İçeriğe geç

The Illustrated Man Kitap Alıntıları – Ray Bradbury

Ray Bradbury kitaplarından The Illustrated Man kitap alıntıları sizlerle…

The Illustrated Man Kitap Alıntıları

“Kaybolan ruhlarımızı mı arıyoruz, bu mudur?”
…Anılar ve hayaller arasında fark vardı. Hollis’in elinde sadece yapmak istediği şeylerin hayali varken Lespere yaptığı ve başardığı şeylerin anılarına sahipti…
…Wendy ve Peter ölümü düşünmek için çok küçüktü. Ya da, hayır, aslında hiçbir zaman bunun için çok küçük olmazdınız. Ölümün ne olduğunu bilmeden uzun zaman önce başkalarının ölmesini dilerdiniz. İki yaşındayken insanlara mantar tabancasıyla ateş ederdiniz.
.
Romantizm için seyahat ederiz, mimari için seyahat ederiz ve kaybolmak için seyahat ederiz.

Mesele de bu. Buraya ait değilmişim gibi hissediyorum
Sevginin de mizahla alakası yok mudur zaten?

Birine katlanmadıkça onu sevemezsiniz, öyle değil mi?

Ve birine gülmeden de ona sürekli katlanamazsınız .

Kendimi en son mutlu hissetmemin üzerinden
çok ama çok zaman geçti.
Tek kişilik isyan başlattım.
Hepimiz aptalız.

Hem de her zaman. sadece her gün farklı türden aptalız.

Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık.
Dün aptaldım bu sabah değilim, ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık.

“Hepimiz aptalız,” dedi Clemens, “hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.”
Ve beni dinledi. Sanki kendini duyabildiği tüm seslerle doldurmaya çalışırcasına dinledi. Rüzgarı, okyanusu ve benim sesimi daima kendinden geçmiş bir dikkatle, adeta fiziksel bedenleri dışarıda tutup sadece sesleri alan bir yoğunlaşmayla dinledi.
Bu gecenin diğer binlerce geceden bir farkı yoktu.
Yağmur, karıncalanan bedeninde artık sadece bir anıydı. Güneş odanın mavi gökyüzünde, yükseklerde asılıydı; ılık, sıcak, sarı ve çok güzel.
Kaybolan ruhlarımızı mı arıyoruz, bu mudur?
Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık.
Bunu neden yapıyoruz, Martin? Uzay yolculuğunu yani. Sürekli hareket halindeyiz. Sürekli arayıştayız. Hep gerginiz, hiç dinlenemiyoruz.
Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık, dedi Martin.
Keşke ölseydin!
Uzun zamandır ölüydük zaten.
“Hayır, şimdi kendime yalan söylüyorum. Yalan söylemek gereken anlardan biri bu. Daha fazla dayanamayacağım.”
“Bunu neden yapıyoruz, Martin? Uzay yolculuğunu yani. Sürekli hareket halindeyiz. Sürekli arayıştayız. Hep gerginiz, hiç dinlenemiyoruz.”

“Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık,” dedi Martin.

Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
.
Hepimiz aptalız, her zaman. Sadece her gün farklı bir türüz. Bugün aptal olmadığımı düşünüyoruz.

Ben dersimi aldım. Dün aptaldım ama bu sabah değil. Sonra yarın öğreniyoruz ki, evet, bugün de aptaldık.

Bence bu dünyada büyüyüp ayakta kalabilmemizin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul etmek ve buna göre yaşamak.

Çocuklar, çocuklar. Çocuklar ve sevgi ve nefret, yan yana. Çocuklar sizi bazen sever, bazen de nefret eder, hepsi yarım saniyede olup biter. Tuhaf çocuklar, acaba tokatları ve sert, katı emirleri unutur veya affederler mi hiç? Bayan Morris merak etti. Tepenizdeki ve üstünüzdeki nasıl unutur veya affederdiniz ki, şu uzun ve aptal diktatörleri?
İnsan bir kez hata yapmaya görsün, yanlış yaptığını kabul edip baştan başlamak ne kadar da zordur.
.
Düşünme Düşünmek yaratıcılığın düşmanıdır. Bu, öz-bilinçlidir ve öz-bilinçli olan her şey berbattır.

Şeyler yapmaya çalışamazsınız. Sadece bir şeyler yapmalısın.

Ve ben? diye düşündü Hollis. Ne yapabilirim? Berbat ve boş bir hayatı telafi etmek için yapabileceğim bir şey var mı şimdi?
Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman yaşanmamış gibi olur. Şu an senin hayatın benimkinden iyi mi? Asıl önemli olan şu andır. İyi mi benimkinden? İyi mi?

“Evet, iyi!”

“Nasıl!”

“Çünkü düşüncelerim var, hatırlıyorum!”

On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha “Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi,” diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı.
Hepimiz aptalız, dedi Clemens, hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki evet, o günde aptaldık. Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.
Çok kötü değildik, değil mi?
Hayır ama çok iyi de değildik. Galiba sorun da buydu. Dünyanın büyük bir kısmı çok kötü şeyler yaparken biz kendimiz dışında pek bir şey olmadık.
İnsan olmayanın insanlığını göremiyor musun?
Bir şeye inanmak için onu yanında taşımalısın.
Bazı geceler resimleri hissedebiliyorum. Karınca gibi derimde dolaşıyorlar. Ne yapmaları gerekiyorsa onu yaptıklarını anlıyorum. Artık onlara hiç bakmıyorum.
Evrendeki en güzel manzaralar burada, tek bir duvarda toplanmıştı; adam hazine dolu, ayaklı bir galeriydi.
Şüphesiz biz de bir kasede debelenen gülünç, ufak hayvanlarız ve Tanrı bizi onun mizah anlayışına hitap ettiğimiz için daha da çok seviyor olmalı.
“Aptallık ettik,” dedi yaşlı adam sessizce. “Dünya’yı ve medeniyeti başımıza yıktık Hiçbir şehrin enkazını kaldırmaya değmez. Dünya’nın işi bitti.”
Berbat ve boş bir hayatı telafi etmek için yapabileceğim bir şey var mı şimdi? Bunca yıldır içimde haberim bile olmadan biriktirdiğim zalimliği telafi edebilecek tek iyi şey yapabilseydim ya! Ama burada benden başka kimse yok, tek başına nasıl iyilik yapabilirsin ki? Yapamazsın.
Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman yaşanmamış gibi olur.
Hayatının dış sınırında geriye baktığında Hollis’in tek pişmanlığı vardı, o da hayatını yaşamaya devam edememesiydi. Ölmekte olan herkes böyle mi düşünürdü, sanki daha önce hiç yaşamamışlar gibi? Hayat gerçekten o kadar mı kısa gelirdi, tek nefes alamadan bitip gitmiş gibi? Bu herkes için bu kadar ani ve imkânsız mıydı yoksa sadece onun için, burada, şimdi, düşünmek için sadece birkaç saat kaldığında mı böyleydi?
Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha “Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi,” diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı.
Burada olmak istemiyorum. Başka bir yerde olmak istiyorum.
“Bizi bir kâbus satın almaya iten şey neydi?”
“Gurur, para, aptallık”
Bana öyle geliyor ki bugün beyaz adamı ilk kez gerçekten gördüm. Onu tüm açıklığıyla gördüm
“Kim olduğumun önemi yok,” dedi. “Ne de olsa sizin için bir isim olacağım, o kadar.”
Haklısın çünkü yapacak bir şey olsaydı zaten yapıyor olurduk.
“ Hep her gün öldüğümüzü ve her günün numaralanmış ve muntazam kutular olduğunu düşünürüm. Ama geri dönüp kutuların kapağını açmak olmaz çünkü hayatın boyunca bir kaç bin kez ölmüşsündür, bu da bir çok ceset anlamına gelir. Hepsi farklı şekilde ölmüştür, hepsinin yüz ifadesi birbirinden beterdir. O günlerin hepsinde farklı bir sen yaşamıştır, tanımadığın, anlamadığın ve anlamak istemediğin biri. “
“Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman
yaşanmamış gibi olur. Şu an senin hayatın
benimkinden iyi mi? Asıl önemli olan şu andır.
İyi mi benimkinden? İyi mi?”
“Evet, iyi!”
“Nasıl!”
“Çünkü düşüncelerim var, hatırlıyorum!”
“Gel de beni sustur.”
“Bir fincan çay içer misiniz?”
“Hiçbir şey ölmeyi istemez- bir oda bile.”
Yaşamayı gereğinden fazla sevdiğimden korkuyorum. Ama başka şeyleri daha çok seviyorum.
İnsan insandır ve ne yazık ki, şekli nasıl olursa olsun, günaha eğilimlidir.
“Havadaki düşmanlığı hissedebiliyor insan.”
Ölüm düşünceleri. Wendy ve Peter ölümü düşünmek için çok küçüktü. Ya da, hayır, aslında hiçbir zaman bunun için çok küçük olmazdınız. Ölümün ne olduğunu bilmeden uzun zaman önce başkalarının ölmesini dilerdiniz. İki yaşındayken insanlara mantar tabancasıyla ateş ederdiniz.
“Buraya ait değilmişim gibi hissediyorum.”

••

Biz kitaplardan ibaretiz , onlar da gittiğinde geriye hiçbir şey kalmaz
“Hepimiz aptalız,” dedi Clemens, “hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor.”
” Anılar, babamın da bir keresinde dediği gibi, kirpi gibidir. Canları cehenneme! Onlardan uzak dur. İnsanı mutsuz ederler, işini bozarlar. Adamı ağlatırlar.”
Sevgili George, psikolog dediğin ömrü boyunca tek bir gerçek bile görmez. Sadece muğlak şeyleri, hisleri duyar.
Tek kişilik isyan başlattım. Kaybedecek hiçbir şeyim yok.
Tuhaf çocuklar, acaba tokatları ve sert, katı emirleri unutur veya affederler mi hiç? Tepenizdeki ve üstünüzdeki nasıl unutur ve affederdiniz ki, şu uzun ve aptal diktatörleri?
çünkü hayatın boyunca birkaç bin kere ölmüşsündür, bu da birçok ceset anlamına gelir. Hepsi farklı şekilde ölmüştür, hepsinin yüz ifadesi birbirinden beterdir. O günlerin hepsinde farklı bir sen yaşamıştır, tanımadığın, anlamadığın veya anlamak istemediğin biri.
Ben korkmuş ve kızgın biriyim. Ben bir tanrıyım, Bay Dickens, siz de tanrıyken, ve hepimiz tanrıyken, bizim eserlerimiz, halklarımız diyelim isterseniz, sadece tehdit edilmedi, sürgün edildi ve yakıldı, yırtıldı ve sansürlendi, yok edildi ve bir kenara atıldı. Yarattığımız dünyalar yıkılıyor. Tanrılar bile zamanı geldiğinde savaşmalıdır!
saçının inanılmaz beyaz alnına düşüşünde üzüntülü bir vahşilik vardı. Yitik bir gayenin şeytanına, sahipsiz bir işgalden dönmüş bir generale benziyordu.
Sevginin de mizahla alakası yok mudur zaten? Birine katlanmadıkça onu sevemezsiniz, öyle değil mi? Ve birine gülmeden de ona sürekli katlanamazsınız.
Şüphesiz biz de bir kâsede debelenen gülünç, ufak hayvanlarız ve Tanrı bizi onun mizah anlayışına hitap ettiğimiz için daha da çok seviyor olmalı.
Belki de huzur ve sükûnet arıyoruzdur. Bunları Dünya’da bulamayacağımız açık.
Yirmi yıldır tek yaptığım düşünmek oldu. Dünya’dan ayrıldığımda on altı yaşındaydım ve oradan ayrıldığıma memnundum.
Biz kitaplardan ibaretiz, onlar da gittiğinde geriye hiçbir sey kalmaz.
Çok kötü değildik, değil mi?
Hayır ama çok iyi de değildik. Galiba sorun da buydu. Dünyanın büyük kısmı çok kötü şeyler yaparken biz kendimiz dışında pek bir şey olmadık.
Şüphesiz biz de bir kâsede debelenen gülünç,ufak hayvanlarız ve Tanrı bizi onun mizah anlayışına hitap ettiğimiz için daha da çok seviyor olmalı.
Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman yaşanmamış gibi olur.
Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi, diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı.
Tek kişilik isyan başlattım. Kaybedecek hiçbir şeyim yok.
Kendimi en son mutlu hissetmemin üzerinden çok ama çok zaman geçti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir