İçeriğe geç

The Time Regulation Institute Kitap Alıntıları – Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar kitaplarından The Time Regulation Institute kitap alıntıları sizlerle…

The Time Regulation Institute Kitap Alıntıları

Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder !
Hem ne oluyor kuzum, kendi hayatımızı mı yaşayacağız yoksa ölüleri mi bekleyeceğiz?
İnsan çocukluğunda aldığı terbiyeyi unutmuyor.
İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder !

Hem ne oluyor kuzum, kendi hayatımızı mı yoksa yaşayacağız. Yoksa ölüleri mi bekleyeceğiz ?

Hiçbir şeyin birbirini tutmadığı ve her şeyin en şaşırtıcı şekilde birbirine bağlı olduğu bir dünyada, bilmediğimiz bir yerde kopan bir fırtınanın getirdiği enkazdan yapılmış bir panayır da imişim gibi yaşamaya başladım.
Her devrin ve yaşayışın kendisine göre bir insan tasarrufu vardır ki, bütün bir zihniyeti ve inkârı güç realiteleri ifade eder.
Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer. Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.
İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir.
Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir işe yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır!
Modern hayat
ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder.
Mektep, gençlik için daima ehemmiyetlidir. Her şeyden sarfinazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan “Ne olacağım?” sualini geciktirir. 
Başkaları seni olduğu gibi görüyor da , sen kendini göremiyorsun ! Birtakım miskince korkularda hapsoluyorsun. Bu tahammül edilir iş mi ?
Ben çoktan beri bu kadar güzel bir şey okumadım !
Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındaki ile aynı seviyeye çıkarır. 
İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
Korku Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
Bütün ömrünüzce yalnız yaşadığınız ne kadar belli ! Hiç cemiyet hayatına alışmamışsınız ! Ancak insana alışmamış olanlar başkalarının hürriyetine karışabilir !
Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hafızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbiriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir.
hepsinden fenası artık hiçbir şeye inanmıyordum. Fakat korkuyordum da. Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm.
Tevekkeli değil eskiler yalnız şiir söylemişler !
Yaptığınız işin ehemmiyetini bilin ve ona göre çalışın
Ruhunuzu saran küçüklük duyguları içinde büyük değerlerimizi kaybedersiniz
Kalp işlemiyor artık. Beyinde de arıza var.
Vaat et, yarın unutacak olduktan sonra
Şu hakikati bana kendi hayatım öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.
Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder!
Sabır, insanoğlunun tek kalesidir
Herkes gibi bende bir tek insan, kendim olsam.
Eskiler malûm efendim Şöhrete âfet diye bakarlardı.
Kitabınız bitti mi ?
Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır Bu da gösterir ki zaman ve mekan, insanla mevcuttur.
Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikâyet
ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan
harcamak için neler yapmayız? Ben bile bu yaşta işimle
gücümle meşgul olacağım yerde radyo başına oturup
saatlerce, bir kere bile gidip görmediğim, -tabiî sinemalardaki
havadis filmleri hariç- futbol maçlarının, boks güreşlerinin
hikâyesini dinliyorum.
“Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”
İnsan insana, insanlara hangi derdini anlayabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
Hayat benim için iki eli cebinde uydurulan bir masaldı.
Hepimiz kendi masalımızın kurbanıyız.
Doktorun rahat anlayışı, üvey annemin saadet anlayışından farksızdı. Ah insanoğlu!
En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir.
İnsanlar benim böyle olmamı istemişlerdi.
Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti.

Bu kelimeyi bugün sadece siyasî mânasında kullanıyoruz. Ne yazık! Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman mânasını anlamayacaklardır. Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve bir tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtların altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.

Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birden bire bıkar, Buyurun efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar! diye hediye mi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını hâline giren o büyülü hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım.

Nihayet şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. Hürriyet aşkı, -haydi Halit Ayarcı’nın sevdiği kelime ile söyleyeyim, nasıl olsa beni artık ayıplamaz, kendine ait bir lügatı kullandığım için benimle alay edemez! -bir nevi snobizmden başka bir şey değildir. Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık. Ne gezer? Daha geldiğinin ertesi günü ortada yoktur. Ve işin garibi biz de yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. Kıraat kitaplarında bir kaç manzume, resmî nutuklarda adının anılması kâfi geliyor.

Onun acayip gölgesi doğrudan doğruya yalanın boşluğunda yüzüyordu. O
maskenin, yahut ödünç kişiliğin kendisi idi.
Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.
Bak doktor.Benim hiçbir şeyim yok.Sadece talihsizim.
Nasıl ki , Allah insanı bırakırsa her şey mahvolur !!(^^)
Yeni bir elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer: Kendinden uzaklaşmak, ona bir değişikliğin arasından bakmak ihtiyacı, yahut Ben artık bir başkasıyım! diyebilmek saadeti.
Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde Fakat daima ödersiniz Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz
En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
Yaradılışın mütevazı insan yaradılışı… Hayata ve etrafa karşı yeter derecede dayanıklı değilsin.
Ona göre işlemeyen, kırılmış, bozulmuş bir saat hastalanmış bir insana benzerdi. Tabiatında mazurdu. Fakat ayarsız bir saatin hiçbir mazereti yoktu.
Orası birikmiş ayrılıkların,üst üste yığılmış ölümlerin,hatira ve unutulmaların odasıydı.Yaşayanlar bile orada kendi çocukluklarının,ilk gençliklerinin ölümünü seyrediyorlardı.
Uzun, dört köşe yüzü, beyaz, seyrek sakalı, büyük, kestane rengi çok yumuşak bakışlı gözleriyle insanın üzerinde garip bir tesir yapardı. Bu bakışlarla karşılaşanlar onu sadece iyilik yapmak için yaratılmış tasavvur ederlerdi. Hani o masallarda başınız sıkıldığı zaman yakıp imdadınıza çağırmak için size sakalından üç tel verip kaybolan ihtiyarlar gibi bir şey.
Her şey yolunda..
Fakat yalnızız Bütün dünyada yalnızız !(^^).
“Hepimiz ömrümüzün kısalğından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?”
En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
İnsanlar niçin yalan söylerler ve iftira ederler? Benim naçiz kanaatıma göre, iftira sade çirkin değil,aynı zamanda gülünç ve âciz bir şeydir de. İnsan tabiatı iktizasınca birbirlerini kötülemek isteyenler sadece düşmanlarının hayatlarına baksınlar, yeter. Çünkü her insanın hayatında hiçbir muhayyilenin icat edemeyeceği kadar aksaklık vardır, ve bu aksaklıklar o insanla beraber yetişmiş, büyümüş şahsî, nevi kendine mahsus şeylerdir.Kul kusursuz olmaz, sözü sırf bu gerçek için söylenmiş bir sözdür.Bu hikmetin gösterdiği yoldan gidip karşımızdakini tanımağa çalışacağımız yerde iftiraya kalkmak, âdeta pazar malıyla giyinmeğe benzer.
Lüzumsuz hiçbir şeyin peşinden koşmadım. Hiçbir ihtirasın peşinde beyhude yere emek sarf etmedim. Hiçbir zaman sınıfımızın birincisi veya ikincisi, hatta yirmincisi olmak istemedim.
Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm.
Sanki bir denizaltı kovuğunda yürüyormuşum gibi bir türlü kavrayamadığım fikirler, bilgi kırıntıları ayaklarıma dolaşıyor, her kımıldandıkça köksüz asabiyetler, süreksiz ümitler, yersiz inançlar çürümüş yosunlar gibi kollarıma ve vücuduma sarılıyor
Bütün hayatım boyunca dikkat ettim. İnsanın daima en çok korktuğu şeyler başına geliyor.
Kaçmak, kendi içine kaçmak.
Fakat bir içim var mıydı?
Hatta ben var mıydım?
Sabır; insanoğlunun tek kalesidir…
“Niçin eskilerden bahsederken başımızı sallarız? Bu bir âdet mi, gelenek mi, yoksa yeni bir hastalık mı?”
“Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer… Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir