İçeriğe geç

The Unbearable Lightness of Being Kitap Alıntıları – Milan Kundera

Milan Kundera kitaplarından The Unbearable Lightness of Being kitap alıntıları sizlerle…

The Unbearable Lightness of Being Kitap Alıntıları

Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın?
Olgunlaşma insanoğlunun gücünün sınırları içinde midir?
Yineleme yoluyla elde edebilir mi olgunlaşmayı?
Yalnızca böyle bir ütopyanın bakış açısından, iyimserlik ve kötümserlik kavramlarını tam hakkını vererek kullanmak mümkün olabilir: İyimser, beş numaralı gezegende insanlık tarihinin daha az kanlı olacağını düşünen adamdır. Kötümser, tersini düşünendir.
İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: Hayvanlara.
Dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarından.
Dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarından.
Yedi yil Tereza’nin kölesi olarak yasamisti, attigi tek bir adım bile onun gözünden kacmadan. Bileklerine demir gülleler baglasa bu kadar olurdu ancak. Birdenbire çok daha hafifledi adımları. Ayaklan yerden kesildi, yükseldi. Parmenides’in büyülü alanina girmisti; varolmanin o güzelim hafifligini tadiyordu
Sabina için gerçek yaşamak, ne kendi kendimize ne de başkalarına yalan söylememek, ancak insanlardan uzak olduğunda mümkündü
Sevgi insanın gücünden vazgeçmesidir
yaptığımız işlere başkasının gözü değdiği an, ister istemez o göze hoş görünmeye çalışırız ve yaptığımız hiçbir şey dürüstçe olmaz. Bizi seyreden birilerinin olması, bizi seyredenleri bir türlü aklımızdan çıkaramamak, yalanlar içinde yaşamak demektir.
Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.
Aşk bir eğretilemeyle başlar.Yani bu şu demektir ki,aşk bir kadının,dilindeki ilk sözcükle şiirsel belleğimize girmesiyle başlar..
Cinayet,Tanrı’nın sonuçta kendi eliyle yapacağı şeyi sadece biraz hızlandırır..
Attığımız her adıma anlamını veren şey, hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeğidir
Tatlı sözler söyleyen, saygılı, nazik biriyle karşılıklı oturdunuz mu, onun söylediği hiçbir şeyin doğru olmadığını, hiçbir şeyin içten olmadığını kendi kendinize hatırlatmanız dünyanın en zor işidir. İnançsızlığı korumak ve sürdürmek (hiç tavsatmadan, sistemli bir biçimde, en ufak bir duraksamaya kapılmadan) olağanüstü bir çaba ve doğru dürüst öneğitim gerektirir.
Çocukluğum savaş sırasına rastlar; ailemden
birçok kişi toplama kamplarında yokolup gitti; ama yaşamımın
kaybolmuş, bir daha hiç geri gelmeyecek bir dönemi
ile karşılaştırıldığında onların ölümünün sözü mü olur?
insanın büyüklüğünün, yazgısını Atlas’ın dünyayı sırtında taşıdığı gibi taşımasından kaynaklandığına inanırız. Beethoven’in kahramanı metafizik ağırlıkların haltercisidir.
Ama diyordu kendi kendine, haberli veya habersiz olmaları değil asıl sorun; asıl sorun, insanın habersiz olduğu için masum sayılıp sayılamayacağı. Tahta çıkmış bir budala sırf budala olduğu için bütün sorumluluklardan arınmış mı demekti?
Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular.
Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
Şu sonuca vardı Tomas: Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
“Mezarlık, kendini beğenmişliğin taşa dönüşmüş haliydi.”
“”Yaptığımız işlere başkasının gözü değdiği an, ister istemez o göze hoş görünmeye çalışırız ve yaptığımız hiçbir şey de dürüstçe olmaz.”
Aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırdıkları düşünceler unufak olduğunda,onlar da silinir gider..
Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.
“Çıplak insan bedeninde kötü bir yan yok ki” dedi kadın anaç bir sevecenlikle. “Çok normal. Normal olan her şey de güzeldir.”
Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize.
Senin dünyandaki bir tek yasaklanmış kitabın bile bizim üniversitelerimizde çiğnenen milyarlarca sòzcükten daha değerli olması bu yüzden işte .
Bir toplum zenginse, bireylerin elleriyle çalışmalara gerek yoktur; kendilerini zihin ve ruh etkinliklerine adayabilirler
.
Çözülmenin günbatımında her şey nostaljinin anısıyla aydınlanır, giyotin bile.

Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenlede ne istediğimizi bilemeyiz.
Düşünceler de hayat kurtarabilir.
Çözülüp yok olmanın günbatımında her şey hatta giyotin bile bir geçmişe özlem perdesine bürünür.
.
Aşk, kaybettiğimiz yarımızın özlemidir.

.
Yaşadığı yerden ayrılmayı özleyen insan mutsuzdur.

“Onlara, komünizmin, faşizmin, bütün işgallerin, bütün istilaların ardında çok daha temel, yaygın bir kötülüğün yattığını ve bu kötülüğün havaya kalkmış yumruklar ve dillerinde bir ağızdan haykırılan birörnek hecelerle uygun adım yürüyen insanlardan oluşan bir resmî geçitte en somut görünümüne kavuştuğunu anlatabilmek isterdi.”
Müzik onun için özgürleştirici bir güçtü; onu yalnızlıktan, içedönüklükten, kütüphanelerin tozundan kurtarıyordu; bedeninin kapısını açıyor ve ruhunun dışarıya, dünyaya adım atıp dost edinmesini sağlıyordu.
Kuyuya doğru eğilen Adem, gördüğü şeyin kendisi olduğunu henüz farketmemiştir. Adem, genç kızken aynanın önünde durup bedeninden ruhunu görmeye çalışan Tereza’yı da anlamazdı. Adem, Karenin gibiydi. Tereza, Karenin’i aynaya baktırmayı bir oyun kılığına sokmaya çalışmıştı ama beriki kendi imgesini hiçbir zaman tanımamış, ona boş boş, akıl almaz bir kayıtsızlıkla bakmıştı.
Adem’le Karenin’i karşılaştırmak, beni cennette insanın henüz insan olmadığını düşünmeye götürüyor. Ya da daha kesin konuşmak gerekirse, insan henüz insan olma yollarına düşmemişti. Şimdiyse zamanın boşluğu içinden düz bir çizgi izleyerek uçan, nicenin kovulmuşlarıyız hepimiz. Ama gene de derinlerde bir yerde, incecik bir iplik, bizi o uzaklarda kalan, sisler içindeki cennete bağlıyor; orada Adem bir kuyuya doğru eğiliyor ve Narkissos’un tersine, kuyuda beliren soluk sarı lekenin kendisi olduğundan kuşkulanmıyor bile. Cennete duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.
İnsan kendi içindeki karanlıkta büyüdükçe, dış çizgileri küçülür, kaybolur.
Bir tek yitik ânın peşinden koşarak harcadığı yılların sayısına şaştı.
Yüzeyde anlaşılabilir bir yalan; altında, aklın alamayacağı bir gerçek.
Rastlantıların, sadece rastlantıların söyleyecek bir sözleri vardır bize. Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize. Onun diyeceklerini Çingenelerin kahve falı bakması gibi karineyle çıkarırız.
Ama aslını arasananız, bir olay kendisini hazırlayan rastlantıların sayısı oranında önemli, anlamlı ve dikkate değer değil midir?
Çok uzun zaman önce, insanoğlu göğsündeki düzenli vuruşların sesini şaşkınlık içinde dinler, ne olduklarını aklına bile getiremezdi.
İnsanoğlu bedenin her bir parçasına bir ad vermeyi öğrendi öğreneli, beden giderek daha az dert oldu başına. Ruhun eylem halindeki gri beyin hücrelerinden başka bir şey olmadığını da öğrendi.
Beden bir kafesti ve bu kafesin içinde bakan, dinleyen, korkan, düşünen ve hayretlere düşen bir şey vardı; bu bir şey, beden çıkarıldıktan sonra geriye kalan ruh idi.
“Seçmediğimiz bir şeye kendi erdemimiz ya da başarısızlığımız gözüyle bakamayız.”
İnsan henüz epeyce gençse ve yaşam denen müzik parçası hala açılış notalarındaysa, yaşamın şurasını burasını değiştirip yeniden yazabilir, karşısındakiyle motif değiştokuşu yapabilir.
Bir tek yitik anın peşinde koşarak harcadığı yılların sayısına şaştı.
İnsanın büyüklüğünün, yazgısını Atlas’ın dünyayı sırtında taşıdığı gibi taşımasından kaynaklandığına inanırız.
Gereklilik, ağırlık ve değer birbirinden ayrılmaz biçimde örülmüş üç kavramdır; sadece gereklilik ağırdır ve sadece ağır olan şey değerlidir.
Merhamet, sevecenlik, o ortak yaşanan duygu hasta etti beni, diyordu kendi kendine.
Melankoli dolu bir – iki güzel gün boyunca merhamet duygusu (duygu telapatisi denen o bela) tatildeydi.
İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.
Yürek konuştuğunda, akıl karşı koymayı yakışıksız bulur.
Insanlar genellikle dertlerinden kurtulmak için geleceğe kaçarlar;zamanın yoluna düşsel bir çizgi çeker,bu çizginin ötesinde o anki dert ve sıkıntılarının sona ereceğini sanırlar
Senin bana alkollü içki satman yasak,ama benim sarhoş olmam yasak değil
Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar
Gözü daha yükseklerde bir yerde olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır
Rüyalarımız bize düş kurmanın -olmayan şeylerin rüyasını görmenin- insanlığın en köklü gereksinimleri arasında olduğunu kanıtlar.
Hüzün, son duraktayız demekti. Mutluluk, birlikteyiz, demekti. Hüzün biçimdi, mutluluk içerik. Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.
Aşk bir meydan savaşıdır..
Bir de şu sahne geliyor insanın gözünün önüne: Turin’deki otelinden çıkan Nietzsche. Bir arabacının atını kırbaçladığını gören Nietzsche atın yanına gidiyor, kollarını hayvanın boynuna doluyor ve gözyaşlarına boğuluyor.
Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir. Hayvanlara.
“Hüzün, son duraktayız demekti. Mutluluk, birlikteyiz, demekti. Hüzün biçimdi, mutluluk içerik. Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.”
“İşte insanoğlunun bütün bahtsızlığı burada yatıyor. İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.”
“Tekdüzeği mutluluk üretirdi, sıkıntı değil.”
Gözler ruhun penceresidir..
Mezar taşının üzerinde babasının adının altına seçtiği yazı şöyleydi: Tanrı’nın Cennetini Yeryüzünde İstedi.
Soru, dekor bezini yırtıp bize sahnenin arkasında gizli olanı gösteren bir bıçak gibidir.
Platon’un Şölen’indeki ünlü efsane aklına geldi ansızın: Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirlerini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip duruyorlar. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.
İnsan hayatı ancak bir defa yaşanır ve kararlarımızın hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu kestiremememizin nedeni, verili bir durumda ancak bir tek karar verebilecek olmamızdır; ikinci, üçüncü ya da dördüncü bir yaşamımız yok ki çeşitli kararlarımızı birbirleriyle karşılaştıralım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir