İçeriğe geç

The Origin of Species Kitap Alıntıları – Charles Darwin

Charles Darwin kitaplarından The Origin of Species kitap alıntıları sizlerle…

The Origin of Species Kitap Alıntıları

Bir fikri öldürmenin en iyi yolu, onu yanlış savunmaktır.
Savaş için savaş, durmadan değişen başarılarla sürüp gitmek zorunluğundadır; bununla birlikte, güçler uzun sürede öylesine yetkin bir denge kurarlar ki, en küçük bir ayrıntı bir organik varlığın başka birine üstün gelmesine elverir
Tomurcukların büyüme yoluyla taze tomurcuklara boy vermesi ve bu tomurcuklardan yeterince dinç olanların, dallanarak daha cılız dalları her yandan baskılaması gibi, ulu Yaşam Ağacının da bunu üreme yoluyla, yerkabuğunu ölü ve kırık dallarıyla doldurarak ve durmaksızın dallanan o güzelim kollarıyla yeryüzünü kaplayarak yaptığına inanıyorum.
Güzel nesneler bir tek insanoğluna zevk vermek için yaratılmış olsaydı,insanoğlu sahneye çıkmadan önce yeryüzünde çok daha az güzellik bulunduğunu ortaya koymamız gerekirdi.
En ateşli savaşım,genel olarak,alışkanlıklar,birleşim ve yapı bakımından birbirine en yakın olanlar arasında geçer.
Bir tür,hangisi olursa olsun,rakipleri kadar hızlı değişmezse ve yetkinleşmezse yok olmak zorundadır.
Eşsiz bir gözlemci olan Fabre,bazı zar kanatlı erkek böceklerin bir dişiye sahip olmak için dövüşüp durduklarını ve kayıtsız bir seyirci gibi dövüşe aldırış etmez görünen dişinin sonunda kavgayı kazananla gittiğini sık sık görmüştür.
Evrensel plandaki bu savaşım düşüncesi üzüntülü düşünceler uyandırır ama savaşın doğada hiç bitmez tükenmez olduğu,burada korkuya yer olmadığı,ölümün genel olarak ani olduğu ve güçlü,gürbüz,sağlıklı ve mutlu olanların yaşamda kaldıkları ve çoğaldıkları inancıyla kendimizi avutabiliriz.
Bir tür,elverişli koşulların yardımıyla,küçük bir bölgede ölçüsüz biçimde çoğalırsa bünyesinde sık sık salgın hastalıklar ortaya çıkar.
Bir türün bireylerinin sayısını besin sağlama güçlüğü değil,bu bireylerin ne ölçüde öteki hayvanlara yem olup olmaması belirler.
Her yeniliği,önemsiz de olsa,benimsemek ve değerlendirmek insanın doğasında vardır.
Dünyanın,jeolojik oluşumunun yeterince inceleyebildiğimiz alana oranla ne denli büyük olduğunu hep unuturuz.
Bir organizmayı,örneğin uçmak gibi,tamamen yeni koşullara uyarlamak için uzun yılların birbirini izlemesi gereklidir.
Aynı bölgenin sakinlerinde görülen çeşitlenme üstünlüğü, aynı bedendeki organlar arasındaki fizyolojik işbölümünün sunduğu üstünlüğün aynısıdır
Herhangi bir türün torunları yapı, bileşim ve alışkanlık bakımından ne kadar fazla çeşitlenirse, doğanın düzeninde de o kadar çok ve farklı bölgeyi ele geçirecek ve bu sayede sayısını artırabilecektir.
Herhangi bir türün ya da cinsin yaşama süresini belirleyen hiçbir yasa yoktur.
Bir yazar, devekuşunun neden uçma yetisini edinmediğini soruyor. Oysa bu çöl kuşuna o dev vücudunu havada taşıma gücünü vermek için ne kadar çok besin gerektiği, şöyle bir düşünüvermekle anlaşılacaktır.
Ana arıyı, genç dişi arıları ve kendi kızlarını doğar doğmaz yok etmeye ya da dövüşte ölüp gitmeye yönelten o yabanıl ve içgüdüsel hınca, güç de olsa, hayranlık duymamız gerekir; çünkü bunun toplumun yararına olduğu kuşkusuzdur; ve ana sevgisi ile ana hıncı, iyi ki ikincisine doğada pek seyrek rastlanıyor, doğal seçmenin amansız ilkesine göre tümüyle aynıdır.
ABD’deki yeni kızıl kumtaşında şans eseri korunan ayak izleri olmasaydı, o dönemde sürüngenlerin dışında, bazısı dev boyutlara ulaşan en az otuz kuş çeşidinin de yaşadığını kim tahmin edebilirdi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir organizmanın havada uçmak gibi yeni ve alışılmadık bir yaşam tarzına uyarlanması, çağlar süren uzun bir ardışıklık gerektirebilir; ama bu olay gerçekleşir ve birkaç tür, diğer organizmalar karşısında önemli bir üstünlük elde ederse, dünyanın her yerinde hızlı ve kapsamlı olarak yayılabilen pek çok ıraksak formun üretilmesi nispeten daha kısa sürecektir.
Weald’ın erozyonu 306.662.400 yıl veya kabaca 300 milyon yıl gerektirmiştir. Ama yüz yılda 5 ila 8 santimetrelik bir orana izin vermek daha güvenli olabilir ve bu da erozyon süresini 150 veya 100 milyon yıla düşürür.
Benim kuramıma göre, yaşayan iki formdan birinin diğerinden türemiş olması mümkündür; örneğin atlar, tapirlerden türemiş olabilir ve bu durumda, ikisinin doğrudan arasında bulunmuş halkların var olması gerekir.
Evcil hayvanlarımızdan bazılarının olası kökeni, farklı yabanıl atalara dayanmaktadır; örneğin, evcil köpeğimizin damarlarında belki arktik bir kurtla, tropik bir kurdun kanları dolaşmaktadır.
Kesin sonuç şudur: Her yaratık kendi koşullarına göre gittikçe daha çok gelişmeye çabalar. Bu gelişim, zorunlu olarak, yeryüzündeki canlıların çoğunun oluşumunda aşamalı ilerlemeye yol açar.
Eşsiz bir gözlemci olan M. Fapre, zar kanatlı böceklerde erkeklerin bir dişi için savaşmalarını pek çok kez gözlemlemiştir: Dişi, görünüşte dövüşle hiç ilgisi olmayan bir seyirci gibi erkeklerin yanı başında beklemekte ve sonra kazananla çekip gitmektedir.
100 kök çayır üçgülünden 2.700 tohum elde ettim, oysa arılardan korunmuş aynı sayıda bitkiden bir tek tohum alamadım Bundan dolayı, İngiltere’deki toprak yaban arısı cinsi tümüyle tükenseydi ya da azalsaydı, hercaimenekse ile çayır üçgülü de büyük bir olasılıkla tükenir ya da çok seyrelirdi diyebiliriz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yavaş üreyen insan bile yirmi yılda iki kat çoğaldı ve bu hızla çoğalırsa bin yıla varmadan yeryüzünde ayakta durulacak yer kalmaz.
Aynı çiçeğin, adeta öz-döllenme gerçekleşebilsin diye böyle yakın konumlanmış gibi. görünen poleninin ve stigma yüzeyinin, çoğu durumda birbirine. hiçbir yarar sağlamıyor olması ne tuhaftır!
Öte yandan, kediler geceleri dolaşma huyları yüzünden kolayca çiftleştirilemez ve kadınlar ve çocuklarca pek çok sevilmekle birlikte, belirli bir kedi ırkının uzun süre korunabildiğini pek seyrek görürüz; arada bir gördüğümüz ırklar da hemen hemen her zaman başka ülkelerden getirilmiştir.
Doğa durmadan değişimler yaratır; insanoğlu onları kendine elverişli yönde biriktirir. Bu anlamda, insanoğlunun kendine yararlı ırklar yarattığı söylenebilir.
İnorganik alemde olduğu gibi, organik alemdeki bütün değişmenin de doğal yasaların sonucu olabileceğine, mucizeyle ilişkisi olmayabileceğine dikkatleri ilk çeken odur.
Modern araştırmalar, varsayımsal hermafroditlerin sayısını bir hayli düşürmüştür ve gerçek hermafroditlerin de büyük çoğunluğu eşleşir; diğer bir deyişle üremenin gerçekleşmesinde iki birey düzenli olarak bir araya gelir ve bizi de işin sadece bu kısmı ilgilendirir.
Eşeysel Seçilim diye adlandırdığım olgunun üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Bu seçilim türü, varoluş mücadelesine değil, erkeklerin dişileri elde etmek için kendi aralarında sürdürdüğü mücadeleye dayanmaktadır; yenilen rakibin karşı karşıya kaldığı sonuç ölüm değil, daha az yavru üretmek veya hiç yavru üretememektir.
İnsanın arzuları ve çabaları nasıl da geçicidir! Zamanı ne kadar da kısıtlıdır! Ve sonuç itibarıyla üretimleri de, Doğanın jeolojik devirler boyunca biriktirdiklerinin yanında ne kadar zayıf kalacaktır.
İnsan, basit bireysel farkları dilediği yönde biriktirmek suretiyle nasıl eşsiz sonuçlar elde edebiliyorsa, aynısını Doğa da yapabilir,
Elverişli çeşitliliklerin korunurken, zararlı olanların elenmesine dayanan bu olguya, Doğal Seçilim ismini verdim.
Evcil hayvanlarının döllerindeki kalıtsal ırayı sezemeyecek kadar yabanıl ve barbar insanlar varolsaydı bile, belirli bir amaç için kendilerine özellikle yararlı olan herhangi bir hayvanı sık sık karşılaştıkları açlık ve kıtlık dönemlerinde özenle esirgerlerdi ve böyle seçkin hayvanlar, genellikle, değersiz olanlardan daha çok döl bırakırdı; sonuç olarak bu durumda da, bir çeşit bilinçsiz seçme izlenmiş olurdu. Ateş Ülkesi yerlilerinin kıtlık zamanlarında köpeklerini esirgeyip kocamış kadınları öldürmeleri ve yemeleri, bize hayvanlara verdikleri değeri göstermektedir.
Mağrip güvercinlerinin mavi çeşitleri öylesine seyrek görülür ki, İngiltere’de bir örneği olduğunu hiç işitmedim ve elde ettiğim melez döller kara, kahverengi ve benekliydi. Bir Mağrip güvercinini de benekli bir güvercinle çaprazladım; bu Mağrip güvercini kızıl kuyruklu, alnı kızıl benekli, ak ve değişmeden üreyen bir kuştu; melezler koyu esmer ve benekli oldu. Ondan sonra Mağrip-tavus melezlerinden birini Mağrip-benekli melezlerinden biriyle çaprazladım ve tıpkı yabanıl kaya güvercini gibi ak böğürlü, çift kara kanat-şeritli ve kuyruğunda ak kenarlı kara bir şeridi olan çok güzel mavi bir kuş ortaya çıktı!
Türlerin kökenine gelince, organik varlıkların karşılıklı hısımlıklarını, embriyolojik yakınlıklarını, coğrafi dağılımlarını, yerbilimsel ardışımlarını (succession) ve bu türlü olguları enine boyuna düşünen bir doğa bilgini, türlerin başlıbaşlarına yaratılmış olmadığı, tersine, çeşitler gibi onların da başka türlerden türemiş olduğu sonucuna varmak zorundadır.
Doğal seçilim sürecinde türe ilişkin olarak farklı ebeveynlerden özdeş bireylerin üretilmiş olması akıl almaz bir olgudur.
_Değişmeyen tek şey değişimdir. Heraklit
_Tüm canlılar, ortak atadan geldikleri için akrabadır. İnsan ve diğer tüm memeliler, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış sivri faremsi bir canlıdan evrimleşmiştir. Memeliler, kuşlar, sürüngenler ve balıkların ortak atası 600 milyon yıl önce yaşamış su solucanlarıdır. Tüm hayvanlar ve bitkiler, yaklaşık 3 milyar yıl önce yaşamış bakterimsi mikroorganizmalardan türemiştir. _Canlıların ortak bir atadan türedikleri sonucuna, 4 basit gerçekten yola çıkılarak varılmıştır: 1. Canlıların coğrafi dağılımları 2- Canlı çeşitliliği 3- Körelmiş özellikler 4- Hiyerarşik düzen.
_Güzellik, evrensel değildir. Eşeysel seçme, erkeklere ve bazen kuşların ve kelebeklerin erkeklerine ve dişilerine, en parlak renkleri, en alımlı çizgiler vermiştir. Kuşlarda erkek kuşun sesi, bizim kulağımıza olduğu kadar, dişi için de ahenkli kılınmıştır. Çiçekler ve yemişler, böceklerin çiçekleri kolayca görebilmesini ve dölleyebilmesini, kuşların tohumları yaymasını sağlamak için, yapraklara karşıt çekici renklerle donatılmıştır. İçgüdüler doğal seçmeyle yavaş yavaş edinilmiş yeteneklerdir. Var olma savaşı sırasında kayırılmış bireylerin sağ kalmasında “seçme”nin güçlü ve hiç durmadan işleyen bir biçimini görüyoruz. Doğada güzelliğin neden bu denli çok olduğunu da belirli bir ölçüde anlayabiliriz; çünkü bu, büyük ölçüde, doğal seçmeye yorulabilir.
_Hayatın kökeni: Hayatın tam olarak nasıl başladığı konusunda bir konsensüs bulunmamaktadır. Şu anki bilimsel konsensüs karmaşık biyokimyanın, basit kimyasal reaksiyonlar ile hayatı oluşturduğu yönündedir. RNA gibi kendini kopyalayan moleküller ve basit hücre yapıları ile ilgili teoriler mevcuttur.
_Evrimi sürdüren iki temel süreç vardır: Doğal seçilim (ayıklama) ve genetik sürüklenme. Çevreye en iyi uyum sağlayan en güçlüler ile göçler sonucu gerçekleşen değişim.
_Cinsel seçilim: Çekiciliğini artırarak çiftleşme başarısını yükselten özelliklerin seçildiği…
_Yapay seçilim insanların bir organizmanın belli özelliklerini seçmesi sürecidir diğerleri elenir. Genetik sürüklenme şans eseri oluşmuş değişikliklerdir. Genetik asimilasyon.
_Birlikte evrim, iki veya daha fazla canlı türünün, birbirlerinin evrimini karşılıklı olarak etkilemesidir. Birlikte evrim, farklı türlerin ekolojik etkileşimleri arttığında gerçekleşme eğilimindedir Avcı – av gibi…Bitki karıncaların barınabilmesi için içi boş dikenleri ve nektar salgılayan gözenekleri oluşturmuş, karıncalar da bitkiyi otçullardan koruyan davranış biçimini geliştirmişlerdir
_Adaptasyon, ya yeni bir özelliğin kazanılmasına ya da eski bir atasal özelliğin kaybına yol açar. Balinanın ve yılanların bacakları, 20lik diş, kuyruk kemiği, tüylerin dikleşmesi, ilkel refleksler, uçamayan kuşların kanadı körelmiş organlardır.
_250 milyon yıl önce permiyen dönemde türlerin %96sı yok olmuştur.
_Dünyanın ve evrenin evrimi, biyolojik evrim …
_Önsöz: Evrim Teorisi, Türkiye’de ilk kez 1872 yılında, düşünce adamı Ahmet Mithat Efendi tarafından tanıtılmıştır. Mithat Efendi, eğitimin bazı insanları diğer insanlardan farklı biçimde geliştireceğini, seçkinleştireceğini ve toplumsal ilerlemenin de bu seçkinlerin öncülüğünde gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Doğal eleme teorisi bu düşüncelerini kanıtlar. Türkiyede yanlışlarla dolu bu tanıtım, teoriyi, halk arasında insanın maymundan geldiği biçiminde özetliyordu ve hala devam ediyor ve sansürle 1930a kadar yasaklanmıştır. Buna maymun meselesi derler.
_Darwin insan ve maymunların aynı türden gelmekte olduğunu ama insanın maymunların evrimi sonucu ortaya çıkmadığını söylemektedir. İnsanın maymundan geldiği tezi kara propagandadır. Her iki tür, uzak ve ortak atadan ayrılarak evrilmişlerdir. Günümüzde genetik biliminde her adımında doğrulamakta ve geliştirmektedir. Bütün bunlar, dinlerin değil, bilimin tartışması gereken konulardır.
_2001’de türkiyedeki fen ve biyoloji bölümü öğrencilerinin %75 adem ve havadan türediklerine inanıyor. 2005 yılında 34 ülkeyi baz alan araştırmaya göre evrimi doğru kabul edenlerin oranı en düşük ülke %27 ile Türkiye ve %40 ile amerikadır. Yine aynı araştırmaya göre, insanın evrimi en fazla Türkiye’de % 51 ile reddedilmiştir. İzlanda’da halkın %80’inden fazlası, Danimarka, Fransa, Birleşik Krallık, Japonya’da yaklaşık %80’i evrimi kesin olarak doğru kabul etmektedir. 1960lara kadar amerikada evrim müfredatı yasaktı.
_Evrim karşıtlığı amerikada Hristiyan cemaat ve lobileri ve diğer ülkelerde, eğitim ve politikaya uzanmaya çalışan yaratılışçı görüşlerin savunucuları tarafından da gündeme getirilmektedir. Amerika’daki doğa bilimleri alanında çalışan 500,000 bilim insanından yaklaşık %99.85’lik bir bölümünün evrim teorisini desteklediği ortaya konulmuştur.
_12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbeden sonra egemen hale gelmeye çalışan Türk İslam Sentezi adı verilen gerici faşist zihniyet, evrim ve devrim teorileri arasında bir geçiş bulunduğunu keşfetti! _Türlerin kökeninin bu kitaba kadarki kısa tarihi_ Bilimciler türleri değişmez olarak görüyor ve onların ayrı ayrı yaratılmış olduklarına inanıyordu.
_Lamark: bütün türlerin, insanın da, başka türlerden türemiş olduğu öğretisini öne sürer. Çaprazlama üremeleri ve aşamaları, doğaya uyum sağlama çabaları(zürafa) değişimin kanıtlarıdır._Geoffroy St. Hilaire,1795’e doğru, bizim tür dediğimiz şeylerin aynı tipin yalnızca yozlaşmış dölleri olduğunu sanıyordu yaşayan türlerin değişikliğe uğramakta olduğuna inanmıyordu; Saint Hilaire, türsel ıraların “türler aynı koşullarda üredikleri sürece değişmez olduğuna; ama koşullar değişince onların da değiştiğine”…
_Yer bilimci Count Keyserling, yeni hastalıkların ortaya çıkması ve bütün dünyaya yayılması gibi, varolan türlerin tohumlarının da, belirli dönemlerde, yaşadıkları çevrenin özel nitelikteki moleküllerinin kimyasal etkisinde kalabileceğini ve yeni canlı biçimlerin böylelikle ortaya çıkabileceğini ileri sürdü.
_Yaşayan bir biçimle tükenmiş bir biçim arasındaki ara formları-halkaları bulmayı umabiliriz ama göçlerle durum çok güçleşmiştir. Bir cinsin her zaman ancak birkaç türünün değişmeye uğradığına inanmamız için gerekçe vardır; öbür türler tümüyle tükenmekte ve değişiklik geçirmiş hiçbir döl bırakmamaktadır. Türlerin bir çoğu hiçbir değişme geçirmemekte ve değişiklik geçirmiş döller bırakmadan tükenmektedir. Yerbilim bütün türlerin değişmiş olduğunu ortaya koymuştur; taşıl kalıntıların, birbirinden uzak oluşumlardakilerden her zaman çok daha yakın hısım olmalarından anlıyoruz. Parçalardan biri değişiklik geçirince öbürü de zorunlu olarak değişiklik geçirmektedir. At cinsinin farklı türlerinde ve onların hibritlerinde, bazen, omuzlarda ve bacaklarda şeritler görünmesi bu türlerin hepsinin de şeritli bir atadan, türediğini kabul ettiğimiz zaman, bu olgu ne denli kolay açıklanmaktadır!. Örn aynı türün farklı şekilleri çiçekleri, ortak bir atadan ayrıldıklarından beri, birbirlerinden türsel olarak farklılaştıkları belirli ıralar bakımından, önceden değişmiş bulunmaktadırlar; İçgüdülerin doğal seçmeyle yavaş yavaş edinilmiş olduğu ve birçok içgüdünün başka hayvanların zararına olmasına şaşmamızın gereği yoktur. Soy zinciri bir kez koptuktan sonra, artık ne tek tek türler, ne de tür grupları yeniden ortaya çıkabilir. İnsan elindeki, yarasa kanadındaki at bacağındaki kemik çatılarının benzerliği, ardışık değişiklikler geçirerek türeme teorisiyle açıklanıvermektedir. Kullanılmayan organların küçüldüğüne inanabiliriz; Bir türün başka ve farklı türler türettiğine inanmak istemeyişimizin ana nedeni, aşamalarını görmediğimiz büyük değişmeler. Akıl, “bir milyon” yılın bile anlamını tümüyle kavrayamayabilir; aşağı yukarı sonsuz sayıdaki kuşakların geçişi sırasında birikmiş hafif birçok değişikliğin bütün etkilerini hesaplayamaz ve göremez. Kafaları yıllarca benimkine karşıt bir açıdan görülmüş olgularla dolu deneyimli doğa bilginlerinin de bunlara inanmalarını beklemiyorum. Bilgisizliğimizi “yaratma planı” terimleriyle gizlemek pek kolaydır. Zamanla işler değişti. Artık hemen hemen bütün doğa bilginleri o büyük evrim ilkesini onaylıyorlar. Bütün sınıfların bütün üyeleri bir hısımlık zinciriyle birbirine bağlıdır. Deniz yosunlarının önce hayvansal ve sonra açıkça bitkisel bir varlık göstermektedir”. Atomlar birleşir ve canlı tabakayı oluşturur. Herhangi iki biçim arasındaki farklar (az bile olsa), ara aşamalanmalarla birbirine karışıyorsa, doğa bilginlerinin pek çoğu, o iki biçimi tür sayılmaya uygun bulacaktır. Çeşit oldukları kabul edilen biçimlerin bundan böyle özel tür adları taşımaya yaraşır olduklarının itiraf edilmesi pek olanaklıdır; ve o zaman bilim diliyle halk dili birbiriyle uzlaşacaktır. Bir koyuna anlayışının tümüyle ötesinde bir şey olarak bakan, doğadaki her hayvanı ve bitkiyi uzun bir tarihi olan bir varlık olarak gördüğümüz zaman; tarih çalışmaları çok çok daha ilginç olur! . Yerkabuğuna, içinde gömülü kalıntılarla birlikte, iyi doldurulmuş bir müze gözüyle değil, tersine, rastgele ve uzun aralıklarla yapılmış yoksul bir derme gözüyle bakılmalıdır. Geçmişe bakarak güvenle şu sonuca varabiliriz: Yaşayan hiçbir tür, kendi kılığını değişmemiş olarak uzak bir geleceğe iletemeyecektir. Ve bugün yaşayan türlerden çok azı kendi dölünü çok uzak bir geleceğe iletebilecektir.
_Tüm canlıların kökeni kendilerinden önce yaşamış türlere dayanır ve ayırt edilebilir farklılıklar, genetik değişikliklerin bir sonucudur. Canlı türlerinden sadece 2 milyonu tanımlanabilmiş ve henüz tanımlanmamış 20 milyon canlı türü vardır. Büyük küçük ekvatorda ya da kutupta yaşayan sınırsız sayıdaki bu çeşitli yaşam biçimleri, evrimsel sürecin bir sonucudur.
_Anaksimandros, hayvanların şekil değiştirebildiklerini ileri sürmüştür. Empedocles, hayvanların, önceki hayvanların organlarının birleşiminden… El-Cahiz’in Abbasiler döneminde yazdığı Hayvanlar Kitabı adlı kitapta, hayvanların evrim geçirdiği savunulmuştur. İbn-i Haldun ve İbn-i Sina farklı teoriler sunmuşlardır. Fransız doğa bilimci Cuvier, ilk defa kitlesel yok oluş fikrini ortaya koymuştur.
_Lamark tüm canlıların ortak bir kökenden geldiğini ve canlının yaşadığı ortamda meydana gelen çevresel bir değişikliğin, bu ortama uymaya çalışan canlı türünün tüm (veya çoğu) üyelerinde bir değişikliğe neden olduğu ileri sürer. Lamarck’a göre, kullanılan organlar gelişiyor, kullanılmayan organlar ise köreliyor ve kalıtımla aktarılıyordu. Ama genler keşfedilince teorisi çöktü. Darwinin farkı ise kalıtımla değil çevreye uymumla evrim başladı.
_Bir avantaj kazandırmayan özelliklerse gelecek nesillere aktarılmazlar. Geçmişte kaybedilen özellikler benzer bir şekilde tekrar evrimleşmezler.
_Dollo yasası: Belçikalı paleontolog Louis Dollo’nun 1893 yılında evrimin veya canlı türlerin evrimsel bir değişiklik geçirdikten sonra, geri dönemeyeceklerini belirten bir hipotezi.

_Kalıtım_
Bir organizmanın genomu içindeki tüm gen dizilerine onun genotipi-soy-kalıtsal yapı denir. Bir organizmanın yapısını ve davranışlarını oluşturan gözlemlenebilir tüm gen dizisine ise onun fenotipi denir. Bir canlının sahip olduğu fenotipin birçok yönü kalıtsal olarak devredilmez. Örneğin, bronz cilt. Tek bir işlevsel birimi belirleyen DNA molekül parçalarına gen denir. DNA, ise dört çeşit bazdan oluşan uzun bir polimerdir. Gen akışı gen alışverişleridir.
_Evrimin canlılar üzerindeki etki ve sonuçları: Evrim, organizmaların şekil ve davranışlarını her yönden etkiler. Bu adaptasyonlar, besin arayışı, avcı hayvanlardan korunma, eşler üzerinde cinsel çekicilik gibi diğer etkenlerin yardımıyla seçilim değerini artırırlar. mikro evrim ile türler seviyesinde veya türler üstünde oluşan makro evrim.
_Türleşme türün iki veya daha çok türlere ayrılması sürecidir. 1. allopatrik türleşme(göç ile) 2 peripatrik türleşme (yeni ortamdaki izolasyon ile birinciden ayrılır 3. parapatrik türleşme (parapatik gibi şekil değiştirmez sadece bağışıklık kazanma)4. simpatrik türleşmede,(bulunduğu ortamda)
_Melezler genelde kısırdır nedeni: mayoz bölünme sırasında her bir ebeveynden gelen homolog kromozomların, aynı zamanda farklı türlerden gelmesi ve birbirleriyle başarılı olarak eşleşememesine dayanır.
_Prokaryotlar, yeryüzünde yaklaşık 3-4 milyar yıl önce yaşamış Ökaryotik hücreler, 1.6 ile 2.7 milyar yıl önce ortaya çıktılar. Ökaryot hücrelerin bakterileri yutması ve kendi bünyelerine almasıyla evrim geçirdiler. İlk çok hücreli canlıların ortaya çıkmasından kısa süre sonra, Kambriyen patlaması denilen bir olayda, yaklaşık 10 milyon yıl içinde, kayda değer miktarda bir biyolojik çeşitlilik ortaya çıktı. İki yaşamlılar (amfibiler), 364 milyon yıl önce görülmeye başlarlar ardından erken dönem amniyotları, sonra yaklaşık 155 milyon yıl önce kuşlar ile sürüngen benzeri türler ve 129 milyon yıl önce de memeliler takip eder. 65 milyon yıl önce ilk primatlar ve büyük insansı maymunlar.
_Modern bilimde teori, tutarlı bir bütün oluşturan gerçekler ve açıklamalardır. Biyolojideki birçok veriyi birleştirip anlaşılır kılar; Günümüzde organizmaların evrimsel kökenlerine dair sahip olunan bilgiler, dünyanın yuvarlaklığı, gezegenlerin hareketleri ya da maddenin moleküler yapısı kadar kesinlik arzeden bilimsel çıkarımlardır kastedilen kesinlik, şüphe götürmez bir gerçekliği ifade etmektedir.

__Jean-Baptiste Lamarck (1744 -1829), Fransız doğa bilimci.(Teistik evrim-evrimsel yaratılışçılık) Kazanılmış karakterlerin iletimi tezi oldukca büyük tartışma yaratmış, genetik aktarım prensiplerinin ortaya konmasıyla görüşleri geçerliliğini yitirmiştir. Lamarck’ın sisteminde ‘Evrim Teorisi’, ‘Tanrı’nın hikmeti’ ile özdeşleştirilmişti. Tanrı’nın varlığını da kabul eden bir evrim görüşü savunmuştur. Türlerin yok olmasının Tanrı’nın hikmetine aykırı görülmesinin sebeplerinin ne olduğu sorulabilir. Canlıların varlığının sadece insanlara hizmet olduğu yok olan türlerin insanlara bir yararı olamayacağına göre, bu türlerin varlığı Tanrı’nın hikmetine aykırı bulunuyordu. Tanrısal hikmet ile türlerin yok olması arasında bir zıtlık bulmak suni bir sorundur. Varlık skalasında zincirin tek bir halkası olan bir tür bile çıkarılırsa sistem bozulacaktırr. Bu yüzden hiçbir tür yok olamaz. Bazı türlerin yok olduğunun anlaşılmasıyla, bu sanal kurgunun sadece filozofların zihinlerinden çıkan bir hayal olduğu ortaya çıkmıştı. İnsan evrimin en son ürünüydü ve maymunumsu canlılardan evrimleşmişti. O bütün türler için ‘ortak bir ata’yı savunmamış. kendiliğinden türeyen birçok basit canlı formundan kompleks canlıların ‘farklı evrimsel çizgiler’de oluşumunu. İhtiyaçlar sonucunda canlıların hareketlerinin bedenlerinde değişiklikler oluşturduğunu ve bu değişikliklerin sonraki nesillere aktarıldığını söyledi. Weismann ünlü deneyinde, farelerin kuyruklarını kesti ve birçok nesilde devam ettirdiği bu uygulamanın farelerde hiçbir değişikliğe sebep olmadığını gösterdi. Ve teori çöktü Binlerce yıldır sünnet olan Yahudilerin çocuklarının sünnetsiz doğması ve eskiden beri ayaklarını özel ayakkabılarla sıkan Çinli kadınların çocuklarının dört burunlu hermotopoglitler olması kalıtım modelini yanlışlamaktadır. Lamarck’ın anlatımında çevresel değişiklikler öncedir, bunlar canlıdaki değişime sebep olur. Darwin’de ise rastgele varyasyonlar önce vardır, doğanın düzenleyici etkisi olan doğal seleksiyon sonra devreye girer.
_Marksistler, Evrim Teorisi’ni birçok yönden destekleseler de ‘doğal seleksiyon’ fikrini kapitalizme yakın buldular ve ‘güçlünün hayatta kaldığı’nı söyleyen bu fikre karşı Lamarck’ı desteklediler

_Charles Darwin (1809 – 1882) Agnostik. 10 çocuklu…
_Tüm canlı türlerinin doğal seçilim-seleksiyon-ayıklama (çevreye uyum) yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürmüş ve pek çok kanıt sunmuştur. En eski evrensel ortak atanın bundan yaklaşık 3,9 milyar yıl önce ortaya çıktığı sanılıyor. Darwin’in doğa tarihine duyduğu ilgi, önce Edinburgh Üniversitesi’nde tıp, sonra Cambridge Üniversitesi’nde teoloji okurken gelişti. Beagle gemisinde yaptığı beş senelik yolculuk sırasında, iyi bir jeolog olarak ünlendi. Aynı yolculukta, canlıların coğrafi dağılımı ve fosiller üzerine yaptığı dikkatli gözlemler sonucunda, türlerin birbirine dönüşümüyle ilgilenmeye başladı. homoloji (farklı canlı türlerinde aynı temel yapıya sahip organların bulunması) örnekleri buldu. William Paley’nin, canlıların karmaşıklığını üstün zekâlı bir yaratıcıya bağlayan yazılarını beğeniyordu. Galápagos Adaları’ndan pek çok alaycıkuş örneği topladı, ve bu kuşların, yaşadıkları adalara göre ufak fizyolojik farklar gösterdiklerini fark etti. alaycıkuşlar hakkındaki şüphelerim doğruysa, türlerin değişmezliği fikri sarsılacaktır diye yazacaktı. Deniz kabuklularına ait fosiller buldu ve bu yamaçların zaman içinde yükseldiği sonucuna vardı. Kuzeni Emma’dan hoşlanmaya başladığını fark eden Darwin, günlüğüne yazdığı notlarda evliliğin yararları ve zararlarını karşılaştırıyor, yarar hanesine yaşlılıkta arkadaş olur. Köpekten iyidir gibi notlar düşerken, zarar hanesinde kitaplar için daha az para ve korkunç bir zaman kaybı gibi sakıncaları sayıyordu. Malthus nüfusunun aslında çok büyük bir hızla (her 25 yılda ikiye katlanarak) çoğalma potansiyeli olduğunu, ama hastalık, savaşlar ve açlık sayesinde nüfusun kontrol altında tutulduğunu anlatıyordu. Evrimi savunan hocalarına sapkın diyorlar. Wallace bu makalede Darwin’in yıllardır kafasında sakladığı doğal seçilim fikrini anlatıyordu. 10 paunda resmi eklendi. Bankanın bu kararında, Darwin’in etkileyici ve gür sakalının (sahte para basımını zorlaştıracağı için) etkili olduğu söylendi.
_30 yıldan daha fazla bir süre, Darwin düşünceleri için delil topladı
_2008’de İngiltere Kilisesi, Darwin’in 200. doğum yılının bir fırsat olduğunu söyleyerek, Seni yanlış anladığımız, sana karşı gösterdiğimiz ilk tepkide hatalı oluşumuz ve bu sebeple başkalarının da seni yanlış anlamasına yol açtığımız için sözleriyle Darwin’den özür diledi.
_Bir mektup: Avrupa milletlerinin daha birkaç yüzyıl önce Türklerin karşısında duramadıklarını hatırlayın, oysa şimdi bunun fikri bile gülünç geliyor! Beyaz ırklar olarak bilinen daha medeni ırklar, varoluş mücadelesinde Türkleri hezimete uğrattılar.
_Biyoloji – Canlı bilimi. yunanca- hayat –bios ve inceleme logos _Biyologlar, tüm canlıları; küresel boyuttan, hücre ve molekülleri kapsayan mikroskobik boyuta kadar inceler. Hayatın temel kimyasını inceleyen moleküler biyolojiyi, hücre biyolojisini, organizmaların iç organlarını inceleyen fizyolojiyi, organizmaların dış görünüşlerini inceleyen morfolojiyi ve organizmaların birbirleri ve çevreyle ilişkilerini inceleyen ekolojiyi. _Biyolojik bilimler, birkaç temel ilkenin altında toplanılabilirler: evrensellik, evrim, çeşitlilik, devamlılık, genetik, homeostasis, ve etkileşimler. Karbon, tüm canlıları oluşturan temel yapı taşıdır _Fizyoloji: Canlıların sistemlerinin işleyişini inceleyen bilim dalıdır. Anatomi, sinir, bağışıklık, hormon, dolaşım ve solunum gibi organ sistemlerini inceler. Etoloji, hayvan davranışlarını inceleyen zooloji alt dalıdır.
_Parazitoloji ya da asalak bilimi.
_Astrobiyoloji : Evrende biyolojik kökenin, evrimin, dağılımın ve canlıların geleceğinin incelenmesidir.
_____________

_13. yüzyıl başında İslam Aydınlığı çöküşe geçti. Çünkü İbn-i Sina, İbn-i Rüşd ve Farabi’nin temsil ettiği akli ilimler Eş’ari-Gazali düşüncesinin temsil ettiği dogmatizme yenik düştü. Onlara göre akıl, mutlak hakikate ulaşmakta yetersizdi; aklın yerini sezgi almalıydı.
_Meşailik: Aristo’nun Arapçaya çevrilmesi, İslam düşüncesinde hem de atomculuk ve kuşkuculuk dönemlerinin ardından kelam felsefesi denilen Rasyonalist eğilimin oluşmasında…
______________

_İslami filozoflara göre evrim_
_İbn el-Heysem evrimi: Menşeini maddi âlemden alan insan bazı mertebeler geçirir; sırasıyla, öküz, eşek, at, maymun ve sonunda da maymun mertebesinden insan mertebesine geçer.
_Mevlana: Ademoğlu ilk önce cansızlar âlemine (iklim) geldi. Sonra bitki âlemine geçti, orada uzun müddet kaldı. Cansızlar âlemini ve orada meydana gelen kavgaları hatırlamadı. Bitki âleminden hayvan âlemine geçti. Burada da bitkiykenki halini hiç hatırlamadı. Yüce yaratıcı onu hayvan âleminden insan âlemine çekti. Bir âlemden diğerine koştura koştura: Sonunda o âlim ve akıllı oluverdi. _El Cahiz(antropolog) Kitabu’l-Hayavan adlı kitabında evrimi açıkça savunmuştur. Ona göre evrenin yaratılışını başlatan Allah, türleri devamlı evrimleştirici kılmıştır. Böceklerinin kelebeğe dönüştüğünü anlatır.
_El- Safa insana çok daha yakın olan türlü hayvanları çalışmalarında şu şekilde aktarıyor: Maymun vücut şekliyle; at uysallığıyla; fil, papağan, bülbül, güvercin akıllarıyla; arı sanatıyla insana yakın olan yaratıklardır. İnsanlar fiziki görünüm itibariyle insan, faaliyetlerinde de hayvandırlar. İnsanın en son mertebesi meleklerin mertebesidir. Onlara göre, bu seviyeye ulaşmış olanlar, ruha sahip olarak hayatı ilimde ve bilgide bulanlarla basiret sahibi olanlar ve gönül gözüyle akıllı manevi varlıkları görenlerdir. _Farabi de evrimi savunmuş. Yaratıkların rütbe silsilesi en alt seviyedeki varlıkta başlamış sonra daha üst seviyedeki varlığa geçerek böylece daha üstü olmayan bir seviyeye kadar gitmiştir. En üstünü konuşan insandır.
_İbn Miskeveyh hayvanların evriminin son merhalesini insana en yakın ve ona benzeyen hayvan teşkil eder. TÜRK ve ZENCiLER evrimin ilk hayvansı mertebesindedir. ONLAR iLE HAYVANLIĞIN SON MERTEBESi ARASINDA BÜYÜK BiR FARK YOKTUR. Onlar yararlarına olan pek çok şeyi ANLAYACAK DURUMDA DEĞiLLERDiR. Kendileri hikmet ortaya koyamadıkları gibi komşu milletlerdekini de kabul etmezler. Bu yüzden DURUMLARI ÇOK KÖTÜ VE YAŞAMA DÜZEYLERI DÜŞÜKTÜR. Gıpta edilecek bir şeyleri olmadığı gibi HAYVANLARIN KULLANILDIĞI iŞ ALANLARINDA KÖLE GiBi KULLANILMAKTAN BAŞKA BIR iŞE DE YARAMAZLAR
_Ragıb El-İsfehani evrende dereceli olarak gerçekleşen evrimi kabul eder. insan küçük bir evren, evren de büyük bir insandır.
_İbn Haldun muhaddime adlı eserinde evrimi destekler.
_Kınalızade Ali Efendi Ahlak-i Alai isimli kitabında ilk defa Türkçe olarak evrim sisteminden bahseden odur. Ona göre, maymun, at, fil ve papağan insanın ufkuna en yakın olan hayvanlardı.
_Türkistanlı sufi yazar Mirza Bidel «Divân» adlı eserinde evrimi ima ediyor. Adem de Adem olmadan önce bir maymundu.»
_Kutubi maymunların doğal karakterlerinden bahseder. Hayvan tabiatıyla insan tabiatı arasında bir basamaktır. _Büyük Türk bilginlerinden biri olan İbrahim Hakkı ise, matematik, doğa bilimleri ve ilahiyat konularını içine alan «Marifetnâme» isimli ünlü eserinde evrime bir bölüm ayırır. Sırasıyla: maden, bitki ve hayvan mertebelerinden başlayarak insanın evrim derecesini gösterir. Madenle bitki arasındaki ara varlık «mercan»dır. Bitki ile hayvan arasındaki ara varlık «hurma ağacı»dır. Bununla da yetinmeyerek, maymun ve nasnas’ı (sözlük anlamıyla: vah¬şi adam) insan türüyle hayvan türünün arasına koyar.
_Evrimle ilgili cehalet ve kafa karışıklığımız bile zaman içerisinde evrimleşmektedir

Pek çok yapının özellikle çok büyük tükeniş ve yok olma durumlarını uğradıkları için zamanımızda gelişim süreçleri kopuk ve büyük boşluklarla dolu olan organik varlık grupları içindekilerin yetkinleşmek için art arda hangi aşamalardan geçtiklerini tahmin etmek bile güçtür ama doğada o kadar tuhaf aşamalanmalar görmekteyiz ki bir organın bir içgüdünün ya da hatta bütün bir yapının bugünkü durumuna bir sürü ara evrelerden geçmeden ulaşmış olamayacağını açıklamadan önce çok ölçülü davranmak zorundayız kabul etmek gerekir ki doğal seçimi kuramına karşı gibi görünen özellikle güç olaylar da vardır bunların en garip birinden biri hiç kuşku yok aynı Bir karınca topluluğunda belirgin iki ya da üç işçi ya da dölssüz dişiler kastı olmasıdır bu gibi güçlükleri nasıl açıklanabileceğini anlatmaya çalıştım.
Salepgillere [Orkidegiller] mensup çoğu bitkimiz, polen tozlarını harekete geçiren ve dölleyen güvelerin ziyaretine muhtaçtır.
Bir türün, son derece elverişli koşulları bulduğu ufak bir arazi de, sayıca aşırı artış göstermesi durumunda sıklıkla salgınlar baş gösterir; en azından av hayvanlarımızda genellikle böyle olur: burada, yaşam mücadelesinden bağımsız olan sınırlayıcı bir etken söz konusudur.
Darwin’in ,bu kitabın başlığında da yer alan ayrıcalıklı ırkların korunması ifadesidir Burada ki ırk kavramı insan ırklarını değil, canlı türlerini ve çeşitliliği ifade eder; doğada ortaya çıkan çeşitliliğin bir bölümünün ,şartlara bağlı olarak daha başarılı bir şekilde sürdürüldüğüne ilişkin bilimsel gerçeğin altını çizer.Evrim karşıtları bu çarpıtmayı daha da ileri götürerek, sanki Darwin bu söylediklerinin gerçekleşmiş olmasından memnunmuş, ırkları aşağı ve yüksek diye ayırıp aşağı ırkların yok edilmesini istiyormuş gibi sunar. Bunların hepsi, Sosyal Darwinizim temelli düşüncelerdir ve hatalıdır.Darwin ırkçı olmadığı gibi, kölecilikle mücadeleyi nesiller boyu sürdüren bi aileden gelmektedir ve kendisi de ateşli bi kölelik karşıtıdır Darwin’in görüşlerine ve hayat felsefesine aşina olanlar, bu tür düşüncelerin onun bakış açısına hiç de uygun olmadığını zaten anlayacaktır.
Darwin karşıtları, tümüyle sosyo -kültürel gelişmişlik düzeyi anlamında kullanılan bu cümlelere ,barbar Türkler , aşağılık ırklar , yok edilmelidir vb eklemeler yaparak ,Darwin’in sözlerini çarpıtmaya çalışmıştır Oysa Darwin ne türklerin ‘barbar’ olduğundan ,ne de aşağılık ırkların yok edilmesi gerektiğînden bahseder .İnsanlık tarihinde az gelişmiş toplumlar gerçektende de daha gelişmiş toplumlar tarafından köleleştirilmiş,sömürülmüş ve bugün bile farklı biçimlerde sömürüeye devam etmektedir
Varoluş mücadelesi, tüm organik varlıkların yüksek bir çoğalma oranı sergileme eğiliminin kaçınılmaz sonucudur.
Yılda bin tohum üreten ve bu tohumlarından ortalama olarak ancak birisi erişkinliğe ulaşan bir bitkinin, toprağı halihazırda kaplamış ve kendisiyle aynı veya farklı çeşitten olan diğer bitkilerle gerçekten de mücadele ettiği söylenebilir.
Hayvanlar üzerine muazzam sayıda bulguyu inceledikten sonra, iki ebeveyn birbirinden ister az ister çok farklılık gösteriyor olsun, diğer bir deyişle ister aynı varyetenin veya farklı varyetelerin ve isterse de aynı türlerin bireyleri birleşmiş olsun, çocugun ebeveynlerine benzemesini belirleyen yasaların aynı olduğu sonucuna varan Dr. Prosper Lucas’la genel anlamda aynı fikirdeyim.
Matematikçilerden öğrendiğimize göre arılar çok karmaşık bir problemi çözerek, petek gözlerine, taşınan bal miktarını azami düzeyde ve yapımında gerekli olan değerli balmumu tüketimini de asgari düzeyde tutmaya en uygun şekli vermeyi başarmıştır .
Herhangi bir düzeyde daha belirgin ve kalıcı olan varyeteleri, daha da belirgin ve kalıcı olan varyetelere ve onları da, alt türlere ve türlere uzanan yolun adımları olarak görüyorum.
Mimaride kovan arılarının peteklerindeki altıgen gözlerdeki yüksek bir kusursuzluk düzeyinden sonra doğal seçilim etkili olamaz; çünkü gördüğümüz kadarıyla kovan-arısının peteği, balmumu tasarrufu bakımından tam anlamıyla kusursuzdur.
Elbette her türün başarısı, sahip olduğu asalakların veya diğer düşmanların sayısına veya oldukça farklı etkenlere bağlı olabilir
Kovan arılarının yarım kilo balmumu salgısı üretebilmek için en az beş ila yedi kilogram kuru şeker tükettiği, deneysel olarak gösterilmiştir.
Her hayvan ya da bitki türünün ya da her gelişe bilmiş büyük tip oluşumunun yaratıcı gücün ayrı bir eylemi ile biçimlendirilmiş ve uzun aralıklarla yeryüzüne konmuş olduğunu varsayarsak, bu tür olayların anlamını kavramamız güç olur şunu da akılda tutmak gerekir ki, böyle bir VARSAYIM doğanın genel örneksemesine karşıt olduğu kadar geleneğin ya da tanrısal vahyin desteğinden de yoksundur.
Öte yandan direşkenlikle sürüp giden tiplere, türlerin her çağda daha önceden var olan türlerin aşamalı değişimleri uğramasının ürünü oldukları VARSAYIM açısından, her ne kadar KANITLANMAMIŞ ve ne yazık ki taraflarının bazılarınca itibardan düşürülmüş de olsa fizyolojinin hala olumlu bir destek verdiği tek varsayım olan bu varsayım açısından bakacak olursak gitmekte olan bu tiplerini varlığı, canlı varlıkların jeolojik zamanlarda HERHALDE uğramış olmaları gereken değişimlerin genişliğinin türlerinin geçirdikleri toplam değişiklikler serisine oranla ancak zayıf bir yer tuttuğunu ortaya koyar görünmektedir.
Doğada, kendilerine özgü konumları için ayrı ayrı yaratıldıkları varsayılan bunca bağımsız varlığın bütün parçaları ve organları neden çoğu zaman kademelenmiş adımlarla birbirine bağlıdır? Doğa neden bir yapıdan diğerine sıçrama yapmış olamaz? Doğal seçilim kuramına dayanarak, bunu neden yapamayacağını kolayca anlayabiliriz; çünkü doğal seçilim, ancak birbirini izleyen hafif çeşitlilikleri kullanarak etki gösterebilir; asla sıçrama yapamadığı gibi, en kısa ve en yavaş adımlarla ilerlemek zorundadır.
Çoğu bitkimizin, insanın mevcut yararlılık standardına ulaşıncaya dek iyileştirilmesi veya değiştirilmesi yüzlerce veya binlerce yıl gerektirdiğine göre, bugün Avustralya’da, Ümit Burnunda veya fazla uygarlaşmamış insanların yaşadığı başka bölgelerde neden yetiştirmeye değer tek bir bitki bulamadığımız anlaşılırdır.
Bilgisizliğimiz öyle derin ve önyargılarımız da öyle fazladır ki, bir organik varlığın tükendiğini öğrendiğimizde hayrete düşer ve buna yol açan etkeni görmediğimiz için, açıklama olarak tüm dünyayı ıssız bırakan felaketlerden medet umar veya yaşam biçimlerinin dayanma sürelerine ilişkin yasalar icat ederiz!
Bazen eşeklerin bacaklarında, zebraların bacaklarındakine benzeyen çok belirgin, enine şeritler bulunur: Bu şeritlerin sıpalarda daha da belirgin olduğu öne sürülmüştür, ki yaptığım araştırmalar bu kanıyı doğrular niteliktedir.
Her türün birbirinden bağımsız yaratıldığını savunan görüş, aynı cinsin diğer bağımsız-yaratılmış türlerinde farklılık gösteren yapısal bir parçanın, pek çok türde yakın benzerlik gösteren parçalardan daha değişken olmasına nasıl bir açıklama getirmektedir?
Meyvelerimizin tohumları körelince, meyvenin kendisinde bir boyut ve kalite artışı meydana gelir.
Hayvanlarda da benzer bir seçilim işlemi uygulanır; nitekim hiç kimse, elindeki en kötü hayvanların üremesine izin verecek kadar dikkatsiz değildir.
Elimizde eksiksiz kayıtları bulunan bazı olgular, durumun hiç de böyle olmadığına işaret eden kanıtlar sunar; bunlardan birisi, sıradan Bektaşi üzümünün gitgide artan boyutudur. Çiçeklerin sadece yirmi veya otuz yıl önce çizilmiş resimleriyle bugünkü durumlarını karşılaştırdığımızda, pek çok çiçek yetiştiricisinin çiçeklerinde meydana gelen şaşırtıcı iyileşmeyi görebiliriz. Bir bitki ırkı bir kez iyice yapılandı mı, tohum üreticileri en iyi bitkileri seçmez; sadece tohum yataklarını inceler ve yabanotu diye tabir ettikleri, uygun standarttan sapan bitkileri ayıklar.
Evcil ırklarımızın en dikkat çekici özelliklerinden birisi, söz konusu hayvanın veya bitkinin kendi çıkarı doğrultusunda değil, insanın işine yarayan veya göz zevkine hitap eden yönde uyarlanıyor olmasıdır.
Seyreklik, jeolojinin sunduğu bilgilere göre tükenmenin habercisidir.
İnsanın arzuları ve çabaları nasıl da geçicidir! Zamanı ne kadar da kısıtlıdır!
Yörenin sınırları açıksa, mutlaka dışarıdan göçüp yerleşen yeni formlar olacaktır ve bu durum, bazı eski sakinlerin ilişkilerini de ciddi anlamda bozacaktır.
❞Seçilim, bir sihirbazın arzuladığı biçimde ve kalıpta canlılar yaratmak için kullanabileceği sihirli bir değnek gibidir.❞
Yapabileceğimiz tek şey, her organik varlığın geometrik bir oranda çoğalmak için çabaladığını; ömrünün bir döneminde, yılın bir mevsiminde, her nesilde veya aralıklı olarak yaşam mücadelesi vermek ve büyük yıkımlara katlanmak zorunda kaldığını aklımızdan hiç çıkarmamaktır. Bu mücadele üzerine kafa yorarken doğadaki savaşın aralıksız olmadığına, hiç korku yasanmadığına, ölümün çoğunlukla çabuk olduğuna ve de dinç, sağlıklı ve mutlu olanların sağ kalıp çoğalacağına dair tam bir inançla avunabiliriz.
Rusya’da yaşayan küçük Asya hamamböceği, aynı cinse mensup daha iri bir türü, tüm yaşam alanlarından kovmuştur.
Kedigillere mensup bir hayvanın belli bir bölgede sayıca fazla olmasının, önce fareleri ve sonra arıları etkilemek yoluyla, o bölgedeki belirli çiçeklerin görülme sıklığını belirlediği ortadadır!
Bilgisizliğimiz öyle derin ve önyargılarımız da öyle fazladır ki, bir organik varlığın tükendiğini öğrendiğimizde hayrete düşer ve buna yol açan etkeni görmediğimiz için, açıklama olarak tüm dünyayı ıssız bırakan felaketlerden medet umar veya yaşam biçimlerinin dayanma sürelerine ilişkin yasalar icat ederiz!
İklim, bir türün ortalama sayısının belirlenmesinde önemli bir rol oynar ve kanımca aşırı soğuk veya kurak geçen dönemsel sezonlar, sınırlayıcı unsurlar içinde en etkilisidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir