İçeriğe geç

The Joy of Less Kitap Alıntıları – Francine Jay

Francine Jay kitaplarından The Joy of Less kitap alıntıları sizlerle…

The Joy of Less Kitap Alıntıları

Minimalist olduğumuzda kendi gerçek kimliğimizi açığa çıkarmak için tüm fazlalıkları ortadan kaldırırız.
En önemlisi kendimizi ne yaptığımızla, nasıl düşündüğümüzle ve kimi sevdiğimizle tanımlamaya başlarız, ne satın aldığımızla değil.
Minimalist yaşamla beraber özgürlük de gelir
bu tür bir özgürlük kendinizi keşfetmek için harika bir fırsat sunar. Markalarla özdeşleştiğimiz ve kendimizi maddi nesnelerle ifade ettiğimiz zaman kim olduğumuz duygusunu yitiririz.
Daha azla daha çok yapmayı kişisel bir meydan okuma olarak görün
En başta Sınırların boğucu olduğunu düşünebilirsiniz ama kısa sürede keşfedeceksiniz ki sınırlar kesinlikle özgürleştiricidirler!
Arzu nesneleri hayatlarımızın sahte versiyonunun destekçileridir.
Unutmamak gerekir ki hatıralarımız, düşlerimiz ve hırslarımız nesnelerin değil bizim içimizdedir. Biz sahip olduğumuz şey değiliz, biz yaptığımız şeyiz, biz düşündüğümüz şeyiz ve sevdiğimiz kişiyiz.
Unutmamak gerekir ki hatıralarımız, düşlerimiz ve hırslarımız nesnelerin değil bizim içimizdedir. Biz sahip olduğumuz şey değiliz, biz yaptığımız şeyiz, biz düşündüğümüz şeyiz ve sevdiğimiz kişiyiz.
Gerçeği söylemek lazım, eşyalar bizi olmadığımız bir şeye dönüştüremez. Pahalı kozmetikler bizi süper model yapmaz,alengirli bahçe aletleri bizi bitki uzmanı kılmaz ve son model fotoğraf makineleri bizi ödüllü fotoğrafçı haline getirmez.
Güzellik şişeden çıkmaz, içeriden gelir.
Atık ilaçları çöpe öylece fırlatmayın (çocuklar ve hayvanlar bunları yiyebilir) ya da tuvalete atmayın (su kaynaklarını kirletebilirler). Bunun yerine doğru şekilde imha edilmeleri için eczaneye geri götürün.
Eğer ataşsız kalırsanız dünya dönmekten vazgeçmez.
Baştan çıkarmalara karşı koyun ve kesinlikle bir şeye ihtiyacınız olmadan bir mağazaya ayak basmayın (ya da bir alışveriş sitesinde gezmeyin). Giysilerinizin listesini yapın ve alışverişe gittiğinizde yanınıza alın; eğer listede yirmi üç gömlek varsa, bir yirmi dördüncüyü alma ihtimaliniz epey az olacaktır.
Bu sorunun üstesinden basit bir kural sayesinde gelebilirsiniz: Biri Gelirse Biri Gider. Evinize giren her yeni nesnenin ardından benzer bir nesne gitmelidir. Kovaya giren her damla için bir damla kovadan çıkmalıdır.
Sahip olduklarımızın sadece beşte biriyle idare edebilir ve değişikliğin farkına bile varmayız.
Her şeyden önce, bir gün “ihtiyacınız olabileceği” gerekçesiyle bir şeye tutunma dürtüsüne direnin – eğer
henüz ona ihtiyacınız olmadıysa muhtemelen hiç olmayacaktır.
Bir işin en zor kısmı nereden başlayacağınızı bilebilmektir.
Satın alma kararlarımızı –rengini beğenmemiz ya da bunu bir reklamda görmüş olmamız yerine– ihtiyaçlarımız ve bir ürünün tüm yaşam döngüsü üzerine temellendirelim.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünyanın öbür ucundaki insanlar, biz yeni bir kot pantolon alabilelim diye adaletsiz, güvenliksiz ya da insanlık dışı
çalışma koşullarına mahkûm olmamalı ya da yeni bir kanepemiz olsun diye havaları ve suları kirletilmemeli.
“Basit yaşayın ki başkaları da basitçe yaşayabilsin”
Meselenin özü, bir kez temel ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra mutluluğumuzun sahip olduğumuz eşyanın miktarıyla ilgisinin olmamasıdır. Bu noktanın ötesinde, ek şeyler tüketmenin marjinal yararı (ya da tatmini) hızla azalır ve ekonomistlerin “doyum noktası” adını verdikleri noktada aslında tersine döner. (Belki de bu, elinizdeki kitabı okuma nedeninizdir!) Daha fazlanın sıklıkla bizi tatmin edememesinin nedeni de budur hatta bazı durumlarda bizi daha mutsuz bile kılabilir. Tüketimde üstünlük sağlama çabası bu nedenle üçkâğıtçılıktır; tek kazananlar tüketim nesnelerini üreten şirketlerdir. Eğer insanlar daha fazlanın peşinde koşmaktan tamamen
vazgeçselerdi aslında daha mutlu, daha sakin ve daha tatmin olmuş hale gelirdik.
Kabul edelim: Her zaman bizden daha fazlasına sahip birisi olacaktır. Bu yüzden dünyanın en zengin insanı olacağımıza gerçekten inanmadığımız sürece, “refahımızı” başkalarına göre tanımlamaya çalışmak boşa
kürek çekmektir.
Bir uydu bağlantısı televizyon ve internet getirir, zengin ve meşhur kişilerin savurgan hayatlarını görürüz. Hâlâ eskiden neyimiz varsa onlara sahibizdir şu âna kadar bunlarla tamamen tatmin olmuş durumdaydık ama artık
yoksunluk duygusundan kendimizi kurtaramayız.
Tao Te Ching’in yazarı Çinli filozof Lao Tzu şöyle der: “Yeterince sahip olduğunu bilen kişi zengindir.”
Nesnelerin çoğu –ve boş vaatleri– yavaş yavaş cebimizdeki parayı, ilişkilerimizin büyüsünü ve hayatımızdaki mutluluğu emer.
Özellikle çocuklar ebeveynlerini izleyip taklit ederek çok şey öğrenirler. Onlara hayatınızın ve mutluluğunuzun eşyalar etrafında dönmediğini, onlarınkinin de dönmeyeceğini gösterin. Bir şeyler satın alma konusunda takıntılı olmayın, hafta sonlarınızı alışveriş merkezinde geçirmeyin ve her yolu deneyerek dolaplarınızı ve çekmecelerinizi fazlalık eşyalarla doldurmayın. Şeylerdense deneyimlerin önemini, tüketimdense aile zamanının, doğanın ve topluluğun önemini vurgulayın. Minimalist bir anne olarak en gururlandıgım an üç yaşındaki çocuğumun, Çok oyuncağa ihtiyacımız yok. Sadece güneşe ihtiyacımız var, dediği andı.
Dünyayı yedi milyar başka insanla paylaşıyoruz. Alanımız ve kaynaklarımız sınırlı. Devam etmek için yeterli yiyecek, su, toprak ve enerji olmasını nasıl garanti altına alabiliriz? İhtiyacımız olandan fazlasını kullanmayarak. Çünkü aldığımız her ‘fazlalık’tan, bir başkası (şimdi ya da gelecekte) mahrum olacak. Bu fazlalık kendi refahımıza ciddi bir katkı sağlamayabilir ama bir başkası için bu bir ölüm kalım meselesi olabilir.
Bize söyledikleri daha fazla eşyanın daha fazla mutluluk demek olduğudur, oysa daha fazla eşya çoğunlukla daha fazla baş ağrısı ve borç anlamına gelir. Tüm bu eşyaların satın alınması kesinlikle birilerinin işine yarıyor ama o birileri biz degiliz.
Pazarlamacıların inanmanızı istediğinin aksine siz, sahip olduğunuz şey değilsiniz. Siz sizsiniz. Tam sayfa dergi reklamının ya da uyanık bir tüccarın size söylemeye çalıştıklarının aksine, hiçbir fiziksel ya da matematiksel simya bu sınırları değiştiremez.
Aşırı tükettiğimizde zücaciye dükkânına girmiş fillere benzeriz – yerle bir edilmiş
ormanlardan, kirli akarsulardan ve taşmış
çöplüklerden oluşan yıkıntıları arkamızda
bırakırız.
Şeyler geçicidir –kırılabilir, bozulabilir ya
da çalınabilirler– ama hatıralar sonsuza
dek yaşar.
Hediye yerine beraber zaman geçirmeyi
önerin.
Çok fonksiyonlu aletleri tek
fonksiyonlulara tercih edin.
Yatak odalarımızın temel fonksiyonu
uyumak ve giysi depolamak için mekân
sağlamaktır.
Evinize giren her yeni nesnenin ardından
benzer bir nesne gitmelidir.
Daha az alana sahip olmak bilançonuzda
bir varlıktır, borç değil.
Kullanılmadan ve sevilmeden evinizde
öylece duran şey, bir başkasına büyük bir
mutluluk getirebilir.
Ayırmayı neyi atacağınıza karar
vermekten daha çok neyi tutacağınıza
karar vermek olarak düşünürseniz, çok
daha kolay bir şey haline gelir.
Bir vakumda yaşamadığımızı kavramamız gerekiyor eylemlerimizin sonuçları dalga gibi dünyaya yayılır.
Mutluluk sahip olduğunuzu istemektir.
İstekleriniz sahip olduklarınız tarafından tatmin olduğunda daha
fazlasını elde etmeye gerek kalmaz.
Tao Te Ching’in yazarı Çinli filozof Lao Tzu şöyle der: “Yeterince
sahip olduğunu bilen kişi zengindir.”
Evinizi kutsal bir mekân olarak
düşünmelisiniz, bir depolama alanı olarak değil.
Tek yapmamız gereken durmak ve satın
almadan önce “Neden?” diye sormak.
Gözden ırak eşyalar bile (ister salon çekmecesinde, ister bodrumda
isterse de şehrin diğer yakasındaki bir depoda olsunlar) zihnimizin bir
yerlerinde kalmaya devam ederler. Kendimizi zihnen
özgürleştirebilmek için bunlardan tamamen kurtulmalıyız.
Unutmamak gerekir ki hatıralarımız, düşlerimiz ve hırslarımız
nesnelerin değil bizim içimizdedir. Biz sahip olduğumuz şey değiliz,
biz yaptığımız şeyiz, biz düşündüğümüz şeyiz ve sevdiğimiz kişiyiz.
Ne yazık ki mekânımızın, zamanımızın ve enerjimizin
gerekenden fazlasını bu şeylere ayırmak bugünü yaşamamıza engel
olur.
Eğer
gerçekten aradığımız şey ailemizle geçireceğimiz nitelikli zamansa, kamp malzemeleri, spor ekipmanları ve havuz eşyalarıyla dolu bir
garaja ihtiyacımız yoktur.
Metrekare bir statü sembolü
olur ve doğal olarak daha büyük bir evi doldurmak için daha fazla kanepeye, sandalyeye, masaya, ıvır zıvıra ve diğer eşyalara ihtiyaç
duyulur.
Pazarlamacıların inanmanızı istediğinin aksine siz, sahip olduğunuz
şey değilsiniz. Siz sizsiniz ve şeyler de şeylerdir; tam sayfa dergi
reklamının ya da uyanık bir tüccarın size söylemeye çalıştıklarının
aksine, hiçbir fiziksel ya da matematiksel simya bu sınırları
değiştiremez.
Diğer yandan eğer
yüzünüzde her zaman bir gülücük yeşertmeyi başarıyorsa –ya da
görsel uyumu size hayatın güzelliğini takdir etmeyi hatırlatıyorsa–
evinizdeki yerini hak ediyor demektir.
Sonra şu
“neme lazım”, “belki ihtiyacım olur” eşyaları vardır; hayata
atılabilmeyi beklerken çekmecelerimizin diplerinde zaman öldürürler.
Şöyle düşünün: Bir kabın en değerli olduğu an boş olduğu andır.
Kahvenin telvesi fincanımızda dururken taze bir kahvenin tadını çıkaramayız ve solmuş çiçekler vazoda dururken bahçemizin güzelliklerini sergileyemeyiz. Benzer şekilde, evlerimiz –günlük hayatlarımızın kapları– kalabalıktan taşarken, ruhlarımız eşyalarımız arasında ikinci plana atılır. Yeni deneyimler için gereken zamana,
enerjiye ve alana sahip değilizdir. Sıkışmış ve engellenmiş hissederiz,
sanki bedenimizi esnetemez ve kendimizi ifade edemezmişiz gibi.
Bir dağ başında, televizyon, internet, dergi ya da gazete olmadan yaşadığımızı hayal edelim. Basitçe yaşıyor olabiliriz ama sahip olduklarımızla tamamen tatmin olmuş durumdayızdır. Aç açıkta değiliz, doğa koşullarından korunuyoruz. Kısacası yeterince şeye sahibiz. Sonra bir gün bir aile yanı başımıza bizimkinden daha büyük ve daha çok şeyle dolu bir ev diker. Aniden bizim “yeterli”miz pek de öyle görünmemeye başlar.
Yeterince sahip olduğunu bilen kişi zengindir.
Hayat, eşyalar için tasalanmaya değmeyecek kadar kısa. Yaşlanıp saçlarımız ağardığında , sahip olduğumuz şeyler hakkında değil de onların arasında neler yaptığımız hakkında atıp tutacağız .
Eğer insanlar daha fazla nın peşinde koşmaktan tamamen vazgeçselerdi aslında daha mutlu daha sakin ve daha tatmin olmuş hale gelirdik.
Eğer bir başkasının susuzluk çekmesi anlamına geleceğini bilseniz, dişinizi fırçalarken suyu akıtmaya devam eder misiniz?
Petrol sıkıntısının dünyaya yoksulluk ve kaos getireceğini bilseniz hala benzin oburu bir otomobil kullanır mısınız?
Ormansızlaştırmanın etkilerine birinci elden tanık olsanız hala aşırı büyük bir ev inşa eder misiniz?
Eğer yaşam tarzlarımızın sonuçlarını anlarsak belki de daha hafif yaşayabiliriz.
Tek yapmamız gereken durmak ve satın almadan önce “Neden?” diye sormak
Biz sahip olduğumuz şey değiliz, biz yaptığımız şeyiz, biz düşündüğümüz şeyiz ve sevdiğimiz kişiyiz.
Unutmamamız gerekir ki hatıralarımız, düşlerimiz ve hırslarımız nesnelerin değil bizim içimizdedir.
Tek yapmamız gereken durmak ve satın almadan önce “Neden?” diye sormak.
İyi yemek süslü tabaklar ve püslü servis malzemelerinden meydana gelmez ; ellerden ve kalpten gelir..
Sahip olduklarımızın sadece beşte biriyle idare edebilir ve değişikliğin farkına bile varmayız.
Unutmamak gerekir ki hatıralarımız, düşlerimiz ve hırslarımız nesnelerin değil bizim içimizdedir. Biz sahip olduğumuz şey değiliz, biz yaptığımız şeyiz, biz düşündüğümüz şeyiz ve sevdiğimiz kişiyiz..
Satın aldığımız her ürün yaşam döngüsünde üç önemli adımı içerir;

– ÜRETİM
– DAĞITIM
– ORTADAN KALDIRMA

( ) Reklamcılar, şirketler ve politikacılar bizi tüketici olarak tanımlamayı severler. Bizi mümkün olduğunca çok satın almaya teşvik ederek ceplerini doldurmaya, karlarını arttırmaya ve yeniden seçilmeye devam ederler. Bundan bize kalan nedir ?
– İhtiyacımız olmayan şeyleri almak için çok çalışmak.
– Bir kaç ay içinde eski ya da modası geçmiş şeyleri satın almak için fazla mesai yapmak.
– Evlerimizde yığılan şeyler için kredi kartı borçlarını ödemek için çabalamak
Uzun süredir var olan alışkanlıkları değiştirmek zaman ve yeni düşünüş biçimlerini içselleştirmeyi gerektirir.
Hoşunuza gitsin ya da gitmesin geride bıraktığımız şeyler mirasımız olur ve hiçbirimizin çöp toplayıcı olarak anılmak isteyeceğini sanmıyorum.
Eşyalarımıza zincirli olmadığımız da hayatın tadını çıkarabilir, başkalarıyla ilişki kurabilir ve sosyalleşebiliriz. Yeni tecrübelere açık hale geliriz ve fırsatları görüp değerlendirmek için daha becerikli oluruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir