İçeriğe geç

Timurlenk Kitap Alıntıları – M. Turhan Tan

M. Turhan Tan kitaplarından Timurlenk kitap alıntıları sizlerle…

Timurlenk Kitap Alıntıları

Timur , elemi de, zevki de kanıksamış bir adamdı. Yıllarca cefa ve yine yıllarca safa görmüştü. Çin hududundan Suriye sınırlarına ve Hindistan içlerinden Moskova önlerine kadar uzanan geniş topraklarda gün başına yeni bir gaza kaynağı yaratmış ve daima değişen bu kaynaklardan kana kana lezzet içmişti.
Aldatılmayacaklarına inananlar daha kolay aldanırlar.
Sevilmeden sevmek neye yarar ki ?
Uzun bir müddet bu vaziyette kaldılar, yüreklerindeki kırgınlığı ve kızgınlığı gözlerin delaletiyle mübadele ettiler. İkisi de konuşmuyordu, duyguların cila alıp kıvılcımlaşmasından korkuyorlardı.
işitmekle görmek arasında dağlar kadar fark vardır.
Devlet işlerinde kanaat getirmek için kulağa değil, göze kıymet vermek lazım geldiğini bir kere daha öğreniyordu.
Kadın yüreğinde taht kurduklarını sananlar, rüzgarları zapt edebileceklerine inananlardır.
Kadın kalbi, engin bir denizdir.
Sevilmek ve sevildiğini işitmek hoşuna gidiyordu.
Dinle ve unut!
Ganj, Hintlilere mukaddestir. Yakılmayan ölüler, bu suya atılır. Çünkü Ganj’ın cennetten çıkıp yine cennete aktığına inanılır. Aynı zamanda bu büyük suyun yatağı boyunca da yüce ruhların, göksel kuvvetlerin yer tuttuğuna iman edilir
Harp eden asker, düz yerde yürür. Suya rast gelirse yüzer. Çukur görürse atlar, kalelerle karşılaşınca yıkar. Çünkü onun vazifesi gösterilen hedefe varmaktır.
Yalan bir ışık ile bugün gururlanmak apaçık bir alıklıktı!
İşte Cihangirin zekası buradadır, tehlikeli görünen bir şeyi faydalı hale getirmesindedir
Eğer her Hintli bunun gibi ürkmez olsaydı şu sular ne İskender’i tanırdı ne de beni!
Bugün gülenler yarın ağlayacaklardır.
Evet, küre üzerinde insan yüzü belirdiğinden ve insan sesi işitildiğinden beri Timur kadar sert, Timur kadar çelik iradeli bir adam görülmemişti. O icabında kıtaları harabeye çevirir ve varlıktan yokluğa geçen yığınlar üzerinde alnı karışmadan dolaşırdı. Kan kokusuna, gül kokusu kadar alışıktı. Boğazlanan insanların iniltisini at kişnemesi kadar mühimsemezdi.
Lakin sevdiklerinden birinin ölümü karşısında iradesi çabucak sarsılırdı.
Rahmanî rüyalar mutlaka doğru çıkar!
Düşün ki inançlar bile mahvolur.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Çünkü beşeri didinmelerin çoğu yarın için hazırlanmaktan başka bir şey değildir. Bu hazırlıklar, umulmaz tesadüflerle bazen boşa gider ve parlak görünen yarınlar birdenbire yıkılır.
Dans; gövdelerin ileri-geri hareketinden, eğilip kalkmasından ibaret değildi, rengin ve nurun el ele verip yürümesi, kırılırcasına kıvrılıp yine düzelmesi, uçup uçup yere yayılması idi. birçok çiftler bazen birleşerek bazen ayrılarak ve birleşmelerinde de ayrılmalarında da göz kamaştırıcı pırıltılar resmederek salonu heyecan veren efsunlu bir hava ile doldurmuşlardi.
Saçlardan, gözlerden, dudaklardan, gerdanlar dan, kalçalardan, ayaklardan, tutulmaz bir şelale gibi akıp giden, renk renk parlayışları zevk ile takip ediyordu..
Aff, Zaferin Zekatıdır
Sen uçuruma doğru gidiyorsun.
Yalnız gözün değil,ruhunda kör.
Adımların gibi düşüncen de bozuk.
Bir gün gelecek bu körlükte uyanacaksın, hakikati göreceksin, ne çare ki o gün ömrünüzde son günü olacak.
Pişmanlık fayda vermeyecek..
Biz Aşk yolcusuyuz, hazine aramiyoruz.

Yüreğimiz tok olursa, karnımiz da acıkmaz

Zaten gönülden gönüle yol var derler. O yolu açan, insanları açılan yola götüren, bir gözden öbür göze aşk Ateş taşıyan hep tesadüflerdir
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Sevgi ve sevgili herşeyden Üstün müydü?
İnsan, aşk denilen kuvvetin bu derecelere kadar esiri olabilir miydi?
Sevgililer, ele geçirdikleri yürekten her düşünceyi, her duyguyu, her ihtiyacı silebilirler miydi?
..içinin titreyislerini ruhsuz duvarın, hissiz kucağına dökmeye koyuldu
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Hayat;
Ya eşe ihtiyaç duymadan yürüyen şen bir sudur, yahut da kendi meyvelerine benzer meyve veren başka bir fidana dallarını açmaya hazır duygulu genç bir ağaççıktır.
O suyu, kuru bir çöle çevirmek bir zulümdür,o genç ağacı,bağrı delik bir çınara bağlamak günahtır.
Elini alnından geçirdi ve gözbebeklerine yapışan dilber hayalini, gönlüne iade için nefsini zorladı
Demek ki hakiki kuvvet tabiatın en yüksek kuvveti, kadın yüzünden ve kadın hüviyetinden saklanıyordu
Ne arzi, ne semavî, hiçbir güzelliğin sevilen bir kız çehresindeki efsunkar tesire haiz olmadığını apaçık görüyordu
Kadın yüreğinde taht kurduklarını sananlar,
Rüzgarları zapt edebileceklerini sanırlar..
Bir kadın yüreğine kuvvet ile tasarruf edebilmekliğin en çetin kaleleri zapt etmekten daha güç olduğunu biliyordu.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Yarın .
Tek bir kelime
Her düşünce sahibi insan, o kelimenin taşıdığı karanlığa karşı korku besler
Her asırda Allah, doğru yolu eğri yüreklilerin hücumundan kurtaracak bir kahraman gönderdi
Akıl ile nakli, hayal ile hakikati birleştirip uzaklaştırmak, bunları ölçülü bulundurmak lazımdır.
Bazı görüşler ve sezisler varki, mahiyeti anlaşılamamakla beraber istikbali gösterebiliyor
Timur;
Giriştiği kalem işini, kılıç işinden yüksek tutuyordu..
Gurura düşmeyelim, faniliğimizi unutmayalım.
Harp, zafer; harp, zafer; harp, zafer Bu geçit resminin her safhası iki şekilden ibaretti. Fakat sonu? Timur, kaşlarını çatarak o sonu aradı ve renksiz dudaklarında bir kelime titredi:
– Hiç!
O kadar yüksek görülen taç, işte tozlara bulanmıştı, temeli yerin derinliklerine bağlı zannolunan taht, işte yıkılıp göçmüştü. Bükülmez sanılan kol, iplere sarılmıştı, göklere değer görünen baş, at ayakları altında sürünüyordu. Gurur kırılmıştı, gaflet yırtılmıştı ve aynı zamanda her şey bitmişti, kuvvet yerini acze bırakmıştı.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Bal, gece yenmez. Çünkü arılar, geceleri kovanlarını kirletirler. Hazinelerde saklanan paralar da tıpkı bunun gibidir. Felaket gelip çatınca artık o paradan istifade edilemez. Zorlu düşmanla çarpışacak olan bir hükümdar, bu doğru şeyleri bilmelidir.
Gelecek günler, en büyük dahiler için bile meçhuldür. Geceler gebedir diyen adamın hakkı var. Geceler, hakikaten gebedir ve doğacak hadiselerin mahiyeti de doğması beklenen çocukların cinsiyeti gibi bilinmemekle mukayyettir. İnsanlar, bu ebedî hamli görürler. Lakin ellerine kız mı oğlan mı, hünsa mı düşeceğini bilemezler. Zaten hayatın kıymeti de buradadır. Yarın, bu günden belli olsa idi yaşamak zevki yüzde doksan eksilirdi!
Hakikatin acılığını ancak hayâl tadil eder.
Ağlamak! Bu, teheyyüç kabiliyetinin en temiz nişanesidir. Aczin ağlaması olduğu gibi kudretin de hıçkırıkları ve gözyaşları vardır. Şu kadar ki aczin inlemesinde acındıran bir ses, kudretin hıçkırmasında ise gök gürültüsü sezilir. Ağlayamayan göz, kuru bir kalbe açılan muzlim bir delikten başka bir şey değildir. Ağlamayı bilen gözlerde, duygulu yüreklerin inmez dalgalanışını aydınlatan bir ışık yaşar!
Genç bir kızın vücuduna beyaz bir sakal değeceğine genç bir elden çıkan ok değse daha iyidir.
Kesilmemek için kesmek lazımdır.
Biz acı bilmeyiz, acımayı biliriz.
Aldatılmayacaklarına inananlar daha kolay aldanırlar.
Analar, babalar gibi konuşmazlar. Onların dilinde evladın ruhunu yalayan yaman bir tatlılık vardır. En şefkatli baba bile aile işlerinde kendi haysiyetini düşünerek lisan kullanır. Hâlbuki ana, yalnız evladının kaygısını göz önünde tutar ve evladıyla konuşurken kulağa değil, kalbe fısıldar.
Baştanbaşa gülşen sandığı memlekette hayli dikenler bulunduğunu gözüyle görmek onda hükümdarlık gururunu incitmişti. Devlet işlerinde kanaat getirmek için kulağa değil, göze kıymet vermek lazım geldiğini bir kere daha öğreniyordu.
Koca Cihangir, bir kadın yüreğine kuvvetle tasarruf edebilmekliğin en çetin kaleleri zapt etmekten daha güç olduğunu biliyordu. Kadın kalbi, engin bir denizdır.

Onun tek bir emel haykırması mümkünsüzdür. İyi sezen gözler, her medde ve her cezirde, her dalgalanışta ve her sakin kalışta o engin denizin başka başka hevesler, düşünceler, dilekler ve istekler taşıdığını görebilirler. Kadın yüreğinde taht kurduklarını sananlar, rüzgârları zapt edebileceklerine inananlardır!

Silahsız erkek, pençesiz arslan gibi bir şeydi. Ne kadar kuvvetli olsa yine aciz sayılırdı.
Biz acı bilmeyiz, acımayı biliriz.
Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer!
Hürriyetin her zevkten üstün oluşunda şüphe yoktur. Azgın deliler bile kendi bozuk zevklerinden hürriyeti üstün tutarlar. O zevki başka zevklere feda edenler mutlaka ruhtan delidirler!
Ateş de kan gibi savaş erlerini şevklendiren bir zafer remzidir ve orta zaman cenkçileri kılıçlarının yarattığı kan derelerinde kendi kudretlerini toprağın göğsüne işleyen pembe bir yazı gördükleri gibi, şehirlerin yanmasında da aynı kudreti göklere söyleyen kızıl bir işaret sezerlerdi. Bu tadı yirminci asır Avrupa ordularının da duymadıkları ne malûm? Eğer kan ve ateş, hâlâ ve hâlâ insan hıncını serinleştiren bir şey olmasaydı harp vasıtaları yapan fabrikaların yerinde mektepler vücuda gelmek lazım gelirdi. Mademki o fabrikalar vardır ve onların bacalarından fosur fosur, duman çıkmaktadır. İlk ve orta zaman askerlerinin duyguları da henüz yaşıyor demektir.
İlkin kalemi eline aldığı zaman, atına ve okuna hâkim olduğu gibi o kamış parçasına da tahakküm edeceğini, dilediği şeyleri bir hamlede yazıvereceğini sanmıştı. Hâlbuki kalem, attan serkeşti ve ok gibi uysal değildi.
Kör olmayan göz için görmek ne ise fani için de ölüm odur, o kadar tabiîdir. Düşün ki inançlar bile mahvolur. Mahvolmayan “ezelî sebep”tir. O, yıkar ve yapar!
Yarın? Bu bir tek kelime, kudretli cihangiri titretmeye kâfi geldi. Yurtsuz ve yiyeceksiz dilencilerden Timur gibi şehinşahlara kadar herkes, her düşünce sahibi insan, o kelimenin taşıdığı karanlığa karşı korku besler. O karanlığın aydınlanmasını istemeyen hiçbir kimse yok gibidir. Çünkü beşerî didinmelerin çoğu yarın için hazırlanmaktan başka bir şey değildir. Bu hazırlıklar, umulmaz tesadüflerle bazen boşa gider ve parlak görünen yarınlar birdenbire yıkılır. Her insan, kendi yarınını görmek, anlamak ve endişeden kurtulmak ister. Fallar, remiller, cifirler, kehanetler gibi bu asrın ispirtizmeleri vesaireleri hep o ihtiyacın doğurduğu baş işler ve nursuz kandillerdir!
Onun en büyük ayrılığı gözlerindeydi. Bu koyu esmer çehrede o bir çift göz, bir dilim gecenin üzerine yapıştırılmış iki kuvvetli yıldızı andırıyordu. Şu kadar ki, bu yıldızlar, manasız bir ışık dökmüyorlardı, kudretli bir ruhun alevlerini taşıyordu.
Çünkü kesilmemek için kesmek lazımdır
Bu da bizden tarihe anı olsun, gelecek nesiller kitaplarda okuyup parmak ısırsın. Hemen hazırlanalım, yaratana sığınıp uçalım!
Güneşin yürümek için ayağa ihtiyacı yoktur
Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer!
“Dünyanın, devlet dediğimiz rüyanın zaten ne kıymeti var ki? Eğer Allah’ın yanında hükûmetin ve hükümdarlığın zerre kadar değeri olsaydı Hindistan’dan Sivas’a kadar uzayan koca bir ülkeyi benim gibi bir topala, Sivas’tan Macaristan’a kadar süren yerlerin padişahlığını da senin gibi bir köre vermezdi.”
Sevenler deli olurlar, hele sevmeye kapılan han, hakan olursa pek çabuk celallenirler.
Bazen hayal zannettiğimiz şey de hakikat olabilir.
Timur, Yıldırım Beyazıd’ı ‘Rumlaşmış Türk’ olarak anardı. Onunla harp etmesinde ve Yıldırım’a tâbi olan memleketleri yakıp yıkmasında bu telâkkinin büyük bir tesiri vardır.
Ateş de kan gibi savaş erlerini şevklendiren bir zafer remzidir ve orta zaman cenkçileri kılıçlarının yarattığı kan derelerinde kendi kudretlerini toprağın göğsüne işleyen pembe bir yazı gördükleri gibi, şehirlerin yanmasında da aynı kudreti göklere söyleyen kızıl bir işaret sezerlerdi. Bu tadı yirminci asır Avrupa ordularının da duymadıkları ne malûm? Eğer kan ve ateş, halâ ve hâlâ insan hıncını serinleştiren bir şey olmasaydı harp vasıtaları yapan fabrikaların yerinde mektepler vücuda gelmek lazım gelirdi.
Harp, zafer; harp, zafer; harp, zafer Bu geçit resminin her safhası bu iki şekilden ibaretti. Fakat sonu? Timur, kaşlarını çatarak o sonu aradı ve renksiz dudaklarında bir kelime titredi:
– Hiç!
807 senesi Şaban’ının on yedinci ve 1405 senesi şubatının on dördüncü günü, küre üzerinde dalgalanan beşeri seslerin en acıklı işte bu hiçtir ve Timur o gün, hayata gözünü kapatmıştı!
Bir gün dedi tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır. Fakat onlar, o kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çiziktirenler, dört bin değil, dört kere yüz bin değil, dörtyüz bin kere yüz bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler.!
Yarın, bugünden belli olsa idi yaşamak zevki yüzde doksan eksilirdi!
Mülk Allah’ındır, kimsenin değildir. Çünkü malik ve mülkü bakidir. O mülke tasarruf iddiasında olanlar fanidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir