İçeriğe geç

The Ethics Kitap Alıntıları – Baruch Spinoza

Baruch Spinoza kitaplarından The Ethics kitap alıntıları sizlerle…

The Ethics Kitap Alıntıları

.
Her insan, tabiatının kanunları gereği, iyi ya da kötü olduğunu düşündüğü şeyi ister ya da ister istemez ondan kaçınır.

Sahiden de insanlar Tanrı’nın her şeyi belirli bir amaca yönlendirdiği konusunda kararlılar. Çünkü dediklerine bakılırsa Tanrı her şeyi insan için, insanı da kendine tapsın diye yaratmış.
Bir zihin hem açık ve seçik hem de bulanık fikirlere sahip olduğu sürece kendi varlığını belirsiz bir süre devam ettirmeye çabalar ve kendi çabasının da bilincinde olur.
Ama yaşam bize defalarca göstermiştir ki, insan dilinden başka her şeye daha çok hâkim ve başka her şeyi yapabiliyor da bir tek arzularına gem vuramıyor.
Neden insanlar kendi özgürlükleri için mücadele ediyormuşçasına kölelikleri için mücadele ederler? İnsan özgür doğar neden köleleşmek ister; insanın bir rengi vardır neden değiştirmek ister?
deney ve Akıl bize insanların kendi aksiyonlarını (hareketlerini) bildikleri halde hareketlerini gerektiren nedenleri bilmemeleri yüzünden kendilerini hür zannettiklerini öğretiyor. Bundan başka, Ruhumuzun iradesi, Bedenimizin iştahlarından gayrı bir şey değildir ve bu da Bedenin farklı yatkınlığına göre değişir.
Kör bir arzunun tutsağı olan insanların birbirlerine gösterdiği kadirşinaslık hakiki kadirşinaslıktan öte bir pazarlık meselesi ya da bir rüşvettir.
Sadece özgür insanların birbirlerine yararı dokunur ve çok güçlü bir dostluk bağıyla birbirlerine sımsıkı bağlıdırlar.
Gerçekten, Tanrı’nın özünün zorunluluğunun sonucu olarak, Tanrı kendi kendisinin nedenidir ve her şeyin nedenidir.
İnsan yapamayacağını hayal ettiği her şeyi, gerçekten zorunlu olarak hayal eder ve bu hayal gücü ile gerçekten yapamayacağını hayal ettiği şeyi yapamayacağı tarzda hazırlamıştır. Zira şunu ya da bunu yapamayacağını hayal ettiği sürece, onu yapması gerektirilmemiştir. Bunun sonucu olarak bunu yapması onun için imkansızdır.
Oburluk, ölçüsüz bir arzudur, hatta bir yemek içmek sevgisidir.
Herhangi bir insan ruhunun genel olarak, fikirlerinden bir kısmı upuygundur; bir kısmı sakat ve bulanıktır.
Yanlışlık birebir olmayan, yani bölük pörçük ve bulanık olan fikirlerdeki bilgi eksikliğidir.
İnsan zihni pek çok şeyi algılama yetisine sahiptir; beden dıştaki cisimleri farklı şekillerde etkilemeye yatkınlaştıkça da bu yetisi artar.
İrade ve zihin tek aynı şeydir.
Bilgisizlik – bilmemek – kanıt değildir.
İnsanlar kendilerinin özgür olduğunu düşünürler, çünkü kendi seçimlerinin ve arzularının farkındadırlar, ama kendilerini bunları seçmeye ve arzulamaya sevk eden nedenlerden bihaberdirler; hatta öyle bihaberdirler ki, bu nedenleri rüyalarında dahi görseler inanmazlar.
Yaşam, iyilik ve kötülük, kabahat ve meziyet, günah ve af kategorileri ile zehirlenmiştir
_Anlamak, sevmenin başlangıcıdır.
_Üzülme, kızma, sadece anla. İnsanlara kahkahalarla gülmek ya da nefret duymak yerine onları anlamak için çaba sarf ettim.
_Tanrının hiçbir duygulanışı yoktur. O hiçbir zaman kederlenmez, sevinmez. Ödül vermez ve intikamı almaz.
_İnsan zihninin “farkında” olduğu sadece kendi bedeni değildir. Zihin, kendisinin de farkındadır. İnsan bir şeyi bilir ama aynı zamanda, bildiğini de bilir, bildiğini-bildiğini de bilir.
_Aklın kılavuzluğunda yaşayan insan başkasının kendisine olan nefretine, öfkesine ve küçümseyici türden ya da benzer tavırlarına elinden geldiğince sevgi ve yüce gönüllülükle karşılık vermeye çalışır.
_Önerme, çelişiğinin saçmalığıyla daha kolay kanıtlanır.
_İnsandaki temel üç yanılsama: Bilinç, özgürlük ve tanrıbilimsel yanılsama.
_Hepimiz mutlak bir tözün görünümleriyiz. Tanrı bir töz’dür.
_Tutkulardan kurtulup özgürleşmek için, eylemlerimizin gerçek nedenlerini anlamalıyız. Anlaşılmak, onları dönüştürür.
_Paul’un, Pierre hakkında söyledikleri, Pierre’den çok Paul’u tanımamızı sağlar. Dış cisimler hakkında edindiğimiz fikirler dış cisimlerin tabiatından ziyade tenimizin halini gösterirler
_Eğer doğal nedenleri bilmezsek tanrısal gücü bilmeye kalkışmak abestir çünkü tanrısal güç ve doğa yasaları bir ve aynı şeylerdir. Tanrı doğayı yaratmadı. O doğadır.
_Barış, savaşın olmaması demek değildir. O; bir erdem, bir ruh hali, iyilikseverlik, güven ve asalettir.
_Köpek kavramı havlamaz.
_Kibirli insan asalakların ve dalkavukların varlığından hoşlanır, asil ruhluların varlığındansa nefret eder.

_Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkarı, insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar. Onlar böylece, sanki kurtuluşları için savaşıyormuşçasına, köleleşmek için savaşırlar. Tek bir adam kibirlenebilsin diye kanlarını ve canlarını vermeyi bir utanç değil de, en büyük onur sayarlar.
_Doğanın mucizelerinin gerçek nedenlerini araştıran ve doğal olaylara bir budala gibi hayretle bakmak yerine onları bir âlim gibi anlamaya çabalayan insan; doğanın ve tanrıların yorumcuları olarak taptığı kişilerce dile düşürülür ve sırtına sapkın ya da dinsiz yaftası yapıştırılır.
_Kendimizi hür sanıyoruz. Halbuki ellerimizde ihtiraslarımızın görünmez zincirleri vardır. Bileklerimize görünmez kelepçeler takılmıştır.
_Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı
_Herkesin hakkı gücü kadardır.
_İnsanlar, bize zarar verdikleri için değil; yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için korkunçlar.
_Gerçek bilgi sadece yanlış düşüncelerle bozulmaz. Zihnimizi bulandıran duygularla da bozulmuştur.
_Zihinsel ile fizikselin aynı şeyin ayrılmaz yanları olduğunu savundu.
_19 yüzyılın en büyük icadı icat etmenin metotlarının bulunmasıydı.
_İnsanın duygularını kısıtlama güçsüzlüğüne kölelik diyorum çünkü duygulara tabi olan insan, kendisinin değil ama kaderinin hükmündedir. Öylesine onun hakimiyetindedir ki, kendisi için daha iyi olana bakmasına rağmen, yine de kötü olana bakmaya zorlanır.
_Kibirli insanlar, kendilerinden tiksinenlerdir.
_Alçakgönüllülük, şöhret hırsıdır.
_Felsefe, bir matematiktir.
_Kalpler silahla değil, sevgiye fethedilirler
_ Arzu, insanın özüdür.
_Din hürriyeti bir insan hakkıdır.
_Kişilik farklarının inanç farklarına sebeptir.
_Bir cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez. Çünkü tabiatta cevher ve duygulanışlardan başka hiçbir şey yoktur.

_Bilgisizlik, metafizikçilerin sistemlerinde temel yoldur. Bilgisizliği yıkmak budalaca hayreti yıkmaktır. Adamın başına düşen kiremit tanrının nedenselliğiyle düştü diyecekler ama asla tesadüfen demeyecekler. Siz rüzgardan diyeceksiniz ama onlar rüzgarın nedenini, havanın, o adamın neden oradan geçtiğini sorup duracaklar. Soruları sonsuz olarak uzayacak ve gerçekten onlar bu suretle, sizi bilgisizliklerinin dayanağı olan Tanrının iradesini ileri sürmeye götürünceye kadar nedenlerin nedenlerini sorarak takip edecekler. Her kim bir budala gibi hayrete düşecek yerde, tabiat şeylerini bilgince bilmeye kendini verirse, çoğu kere bir müşrik ve dinsiz diye karşılanır.
_Ne zenginlik, ne şehvet tadı, ne şeref insan için hakiki iyilik olamaz. Zihni doyurmaya elverişli biricik şey, sabit bilgi araştırmasıdır. Hayatı çok sade idi.
_Sevinç ne kadar büyükse, yükseldiğimiz yetkinlik hali o kadar büyüktür, yani tanrısal tabiata o kadar karışırız. Bunun için bilge kişi yiyerek ve içerek kendi bedenini besleyecek ve kuvvetlendirecektir; nitekim kokuları, çiçekleri, musikiyi, zevkle yapılmış elbiseleri, beden egzersizlerini ve gösterileri sevecektir

_Doğada herhangi bir şey bize gülünç, saçma ya da kötü gelirse, bunun nedeni nesneler üstünde yalnızca sınırlı bilgi sahibi olmamızdır, doğanın bir bütün olarak düzeni ve tutarlılığını bilmediğimizdendir; her şeyin kendi aklımızın buyruklarına göre ayarlanmasını istediğimizdendir. Aslında aklımızın kötü dediği şey, evrensel doğanın yasaları bakımından kötü değildir. Yalnızca, ayrı olarak düşündüğünüz kendi varlığımızın yasaları bakımından kötüdür. İyi ve kötü sözcükleriyse, tek başlarına ele alındıklarında kesin hiçbir şey anlatmazlar. Çünkü tek ve aynı şey, aynı zamanda hem iyi, hem kötü, hem de hiç biri olabilir. Söz gelişi müzik üzüntülü kişiye iyi gelir, yas tutanlara kötü, ölüler içinse anlamsızdır.
_Bir hükümet söz özgürlüğünü ne kadar kısmaya çalışırsa, ona o kadar karşı konur; bu karşı çıkış elbette açık gözlülerce değil, iyi eğitimin, sağlam ahlakın ve erdemin daha özgür yaptığı kişilerce olur.
_İnsanlar, bize zarar verdikleri için değil; yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için korkunçlar.
_Eğer ben doğruyu biliyorsam ve sen cahilsen, senin düşüncelerini ve yolunu değiştirmek benim için ahlaki bir görevdir.
_Bilinç, insan için ıstırap çekmek değilse de, hiç değilse edilgin olmak, güdülmek, çoğu kere yük altında kalmaktır.
_Her şey algıdır. Bir insan insanlara bakınca çıplak dik bir maymun görür. Diğeri gülen eğlenen bir hayvan görür.
_İnsan ruhu, insan bedenini bilmez fakat bedenin duygulanış fikirleri, insan ruhunun tabiatını meydana getirmesi bakımından Tanrıdadır, başka deyişle, Ruh bu duygulanışları algılar. Asıl ruh bedenle nasıl birleşmişse, bu ruh fikri de ruhla aynı suretle birleşmiştir. İnsan ruhu, dış cisimleri ancak kendi bedeninin duygulanışlarının fikirleri yardımıyla, fiilde var gibi hayal edebilir. İnsan ruhu kendi kendisini ancak bedenin duygulanışlarının fikirlerini kavraması bakımından bilir. Asla kesin değil bulanık olarak bilir.
_Soyut ve aklî varlıkları gerçek varlıklarla karıştırdığımız zaman kolaylıkla aldanırız.
_İnsan kendisinin efendisi olamayacağı için, skolastikler insanı toplumsal hayvan diye adlandırdılar. Buna ben de katılıyorum. Kişi bir başka kişinin baskısına uğramayacak biçimde kendini koruyabildiği sürece kendinin efendisidir. Elbette, kişiyi korkutan nedenler ne kadar çoksa, kişinin gücü ve dolayısıyla hukuku da o kadar azdır.
Bir şey kendisini var olmaktan alıkoyan hiçbir sebebin bulunmadığı yerde zorunlu olarak vardır. Şeylerin hakiki nedenlerini bilmeyenler, her şeyi birbirine karıştırırlar. Tanrının tabiatını insan tabiatı ile karıştıranların hepsi, kolaylıkla Tanrıda sırf insan duygulanışlarını varsayarlar. kendi varoluşunun bir nedeni bulunmayan şey var değildir. Şeyin varoluşunun nedeni bu şeyin tabiatında vardır.Tabiatta belirli sayıda fertler varsa, bu sayıdan ne fazla ne eksik olan fertleri meydana getiren bir neden bulunmalıdır. 20 adam varsa 20 neden olmalıdır. Her şeyin niçin var olduğunun ve niçin var olmadığının gösterilecek bir nedeni olmalıdır. üçgenin tabiatında niçin dört köşeli üçgenin var olmadığı bulunur. Bunun sebebi şudur ki, aynı şeyde birleşen üçgen ve dörtgen şekli çelişikliği gerektirir. cevherin tabiatında da onun varlığının nedeni vardır. Çünkü, onun tabiatı ya da özü varlığını gerektirir.
_İnsanlar kendileri nasıl bir gayeye göre hareket ediyorlarsa, bütün tabiatın da bir gaye için etki ettiğini var sayarlar ve Tanrının bütün şeyleri insan için ve insanı da kendisi için, yani tapılmak için yapmış olduğunu söylerler. İnsanlar arzularının peşinden giderler ve bu arzuların nedenleri öğrenince içlerinde bir huzur oluşur. Kendi kendilerine ait bu yargılama metodu ile kendi ruhlarını bütün ruhların ölçüsü yaparlar. onların kendi kendilerine yapılmış olduğuna inanamamışlardır. her şeyi yapan tabiatın bir ya da birçok idare edicileri olduğuna kanaat getirmeye mecbur olmuşlardır. insanlar doğal felaketleri tanrıların azabı olarak gördüler. Halbuki en dindar ve dinsizlerin aynı derecede bu felaketlere maruz kalmalarını dikkate almadılar. Peşin hükmün gülünçlüğünü kanıtlamak ve tabiatın belirli bir gayeye göre asla hareket etmediğini ve tasarlanan bütün bu nedenlerin insan zihninin kuruntularından ibaret olduğu.
_Şayet ruhlara hükmetmek dillere hükmetmek kadar kolay olsaydı, bütün hükümdarlar güvenli bir şekilde hüküm sürerdi ve zalim güç diye bir şey olmazdı. Zira o zaman bütün insanlar hükümdarlarının fıtratına göre yaşar, neyin doğru neyin yanlış olup olmadığını sadece onların buyruklarına göre değerlendirirdi. Fakat bir insanın ruhunun, başka bir insanın hakkına tamamen bağlı olması imkansız bir şeydir. Hiç kimse kendi doğal hakkını, yani özgürce düşünme yetisini bir başkasına devredemez; dahası, hiç kimse bu bapta baskı altına alınamaz. İşte bu yüzden diyoruz ki, devlet ruhlara yöneldiğinde şiddet uygular.
_İradeye dayalı kararın zorunlulukla kendisinden önce gelen bir olaya dayandığı fikrinden hareket eder. Bu şekilde yaklaşılınca irade özgürlüğü olarak adlandırılan özgürlüğün reddedilmesi ortaya çıkar. Özgürlüğü bir yanılsama dahası bir fantezi sayar. Aşağı doğru akan bir su düşünebilen bir varlık olsaydı, kendi özgür istenci ve iradesiyle aşağı doğru akmakta olduğunu düşünürdü. Karar verme durumumuzu başka bir açıdan da özgürlük olarak kabul edemeyiz, çünkü kararlarımız çoğunluk hafıza denilen yapının etkileriyle oluşur, özgürlük, insanın kendi doğasında mevcut olan zorunluluklara uyması durumudur. Eylemleri yalnızca kendisi tarafından belirlenen şey özgürdür. İnsan eylemliliği ise zorunlu olarak belirlenmiştir. Spinoza, daha yüksek bir algı düzeyine çıkmış, duygularını denetim altına alabilen, kendisinin ve dünyanın kavrayışına sahip olmayı özgür insan olarak tanımlar.
_Kararınız kendiliğinden bir anda ortaya çıkmamıştır, öyle hissedilse bile. kararlarınızı ön kararlar, fiziksel olaylar ve benzerleri belirlemiştir. Yalnızca Tanrı gerçekten özgür olabilir. insanın özgürlük umudu yoktur. Yine de Spinoza’ya göre, tutkulara kölelikten kendimizi kurtarabiliriz. Tutkuların taşıyıcısı olma pasifliğinden kendimizi kurtarabildiğimiz ve eylemlerimizi anlama durumuna gelebildiğimiz zaman, özgür oluruz. İnsan köleliği, eylemlerinin nedenlerini bilmeyenlerin durumudur. Bu durumdaki insanlar, yalnızca dışsal nedenlerle hareket ederler. Onlar idrak etmedikleri kuvvetler tarafından itilip kakılan taşlara benzerler. Etika, olmayı okura öğretmek için tasarlanmıştır. Düşüncesi bir tür psikoterapi önerir.
_Aşkın bir tanrı anlayışı yerine içkin bir doğa anlayışı getirmiştir.
_Bütün kavramlarımız hayal gücümüzün tavırlarından başka bir şey değildirler. Bilgisizler onları şeylerin başlıca sıfatları gibi görürler. Herkes kendi hayal gücünün hayaletlerine asıl gerçekler gözüyle bakıyor. İnsanların hiçbir şey üzerinde anlaşamamış olmaları şüpheciliği doğurmuştur. Birinin iyi diye hükmettiği başkasına kötü görünür. Ne kadar insan varsa o kadar görüş vardır. Herkes kendi fikrinde ısrar eder. Kafalar arasındaki farklar damaklar arasındaki farktan daha az değildir. Onlar hayal oyunlarından başka bir şey değildir ve halk bize aslında şeylerin tabiatının ne olduğunu öğretmekten ziyade kendi hayalinin yapısı ne olduğunu öğretir.
_Cevherin varlığı insanın özüne ait değildir, cevherin varlığı, zorunla varlığı kuşatır. İnsanın özüne ait olsaydı, insan zorunlu olarak var olacaktı ki bu da saçmadır çünkü aynı tabiatta iki cevherin var olamayacakları gösterilmişti. şu sonuç çıkar ki, insanın özü Tanrının sıfatlarının bazı tavırlaşmaları üzerine kurulmuştur
__Ruh kendi bedenindeki kendisini meydana getiren tanrısal özü kavrar. Eğer beden gerçekten insan Ruhunun objesi olmasaydı, bedenin duygulanışlarının fikirleri, ruhumuzu teşkil etmesi bakımından Tanrıda var olmayacaklardır. Halbuki bizde bedenin duygulanışlarının fikirleri vardır, o halde insan Ruhunu teşkil eden fikrin objesi beden veya fiil halinde var olan cisimdir.
__Cisimler birbirinden hareket veya sükûn sebebiyle ayrılırlar yoksa cevherleriyle ayrılmazlar. Sükûn halindeki bir cisim başka bir cisim tarafından hareketi gerektirilinceye kadar sükûn halinde kalır; aynı tarzda hareket eden cisimler birleşmiştir ve hepsi aynı cisimdir. En basit cisimlerden bileşik olup birbirlerinden hareket ve sükûn, hızlılık ve ağırlık bakımından ayrılan bir ferdi tasarladık. Şimdi farklı tabiatta birçok fertten, bileşik bir başkasını tasarlarsak, bütün cisimlerin, bu bütünsel ferdin tavrında hiçbir değişiklik olmaksızın, sonsuz bir tarzda değişikliğe uğrayan tek ve aynı fert olduğunu kolaylıkla tasarlarız. İnsanın teni (bedeni), her biri çok bileşik olan türlü tabiatta birçok fertten birleşiktir. Dış cisim, insan teninin sıvı olan kısmına çarparak kendi izini bırakır. Gerçekten, bir cismin bütün duygulanış tarzları, duygulanan cismin tabiatından ve onu duygulandıran cismin tabiatından çıkar.

_İnsanlar, eylemlerinin bilincinde olup bu eylemleri belirleyen nedenlerden habersiz oldukları için özgür olduklarına inanırlar.
_Eğer biri, başka biri tarafından nedensiz olarak sevildiğini düşünüyorsa zorunlu olarak o da onu sevecektir………
_Sadece yoksunluk açısından uyuşan şeyler, yani sahip olmadıkları özellikler açısından uyuşan şeyler gerçekte hiçbir açıdan uyuşmazlar.”
_Eylemlerini yalnızca kendisi belirleyen özgürdür ve bu insan olamaz olsa olsa tanrıdır. İnsan eylemleri ise zorunlu olarak belirlenmiştir.
_Bir insan sevdiği bir şeyden sevgisi tamamen yok olacak şekilde nefret etmeye başlamışsa, o şeye karşı o şeyi hiç sevmemiş olduğu zamankinden daha fazla nefret duyacaktır ve bu nefret, önceki sevgisi ne kadar büyükse o kadar büyük olacaktır. Minnie Manga
_Bir şey kendisini var olmaktan alıkoyan hiçbir sebebin bulunmadığı yerde zorunlu olarak vardır. , Tanrı zorunlu olarak vardır.
hurafeler…
_Hurafeyi doğuran ve besleyen şeyler; korku, umut, öfke, hile… Hurafe, kaynağını akıldan değil, yalnızca duygudan alır. Kalabalığı yönetmek için, hurafeden daha etkili hiçbir şey yoktur. Din maskesi altında krallar tanrılaşır. Türklerde kralları tartışmak bile küfür sayılır.
_Biz bir şeyin iyi olduğunu sandığımız için o şey bizim araştırmalarımızın ve arzularımızın nesnesi olmaz; tersine, onu istediğimiz, araştırdığımız ve arzu ettiğimiz için iyi olduğunu sanırız
_Erdemi öğretmektense kusurları eleştirmeyi çok iyi bilen batıl inanç sahipleri, insanları akıl doğrultusunda yönlendireceklerine korkuyla baskı altına almaya çalışırlar. Çünkü insanların erdemi sevmelerini değil de kötüden kaçınmalarını isterler. Böylelerinin tek amacı başkalarını da kendileri gibi zavallı hale getirmektir;bu yüzden genellikle insanları sinirlendirmelerine şaşırmamak gerekir..
_Pişmanlık bir erdem değildir. Akıldan doğmaz. Tersine yaptığından dolayı pişmanlık duyan insan iki kat zavallı, yani aciz bir insandır
_Eğer Tanrı bir hatayı cezalandırmıyor olsaydı, birini suç işlemekten ne alıkoyabilirdi? Şüphesiz ki, böyle şeylerden ancak ceza korkusuyla kaçınan kişi asla sevgiyle hareket etmez ve hiçbir erdeme sahip degildir.
_Umut, özgür bir topluluk üzerinde korkudan daha etkilidir; buna karşılık, koruyla boyun eğmiş bir topluluk için en güçlü etken umut değil korkudur.
_Zihin algılar¬ken ne kadar az anlıyorsa, hayaller de o kadar fazla olur; ve ne kadar çok anlıyorsa, hayaller de o kadar azdır.
_Bir şeyin korkutucu veya arzu etmeye değer olduğuna karar veren akıldır. Olan bitene baktığımızda aynı şeyin başka kişilerde başka duygulara yol açtığını, hatta aynı kişide farklı zamanlarda farklı duygulara yol açtığını görürüz. Sahip olduğumuz korkular, arzular hatta takıntılar geleceğimizi ve yazgımızı belirleyen bir şey olarak karşımıza çıkar.
_Aklın rehberliğine ulaşmamız için kendimizi güvende hissetmemiz gerekir. İçgüdüsel durumdayken akıl, duyguların egemenliğindedir. Böyle bir durumda koşullar değişse bile insan aynı şekilde düşünmeye devam eder. Bu da rasyonel olmayan duygulara yol açar. İçgüdüsel hâldeyken sözün bağlayıcılığı çıkarın bittiği yere kadardır. Çıkarın sona erdiği noktada söze sadakat beklemek de saçmadır. Oysa yasalara dayanan bir örgütlenmede, bu yasallığın sürekliliği için, sözleşme gerekir. Bu fayda ortadan kalktığında sözleşme de ortadan kalkacaktır. Ancak bu, daha büyük zararlara yol açacağından insanlar sözleşmeyi ve siyasal birliği her şeyin üstünde tutarlar. Bu sayede akla itaat eden insanın, Tanrı’ya da itaat ediyor olduğunu ve bu yüzden özgür olduğunu öne sürer Sözleşmeden önce gücü ölçüsünde hak sahibi olan insan, sözleşme sonrasında kendi hakkı olan kadarını alır. . Neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veren egemen gücün buyruğu dışına çıkılamaz.
_Tanrı veya Doğa’nın aklı olduğunu, bunun farklı görünümlerinin farklı mizaçlardan kaynaklanan ve doğal olarak zorunlu, zorunlu olarak doğal olduğunu söyler. Bu ifadelere özgürlük tanımak bizim kendi özgürlüğümüzü arttırmamız anlamına gelir.

_Spinoza, Yahudi cemaatinden törenle kovuldu. Katolikliğe davet eden arkadaşına, hür bilginin meşruluğunu savunan ve her türlü hakiki dinin özünü kabul etmeyi ve sevmeyi bildiren bir mektupla cevap verdi. Hakiki bir inancın ne zorla kendini kabul ettiremeyeceğine ve başkasının inancını sarsmamak nezaketi vardı. Teleolojiyi bırakıp fizikle uğraşır. Bruno’nun tabiatın sonsuzluğu Spinoza’nın Tanrı fikrini Tabiat fikrine bağlamasına yardım etti.
_ Mistisizm ile Natüralizm, onda aynı kişiliğin bütünleyici elemanları olmuştur ve onun sonuna kadar mantıkla geliştirmeye çalıştığı şey budur.

_Rahip Colerus, Yahudi cemaatinden törenle kovulan bu hür düşünceli ateistin bu kadar güzel bir hayat sürebilmesine ve bu kadar rahat ölebilmesine şaşmıştı. Etika, dinsizliğin özeti gibi.

_Spinoza’nın Etika’sı, ele aldığı Tanrı, İnsan, Zihin, Beden, Akıl, Duygular, Özgürlük gibi derin felsefi konulara matematiksel bir düşünme yöntemiyle ve mantık kuralları çerçevesinde yanıt arayan, özgün bir üslupla kaleme alınmış, zorlu, çarpıcı ve kışkırtıcı bir eserdir. tek hedefi: insan aklını varlığın en üst bilgisine erişecek kıvama getirmek ve bu şekilde insana sonsuz bir mutluluk yaşatmak.
_____________________

__Teolojik – Politik İnceleme__
(Bu incelemede bir toplum, diktatörlüğe sürüklenmemek için nasıl örgütlenmelidir sorunu ele alınmıştır.)
_Özgürlük bir erdemdir. İnsan ancak aklın yönetimindeyse, kısmen özgür olabilir. Günah ise köleliktir. Doğada günah diye bir şey yoktur.
_İki kötüden daha az kötü olanı seçmek aklın işidir.
_İnsanları akıldan çok kör arzu yönetir. Toplumu, aklın kurallarına göre davranmaya yöneltmeye inananlar, hayale kapılmaktadırlar. Bilge olsun vurdumduymaz olsun, insan her zaman doğanın bir parçasıdır. Aklıyla da arzusuyla da davransa, insan doğanın yasalarına uymayan hiçbir şey yapmaz. İnsanların çoğuna göre vurdumduymaz kişiler, doğanın düzenine uymaktan çok doğanın düzenini bozmaktadırlar. Akla ya da kör arzuların yönetiminde yaşamak da bizim istemimize bağlı bir iş olsaydı, herkes akla göre yaşayacaktı, oysa bu olacak şey değildir ve her kişi peşine düştüğü arzunun çekiciliğine boyun eğmektedir.
_Filozoflar, insanların içinde çarpışan duyguları kötülük sayarlar ve bu yüzden hafife alıp kınarlar. Böyle yaparak tanrı gibi davranmış olup, bilgeliğin doruğuna çıkarlar ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan mükemmel insana ait övgüler düzerler ve gerçek insanı da bozarlar. İnsanları oldukları gibi görmezler de olmasını istedikleri gibi görürler: Devlet yönetiminde, filozoflardan daha uyarsız kişiler düşünülemez. _Siyasetçiler, insanları en iyi yöneten değil, onları oyuna getiren kişilerdir ve bilge değil de usta olarak görülürler.

_Bir devlette barış, sürü gibi yönetilen ve köleliğe alıştırılan insanların hantallığından geliyorsa, o devlete devletten çok yalnızlık şehri demek gerekir.
_Yöneticilerin keyfi adaletine kalmış devlet kalıcı değildir. Öyle bir mekanizma gerekir ki, yöneticiler hukuka aykırı davranamasınlar _Devleti tehdit eden tehlikelerin nedeni her zaman dışardaki düşmanlardan çok yurttaşlardır, çünkü iyi yurttaşlar çok azdır. Yöneten kişi dışardaki düşmanlardan çok yurttaşlardan korkacaktır ve dolayısıyla kendini korumaya çalışacaktır ve yurttaşları gözetmek yerine onlara, özellikle de erdemli kişilere tuzaklar kuracaktır.
_Devlet, aklın yönetimine uyduğu zaman kendi kendisinin efendisidir. Bir insanın ya da devletin yapacağı en iyi iş, kendi kendinin efendisi olmaktır. Devlet, kendi kendisinin efendisi olarak kalmak için, korku ve saygı koşullarını elinde tutmalıdır. Devlet, varlığını sürdürmek için kendinden başka kimseye hoş görünmek zorunda değildir; Devletin kendisi için belirlediği şeyler dışında iyi ya da kötü yoktur. _Bir masaya ne istersem yaptırabilirim dediğim zaman, ona ot da yedirebilirim demek istediğim anlaşılmaz. İnsanların siteye bağımlı olduklarını söylediysek, buradan insanların insani doğalarını yitirecekleri ve başka bir doğaya bürünebilecekleri anlamı çıkmaz.

_İnsanlar, ortak bir yasa olmadan yaşayamazlar.
_Devlet aldatılmışsa, suçu kendi ahmaklığında aramalıdır.
_Kişiyi korkutan nedenler ne kadar çoksa, kişinin gücü ve hukuku da o kadar azdır.
_İnsan, kendi kendisinin efendisi olamayacağı için, skolastikler insanı toplumsal hayvan diye adlandırdılar, buna ben de katılıyorum.
_Her birey gücü olduğu ölçüde hakka sahiptir.
_Dini inancı, barışın ve kamu düzeninin bozulmasına neden olacak biçimde koymamak gerekir.

_Özgürlük bir erdemdir yani bir yetkinliktir. İnsan hiçbir biçimde özgür diye nitelendirilemez çünkü o var olmayı ya da aklını kullanmayı bilememektedir. İnsan ancak var olma gücüne, insan doğasının yasalarına göre eylemde bulunma gücüne sahip olduğu ölçüde özgürdür.
_Günah, köleliktir, güçsüzlüktür. Doğada günah diye bir şey yoktur ya da biri günah işliyorsa, bunu bir başkasına karşı değil kendine karşı işlemektedir: o kişiye göre hiçbir şey, iyi ya da kötü diye belirlediği şeyler dışında, iyi ya da kötü değildir.
_İnsan, doğanın küçük bir parçasıdır ve yalnızca bu düzenin zorunluluğundan ötürü var olmaya zorlanmıştır. Demek ki doğada bize gülünç, saçma ya da kötü gözüken her şey, algılarımızdan dolayı öyle gözükür ve biz genellikle tüm doğayı ve şeyler arasındaki bağları bilmeyiz, evren yasalarının düzenini değil de yalnız doğamızın yasalarını göz önünde bulundurduğumuz zaman, aklımız kötü olmayan bir şeyi kötü diye bilebilir.
_İnsan davranışlarını aşağılamamaya, üzülmemeye, yadsımamaya ama onlar üzerine gerçek bir bilgi edinmeye büyük özen gösterdim: ayrıca, aşk, kin, öfke, arzu, üstünlük, acıma gibi insani duyguları ve ruhun öbür devinimlerini, kötülükler olarak değil, insan doğasının özellikleri olarak ele aldım; sıcak ve soğuğun, fırtına, şimşek ve tüm gökyüzü olaylarının havanın doğasına bağlanmaları gibi.
_İnsanlar, mutsuzlara acırlar, mutlulara özenirler; acımadan çok öç almaya yatkındırlar; ayrıca herkes, başkalarının kendi yaradılışına uygun olarak yaşamasını ister. İnsan ölümün eşiğine geldiği zaman inanç doğruya üstün gelir;
_Doğadaki herhangi bir varlığı var eden güç, özgürlüğü sınırsız olan Tanrı’nın gücünden başka bir şey değildir. Öyleyse doğada her varlık, varolma gücünü doğadan alır: doğal hukuk sözünden doğanın gücünü anlıyorum. Demek ki, insan, kendi doğasının yasalarına uyarak yaptığı her şeyi en yüce doğal yasaya uyarak yapmaktadır.
_İlk insan dürüst ve kendine hakim olsaydı ve henüz kötülüğe bulaşmamış bir doğaya sahip olsaydı, bilgili olduğu halde, nasıl olur da onu şeytan aldattı diyebilirlerdi. O da bizim gibi tutkularının tutsağıydı. İyi ama şeytanı kim aldattı? Tanrı’dan daha büyük olmak isteyecek kadar çıldırtabilen kimdir?
_İnsanlar doğal bir yasa tarafından yönetilmeye zorlanmış olsaydı, her kişi, zorunlu biçimde, yol gösterici olarak aklı seçecekti, çünkü doğa yasaları Tanrı’nın saptadığı yasalardır, demek ki, vurdumduymaz kişi ve aklı kıt kişi doğal hukuk tarafından yaşamlarını bilgece düzenlemeye zorlanamazlar, nasıl hasta kişi sağlıklı bir bedene sahip olmaya zorlanamazsa.
_Nasıl kil, çömlekçinin gücüne boyun eğiyorsa, biz de Tanrı’nın gücüne öyle boyan eğiyoruz; çömlekçi, aynı topraktan onurlandığı ya da utandığı kaplar yapar, aynı biçimde insan da, Tanrı’nın bu buyrultularıyla tersleşen bir biçimde davranabilir,

_Doğal hukuk- (Devlet hukuku), Tek tek yurttaşların gücüyle değil, kitlenin gücüyle belirlenir. Bu yasalana uymaya zorunlu kişiler yurttaş diye adlandırılırlar. Medeni hukuka göre, yurttaş, devletten daha az hukuka sahiptir ve devletin isteyebileceği şeyler dışında, ne bir şey isteyebilir ne de bir şeye sahip olabilir. Devlet kendi hukukunu bir kişiye devrediyorsa, gücünü bırakmaktadır. Eğer devlet hukukunu tüm yurttaşlara veriyorsa dağılır ve doğal duruma dönülür. Buna göre devletin kuralının yurttaşlara verilmesi düşünülemez. Her bireyi kendi kendinin yargıcı yapan bu doğal hukuk, toplumsal durumda zorunlu olarak ortadan kalkar. Her insan önce çıkarlarını gözetmektedir. Her yurttaş, kendi kendine değil, devlete bağımlıdır ve neyin adaletli neyin adaletsiz olduğuna hiç kimsenin hakkı yoktur. Devletin emirlerini adaletsiz diye kabul etse de onlara uymak zorundadır. Ama, bir başkasının yargısına bütünüyle boyun eğmek aklın buyruğuna ters düşmez mi? İnsan ne ölçüde aklın yönetimindeyse, o ölçüde özgür olur, o ölçüde titizlikle sitenin yasalarına uyar ve yöneticiye boyun eğer. Aklın yönettiği bir insan, bazen, akla yatkın olmadığını bildiği bir şeyi yapmak zorundadır, bu kötülük, onun toplumsal durumdan sağladığı yararla kolayca dengelenir: iki kötüden daha az kötü olanını seçmek de aklın işidir.
_Bir insan, düşündüğüne karşıt olan bir şeye nasıl inandırılabilir? Kötülüklerden daha da kötü şunları sayabiliriz: Bir insanın kendine karşı tanıklık etmesi, kendini işkenceye koyması, babasını ve annesini öldürmesi, ölümden kaçmaması… Devletin böyle şeyleri buyurmaya hakkı olsaydı, insanın vurdumduymaz olmaya ya da aklını yitirmeye hakkı olduğunu söylenebilirdi. İnsanın böyle bir yasaya uyması çılgınlık değil de nedir? Korkusuz ve umutsuz kişiler ancak kendi kendilerine bağımlıdırlar ve devletin düşmanıdırlar; bunlara zora başvurarak karşı çıkmaya hakkımız vardır. (_Eleştiriler için: Bütün söylediklerimi insan doğasının zorunluluğuna dayanarak öne sürdüm.)
_Birine, emanetini saklamak için söz vermişsem ve emanetin bir hırsızlık sonucunda elde edildiğini biliyorsam, yükümlülüğüme bağlı kalmak zorunda değilim. Bu emaneti asıl sahibine vermekle en doğru işi yapmış olurum. Aynı biçimde, yönetici herhangi bir şeyi yapmak için birine söz vermişse ve daha bunun zararlı olduğunu gösteriyorsa, yüce yönetici üstlendiği yükümlülüğü bırakmak zorundadır.
_Yöneticinin hukuku, kamunun düşüncesine dayanmalı. İyiyi, kötüyü, adaletliyi ve adaletsizi belirleyen, yasaları düzenleyen, savaş ilan eden, yalnızca odur. Bir uyruk, yöneticinin haberi olmadan, bir kamu işiyle uğraştığı zaman, devletin yararı için davrandığına inansa da, iktidara el uzatmış olur.
_Vatandaşların kötülüklerinin ve başıbozukluklarının suçu nasıl devlete yüklenmek gerekiyorsa, onların erdemleri, yasalara sürekli boyun eğişleri de devetin erdemine ve medeni hukuka bağlanmalıdır.
_Bir sitede, uyruklar, şiddetin etkisinde oldukları için ayaklanamıyorlarsa, o sitede barışın var olduğunu değil, savaşın varolmadığını söylemek gerekir. Gerçekte barış, yalnızca savaşın olmaması değildir, o, kökeni ruh gücünde bulunan bir erdemdir.
__Umut, özgür bir topluluk üzerinde korkudan daha etkilidir; buna karşılık, kuvvet zoruyla boyun eğmiş bir topluluk üzerindeki en güçlü etken umut değil korkudur. Birincisine bir yaşam inancı, İkincisine yalnızca ölüme yöneliş diyebiliriz: birincisi kendi başına yaşamaya çalışır, öbürüyse yenenin yasasını zorla kabul eder. Bunlardan birinin köle öbürünün özgür olduğunu söylerken anlatmak istediğimiz budur.
_Prensi tirana dönüştüren nedenler_ Çoğunluk, Prensi örnek bir kişi durumuna getirdiğinde ve yüce yöneticiye karşı girişilen bir suikastı, yüce bir eylem olarak övdüğünde bu durum ortaya çıkar. Belki de Machiavelli, topluluğun, kendi esenliğini tek bir insana bağlamaktan ne denli sakınması gerektiğini göstermek istemiştir.
__insanları akıldan çok duygu yönetir, insanlar uyuşmak istiyorlarsa bunun nedeni aklın kavrayışı değil, daha çok umut gibi, korku gibi ortak bir duygudur. Tüm insanlar yalnızlıktan korkarlar. İnsanların toplumsal duruma karşı doğal bir açlıkları vardır. Gerçekte en uyanık kişi bile arada bir uyuklar ve en güçlü ve en sağlam ruh yapısına sahip kişi bile-ruh sağlamlığının en gerekli olduğu yerde acı duyar.
_Barış için tüm gücün tek bir kişide toplanması uygundur. Hiçbir devlet önemli herhangi bir değişiklik olmaksızın Türkler’in devleti kadar uzun süre ayakta kalmadı ve buna karşılık hiçbir demokratik siteler kadar az kalıcı olmadı.
_Tüm gücün tek bir kişinin elinde bulunmasını gerektiren şey özgürlük değil köleliktir.
_Barış demek savaşın yokluğu demek değildir, ama ruhların birliği demektir, uyuşma içinde olmak demektir.
_Çocuk, hasta ya da yaşlı bir kral ancak sözde kraldır ve gerçekte iktidarda bulunanlar devletin en önemli işlerini yöneten kişilerdir ya da krala en yakın kişilerdir; kendini bedensel hazlarına kaptıran bir kral elbette her şeyi şu ya da bu metresin, şu ya da bu gözdenin isteğine göre yönetir.
_Krallar oğullarından kuşku duyarlar ve oğullar yurttaşlar tarafından daha çok sevildikleri ölçüde bu kuşku daha da artar. Krallığın görevlileri, prensin çekip çevirmesi daha kolay kültürsüz bir insan olması için ellerinden geleni yaparlar.
__Kralın yabancı bir kadınla evlenmesine izin verilmeyecektir, bir yurttaşın kızıyla evlenmesi koşuluyla kızla kanbağı bulunan kişiler
hiçbir kamu işiyle uğraşamayacaklardır. Krala üç dört göbek öteden hısım olan erkeklerin evlenmesi yasaklanacaktır; elçiler yalnızca soylular arasından seçilecektir_ Kral çevresinden olan kişilere kral kendi kasasından aylık vermelidir. Her türlü çalışmadan ve her türlü kamu görevinden dışta tutulmalıdır.
_Ancak barış amacıyla savaş yapmak gerekir ve savaş bittiği anda silahlar bırakılmalıdır.
_Büyük kurul her şeyi denetlemeli, mahkemeleri, adaleti. Devletle ilgili her türlü yönetimi gözetmeli. Kurula aday olacak kişiler, düzeni, temel ilkeleri, sitenin durumunu ve koşullarını bilen yurttaşlar olmalıdır; Kral kamu yararı için ne gibi kararlar almak gerektiğini bilsin diye, bu kurulun temel görevi devletin temel yasasını korumak ve sorunlarla ilgili düşüncesini bildirmek olacaktır ve kral hiçbir konuda kurulun düşüncesini öğrenmeden karar veremeyecektir. Kralın oğullarını yetiştirmek görevi de kurula ait olacaktır,
_Bir kentte inanç üzerine temellenmiş yasalar da bulunmak gerekir, yeter ki bu yasalar kışkırtıcı olmasınlar ve sitenin temellerini yıkmasınlar. __

[ ] bu durumda kendileri için ürettikleri araçlara bakıp, doğanın da insan gibi özgür, her şeyi insan için gözeten ve her şeyi insan kullansın diye üreten bir yöneticisi ya da yöneticileri olduğu sonucuna varmak zorunda kaldılar. Ama bu yöneticilerin yaradılışıyla ilgili hiçbir şey işitmemiş olduklarından, mecburen kendi karakterlerinden hareketle onlara bir karakter biçtiler ve böylece tanrıların insan kendilerine tabi olsun ve kendilerine en yüksek onuru bahşetsin diye her şeyi insanın çıkarı doğrultusunda yönlendirdiğinde karar kıldılar. Bunun sonucunda da, her insan kendi karakterine bakıp kafasında tanrı için değişik ibadet şekilleri geliştirdi; bu tanrı her şeyden, herkesten çok onu sevsin ve bütün doğayı onun keyfi isteğine ve doymak bilmez hırsına uygun olarak yönetsin istedi. İşte bu önyargı sonradan batıl inanca dönüştü ve insan zihninin derinlerine kök saldı; herkesin varlıkların nihai amaçlarını anlamak ve açıklamak için bunca uğraş vermesinin nedeni oldu bu önyargı.
Varolan her şey Tanrı’da vardır ve Tanrı olmadan hiçbir şey varolamaz ve kavranamaz.
Tanrı’nın varolmadığı bir düşünülsün. Bu durumda Tanrı’nın özü varoluş gerektirmemiş olacaktır. Ama (7. Önermeye göre) bu saçmadır.
Neden insanlar kendi özgürlükleri için mücadele ediyormuşçasına kölelikleri için mücadele ederler? İnsan özgür doğar neden köleleşmek ister; insanın bir rengi vardır neden değiştirmek ister?
Herhangi bir şeyin doğru tanımı, tanımlanan şeyin doğasından başka bir şey içermez ve ifade etmez. ( ) Örneğin bir üçgenin tanımı sadece üçgenin yalın doğasını ifade eder, belli sayıdaki üçgene işaret etmez.
Aralarında hiçbir ortaklık bulunmayan şeyler birbirlerinin nedeni olamaz.
Ne var ki insanların Tanrı’ya ilişkin bilgileri ortak kavramlara ilişkin bilgileri kadar açık değil, bu yüzden Tanrı’yı bir cisim gibi zihinlerinde canlandıramıyorlar ve görmeye aşina oldukları şeylerin imgelerine Tanrı adını yapıştırıveriyorlar.
Fakirlere bakmak bütün insanlığın borcudur
İnsanlar sadece gerçekleşen olayların son nedenlerine bakarlar.
Kibirli insan asalakların ve dalkavukların varlığından hoşlanır, asil ruhluların varlığındansa nefret eder.
Özgür bir insanın, ölümden daha az düşündüğü bir şey yoktur; bilgelik ise, ölüme değil yaşama kafa yormaktır.
Sadece özgür insanlar birbirlerinin değerini bilirler.
Salt kendi doğasının zorunluluğu sonucunda varolan ve eylemini sadece kendisi belirleyene özgür denir; başka bir şey tarafından varolmaya ve kesin olarak şu ya da bu şekilde bir şey yapmaya zorlanana ise zorunlu ya da daha doğrusu kısıtlı denir.
Teselliyi sadece felsefede buldu ve felsefeyi kendisine komutan seçip ona bir silah olarak değil de, bir yaşam biçimi olarak sarıldı. Çünkü mutlak hakikate, en üstün mutluluğa ancak felsefe sayesinde erişebileceğini artık iyice anlamıştı.
İnsanlar hür olduklarını zannederek aldanıyorlar: Bu sanı yalnız hareketlerinin şuuruna sahip olmaları ve onları gerektiren nedenleri bilmemelerinden ileri geliyor. O halde hürlüklerinin fikri ancak aksiyonlarının hiçbir nedenini bilmemeleri üzerine dayanmaktadır.
Ne kadar insan varsa o kadar görüş vardır, herkes kendi fikrinde ısrar eder, kafalar arasındaki farklar damaklar arasındaki farktan daha az değildir. Ve bütün bu atasözleri insanların şeyler hakkında ancak kendi beyinlerinin yatkınlığına göre hüküm verdiklerini ve şeyleri bilmekten ziyade hayal ettiklerini kanıtlıyor.
Bir şey kendisini var olmaktan alıkoyan hiçbir neden ya da sebebin bulunmadığı yerde zorunlu olarak vardır.
Hiç kuşkusuz nadir bulunan bir yolun çetin olması da çok doğaldır. Zaten kurtuluşumuz hemen elimizin altında olsaydı ve onu yeniden bulmak için böyle büyük emekler harcamamız gerekmeseydi, bunca insan şimdiye kadar onu hiç mi göremezdi? Ama bütün mükemmel şeyler nadirdir ve bir o kadar da zor bulunur.
Bir şeyin mükemmelliği arttıkça etkinliği artar ve edilginliği azalır, dolasıyla ne kadar etkinse o kadar mükemmeldir.
Özgür insanın en az düşündüğü şey ölümdür; onun felsefesi ölüm üzerine değil, yaşam üzerine bir tefekkürdür.
Kibirli insan asalakların ve dalkavukların varlığından hoşlanır, asil ruhluların varlığındansa nefret eder.
Bir duygu kendisine aykırı ve kendisinden daha güçlü bir duygu olmadıkça ne bastırılabilir ne de ortadan kaldırılabilir.
Acı da iyi bir duygudur, çünkü incinen kısmın henüz çürümemiş olduğunu gösterir.
İnsan kendisini hakiki akılla bilirse kendi özünü de, yani kendi gücünü de anlamış sayılır.
.
İlk olmak isteyip de olamayan gururlulardan daha fazla pohpohlanmaya kimse kapılmaz.

.
Aşk, harici bir neden fikrinin eşlik ettiği hazdan başka bir şey değildir.

Nefret, harici bir neden fikrinin eşlik ettiği acıdan başka bir şey değildir.

Özgür kimse ölümü aklının ucuna bile getirmez ve onun bilgeliği ölüm üzerine değil hayat üzerine bir tefekkürdür.
Duygularına boyun eğen bir insan kendi denetimi altında değil, daha çok kaderinin denetimi altındadır.
Özgür olduğunu hayal ettiğimiz bir şeye duyduğumuz sevgi ya da nefret, aynı şekilde zorunlu olan bir şeye duyduğumuz sevgi ya da nefretten daha büyük olacaktır.
İnsan kendisini hakiki akılla bilirse kendi özünü de, yani kendi gücünü de anlamış sayılır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir