İçeriğe geç

The Lives of Things Kitap Alıntıları – José Saramago

José Saramago kitaplarından The Lives of Things kitap alıntıları sizlerle…

The Lives of Things Kitap Alıntıları

Oysa bir şeyler kurmak için inanmalı insan. Her şeyden önce, inanmalı
Başımıza kötü şeylerin geleceği varsa pekâlâ cam kırıklarından veya demirağacına dokunmayıp demirin kendisini kanser gibi saran pastan da gelebilirdi.
Ölüm, insanın hayattayken işlediği suçları aklayan bir özür, bir af, bir sünger, bir sabun mudur?
İnsan çevresindeki koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa bu koşulların insanca biçimlendirilmesi gerekir.
Nesnelerden geriye yalnızca koca boşluklar ve bazen de ölü insanlar kalıyordu.
Toplumda hem zenginler hem fakirler vardı ve bunların dağılımı evrensel kurallara dayanıyordu: Fakirlerle zenginler arasında, zenginlerin fakirlerden faydalanmasını sağlayacak bir mesafe bulunuyordu ve tabii her şey zenginlerin fayda sağlaması üstüne kurulduğundan fakirler bu ilişkiden herhangi bir fayda elde edemiyordu.
Ölüm, insanın hayattayken işlediği suçları aklayan bir özür, bir af, bir sünger, bir sabun mudur?
Biz insanlar, doğamız gereği ölümlü yaratıklar olmamıza rağmen, ölümün kovanına çomak sokmadan duramayız. Bu bizim için adeta bir onur meselesidir: Mücadele etmeden teslim olsak, hemencecik pes etsek yaşamanın ne anlamı kalır ki?
Zamanlar değiştikçe arzular ve nitelikler de değişir ve arzular ne kadar kuvvetli olursa olsun kusursuz olan şeyler zamanlara yenik düşerek kusursuzluklarını kaybeder.
Dünya, tek kelimeyle ıssız bir çöle benziyordu.
Durum bu kadar ciddi mi? Darbe mi oldu? Savaş mı çıkacak? Peki düşmanlar? Onlar nerede?
Dost düşman­dan ayrılmalı, düşmana kalabalığa karışıp kaybolma olanağı verilmemelidir.
Şehrimizi savunmak, yalnızca Hükü­met’in (H) ve Askeri Kuvvetler’in (AK) görevi değil­dir. Savunma hepimizin görevidir.
Şehrimize hizmet vatandaşlık görevimizdir
Acaba gazeteler durumun ciddi­yetini gözler önüne sermekten çekiniyor muydu?
Hükümet (H) şiddete ve cinayete kesinlikle göz yum­mayacaktır. Sorumlular mutlaka bulunacak ve ceza­landırılacaktır.
Kaybolan eşyanın yerine yenisini alırsın, olur biter. Fakat ölüm, bambaşka bir mesele.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanlar, etrafı ölüler şehriyle çevrili bir canlılar şehriyle, canlılar şehriyle çevrili bir ölüler şehri ara­sında bir seçim yapmak zorunda kaldı.
Başım için bir taç istiyorum. Hadi yapın bir tane!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Saraya her dönüşünde aklındaki tek şey, bir gün kendisinin de öleceği oluyordu.
Her yerde ölüm ve ölümün izleri vardı.
Krallar aldıkları kararlar ve koy­dukları yasaklarla yücelirler.
Eğer bir hükümdar, hem olağa­nüstü bir kudrete hem de olağanüstü hassas bir kişili­ğe sahip olursa, o zaman ülkesinde sadece bir tane mezarlık bulunur.
Her yol bir yere çıkıyorsa, her yol çıktığı yere çıkar.
her başlangıç aynı zamanda bir sondur ya da en azından beraberin­de bir son getirir, ama yine de her şeyin bir başlangıca ihtiyacı vardır.
Durum gittikçe kötüleşiyordu. Hepsi Araplar yüzün­den. Ah şu lanet olası ambargo!
Yoksa ölüm dediğimiz şey günahları yok eden bir özür, bir tövbe, onları yıkayan bir sünger, ya da çamaşır su­yu gibi bir şey mi?
Ve şimdi asıl soru: Beyin, yani Vulgo Grips, neye yarar? Her şeye. Çünkü düşünmemizi sağlar. Ancak dikkat edelim ve kafatasının içindeki her parçanın düşünmeyle ilgisi olduğu gibi yanlış bir kanıya kapıl­mayalım.
Ve şimdi mantığımız bize diyor ki, en azından bundan sonra, beyin üzerinde dolaşan işa­ret çubuğunu dikkatle takip edelim.
çünkü insanın hakkını istemesi gayet normaldir.
fakir doğduk, fakir öleceğiz ve yaşadığımız sürece Tanrının insafına sığınmaktan başka çaremiz yok!
Korumasız ya da çaresiz değiliz ama belki de kendimizi koyveriyoruz biraz. Yoksa hayatın bir anlamı kalır mıydı?
Biz insanlar, bir taraftan her derde bir çare bulmak konusunda doğuştan yetenekli varlıkla­rız, fakat diğer taraftan, kendi ölümümüze yol açmak zorundayız.
ayrılık anları vedalaşmaya fırsat vermeyecek kadar kısa sürer. Ayrılık zamanı geldi mi, içimizde kabaran katmerli acıları göstermeye fırsat bulamayız bir türlü; telaş ve acele yüzünden her şey, gözlerimizde birikip bakışlarımızı buğulandıran göz­yaşları, hüznü ve melankoliyi anlatması için önceden seçtiğimiz sözcükler ve acıdan buruşan, somurttukça somurtan yüzlerden ibaret olur o zaman, aslında bu ayrılıktan da kötüdür.
Yakın anlamlı sözcükler, aynı an­lama gelecek biçimde gruplar halinde toplansa, hayat çok daha kolay olurdu. Böylece yansıma kökenli keli­meler bile zamanla bir araya gelirdi ve sonunda her şeye kadir bir eşanlamlılık olarak da adlandırabile­ceğimiz sessizliğe ulaşırdık.
Eğer insanlık çevre koşullarına uymak zorundaysa, bu koşullar insanca belirlenmeli.

KARL MARX, FRIEDRICH ENGELS

Ayrılık zamanı geldi mi,
içimizde kabaran katmerli acıları göstermeye fırsat bulamayız bir türlü; telaş ve acele yüzünden her şey,
gözlerimizde birikip bakışlarımızı buğulandıran gözyaşları, hüznü ve melankoliyi anlatması için önceden
seçtiğimiz sözcükler ve acıdan buruşan, somurttukça
somurtan yüzlerden ibaret olur o zaman, aslında bu
ayrılıktan da kötüdür.
Yenilen düşmanımızın ardından gözyaşı mı dökecektik? Ölüm, insanın hayattayken işlediği suçları aklayan bir özür, bir af, bir sünger, bir sabun mudur?
Çünkü felaketler mazlumların çığlıklarını bastırmasa da seslerini kısar.
Biz insanlar, doğamız gereği ölümü yaratıklar olmamıza rağmen, ölümün kovanına çomak sokmadan duramayız. Bu bizim için adeta bir onur meselesidir: Mücadele etmeden teslim olsak, hemencecik pes etsek yaşamanın ne anlamı kalır ki? Giyotin kimin kafasını keser? Altına boynunu uzatan mahkûmun. İdam mangasının mermileri kimin göğsünü deler geçer? Karşılarına dikilen kişinin. Ölüm, tıpkı doğruluğu kanıtlanabilen bir matematik formülü gibi kendine has, tuhaf bir güzelliğe sahiptir; iki noktanın arasındaki en kısa mesafe basit bir çizgi olsa bile cetvelimiz yeterli uzunlukta değilse işler zora biner.
İnsan çevresindeki koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa bu koşulların insanca biçimlendirilmesi gerek.
Dünya, insanlarla kaplanmak için tek bir sözcüğü bekliyormuş gibi ıssız görünüyordu.
Toplumda hem zenginler hem fakirler vardı ve bunların dağılımı evrensel kurallara dayanıyordu: Fakirlerle zenginler arasında, zenginlerin fakirlerden faydalanmasını sağlayacak bir mesafe bulunuyordu ve tabii her şey zenginlerin fayda sağlaması üstüne kurulduğundan fakirler bu ilişkiden herhangi bir fayda elde edemiyordu.
Tarih boyunca tüm krallar ne dedilerse haklı çıkmışlar, kral olmayanlarsa hep bu haklılığın gölgesinde kalmışlardı
İnsanlar bir daha asla nesnelerin yerine konmayacak.
Nesneler olarak başka çaremiz kalmamıştı. İnsanlar bir daha asla nesnelerin yerine konmayacak.
Ölüm, insanın hayattayken işlediği suçları aklayan bir özür, bir af, bir sünger, bir sabun mudur?
İki tarafın anlattıklarına kulak verip suya sabuna dokunmadan tarafsız kalmaktan kolay bir şey yoktur şu dünyada, çünkü bu sayede zinanın âlâsını işleyip vicdanımızı temiz tuttuğumuzu iddia edebiliriz.
çünkü felaketler mazlumların çığlıklarını bastırmasa da seslerini kısar.
çünkü insanın zaten kendine ait olan bir şeyi arzu etmesinden kimseye zarar gelmez.
Zamana zaman tanıyalım.
Fakat intikamlar daima geri teper ve en çok acıyı intikam isteyenin kendisi çeker.
Her ülkede olduğu gibi buranın halkı da tek tip olmaktan uzaktı ve her ne kadar kral şaşaalı bir hayat sürse de vatandaşların sosyal açıdan eşit olduğunu söylemek zordu.
Mücadele etmeden teslim olsak, hemencecik pes etsek yaşamanın ne anlamı kalır ki?
Biz insanlar, doğamız gereği ölümlü yaratıklar olmamıza rağmen, ölümün kovanına çomak sokmadan duramayız. Bu bizim için adeta bir onur meselesidir: Mücadele etmeden teslim olsak, hemencecik pes etsek yaşamanın ne anlamı kalır ki?
Ancak zamanlar değiştikçe arzular ve nitelikler de değişir ve arzular ne kadar kuvvetli olursa olsun kusursuz olan şeyler zamanlara yenik düşerek kusursuzluklarını kaybeder.
Dünya, insanlarla kaplanmak için tek bir sözcüğü bekliyormuş gibi ıssız görünüyordu.
rüyalarında bile asla huzur bulamayacaktı.
Nesneler olarak başka çaremiz kalmamıştı. İnsanlar bir daha asla nesnelerin yerine konmayacak.
Nesnelerden geriye yalnızca koca boşluklar ve bazen de ölü insanlar kalıyordu.
Ölüm, tıpkı doğruluğu kanıtlanabilen bir matematik formülü gibi kendine has, tuhaf bir güzelliğe sahiptir..
İnsan çevresindeki koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa bu koşulların insanca biçimlendirilmesi gereklidir.
Nesnelerden geriye yalnızca koca boşluklar ve bazen de ölü insanlar kalıyordu.
İnsan çevresindeki koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa bu koşulların insanca biçimlendirilmesi gerek
Fakat intikamlar daima geri teper ve en çok acıyı intikam isteyenin kendisi çeker
Ölüm, insanın hayattayken işlediği suçları aklayan bir özür, bir af, bir sünger, bir sabun mudur?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir