İçeriğe geç

Timur Kitap Alıntıları – M. Turhan Tan

M. Turhan Tan kitaplarından Timur kitap alıntıları sizlerle…

Timur Kitap Alıntıları

Aldatılmayacaklarına inananlar daha kolay aldanırlar.
Hürriyetin her zevkten üstün oluşunda şüphe yoktur.
Her şeyin iç yüzünü görmeli, dışarı bakanlar aldanır.
Zaten gönülden gönüle yol var, derler. O yolu açan, insanları açılan yola götüren, bir gözden öbür göze aşk ve ateş taşıyan hep tesadüflerdir.
Hayat, umulmayan karşılaşmalardan ibarettir.
Sevgililer, ele geçirdikleri yürekten her düşünceyi her duyguyu her ihtiyacı silebilirler miydi?
İnsan, aşk denilen kuvvetin bu derecelere kadar esiri olabilir miydi?
Sevgi ve sevgili her şeyden üstün müydü?
İki büyük Türk hükümdarın birbirini yok etmeye çalışması acıklı bir şeydir. Eğer onlar uzun bir münakaşa devresi geçirdikten sonra karşı karşıya gelip de çarpışmasalardı, dost geçinselerdi , dil ve din birliğinin emrettiği kardeşlik vazifelerini anlasalardı, tarihin seyri bambaşka olurdu. Evet. İki Türk hükümdar boğaz boğaza gelmeselerdi İstanbul’un Türkleşmesi yarım asır evvel vaki olacaktı ve Fatih’in orduları Anadolu’da değil, Macaristan’da, Almanya’da dolaşacaktı.
Aynı zamandan Timur, Çin ülkesini ele geçirmiş ve oradaki Türk haklarını canlandırmış bulunacaktı. Onlar yapılacak şeyleri yapmadılar, yapılmaması gerekenleri yaptılar, Türk silahını Türk topraklarında kullandılar ve o silaha yas tutturdular.
Kudretli yüreklerin aşkı işte böyle olur. Severler lakin eğilmezler. Ağlarlar, lakin mağlup olmazlar.
Ağlayamayan göz, kuru bir kalbe açılan muzlim bir delikten başka bir şey değildir. Ağlamayı bilen gözlerde, duygulu yüreklerin inmez dalgalanışını aydınlatan bir ışık yaşar!
Malum olduğu üzere İran’ın efsanelerle karışık kıymetli bir tarih kitabıdır. Denilebilir ki İslam harsına ve Arap istilasına karşı İran dilini batmaktan kurtaran bu eserdir. Firdevsi Şahnamesini yazmasaydı Farisi ortadan kaybolacaktı ve İranlılar kendi tarihlerini o da kısmen Yunanlı Heredottan, Ksenofondan okuyacaklardı. Evet bu bariz bir hakikattır. Şahname olmasaydı, bugün Suriye’de, Mısır’da, Fas ve Irak’ta olduğu gibi İran’da da Arapça konuşulacaktı. Milliyetperver şair, bu tehlikeyi tam zamanında sezdi, muazzam eserini yazdı, milletinin dilini ölümden kurtardı. Onu, bu yüksek hizmete sevk eden bir Türk Gazneli Sultan Mahmut’tur. Demek ki bugün İran, kendi dilini bir Türk’e medyumdur.
Hiçbir şey yapmamak, birçok şeyler yapmış olmak kadar hoşuna gitmişti.
Timur , elemi de, zevki de kanıksamış bir adamdı. Yıllarca cefa ve yine yıllarca safa görmüştü. Çin hududundan Suriye sınırlarına ve Hindistan içlerinden Moskova önlerine kadar uzanan geniş topraklarda gün başına yeni bir gaza kaynağı yaratmış ve daima değişen bu kaynaklardan kana kana lezzet içmişti.
Aldatılmayacaklarına inananlar daha kolay aldanırlar.
Sevilmeden sevmek neye yarar ki ?
Uzun bir müddet bu vaziyette kaldılar, yüreklerindeki kırgınlığı ve kızgınlığı gözlerin delaletiyle mübadele ettiler. İkisi de konuşmuyordu, duyguların cila alıp kıvılcımlaşmasından korkuyorlardı.
işitmekle görmek arasında dağlar kadar fark vardır.
Kadın kalbi, engin bir denizdir.
Sevilmek ve sevildiğini işitmek hoşuna gidiyordu.
Dinle ve unut!
Örtü fanilere yakışır, ilahlar oldukları gibi görünür.
Her şeyin iç yüzünü görmeli. Dışına bakanlar aldanırlar.
Ganj, Hintlilere mukaddestir. Yakılmayan ölüler, bu suya atılır. Çünkü Ganj’ın cennetten çıkıp yine cennete aktığına inanılır. Aynı zamanda bu büyük suyun yatağı boyunca da yüce ruhların, göksel kuvvetlerin yer tuttuğuna iman edilir
Harp eden asker, düz yerde yürür. Suya rast gelirse yüzer. Çukur görürse atlar, kalelerle karşılaşınca yıkar. Çünkü onun vazifesi gösterilen hedefe varmaktır.
Yalan bir ışık ile bugün gururlanmak apaçık bir alıklıktı!
Bugün gülenler yarın ağlayacaklardır.
Evet, küre üzerinde insan yüzü belirdiğinden ve insan sesi işitildiğinden beri Timur kadar sert, Timur kadar çelik iradeli bir adam görülmemişti. O icabında kıtaları harabeye çevirir ve varlıktan yokluğa geçen yığınlar üzerinde alnı karışmadan dolaşırdı. Kan kokusuna, gül kokusu kadar alışıktı. Boğazlanan insanların iniltisini at kişnemesi kadar mühimsemezdi.
Lakin sevdiklerinden birinin ölümü karşısında iradesi çabucak sarsılırdı.
Rahmanî rüyalar mutlaka doğru çıkar!
Bazen hayâl zannettiğimiz şey de hakikat olabilir.
Onu ta yüreğinden yaralamıştı.
Düşün ki inançlar bile mahvolur.
Çünkü beşeri didinmelerin çoğu yarın için hazırlanmaktan başka bir şey değildir. Bu hazırlıklar, umulmaz tesadüflerle bazen boşa gider ve parlak görünen yarınlar birdenbire yıkılır.
Dans; gövdelerin ileri-geri hareketinden, eğilip kalkmasından ibaret değildi, rengin ve nurun el ele verip yürümesi, kırılırcasına kıvrılıp yine düzelmesi, uçup uçup yere yayılması idi. birçok çiftler bazen birleşerek bazen ayrılarak ve birleşmelerinde de ayrılmalarında da göz kamaştırıcı pırıltılar resmederek salonu heyecan veren efsunlu bir hava ile doldurmuşlardi.
Saçlardan, gözlerden, dudaklardan, gerdanlar dan, kalçalardan, ayaklardan, tutulmaz bir şelale gibi akıp giden, renk renk parlayışları zevk ile takip ediyordu..
Biz Aşk yolcusuyuz, hazine aramiyoruz.

Yüreğimiz tok olursa, karnımiz da acıkmaz

Zaten gönülden gönüle yol var derler. O yolu açan, insanları açılan yola götüren, bir gözden öbür göze aşk Ateş taşıyan hep tesadüflerdir
Sevgi ve sevgili herşeyden Üstün müydü?
İnsan, aşk denilen kuvvetin bu derecelere kadar esiri olabilir miydi?
Sevgililer, ele geçirdikleri yürekten her düşünceyi, her duyguyu, her ihtiyacı silebilirler miydi?
Bir kız, tıpkı bir kuşa benzer. Mutlaka ötecektir.
Yahut taze bir fidanı andırır.
Mutlaka tomurcuklanacaktir..
Bir su gibidir, mutlaka akacaktir.
Halbuki sen susuyorsun, dipdiri bir fidan olduğun halde çiçeksiz kalmak istiyorsun
– Eline güzel bir bağ geçiren adam, ağzını tatlılaştırmak için bir tek tanede mi yiyemez?
..içinin titreyislerini ruhsuz duvarın, hissiz kucağına dökmeye koyuldu
Hayat;
Ya eşe ihtiyaç duymadan yürüyen şen bir sudur, yahut da kendi meyvelerine benzer meyve veren başka bir fidana dallarını açmaya hazır duygulu genç bir ağaççıktır.
O suyu, kuru bir çöle çevirmek bir zulümdür,o genç ağacı,bağrı delik bir çınara bağlamak günahtır.
Elini alnından geçirdi ve gözbebeklerine yapışan dilber hayalini, gönlüne iade için nefsini zorladı
Kadın yüreğinde taht kurduklarını sananlar,
Rüzgarları zapt edebileceklerini sanırlar..
Bir kadın yüreğine kuvvet ile tasarruf edebilmekliğin en çetin kaleleri zapt etmekten daha güç olduğunu biliyordu.
Yarın .
Tek bir kelime
Her düşünce sahibi insan, o kelimenin taşıdığı karanlığa karşı korku besler
Ölmek; önüne geçilmez bir sondu
Fakat hatıralar;
Bunları yaşatmak ve ebedilestirmek mümkündü
Yüreğinden beynine ve beyninden yüreğine çıkıp inen bulutların zehrini içiyordu
Her asırda Allah, doğru yolu eğri yüreklilerin hücumundan kurtaracak bir kahraman gönderdi
Akıl ile nakli, hayal ile hakikati birleştirip uzaklaştırmak, bunları ölçülü bulundurmak lazımdır.
Bazı görüşler ve sezisler varki, mahiyeti anlaşılamamakla beraber istikbali gösterebiliyor
Harp, zafer; harp, zafer; harp, zafer Bu geçit resminin her safhası iki şekilden ibaretti. Fakat sonu? Timur, kaşlarını çatarak o sonu aradı ve renksiz dudaklarında bir kelime titredi:
– Hiç!
O kadar yüksek görülen taç, işte tozlara bulanmıştı, temeli yerin derinliklerine bağlı zannolunan taht, işte yıkılıp göçmüştü. Bükülmez sanılan kol, iplere sarılmıştı, göklere değer görünen baş, at ayakları altında sürünüyordu. Gurur kırılmıştı, gaflet yırtılmıştı ve aynı zamanda her şey bitmişti, kuvvet yerini acze bırakmıştı.
Bal, gece yenmez. Çünkü arılar, geceleri kovanlarını kirletirler. Hazinelerde saklanan paralar da tıpkı bunun gibidir. Felaket gelip çatınca artık o paradan istifade edilemez. Zorlu düşmanla çarpışacak olan bir hükümdar, bu doğru şeyleri bilmelidir.
Gönülden gönüle yol var, derler. O yolu açan, insanları açılan yola götüren, bir gözden öbür göze aşk ve ateş taşıyan hep tesadüflerdir. Hiç şaşma, şaşkınlaşma. Bunlar, olağan şeylerdir.
Timur, gönül ve aile işlerinde de mutlaka devlet siyasetiyle muvazi bir yol takip ederdi. Evladına göstereceği şefkatin bile devlet siyasetine faydalı bir hareket hâlinde tecelli etmesini isterdi.
Gelecek günler, en büyük dahiler için bile meçhuldür. Geceler gebedir diyen adamın hakkı var. Geceler, hakikaten gebedir ve doğacak hadiselerin mahiyeti de doğması beklenen çocukların cinsiyeti gibi bilinmemekle mukayyettir. İnsanlar, bu ebedî hamli görürler. Lakin ellerine kız mı oğlan mı, hünsa mı düşeceğini bilemezler. Zaten hayatın kıymeti de buradadır. Yarın, bu günden belli olsa idi yaşamak zevki yüzde doksan eksilirdi!
Hakikatin acılığını ancak hayâl tadil eder.
Ağlamak! Bu, teheyyüç kabiliyetinin en temiz nişanesidir. Aczin ağlaması olduğu gibi kudretin de hıçkırıkları ve gözyaşları vardır. Şu kadar ki aczin inlemesinde acındıran bir ses, kudretin hıçkırmasında ise gök gürültüsü sezilir. Ağlayamayan göz, kuru bir kalbe açılan muzlim bir delikten başka bir şey değildir. Ağlamayı bilen gözlerde, duygulu yüreklerin inmez dalgalanışını aydınlatan bir ışık yaşar!
Biz acı bilmeyiz, acımayı biliriz.
Aldatılmayacaklarına inananlar daha kolay aldanırlar.
Analar, babalar gibi konuşmazlar. Onların dilinde evladın ruhunu yalayan yaman bir tatlılık vardır. En şefkatli baba bile aile işlerinde kendi haysiyetini düşünerek lisan kullanır. Hâlbuki ana, yalnız evladının kaygısını göz önünde tutar ve evladıyla konuşurken kulağa değil, kalbe fısıldar.
Kadının dövülmesinde bir gül fidanının tekmelenmesi, zarif bir demetin parçalanması gibi hazin bir hâl vardır. Kadın yüzüne inen bir sille, bülbül boğazına sarılan pençe gibi haindir. Bunu ya çocuklar ya hayvanlar yapar.
Kartal yavrusu kaya kovuğuna yakışır. Gül, kendi dalında güler. O yavruyu altın kafese koymak günahtır, gülü elmas saksıya atmak yazıktır.
Baştanbaşa gülşen sandığı memlekette hayli dikenler bulunduğunu gözüyle görmek onda hükümdarlık gururunu incitmişti. Devlet işlerinde kanaat getirmek için kulağa değil, göze kıymet vermek lazım geldiğini bir kere daha öğreniyordu.
Koca Cihangir, bir kadın yüreğine kuvvetle tasarruf edebilmekliğin en çetin kaleleri zapt etmekten daha güç olduğunu biliyordu. Kadın kalbi, engin bir denizdır.

Onun tek bir emel haykırması mümkünsüzdür. İyi sezen gözler, her medde ve her cezirde, her dalgalanışta ve her sakin kalışta o engin denizin başka başka hevesler, düşünceler, dilekler ve istekler taşıdığını görebilirler. Kadın yüreğinde taht kurduklarını sananlar, rüzgârları zapt edebileceklerine inananlardır!

Silahsız erkek, pençesiz arslan gibi bir şeydi. Ne kadar kuvvetli olsa yine aciz sayılırdı.
Hürriyetin her zevkten üstün oluşunda şüphe yoktur. Azgın deliler bile kendi bozuk zevklerinden hürriyeti üstün tutarlar. O zevki başka zevklere feda edenler mutlaka ruhtan delidirler!
Ateş de kan gibi savaş erlerini şevklendiren bir zafer remzidir ve orta zaman cenkçileri kılıçlarının yarattığı kan derelerinde kendi kudretlerini toprağın göğsüne işleyen pembe bir yazı gördükleri gibi, şehirlerin yanmasında da aynı kudreti göklere söyleyen kızıl bir işaret sezerlerdi. Bu tadı yirminci asır Avrupa ordularının da duymadıkları ne malûm? Eğer kan ve ateş, hâlâ ve hâlâ insan hıncını serinleştiren bir şey olmasaydı harp vasıtaları yapan fabrikaların yerinde mektepler vücuda gelmek lazım gelirdi. Mademki o fabrikalar vardır ve onların bacalarından fosur fosur, duman çıkmaktadır. İlk ve orta zaman askerlerinin duyguları da henüz yaşıyor demektir.
İlkin kalemi eline aldığı zaman, atına ve okuna hâkim olduğu gibi o kamış parçasına da tahakküm edeceğini, dilediği şeyleri bir hamlede yazıvereceğini sanmıştı. Hâlbuki kalem, attan serkeşti ve ok gibi uysal değildi.
Akıl ile nakli, hayâl ile hakikati bileştirip uzlaştırmak, bunları ölçülü bulundurmak lazımdır. Birine fazla kıymet verip öbürünü geride bırakmak doğru değildir. Bazen hayâl zannettiğimiz şey de hakikat olabilir. İnsanların elinde o iki zıt anlamı ayırt edecek bir terazi yok.
İstikbal, at üstünde görünmez!
Kör olmayan göz için görmek ne ise fani için de ölüm odur, o kadar tabiîdir. Düşün ki inançlar bile mahvolur. Mahvolmayan “ezelî sebep”tir. O, yıkar ve yapar!
Yarın? Bu bir tek kelime, kudretli cihangiri titretmeye kâfi geldi. Yurtsuz ve yiyeceksiz dilencilerden Timur gibi şehinşahlara kadar herkes, her düşünce sahibi insan, o kelimenin taşıdığı karanlığa karşı korku besler. O karanlığın aydınlanmasını istemeyen hiçbir kimse yok gibidir. Çünkü beşerî didinmelerin çoğu yarın için hazırlanmaktan başka bir şey değildir. Bu hazırlıklar, umulmaz tesadüflerle bazen boşa gider ve parlak görünen yarınlar birdenbire yıkılır. Her insan, kendi yarınını görmek, anlamak ve endişeden kurtulmak ister. Fallar, remiller, cifirler, kehanetler gibi bu asrın ispirtizmeleri vesaireleri hep o ihtiyacın doğurduğu baş işler ve nursuz kandillerdir!
Onun en büyük ayrılığı gözlerindeydi. Bu koyu esmer çehrede o bir çift göz, bir dilim gecenin üzerine yapıştırılmış iki kuvvetli yıldızı andırıyordu. Şu kadar ki, bu yıldızlar, manasız bir ışık dökmüyorlardı, kudretli bir ruhun alevlerini taşıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir