gönderir.
Unlu ve şekerli gıdalar çok kolay sindirilebildiği için kısa sürede bağırsaktan emilebilecek hale gelirler. İçeri hızlı girerler. Bu durum, az yeseniz bile emilim hızı yüzünden pankreasta çok glikoz gelece­ ği algısını yaratır. Yaratılan telaş yüzünden pankreas fazla insülin salgılar. Fazla insülin de bir süre sonra hipoglisemiye sebep olur. Karbonhidrat tükettiğinizde tekrar hızla acıkırsınız.
Sütte protein ve yağın yanında laktoz, yoğurtta ise galaktoz isimli karbonhidratlar vardır.
Baklagillerde, bitkisel proteinlerin yanı sıra kompleks yapılı kar­bonhidratlar vardır.
Meyvelerde ve sebzelerde fruktoz veya glikoz olarak karbonhid­ratlar vardır.
Kuruyemişlerde iyi yağlar ve protein yanında çoğunluk olarak karbonhidratlar vardır.
Demek ki hiç unlu ve şekerli yemesek de zaten sebze, kuruyemiş, meyve, baklagiller ve süt grubundan karbonhidrat, yani genel söylenişle şeker almış oluyoruz.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Tüm enflamatuar hastalıklardan korunmak için anti-enflamatuar beslenme, alkali beslenmedir. Alkali beslenmede hayvansal protein grubunun azaltılması ve bunların her zaman sebzelerle tamponla­narak yenmesi önerilir. İyi yağlar, baharatlar, kuruyemişler ve tohumlar, alkali su, balık, sebze ve meyveler anti-enflamatuar beslenmeyi oluşturur.
“Ben eserlerimle ölümsüz olmak istemiyorum Ölmeyerek ölümsüz olmak istiyorum.” -Woody Allen
Bir sıvıda proton (+) yükü fazla ise o sıvı asittir. Bir sıvıda elektron (-) yükü fazla ise o sıvı alkalidir.
Oksijen kullanan her canlı: Okside olur, paslanır, çürür, yaşlanır, elektronlarını kaybeder.
Bu artı (+) ve eksilerin (-) vücut içinde bir dengesi vardır. Buna biz vücudun asit-baz dengesi veya asit-alkali dengesi diyoruz. Hayatın özü bu dengededir.
İnsan kimyasal-biyoelektriksel bir organizmadır ve elektrik akımı için daima iyonlara ve elektronlara ihtiyaç vardır. Biyoelektrik akmadan canlılık olamaz!
Beslenme hücrenin ihtiyacı olan yiyeceği doğru seçmek demektir; dolayısıyla bu yiyeceğin vücutta nasıl işlediğini, bize nasıl hayat ve canlılık verdiğini bilmeyi gerektirir. İşte gerçek beslenme bilimi budur.
Çoğu hastalık aslında sadece basit bir sebze-meyve eksikliği hastalığıdır. Kanser bile. Gerçeği söylemek cesaret ister.
Ama işte kral çıplak!
Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.
Gece uyurken bizi yenileyip gençleştirecek olan büyüme hormonunun yerine insülinin varlığı bizi yaşlandırır. Dolayısıyla genç kalmak isteyenler için akşam yemeği uygun değildir.
Alkali beslenme ile gençleşmenin formülü atlanan akşam yemeği ve bolca içilen sebze suyunda.
Belki ekmeksiz akşam yemeği yemek, pilav, makarna yiyememek, patates kızartmasını menüden çıkarmak, televizyon karşısında bir dilim kekten çatalın ucu ile alamamak, ayva tatlısından azıcık da olsa tırtıklayamamak, bir kadeh kırmızı şarap içememek size çok zor gelebilir.
Elbette ki zor! Ama unutmayın sigara içene sigarasız olmak da zor, alkol sevene alkolü bırakmak da zor. Maalesef bunları sadece nefsimiz istiyor. Hücrelerimizin bunlara ihtiyacı yok. Tadı nefis diyecekleri görünce nefsimize tutmayı bilmeliyiz. Her konuda olduğu gibi nefse hakim olmak da iyi ve doğru insan olmanın özü. Ve hücrelerimiz içinde bu böyle.
Akşam yemeğinde yemediklerimiz gün içinde yediklerimizden daha önemlidir.
Ne yediğimiz dışında ne zaman yediğimiz de çok önemlidir. En doğru besin bile yanlış zamanda yendiğinde sorun yaratabilir. Amacımız nefsimizi değil, hücrelerimizi beslemek ise biraz disiplin şarttır. İdeali doğru besinin doğru zamanda yenmesidir.
Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz bu üç kelime yağ, protein ve karbonhidrat tabirleri artık ihtiyacımızı anlatmaya yetersiz kalıyor. O yüzden karbonhidrata ihtiyacımız var diye unlu-şekerli yemek yemek gerektiğini düşünmek, proteine ihtiyacımız var diye sadece hayvansal gıdalardan protein alabileceğimizi düşünmek yanlıştır. Aslında beslenmede temel ihtiyaçların hepsini bitkisel gıdalar da karşılar.
Ne kadar az yersek, o kadar az artık üretiriz ve o kadar uzun yaşarız.
Sağlığı en çok koruyan şey sebze tüketmektir.
Ne yediğinize hiç dikkat etmiyorsanız, hayatın bütün tatlarından keyif almak adına yaşıyor, nefsinize dur diyemiyorsanız hastalık, ilaç, ameliyat, kemoterapi ve yaşlanma kaçınılmaz biçimde gündeminizi oluşturacaktır.
Elektron vermekte çiğ sebzeler her şeyden üstündür. Çiğ sebze yemek kolestrolü düşürür, plakları da geriletir, hipertansiyonu da düzeltir. Vücutta hücre zarları yerine elektron verecek antioksidandan çiğ sebzeler yoksa ne kadar sağlıklı beslenirsek beslenelim,vücut asitlenmeye bağlı olan, tüm hastalıklardan zarar görecektir.
Hayvansal gıdalar asitlendirir.
Basit karbonhidratlar asitlendirir.
İşlenmiş hazır gıdalar asitlendirir.
Aşırı stres vücutta proton yükünü arttıran kortizol yüksekliğine sebep olur. Stres asitlendirir.
8 saatte 2-3 öğün ye, 16 saat sistemi dinlendir.
Canlı olarak insan türünün akşam yemeği yememesi ve 16 saat aç kalması gerekir aslında!
8 saat yemek ye, 16 saat aç kal.!
İdeali budur.
En büyük sağlık sorunumuz akşam yemeğidir.
Akşam yemeği yediğimiz için şişmanlıyoruz.
Akşam yemeği yediğimiz için hastalanıyoruz.
Akşam yemeği yediğimiz için sabah yorgun kalkıyoruz.
Akşam yemeği yediğimiz için göbeğimiz var, belimiz kalın.
Akşam yemeği yediğimiz için yaşlanıyoruz.
Giderek azalan açlık ve tokluk insülin değerleri gençleşmenin de göstergesi kabul edilebilir. Aynı yemeği yiyen 2 kişiden 2. saat insülini düşük olan biyolojik olarak daha genç demektir.
İşte kaçınmamız gereken gıdalar: Hayvansal proteinler, özellikle bunların işlenmiş olanları, hazır soslar, şekerliler, asitli içecekler, alkol, kızartmalar, fruktoz şurubu içeren ürünler, diyabetik ürünler, tatlandırıcılar, yanmış yağlar, her türlü katkı maddesi, unlular, pastalar, çörekler, makarnalar, geç yenen akşam yemekleri vs. vs.
Vücutta elektron fazlaysa sağlıklıyız. Proton fazlaysa sağlıksız. Çünkü bütün hastalıklarda proton yükü olur. Tüm iyileşmeler elektron kazanımı ile gerçekleşir.
Yiyecek bolluğu içinde yaşıyoruz. Bu bolluk içinde size beslenmemizde eksiklikler olduğunu söylesem herhalde bana Hadi canım! Ne eksiği? dersiniz. Ama öyle. Gerçek şu ki gerçek anlamda beslenemiyoruz. Çağımızda tükettiğimiz yiyecekler giderek daha az vücudun ihtiyaçlarına cevap veriyorlar. Yani bunların içi vücut için gerekli hammaddelerle dolu değil. Açıkçası pek çoğu gıda bile değil. Bir şeyin yenebilir olması onu gıda yapmıyor sonuçta. Ayrıca bu gıda olmayan gıdaları tüketmenin de bir bedeli var. Raf ömrü uzadıkça bedel artıyor. Raf ömrü uzadıkça bizim ömrümüz kısalıyor.
Protein kaynağı deyince akla et gelmesi gibi et tüketimini azaltınca kas kaybı olacağına dair bir inanış vardır; oysa durum tam tersidir. Ispanakta etten daha çok aminoasit bulunur. Yani Temel Reis o pazıları gerçekten ıspanakla yapmış. Hiç şüpheniz olmasın!
İnsanlar bitkisel beslensinler diye uzun bağırsaklara sahiptirler. Etobur hayvanların bağırsakları kısadır. Çünkü yenen ölü hayvanın o bağırsakta uzun süre beklemesi istenmez. Et yiyicilerde normal bağırsak bakterileri de bizim prebiyotik bakterilerimizden farklıdır. Onlardaki etle uyumludur. Bizde olması gerekenler ise sebze ile uyumludur.
Beslenmek için tercih ettiğimiz kaynak ister protein, ister yağ, ister karbonhidrat olsun gerçekte vücudun aradığı şey elektrondur.
Hayvansal proteinler en basit haliyle ÖLÜ’dür. İçlerinde hayvanların canlılık için kullandıkları elektronlarını taşımazlar. Ölmenin karşılığı olan proton deposudurlar. Buna karşılık sebzeler elektron deposudur. Bizim her şeyden çok elektrona ihtiyacımız var.
Pek çok çalışmada hayvansal protein tüketmekle meme, tiroid, prostat, pankreas, over, mide kanseri arasında ilişki gösterilmiştir.
Ne zaman protein lafı etsek aklımıza et geliyor. Et yemeden protein alamayız diye düşünüyoruz. Oysa çok yanılıyoruz. Bitkilerde de yeterince protein vardır. Üstelik bitkisel proteinlerin zararı da yoktur.
Kaderi ve kötü şansı suçlamadan önce kendi nefsimizi ve seçimlerimizi suçlamamız gerektiğini bilmeliyiz.
Seçimimizi alkali beslenmeden yana kullanırsak atalarımızdan gelen hatalı ama sessiz genlerin söz sahibi olmamasını ve hep sessiz kalmasını sağlayabiliriz. Alkali beslenerek sağlam genlerimizin de hasara uğramasını engelleyebiliriz.
Genleri de susturabiliriz!
Depresyonun yeni adı mutsuz bağırsak sendromu olmalı
Hücre zarlarının;
*protonlar
*asitler
*serbest radikaller
*enflamasyon
sebebiyle elektron kaybetmesi her hastalıkta ilk aşamadır.
Psikoloji ile bağırsakların çok ilgisi vardır. Mutluluğun kaynağı bağırsaklardır. Çünkü mutluluk hormonu serotoninin çoğu orada üretilir.
Kendinizi mutlu sansanız bile bağırsaklarınız mutsuz sa gerçek anlamda mutlu sayılmazsınız.
Protein kaynağı olarak hayvansal gıdaların, bitkisel proteinlerden daha fazla tüketildiği durumlarda kalça kırıklarının arttığı gözlemlenmiştir.
Süt ürünleri kalsiyum içermesi sebebiyle yıllardır bize hep süt ürünlerinin kemik sağlığına iyi geldiği anlatıldı. Her birimiz çocukluğumuzda süt bıyığı olan reklamlarla süt içmeye özendirildik. Geçen yıllar gösterdi ki osteoporozun en yaygın görüldüğü ülkeler süt ürünlerinin en çok kullanıldığı ülkeler aynı zamanda. Demek ki kemik sağlığını asıl koruyan gıdalar vücudu alkali yapan gıdalardır. Tüm yeşil sebzelerden tohumlara kadar pek çok bitkisel kalsiyum kaynağı vardır. İçlerinde kalsiyum olmasının yanı sıra vücudu alkali yaptıkları için kemikten kalsiyum kaybına da engel olurlar. Asitlenme ne kadar azsa kemikten kalsiyum kaybı o kadar az olur.
Bunca zarara sebep olan, hücre içerisindeki protonların sayısını artıran nedir?
1- Hücrenin antioksidan kapasitesinin azalmasına sebep olan alkali beslenme azlığı (sebze tüketmemek, alkali su içmemek, iyi yağları, tohumları tüketmemek gibi.)
2- Proton yükü, serbest radikal dolu asitli beslenme şeklinin fazlalığı (bol hayvansal gıda, işlenmiş ürünler, şeker, un, alkol gibi).
Kronolojik takvimin önemi yoktur. Önemli olan biyolojik yaşımızın kaç olduğudur.
Beslenmek en temelde elektron bağlarını vücuda almak, oksijen ile yakarak ATP enerjisi elde etmektir. Enerjinin karşılığında ödenen bedelse elektron kaybederek paslanmaktır.
Raf ömrü uzadıkça, işlem gördükçe, rafine oldukça yiyecekler kendi canlılıklarını kaybederler. Başlangıçta doğal halde iken yiyecekler canlılık vardır, çünkü içleri elektrik doludur . Amaç bu elektronları almak olmalıyken; biz işlenmiş, raf ömrü uzun gıdalar tüketerek içi sadece proton dolu ölü yiyecekler yemiş oluruz. Protonlaştıkça biz de yavaş yavaş ölürüz.
Modern yaşamda çoğu gıda elektronun tam zıttı proton kaynağıdır. Canlılığımızı sağlayan elektronlar yerine canımızı azaltan protonlarla doludurlar.
Biz, elektron bulabilmek için yemek yiyoruz. Besin denen şeylerde elektron yoksa, onlar besin değildir. Sadece proton vericidir.
Vücudun alkali dengesinin korunmasını esastır. Ve gerçek şu ki vücudumuzun ideal alkali dengesi tam olarak korunsaydı hiç hastalanmaz, hatta hiç yaşlanmazdık.
Vücuttaki pH dengesi sağlıktaki en mühim konudur.
Zeki yaratıklarız ama akıllı yemek yemiyoruz!
Aklı başında yemek yemiyoruz.
”Bir şeyin yenilebilir olması onu gıda yapmaz. Ayrıca bu gıdaları (paket ürünler) tüketmenin bir bedeli vardır. Raf ömrü uzadıkça bedel artar. Raf ömrü uzadıkça bizim ömrümüz kısalıyor. ”
”Kaderi ve kötü şansı suçlamadan önce kendi nefsimizi ve seçimleriminizi suçlamamız gerektiğini bilmeliyiz. ”
Kilolarımız ve yediklerimiz arasındaki bağlantıyı nasıl kurabiliyorsak, herhangi bir rahatsızlığımız olduğunda o belirtilerle vücudumuza aldığımız yiyecekler arasındaki bağlantıyı da kurabilelim.
Her konuda olduğu gibi nefse hakim olmak da iyi ve doğru insan olmanın özü. Ve hücrelerimiz için de bu böyle.
”Glutatyon karaciğerdeki en önemli detoks maddesidir. Soğan, sarımsak, lor peyniri ve kavun tüketmek glutatyon yapımını arttırır. ”
”HCFS denilen yüksek fruktozlu mısıf şurubu genelde paketli ürünlerde bulunur ve glikozdan 10 kat daha fazla glikasyon yapar. Bu durum cilt yaşlanmasını ve selülit oluşumunu hızlandırır. ”
”Bir yeniyetmenin ağzına koyduğu her şekerli kola, kızarmış patates, pişmiş et, cips, jelibon vs onun ilerideki osteoporozuna bugünden zemin hazırlamaktadır. ”
Zaten ne yediğinize hiç dikkat etmiyorsanız, hayatın bütün tatlarından keyif almak adına yaşıyor, nefsinize dur diyemiyorsanız hastalık, ilaç, ameliyat, kemoterapi ve yaşlarıma kaçınılmaz biçimde gündeminizi oluşturacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir