İçeriğe geç

Timurlular Kitap Alıntıları – İsmail Aka

İsmail Aka kitaplarından Timurlular kitap alıntıları sizlerle…

Timurlular Kitap Alıntıları

Timur, Cengiz Han ile karşılaştırılacak olursa, oğul ve torunları bakımından pek onun kadar talihli çıkmadı. Dört oğlundan ikisi, Mirza Cihangir ve Ömer Şeyh daha Timur’un sağlığında ölmüşlerdi.
Bu devirde musikide bilhassa iki kişinin adından daima zamanın en büyük üstadları olarak söz edilir. Bunlardan biri okuyuculuk ve çalgıcılıkta meşhur olan Endicanlı Yusuf, diğeri ise musiki nazariyatı ilmindeki bilgisi ile temayüz eden Meragalı Abdülkadir idiler.
Zamanlarının büyük bir kısmını seferlerde geçiren Timurlu hükümdar ve beyleri, sözlü-sazlı eğlencelerden de geri kalmıyorlardı. Timur’un seferleri sırasında ele geçirerek Semerkand’a gönderdiği sanatkarlar arasında bazı çalgıcı ve okuyucular da bulunuyordu.
Kendisi meşhur bir hattat olan Mirza Baysungur, Herat’taki konağını zamanın bir akademisi haline getirmişti.
Şairler mirzalar tarafından himaye gördükleri gibi, bu mirzalar kendileri de şiir yazıyorlardı. Bunlar arasında Seyyid Ahmed, İskender ve Ebubekir mirzalara ait eser veya parçalar bizce bilinmektedir.
Bir asır kadar olan ömrü ve edebi faaliyetinin devamlılığı ile Lutfi, Çağatay Edebiyatı’nın Nevai’den önceki en kudretli şairi sayılmaktadır.
Ey zamane sahibi şarap kadehimi ver, zira Sünni ve Şii kavgalarından mideme bulantı geldi.
Bana hangi mezheptensin diye soruyorlar, yüzlerce şükür ki Sünni köpeği ve Şii eşeği değilim

Cami

Sünni Tarikatların en yaygını Nakşibendilik idi. Ne var ki Sadr, Şeyhülislam, Kadı ve Müderris gibi devlet hizmetindeki görevliler ile halk kütlelerinin temsilcileri olan tarikat dervişleri ve bilhassa Nakşibendi şeyhleri arasında mücadele eksik değildi.
Sülale mensupları başlangıçta Sünni oldukları gibi, halkın büyük çoğunluğu da Sünni idi. Ancak Gilan, Mazenderan, Huzistan ve Horasan’ın batısındaki Sebzvar şehrinin bulunduğu bölgelerde Şiilik ağır basmakta idi.
En canlı ticaret merkezlerinden biri ise Kabil şehri idi. Çünkü Hindistan’dan gelen kervanlar Kabil ve Belh üzerinden geçiyordu.
İster yapı, ister süsleme bakımından olsun, yapı sanatlarının seçkin eserleri ve mimar Kıvameddin’in çalışmaları ile Timurlu devri mimarisi hakika­ten üstün bir seviyeye erişmiş ve Avrupa’da Timurlu Rönesansı tabirinin ortaya çıkmasına sebep olduğu gibi, bu mimarinin unsur­ları XVI. yüzyılda Safevilere geçerek, günümüze kadar devam edip gelmiştir.
Hangi ilim dalı ele alınırsa alınsın, o fen erbabının çoğunun Semerkand’da top­lanmış olduğu ifade edilmekle birlikte, müsbet ilimlerde en büyük alimler olarak Kadızade-i Rumi, sokaklarda Türk kıyafeti ile dolaşan Ali Kuşçu ile Kaşan’dan getirilen Gıyaseddin Cemşid ve Muinüddin’in adları kaydedilmektedir. Kuhek tepesinin eteğinde ise Rasathane inşa ettirilmişti.
Devlet idaresinde büyük bir nüfuza sahip bulunan Şahruh’un hanımı Gevherşad, imar faaliyetleri ile de kendini göstermişti. Yapımı bu hanım tarafından mimar Kıvameddin’e havale edilen ve 1418 yılında tamamlanan Meşhed’deki caminin açılışında Şahruh ve Gev­herşad da hazır bulunmuşlardı.
Bütün Türk sülalelerinde rastlanan yağmalı toy geleneği Timurlularda da devam etmişti. Timur’un torunu Uluğ Beg’in düğünü dolayısıyla İbn Arabşah ve Clavijo bu yağmalı toylardan teferruatla bahsederler.
Düğün günü Timur bütün şehir halkının davetli olduklarını ilan ettirmişti.
Timur’un yaptırdığı büyük binalardan biri de Gök Saray olup, daha çok devlet hazinesinin saklanması ve hapishane olarak kulla­nılıyordu. Bu sarayın garip bir özelliği vardı. Timur oğullarından bir kimse baş kaldırarak hakimiyeti ele geçirirse burada tahta oturur, taht kavgası yüzünden başını kaybederse burada kaybederdi. Hatta, filan mirzayı Gök Saray’a çıkardılar sözü, daha sonraları onun öldü­rüldüğüne kinaye olmuştu.
Keş şehrinden birkaç kilometre uzaklıkta bulunan ve Harezmli ustalar tarafından inşa edilen Aksaray, özellikle çinilerinin iyi seçil­mesi ile tanınmış olup, artık bu sarayın kubbeleri yok olduğu gibi, bugün 56m. yükseklikteki abidevi kapısı ayaktadır.
Kendisini ülkesinin asker unsuruna, şehir ve köy ahalisine oldu­ğundan çok daha yakın hisseden Timur, gerçekte göçebelere göre büyük bir suç olarak kabul edilen bir harekette bulunmuş, başşehir olmak üzere bir şehir seçmiş ve burada binalar inşa ettirmeğe baş­lamıştı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Herhangi bir şehir veya bölgenin idari ve askeri işleri ise Hakim veya Darugaların üzerinde idi. Bu iki ünvan aslında çoğu zaman eş anlamda ve tek memuriyeti ifade etmek üzere kullanılmakta idi.
Darugalar bulundukları yerlerde Yargu yani adli işleri yürütüyor­lar; istenildiği hallerde bölgenin askeri ile savaşa gidiyorlar; olağanüstü hallerde bir yerin vergisini toplamak üzere gönderiliyorlardı.
Devlet hazinesi Semerkand kalesi ve Herat’ta İhtiyareddin Kalesi’nde saklanıyordu. Ancak bu hazinenin teferruat ve miktarı hakkında kesin bir bilgimiz yoktur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Timur’un başarılarının sırrı muhakkak ki, hükümdarları için kendilerini feda edecek derecede sadık, disiplinli ve düzenli bir ordu meydana getirebilmiş olmasında aranmalıdır.
Savaş sırasında coşmak ve düşmana korku salmak için süren salıyor yani bağı­rıyorlar, boru çalıp, kös vuruyorlardı.
İzmir’in kuşatılmasında neft kullanılarak, duvarlar yıkılmıştı. Kuşatmada neft şişeleri de kullanılıyordu.
Savaşlarda fillerden istifade ediliyor, kuşatma aleti olarak man­cınık, arrade ve Karabuğra gibi aletler kullanılıyordu.
Memleket dahilinde, halkın arasında haber toplayan görevli­ler bulunduğu gibi, diğer memleketlerde de casuslar kullanılıyordu.
Bu casuslar, sufi, derviş, tüccar, müneccim, asker, sanatkar, pehlivan olarak çeşitli ülkeleri dolaşır, oraların şehir, kasaba, yollar, dağlar, kavimler, ileri gelenleri, mühim hadiseleri hakkında bilgi toplayarak Timur’a bildirirler ve daha sonra Timur bu ülkeye gelip o şehir ile ilgili şeyleri sormaya başlayınca bu büyük bir şaşkınlık ve hayrete yol açardı.
Ordu, asıl anlamı onbin demek olan Tümen, Binlik (Minlik veya Hezare) ile kaynaklarda değişik rakamlarla ifade edilen Yüzlük yani Koşunlardan meydana geliyordu. Askeri teşkilat hususunda Cengiz Han’ın kurmuş olduğu düzene sadık kalınmıştı.
Bütün daha önceki Türk devletlerinde olduğu gibi, Timurlular­da da belli bir veraset usulünün bulunmayışından, ülke hanedanın ortak malı kabul ediliyor, o bakımdan veliahd belli olsa bile, onunla diğer mirzaların yetiştirilmesi arasında herhangi bir fark gözetil­miyordu.
Timurlular devrinde hanımların devlet idaresinde mühim rol­leri olduğu görülüyor. Timur’un hanımları ve sarayındaki kadınların durumu umumiyetle İslam kanunlarına değil, eski Türk ve Moğol örf ve adetine uygundu. Timur devrinde Semerkand’a gelen İspanyol el­çisi Clavijo şerefine verilen ziyafetlere hanımların yüzleri örtülü olmadan katıldıkları anlaşılıyor.
Moğol geleneklerine bağlı bir Müslüman olan Timur, Cengiz Han ile akrabalığa ayrı bir ehemmiyet veriyordu. 1370 yılında Hüseyin ile araları iyice açılıp, onun faaliyetlerine son verdiğinde, Hüseyin’in haremindeki Kazan Han’ın kızı Saray Mülk hanımı nikahına almış ve böylelikle Küregen yani güveyi lakabını taşımaya hak kazanmıştı.
Din onun elinde daha çok siyasi gayelerine ulaşabilmek için kullandığı bir alet olup, onun için ulemanın bağlılığından çok, beyler ve kabilelerinin bağlılığı mühimdi.
Mutlak hakimiyete inanan Timur, kurultay müessesine pek ehemmiyet vermezdi. O, bir işi yapmak istediği takdirde, kendini haklı gösterebilmek için, Kur’an-ı Kerim’den ayetler nakledebilirdi.
Müslüman bir muhitte yetişen ve kendisi de Müslüman olan Timur, eski Türk ve Moğol geleneklerini de yaşatmaya çalışmış, yasayı ihmal etmemişti.
İslam ulular kültü nün en büyük uydurmalarından birini de ilk defa XII.yüzyılda Sultan Sencer zamanında Belh şehri civarında Hazret-i Ali’nin mezarının bulunuşu teşkil etmektedir. Halbuki Hazret-i Ali buralarda hiç bulunmamıştı.
Sultan, oğulları, ordusu ve şehir halkı kendilerini tamamen eğlenceye kaptırmışlardı. Hakimiyetinin ilk 6-7 yılında hükümdar dindarca bir hayat sürmüş, ondan sonraki 40 yılda ise her gün öğle namazından sonra içmiştir.
Akkoyunlu hükümdarı, Timurlu ordusunun iaşe yollarını kesmiştir. Bunun üzerine Timurlu ordusu dağılmış, Ebu Said ele geçirilerek, 1469 yılının şubat ayı sonunda öldürülmüştür.
Abdüllatif devri Uluğ Beg devri ile kıyaslanacak olursa din adamları için iyi, ahali ve asker için kötü bir devir olmuştur. Abdüllatif, itaatta en ufak bir kusur göstereni şiddetle cezalandırırdı. Zamanının tarihçilerinden Abdürrezak-ı Semerkandi’nin sözlerine göre o ne yaşlılara saygı, ne de gençlere merhamet gösterilmesine izin verirdi.
Dindar bir hükümdar olarak bilinen Şahruh’un, haleflerinin daha sonraları mahvolmalarının ve hükümdarlığın Miranşah ve Ömer Şeyh’in oğullarına geçmesinin sebebini, seyyidlerin beddualarında arayan yazarlar çıkmıştır.
II.Murad da ölünceye kadar Şahruh’a bağlılıktan ayrılmamıştı. Osmanlı hükümdarı ne şekilde olursa olsun ikinci bir Timur tehlikesi ile karşı karşıya gelmek istemiyor ve bu bakımdan gaza ile uğraşmayı, Timurlular ile arasında ihtilaf yaratmaya yeğ tutuyordu.
Timur, kendisine al damgalı nişan ile hakimiyet alameti olarak kemer ve külah göndermiş, Osmanlı şehzadesi de ilk kestirdiği paraların üzerine Timur’un adını da koymuştur.
Timurlular devri tarihçilerinden Abdürrezak-ı Semerkandi, Şahruh’un Karabağ’da bulunduğu sırada Frenk, Mısır ve Şam ülkelerinden elçilerin armağanlar ile geldiklerini yazmaktadır.
Aksu civarında yapılan savaşta Moğollar tutunamadılar. Galipler öldürdükleri düşmanlarının başlarından kuleler yapmışlar, bundan sonra ise Aşpara’ya çekilmişlerdir.
Dünya iki hükümdara yetecek kadar geniş değildir.
Tanrı nasıl bir tane ise, Sultan da bir tane olmalıdır.

-Timur

Timur’un bundan sonra Rumeli’ye geçme düşüncesinde olduğu anlaşılmaktadır. Zira Bizans imparatoru Manuel, Bayezid’in tutsak alınmasına memnun olmuş, lakin Timur’un, Rumeli’ne geçmek için gemi hazırlaması hakkındaki mektubu gelince şaşırmıştı.
Timur, elçilere daima gazada bulunan Anadolu halkına zarar vermek istemediğini, arada dostluk kurulmasını arzu ettiğini söylüyor, ancak dostluğun kurulması için Kara Yusuf’un kendisine teslim edilmesini, bu olmadığı takdirde, Osmanlı Devleti topraklarından kovulmasını istiyordu.
Timur, daha Suriye seferi sırasında Bayezid’e gönderdiği tehdit dolu mektubunda kendi başarılarını sayıp-döktükten sonra, Bayezid’in kendisine itaat etmesini istemiş, buna karşılık Bayezid de kendi soyu ve zaferlerini sayarak, düşmana karşı müdafaaya hazır olduğunu bildirmişti.
1396 yılında Niğbolu’da Haçlı ordularını perişan eden Osmanlı hükümdarı, Islam dünyasında kazandığı şöhret ve gururuna mağlup olmuş, Timur’un tehditlerine aldırış etmediği gibi, kendisi tehdide başlamıştı.
Kadı Burhaneddin, Timur’un tehditlerine hiçbir zaman aldırış etmemiş, ancak Timur taraftarları ile uğraşırken 1398 yılı yazında Akkoyunlu Kara Yülük Osman Beg tarafından öldürülmüştü.
Semerkand’ı dünyanın en büyük şehri haline getirmek fikrinde olan Timur, inşaat işlerine bizzat nezaret etmekte idi.
Bu savaş Orta Asya, Güneydoğu Avrupa, Baltık ülkeleri ve Rusya bakımından pek mühim bir hadise teşkil eder. Timur farkında olmadan Rusya’ya yardım etmişti. Zira artık Altın Orda hanları, Rus knezleri için bir tehlike olmaktan çıkmıştı.
Timur’un dip atası Tumanay, beşinci göbekten Cengiz Han’ın da atası olmaktadır. Dolayısı ile Cengiz Han ve Timur’un soyu birleşmektedir.
Şerefeddin Ali-i Yezdi’nin Zafername’sinde Timur’un doğumu 25 Şaban 736 (9 Nisan 1336) Salı, Oniki Hayvanlı Türk takvimine göre Sıçan Yılı olarak verilmekte, babasının adının Turagay, annesinin adının ise Tekina Hatun olduğu kaydedilmektedir.
Çağatay, yasayı bildiği ve koruduğu için ülke dahilinde Ögedey’in dahi boyun eğmesini gerektiren bir nüfuza sahip bulunuyordu.
Kan dökücülüğü ve tahripkarlığına rağmen Timur, aynı zamanda imarcı idi.
Timurlular devrinde hanımların devlet idaresinde mühim rolleri olduğu görülüyor. Timur’un hanımları ve sarayındaki kadınların durumu umumiyetle İslam kanunlarına değil, eski Türk ve Moğol örf ve âdetine uygundu.
Müslüman bir muhitte yetişen be kendisi de Müslüman olan Timur, eski Türk ve Moğol geleneklerini de yaşatmaya çalışmış, yasayı ihmal etmemişti. Zamanın muhalif tarihçilerinden İbn Arabşah’a göre o yasayı şeriata tercih ediyordu.
Kadı Burhaneddin, Timur’un itaat isteğini reddetmiş ve mektubun bir suretini Berkuk’a, bir suretini de Bâyezid’e göndermiş, bu çabaları kısa zamanda meyvelerini vermiş ve Bâyezid, Berkuk, Toktamış ve Kadı Burhaneddin arasında ittifak kurulmuştu.
Toktamış mektubunda Timur’un iyiliklerini unutmadığını, artık pişman olduğunu, bundan sonra kendisine tabi olacağını yazıyordu. Timur bu sözlerin bir hileden ibaret olduğunu biliyordu. Bundan dolayı verdiği cevapta, Toktamış’ın ihanetlerini saymış, kendini Güney İran’da iken arkadan vurduğunu söylemiş, barış teklifini kabul etmediğini ifade etmişti.
Urus Han’dan kaçarak Timur’a sığınan Toktamış, Semerkand’a geldiğinde Timur, Isıg Göl civarında Koçkar mevkiinde seferde bulunuyordu. İleri görüşlü bir devlet adamı olan Timur, ona yardım etmek gerektiğini takdir etmişti.
Altın Orda Devleti’nde Müslüman Özbek Han’ın adı, daha öncekileri tamamen unutturmuştur. Bunun sonucu olarak halka Özbek, ülkeye de Özbekistan denmiştir.
Timur’un hanımlarının ve sarayındaki kadınların durumu, umumiyetle İslam kanunlarına değil, eski Türk ve Moğol örf ve âdetine uygundu.
Din, Timur’un elinde daha çok siyasi gayelerine ulaşabilmek için kullandığı bir alet olup, onun için ulemanın bağlılığından çok, beyler ve kabilelerin bağlılığı mühimdi.
Zamanın muhalif tarihçilerinden İbn Arabşah’a göre Timur, yasayı şeriata tercih ediyordu.
Şerefimiz ve karşı koyacak gücümüz vardır. Tâbi olup istiklâlsiz yaşayamayız.
Etrafa saldığı korkudan kimsenin suya giremediği adam, şimdi ölümün engin ummanında boğulmuş bulunuyor.
Timur çeşitli ülkelere yönelttiği seferleri ile daha önceki Cengiz Han istilasının dehşetini bu ülkelere yeniden hissettirdi. Onun gayesi mümkün olduğunca geniş toprakları hakimiyet altına almaktı. Kan dökücülüğü ve tahripkarlığına rağmen Timur aynı zamanda imarcı idi. Onun zamanında muhteşem binalar yapılmış, sulama kanalları açılmış ve yeni yerleşme yerleri kurulmuştu. Orta Asya mimarisinin en parlak dönemleri Timur ve halefleri ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Müslüman bir muhitte yetişen ve kendisi de Müslüman olan Timur, eski Türk ve Moğol geleneklerini de yaşatmaya çalışmış, yasayı ihmal etmemişti. Zamanın muhalif tarihçilerinden İbn-i Arapşah’a göre o, yasayı şeriata tercih ediyordu. Bu yüzden Hafizuddün-i Bezzaz ve Muhammed-i Buhari gibi ulema tarafından kafirlikle itham edilmiştir.
II. Murad da ölünceye kadar Şahruh’a bağlılıktan ayrılmamıştı. Osmanlı hükümdarı ne şekilde olursa olsun ikinci bir Timur tehlikesi ile karşı karşıya gelmek istemiyor ve bu bakımdan gaza ile uğraşmayı, Timurlular ile arasında ihtilaf yaratmaya yeğ tutuyordu.
Timur’un hanımları ve sarayındaki kadınlardan durumu umumiyetle İslam kanunlarına değil, eski Türk ve Moğol örf âdetine uygundu. Timur devrinde Semerkand’a gelen İspanyol elçisi Clavijo şerefine verilen ziyafetlere hanımların yüzleri örtülü olmadan katıldıkları anlaşılıyor.
babasının adı turagay, annesinin adı ise tekina hatun olduğu kaydedilmektedir.
Müslüman bir muhitte yetişen ve kendisi de Müslüman olan Timur, eski Türk ve Moğol geleneklerini de yaşatmaya çalışmış, yasayı ihmal etmemişti. Zamanın muhalif tarihçilerinden İbn-i Arapşah’a göre o, yasayı şeriata tercih ediyordu. Bu yüzden Hafizuddün-i Bezzaz ve Muhammed-i Buhari gibi ulema tarafından kafirlikle itham edilmiştir.
Nihayet Uluğ Beg, Semerkand’dan ayrıldıktan az sonra 1449 yılı ekim ayında Abbas tarafından kılıçla öldürüldü. Abdüllatif babasından sonra kardeşi Abdülaziz’i de öldürtmüş, fakat bunu yaparken artık din adamlarının hükmüne başvurmaya gerek bile görmemişti.

1941 yılında Timur’un mezarı ile birlikte Uluğ Beg’in mezarı da açılmış ve tabut açıldığında kafası kesik iskelet ile karşılaşılmıştır.

Aynı zamanda bu evlilik, Saray Mülk Hanım’ın han kızı olması dolayısıyla Timur’a han güveyisi anlamına gelen Kürekan (Gürgan) unvanını taşımaya hak kazandırmıştı.
Altın Orda Devleti’nde Müslüman olan Özbek Han’ın adı, daha öncekileri tamamen unutturmuştur. Bunun sonucu olarak halka Özbek, ülkeye de Özbekistan denmiştir.
Timur’un kurduğu devlet Türk-Moğol devlet esasları ve askerî teşkilât unsurları ile İslâm medeniyeti unsurlarının bir terkibini gösterir. Timur, çeşitli ülkelere yönelttiği seferleri ile daha önceki Cengiz Han’ın istilasının dehşetini bu ülkelerde yaşayan insanlara yeniden hissettirdi. Onun gâyesi mümkün olduğu kadar geniş topraklan hâkimiyeti altına almaktı. Kan dökücülüğü ve tahripkârlığına rağmen Timur, aynı zamanda imarcı idi. Onun zamanında muhteşem binalar yaptırılmış, sulama kanalları açtırılıp, yeni yerleşme yerleri kurulmuştu. Bilindiği üzere Orta Asya İslâm mimarisinin en parlak devri Timur ve haleflerinin adı ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Buhara’da inşa ettirdiği medresesinin kapısı üzerine “ilim tahsil etmenin kadın-erkek bütün Müslümanlara farz olduğu” hadisini yazdıran Şahrut’un öteki oğlu Uluğ Beg de, bu devre renk katan simalardan idiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir