İçeriğe geç

The Law Kitap Alıntıları – Frederic Bastiat

Frederic Bastiat kitaplarından The Law kitap alıntıları sizlerle…

The Law Kitap Alıntıları

Günümüzün en büyük dolandırıcılığı, devletin, herkesin, başkasının hakkını gasp ederek zenginleşmesini teşvik eden bir soygun düzeni yaratması ve onu, organize etme bahanesiyle genelleştirerek sistem haline getirmesidir.
Uyuşuk haldeki halk, uyanmak için bazen sert tokatlara ihtiyaç duyar.
Sadece yönetmek zevkini tatmak amacıyla, topluma yön vermek isteyenler, topluma karşı suç işlemektedirler.
Yasal gaspın iki kaynağı vardır: bunlar insanın egosu ve sahte bir yardımseverlik kavramıdır.
Robespierre’in kendine halkın üzerinde biçtiği yere bir bakın! Konuşurken takındığı mağrur üsluba dikkat edin. İnsan ruhunun yeniden dirilmesi için sakın dua ettiğini sanmayın. O, düzgün bir hükümetten de bir şey beklemiyor. Tek istediği şey, terör yöntemiyle insanlığı yeniden imal etmek.
Kişilerin yapması gereken şey, sadece, kanun yapıcıların, olmasını istedikleri gibi olmalarıdır. Rousseau’yu aynen kopyalayan Robespierre’e göre kanun yapıcı toplumun refahını gerçekleştirme hedefini ilan etmekle başlar. Bundan sonra hükümete düşen görev milletin tüm fizik ve moral güçlerini bu hedefe tahsis etmektir. Vatandaşlardan istenen tek şey, itiraz etmeden uslu uslu beklemeleridir.
Özgürlük mücadelesine girmiş toplumlarda kendilerini önder sayan bu şöhretli yazarların hemen hemen hepsi 17. ve 18. asrın ruhuyla dolmuşlardır. Bunlar, insanlığı, kendi icatları olan sosyal kurumların, hayırlı, iyiliksever zorbalığına tabi kılmaktan başka bir şey düşünmezler. Aralarında Rousseau’nun da bulunduğu bu yazarların istedikleri şey insanları, kendi düş alemlerinde yarattıkları sosyal refah boyunduruğuna zorla sokmaktır.
Sosyalizm, tıpkı kendisinden doğduğu antik düşünceler gibi devlet ile toplum kavramlarını birbirinden ayırt edememiştir. Bu yüzden sosyalistler, devletin yaptığı herhangi bir şeye karşı itiraz ettiğimizde, toplum için gerekli olan şeylere de karşı olduğumuz sonucunu çıkarırlar.
Bu konuda, bir zamanlar Bay Lamertine’in bana yazdıklarını hatırlıyorum:
Senin doktrinin, benim programımın ancak yarısıdır. Sen sadece özgürlüklere takılıp kalmışsın. Oysa ben bir adım öteye, kardeşliğe de geçmiş durumdayım.
Ben de cevaben şöyle yazmıştım:
Ancak, senin programının ikinci yarısı, birinci yarısını yok etmektedir.
Unutmayalım ki sosyalistlerin uygulamak istedikleri soygun yasadışı değil yasal bir soygundur. Diğer bütün tekel taraftarları gibi sosyalistler de kendilerine silah olarak hukuku seçmişlerdir. Öyleyse, sosyalizme hizmet eder hâle getirilen yasaların, daha sonra ona karşı kullanılabileceği nasıl düşünülebilir?
Bir yazar ve politikacı olan Bay Montalembert, Bay Carlier’in meşhur söylevindeki bir düşünceye atfen sosyalizme karşı savaşmalıyız demiştir. Bay Charles Dupin’in tanımına göre, bunun anlamı soyguna karşı savaşalım dır.
Atletizm, At kullanma, Koşu gibi vücut idmanlarını Yunanlılara Mısırlılar öğretmiştir. Yunanlıların Mısırlılara öğrettikleri şey ise uysal bir yapı ve kamu yararı için otoritelere koşulsuzca itaat etmek olmuştur diyebiliriz.
Hukukun eğitim konusunda iki seçeneği vardır. Ya eğitim-öğretimin kimseye zor kullanmadan uygulanabilmesine olanak tanıyacak sistemi korumak ya da bazılarını eğitmek için vatandaşlarından para alıp öğretmen tahsis etmek. İkinci seçenekte hukukun bireylerin özgürlük ve mülkiyet haklarını ihlal ederek yasal gasp oluşturduğu açıktır.
Hukuk birilerinden alıp başkalarına verdiği zaman adaleti, eşitliği sağlamış olmaz, aksine yasal gaspın aracı haline gelmiş olur.
Yasal gasp çeşitli şekillerde hayata geçirilebilir. Zira bu gaspı düzenleyen bir çok plan ve program vardır: Gümrük vergileri, korumacılık, sübvansiyonlar, teşvikler, sürekli artan vergiler, ücretsiz eğitim, iş ve kar güvencesi, asgari ücret, faizsiz kredi Yasal gaspın bir biçimi olan bu plan ve programların bütünü son tahlilde sosyalizm adını alır.
Eğer hukuk olması gerektiği gibi olsaydı önemini tamamen yitirirdi.
Tanrı bizlere fikri, ahlaki ve fiziki boyutları olan hayatı bahşetmiştir.

Fakat hayat kendi kendini var edemez; onu koruyup iyi halde tutmak, geliştirmek ve mükemmelleştirmek sorumluluğunu da Tanrı bizlere yüklemiştir.

Gerçekten, eğer hukuk, bir yandan tüm insanların özgürlüklerini ve mülkiyet haklarını sadece korumak gibi bir misyonla sınırlansa, sadece fertlerin kendilerini koruma haklarının örgütlenmiş bileşimi olarak algılansa ve nihayet tüm baskı, zulüm ve soygun türlerini belirleyen, engelleyen ve cezalandıran bir güç olsaydı, biz yurttaşlar seçme hakkının kapsamını tartışma konusu yapar mıydık, hiç?
Meseleye daha yakından göz atıldığında oy hakkının ehliyet esasına dayandırılmasına yol açan asıl sebepleri görebiliriz. Asıl sebep, seçmenin, oy kullananın, bu hakkı sadece kendisi için değil, herkes için kullanmasıdır.
Hukukun soygun aracı haline dönüştürülmesi insanlık tarihinin şahit olduğu en menfur yozlaşmadır.
İnsan, ihtiyaçlarını ancak sürekli olarak çalışarak karşılar ve böylece yaşar. Bunu yaparken sahip olduğu yeteneklerini doğal kaynaklara tatbik eder. Bu süreç mülkiyetin kaynağını oluşturur.
Hukukta ki bozulma birbirinden tamamen farklı iki nedenden ortaya çıkmıştır: Ahmakça bir açgözlülük ve sahte bir hayırseverlik.
Hukuk, yağmacılığı önleme işlevini yağmalama hakkına dönüştürürken, meşru savunma hakkını da savunma suçu hâline getirmiştir.
Devletin özel işlerimize karışmaması hâlinde, hem ihtiyaçlarımız hem de onları tatmin imkânlarımız mantıki bir gelişme çizgisi izleyebilecektir.
Kendi kişiliğine saygı gösterildiği, emeğini istediği gibi kullanabildiği, emeğinin ürünlerine karşı girişilecek her türlü haksız saldırılara karşı korunabildiği sürece hiç kimse yönetime karşı gelmeyecektir.
Söz konusu ortak gücün amacı, sadece bireysel güçlerin doğal ve meşru olarak yapmaya hakkı olan şeyleri yapmakla sınırlanmıştır: Kişilik, özgürlük ve mülkiyet haklarını korumak ve adaletin hepimize hükmetmesini sağlamak.
Hukuk, bireyin meşru savunma hakkının kollektif organizasyonudur.
herhangi bir düşünce susmaya mahkum edilse bile; bu düşünce, bizim kesin olarak bilebileceğimiz şeylere rağmen, doğru olabilir. Bunu kabul etmemek yanılmaz olduğumuzu zannetmektir.
susturulan düşünce yanlış dahi olsa, bunda hakikatin bir kısmının bulunması mümkündür. Nitekim, pek çok defa böyle olmuştur
Gelin Artık Özgürlüğü Yaşayalım Tanrı, insanlara kendi hayatlarının gerektirdiği her şeyi bahşetmiş, beşerî biçimlerinin yanında bir de sosyal çerçeve sunmuştur. İnsanlar arasında oluşan sosyal organlar ancak özgürlük ikliminin temiz havasında gelişebilmektedir. Zincirleri, çengelleri ve halkalarıyla kâhinleri ve organizatörleri aranıza sokmayın. Size önerdikleri yapay sistemlere sakın aldanmayın! Onların devleti yönetme hırslarından, toplumcu projelerinden, merkezileştirici eğilimlerinden, gümrük tarifelerinden, banka tekellerinden, kısıtlayıcı müdahalelerinden, vergi yoluyla eşitlik sağlama düşüncelerinden ve adeta dinselleştirilmiş bozuk sosyal ahlâk anlayışlarından uzak durun!
Madem insanlar kendi kendilerine karar almakta bu kadar yetersizdirler, öyleyse demokratik seçme hakkı konusundaki bunca ısrar ve gevezelik neden?
Onlara göre halk hareketsiz partiküler ve atomların oluşturduğu bir hammaddeye, en iyi ifadeyle kendi varlık nedenine bile yaban bir bitkiden farksızdır.
Hukuk halkı aydınlatan bir eğitim meşalesi değildir.
Bazen hukuk, yargı, polis, jandarma, hapishane gibi kurumları gaspçıların lehine bir enstrüman olarak kullandığı yetmiyormuş gibi kendilerini savunmaya çalışan gasp mağdurlarını da hain ilan eder.
Kendiliğinden var olan adalet değil, adaletsizliktir.
Zoraki kardeşlik özgürlüğü yok eder.
İlham ettiği saygıya zarar vermeden bir yasanın eleştirilmesi mümkün müdür?
Aniden gelen sjwleri silkme isteği.
Tanrı insanlığa kendi kaderini gerçekleştirebilmesi için gerekeni vermiştir. Nasıl ki insana bir ruhiyat vermişse topluma da bir ruhiyat bahşetmiştir. Toplum ona dayatılan sistemleri bir kenara iterek özgürlüğü denemelidir, Tanrıya ve onun eserlerine inancın ifadesi olan özgürlüğü…
Toplumsal sorunun çözümü, özgürlüktedir!
Yasa, adaletsizliğin önüne geçmek için örgütlenmiş ortak güçtür. Kısaca yasa, adalettir…
Özgürlük, bireyin başkalarına zararı olmayan alanda, her türlü dayatma ve zorbalığın yok edilmesini kendisine amaç edinen, nihayetinde hukukun yegane faliyeti olan bireyin meşru müdafaa hakkını organize etme ve adaletsizliği baskılama imkanına sahip olmasıdır…
Uyuşuk haldeki halk uyanmak için bazen sert tokatlara ihtiyaç duyar…
Devlete istikrar kazandırmak istiyorsanız, aşırı uçları mümkün ölçüde birbirine yaklaştırınız. Toplumda ne ultra zengin ne de baldırı çıplakların oluşmasına müsade ediniz…
Hukukun temel hedefinin, İnsan içindeki gaspı çalışmaya yeğleyen temel hedefi dizginlemek olduğu söylenebilir. Hülasa yasalar gaspın karşısında, mülkiyetin yanında yer almalıdır…
Gasp ne kadar genelleşirse o kadar gizlenir.
Bazen hukuk, yargı, polis, jandarma, hapishane gibi kurumları gaspçıların lehine bir enstrüman olarak kullandığı yetmiyormuş gibi kendilerini savunmaya çalışan gasp mağdurlarını da hain ilan eder.
Yasal gaspın önünde sonunda mağdur eden kesime dönebileceğini kestirememek büyük bir bilinç yoksunluğudur.
Hukuk yaptırımsız ve güç kullanmadan oluşamayacağından, bu yetkiyi kullanma görevi de bu yasaları yapanların elinde olacaktır.
İnsan doğasında, kendilerine mağduriyet yaşatan adaletsizliklere karşı gelme eğilimi vardır.

Dolayısıyla böylesi bir durumda gasp, yasa yapan kesimin lehine olduğu için, mağdur kesimin zaman zaman gerek barışçıl gerekse de devrimci yollarla mağdur edenlerden olma isteğini gözlemleriz. Farkındalık boyutlarına bağlı olarak mağdur kesimin siyasi güç isteğinin iki şeye yöneldiği söylenebilir: Ya yasal gaspı ortadan kaldırmak ya da ona dahil olabilecek duruma gelmek.

Yasal gasp kurbanı kitleler gücü ele geçirince ikinci yolu seçerse vah o milletin haline!

Bir ulusun yozlaşan bütün toplumsal güçleriyle beraber kirlenen hukuk da dengeleyici rolünden ziyade kendi asli amacının tersine hareket eden doymak bilmez bir unsura dönüşür. Suçu denetim altına almasını beklediğimiz hukukun bizzat kendisi, cezalandırılması gereken bir zorba haline gelir.
İnsan ilişkilerinin yarattığı sorunların çözümü için temel koşul özgürlük ikliminin yaratılmasıdır.
Hukuk örgütlenmiş adalettir
Hepimiz,kendi varlık,özgürlük ve mülkiyetimizi korumak gibi tanrısal kaynaklı bir hakkın sahibiyizdir.Bu üç temel unsur,hayatımızın,her birinin varlığı diğer ikisinin varlığına bağlı olan vazgeçilmez şartlarındandır.
Hayat,özgürlük ve mülkiyet insanlar yasalar yaptığı için var değildir. Aksine,ezelden beri var olan bu unsurların kendisi insanı hukuk yapmaya sevk etmiştir.
Şansımız yaver gittiğinde hükümet bizden minnettarlık bekleyecek, ters gittiğinde ise bizler kınanacaz , Kişiliğimizi ve mülkiyetimizi hükümetin emrine veren bizler değil miyiz? Hukukun her şeye yeten gücü tartışılır mı hiç?
Vatandaşların, daldığı rüya aleminden uyandırılıp kendine gelebilmeleri için, ara sıra güçlü tokatlara ihtiyaçları vardır.
Ey yüce yazarlar! Ara sıra da olsa “gerçeği” unutmayınız!
Çünkü, yasallaşmış bir soygundan kazançlı çıkan insanlar soygun fiilinden sorumlu tutulamazlar. Bunun sorumlusu hukuk, kanun yapıcı ve toplumun kendisidir, işin siyasi tehlikesi de buradadır.
Zoraki kardeşlik özgürlüğü yok eder.
Çünkü bir insan aynı anda hem özgür, hem özgürlükten mahrum olamaz.
Soyguna karşı savaşmalıyız
Şarabımızı, tütünümüzü hatta tuzumuzu bile vergi ödemeden satın alamıyoruz. Ödediğimiz vergilerin büyük bir kısmı yasayla bizden daha zengin olanlara gitmektedir.

.; Böyle bir iddiaya karşı halka ne diyebilirsiniz ki!

Oy hakkı ellerinden alınan sınıflar giderek hırçınlaşacak, bu hakkı ısrarla talep edecek, onu elde etmemektense toplumsal düzeni yıkmayı bile düşüneceklerdir, işsiz güçsüzler ve dilenciler de oy hakkına sahip olduklarını kanıtlamaya çalışacaklardır.
Cumhuriyetçilerin iddia ettikleri gibi, seçme hakkı insanın doğuştan bir hakkı ise kadınların ve çocukların bu haktan mahrum edilmeleri büyük bir adaletsizliktir. Bunların seçme haklarını engelleyen şey, bu konuda ehliyetsiz oldukları yargısıdır.
Dolayısıyla, köleliği, tekelciliği, zülüm ve baskı ve hangi şekilde olursa olsun yağmacılığı meşrulaştırdığı görülen hiçbir yasa eleştirilmemelidir, zaten, ilham ettiği saygıya zarar vermeden bir yasanın eleştirilmesi mümkün müdür?… Ahlak bilimi ve politik iktisat, “bir yasa, yasa olduğu için adildir “kabulüne göre oluşmuş bir hukuk sisteminin gereklerine göre öğretilmelidir
İnsanların yasalara uyumasını sağlamanın en emin yolu yasaları saygıdeğer kılmaktır, hukukla ahlakın çatışmaya başladığı andan itibaren vatandaşlar ahlak duygusu ile hukuk saygısı arasından birini feda etmek gibi son derece zalim bir seçimle yüzyüze gelirler, bu iki seçim arasında birini tercih etmek ise son derece zordur.
Hukukun soygun aracı haline dönüştürülmesi insanlık tarihinin şahit olduğu en menfur yozlaşmadır, her şeyden önce böyle bir yozlaşma insanların vicdanlarındaki adalet ve adaletsizlik ayrımını siler, yok eder
Adil bir düzen ortaya çıkıncaya kadar bazılarının şeytanlığının, bazılarının da idraksizliğinin sonucu olarak, her insan, acımasız bir soyguna boyun eğmek zorunda bırakılmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir