İçeriğe geç

The Happy Prince Kitap Alıntıları – Oscar Wilde

Oscar Wilde kitaplarından The Happy Prince kitap alıntıları sizlerle…

The Happy Prince Kitap Alıntıları

Balıkçıya seslendi, Satılık neyin var?
Sana ruhumu satayım, diye cevap verdi. Yalvarırım al ruhumu, ben artık ondan bıktım.
Kendi kendine Aşk öldü, aşk öldü, aşk öldü, diye mırıldandı.
“Nereyi seversen orası senin dünyandır,” …
Boş yere ağlayıp sızlanan insanlardan nefret ederim.
Nereyi seviyorsan dünyan orasıdır.
Dünyada vefalı bir dostluktan daha asil ve daha ender rastlanan bir şeyin olduğunu sanmıyorum.
Dev, seni kim bu hale getirdi? Söyle bana, ben de en büyük kılıcımı alıp onu öldüreyim!
Çocuk, Hiç kimse. Bunlar sevginin izleri,
diye karşılık verdi.
Aşk iyi güzel de,
Dostluk çok daha yüce bir şey.
Yine de aşk, yaşamdan daha değerlidir.
Aşk ne muhteşem şey!
Nereyi seviyorsan dünyan orasıdır!
Kimine çok verilmiş, kimine az. Acı ve üzüntüden başka dünyada hiçbir şey eşit bölüştürülmemiş,
Beni yanaklarımdan öpmelisin; çünkü seni çok seviyorum,
Yoksulluktan daha büyük bir sır yoktur.
Kıskançlık feci bir şeydir, herkesin kişiliğini bozar.
Yaşayan insanlar, altının her zaman mutluluk getireceğine inanırlar
– Çok garip! Hava çok soğuk olmasına rağmen artık üşümüyorum. Hatta içimde tuhaf bir sıcaklık hissediyorum, dedi.
Prens:
– Üşümüyorsun, çünkü bir iyilik yaptın, dedi
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Kurşundan bir kalbim olmasına rağmen gözyaşlarıma engel olamıyorum
“Garip şey,” dedi, içim sımsıcak, oysa hava ne kadar soğuk.”
“İyi bir davranışta bulundun da ondan,” dedi Prens.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Hayalleri yıkılmış bir adam harikulade heykele bakıp “Seviniyorum, hiç değilse dünyada epeyce mutlu birisi var,” dedi.
Ama aşkın modası geçti artık, şairler öldürdü aşkı. Aşk hakkında o kadar çok şey yazdılar ki, kimse onlara inanmaz oldu; bence çok normal. Gerçek âşık acı çeker ve susar
Kıştan nefret etmiyordu artık, çünkü onun sadece İlkbahar’ın uykusu olduğunu, çiçeklerin dinlenmekte olduklarını biliyordu.
Nereyi seversen orası senin dünyandır..
+Balıkçıya seslendi ; Satılık neyin var ?
-Sana ruhumu satayım. diye cevap verdi.
-Yalvarırım al ruhumu , ben artık ondan bıktım!
Ama aşkın modası geçti artık, şairler öldürdü aşkı. Aşk hakkında o kadar çok şey yazdılar ki, kimse onlara inanmaz oldu; bence çok normal. Gerçek âşık acı çeker ve susar.
Bir şeyi birçok kez söylerse sonunda o şeyin gerçekleşeceğine inananlardandı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Hatta çok çalışmayı, yapacak şeyi olmayan insanların kaçışı olarak görmüşümdür öteden beri.
Senin gibi kendinden bahseden kişilerden nefret ederim, çünkü ben kendimden bahsetmek isterim.
Ama sevmenin modası geçti artık.
Şairler aşkı öldürdüler.
Konu üzerine o kadar yazıldı, çizildi ki, insanlar onlara inanmaz oldu.
Nereyi seversen orası senin dünyandır,
Ölüm’ün evine gidiyorum. Ölüm, Uyku’nun kardeşidir, öyle değil mi?
I have many beautiful flowers, he said; but the children are the most beautiful flowers of all.
Aşk, artık geçmişe ait bir şey!
Ama aşkın modası geçti artık, şairler öldürdü aşkı. Aşk hakkında o kadar çok şey yazdılar ki, kimse onlara inanmaz oldu; bence çok normal. Gerçek âşık acı çeker ve susar
Love is wiser than Philosophy, though he is wise, and mightier than Power, though he is mighty. Flame-coloured are his wings, and coloured like flame is his body. His lips are sweet as honey, and his breath is like frankincense.
As he is no longer beautiful he is no longer useful.
Death is the brother of Sleep.
The living always think that gold can make them happy.
The rich making merry in their beautiful houses, while the beggars were sitting at the gates.
Nereyi seversen orası senin dünyandır.
Pek çok güzel çiçeğim var ama çocuklar tüm çiçeklerden daha da güzel!
Balıkçıya seslendi,“Satılık neyin var var?” dedi.
Sana ruhumu satayım diye cevap verdi. “Yalvarırım al ruhumu, ben artık ondan bıktım. Ruhumun ne faydası var. Onu göremiyorum, tutamıyorum, tanıyamıyorum.”
Ölüm’ün kusursuzlaştırdığı Aşk’ın şarkısını söylüyordu, mezara girdiğinde ölmeyen Aşk’ın
İşte gerçekten de gerçek bir âşık, dedi Bülbül. Benim şarkıda söylediğim şeyin gerçekten acısını çekiyor; benim için neşe olan şey onun için ıstırap. Hakikaten de aşk harikulade bir şey. Zümrütlerden daha değerli, güzel opallerden daha bulunmaz; inciler, kırmızı taşlar satın alamaz onu, pazarda da satılmaz. Tacirlerden alınmaz, değeri altınla
ölçülmez.
İşte sonunda gerçek bir âşık, dedi Bülbül, Geceler boyu şarkılarımda onu söyledim, onu hiç tanımadan:
Geceler boyu onun hikâyesini yıldızlara anlattım, şimdi karşımda. Saçları sümbüller kadar siyah, dudakları arzuladığı gül kadar kırmızı; ama tutku, yüzünü fildişi gibi soldurmuş, keder alnına mührünü basmış.
Ah, nasıl da küçük şeylere bağlı aşk!
Benden haberi bile olmayacak ve benim yüreğim paramparça olacak.
dünya çok büyük bir yer, her tarafını görmen üç gün sürer.
Nereyi seversen orası senin dünyandır, diye atıldı, hüzünlü bir çarkıfelek.
Gittiğim yer Mısır değil, dedi Kırlangıç. Ölüm’ün evine gidiyorum. Ölüm, Uyku’nun kardeşidir, öyle değil mi?
İnce altın varaklar var üzerimde, dedi Prens, onları bir bir söküp şehrimin yoksullarına vermelisin; yaşayanlar her zaman altının kendilerine mutluluk getireceğine inanırlar.
Sevda ölümsüzdür. Ay gibidir. Sonsuza dek yaşar.
Sevgili küçük Kırlangıç, dedi Prens, bana akla hayale sığmaz şeyler anlatıyorsun, ama erkeklerle kadınların çektikleri acılardan daha akla hayale sığmaz bir şey yoktur.
Yoksulluktan daha büyük bir sır yoktur. Uç kentimin üzerinde, küçük Kırlangıç, uç da bana orada neler gördüğünü anlat.
Garip şey, dedi, içim sımsıcak, oysa hava ne kadar soğuk.
İyi bir davranışta bulundun da ondan, dedi Prens.
Nereyi seversen orası senin dünyandır.
Ben canlıyken ve yüreğim insan yüreğiyken, diye cevap verdi heykel, gözyaşlarının ne işe yaradığını bilmezdim, çünkü üzüntünün girmesine izin verilmeyen Kaygısızlık
Sarayı’nda yaşardım. Gündüzleri arkadaşlarımla bahçede oyun oynardım, akşamsa Büyük Salon’da dansın başını çekerdim. Bahçenin etrafında çok gösterişli bir duvar
vardı, fakat hiçbir zaman o duvarın gerisinde ne olduğunu merak etmedim, çevremdeki her şey o kadar güzeldi ki. Saraydakiler Mutlu Prens derlerdi bana, gerçekten de mutluydum, eğer zevk içinde yaşamak mutluluksa. Öyle yaşadım ve öyle öldüm. Sonra da, ben öldükten sonra heykelimi buraya, böyle yükseğe diktiler; şehrimin bütün çirkinliğini, şehrimdeki bütün yoksulluğu görebileyim diye ve kalbim
kurşundan da olsa ağlamamak elimden gelmiyor.
Yaşayanlar her zaman altının kendilerine mutluluk getireceğine inanırlar.
Nereyi seversen orası senin dünyandır.
The Reed used to like the rain, but that was merely her selfishness.
I am glad there is some one in the world who is quite happy.
Balıkçıya seslendi, Satılık neyin var?
Sana ruhumu satayım diye cevap verdi. Yalvarırım al ruhumu, ben artık ondan bıktım!
O çok bencil, dedi. Bundan böyle Dev’in bahçesinde mevsim hep kıştı.
Ama aşkın modası geçti artık, şairler öldürdü aşkı. Aşk hakkında o kadar çok şey yazdılar ki, kimse onlara inanmaz oldu; bence çok normal. Gerçek âşık acı çeker ve susar.
Nereyi seversen orası senin dünyandır.
“Garip şey,” dedi, “içim sımsıcak, oysa hava ne kadar soğuk.”
“İyi bir davranışta bulundun da ondan,” dedi Prens.
Evet Ölüm. Ölüm kim bilir ne kadar güzeldir. Yumuşak kahverengi toprakta yatmak, insanın başının üzerinde dalgalanan otlarla. Zamanı unutmak, hayatı bağışlamak, huzur bulmak. Sen bana yardım edebilirsin. Sen bana Ölüm’ün evinin kapılarını açabilirsin, çünkü sen hep Sevgi dolusun ve Sevgi, Ölüm’den güçlüdür.
Nereyi seversen orası senin dünyandır.
Ona ana fikri olan bir öykü anlattım.
İşte bu daima son derece tehlikelidir.
Burası özgür bir ülke, dedi genç Kral, kimsenin kölesi degilsin ki.
Savaşta, dedi işçi, zayıflar güçlülerin kölesi olur, barışta da yoksullar zenginlerin kölesi olur. Yaşamak için çalışmaya mecburuz; bize verdikleri ücret o kadar düşük ki, yaşamamıza yetmiyor, ölüyoruz. Bütün gün onlar için uğraşıp didiniyoruz; onlar sandıklarını altınla dolduruyor, bizimse çocuklarımız vakitsiz solup gidiyor, sevdiklerimizin yüzü sertleşip fesatlaşıyor. Üzümü biz eziyoruz, şarabı başkası içiyor. Mısırı biz ekiyoruz, ama soframız boş. Kimse görmese de zincirlerimiz var; bize özgür dense de köleyiz.
Balıkçıya seslendi, Satılık neyin var?
Sana ruhumu satayım, diye cevap verdi. Yalvarırım al ruhumu, ben artık ondan bıktım!
Ölüm uykunun kardeşidir, öyle değil mi?
Dünyanın derdi de öyle büyük ki, acısı tek bir yüreğe sığmaz, dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir