İçeriğe geç

Teşkilatın İki Silahşoru Kitap Alıntıları – Soner Yalçın

Soner Yalçın kitaplarından Teşkilatın İki Silahşoru kitap alıntıları sizlerle…

Teşkilatın İki Silahşoru Kitap Alıntıları

Her yerde ve hiçbir yerde!
Bence bu söz, gerilla savaşının ne olduğunu çok güzel anlatıyordu.
Dedem Yakub Cemil ‘in bir yönü hiç bilinmez. O öldürdüğü kişilerin ailelerine yardım yapacak kadar büyük bir insanmış. Karısının, çocuğunun ne günahı var? dermiş.
Kaç arkadaşımız dünyanın birçok yerindeki kimsesizler mezarlığına defnedilmiştir bilir misiniz? Kaç aile yılda bir kere şehitlerinin mezarlarını ziyaret için yurtdışına çıkar? Bunları kimse bilmez, en yakın aile dostları bile
Biz o tarihte, gerek Talat Bey’in gerekse Emmanuel Karasu Efendi’nin masonluğun üstatları olduğunu bilmiyorduk.
Beyrut’ta dünyanın her ülkesinin ajanları cirit atıyordu. CIA, MOSSAD, KGB, M16 ve niceleri. Hepsinin bölgede kurduğu ilişkiler paraya, yani dolara dayanıyordu. Ama bizimki onlardan biraz farklıydı. Tarihi dostluklar paranın üstüne çıkıveriyordu.
Hangi işimiz doğru gitmişti ki!
“Evladım, insanların özlemleri ayrı, gerçekler ayrıdır. Bizim özlemlerimiz vatanseverliktir, bu bayrağı çıkarsız sevmektir.
Gezmeye gider gibi düğüne gider gibi, göz kırpmadan ölünecek değerler vardır.
“Sana aklından hiçbir zaman çıkarmayacağın bir şey söyleyeceğim. Sadece bizim meslekte değil, her meslek için geçerlidir; her işin temelinde güven yatar.”
Şatafatlı, süslü püslü, boyalı insanlardan, yani teneke insanlardan uzak durun. Ne kendilerine ne de memlekete hayrı olmayan insanların yanına bile yaklaşmayın.
Adımın, fiziğimin ne olduğunun hiç bir önemi yok. Bir gün yolda giderken kafanızı kaldırıp yanınızda yürüyen adama bakın, belki benimdir!..
Sorgulandılar, yargılandılar, sürgün edildiler, kaçtılar, sui-kasta kurban gittiler.
Ve idam edildiler.
Bir gün bile kahretmediler.
Sonuçta hayatta kalmayı sadece bir avucu becerebildi.
Gerçek bir kaybedenlerin öyküsü
Ellerimi ve gözlerimi bağlatmak istemiyordum.
“Söz veriyorum, bulunduğum noktadan kımıldamam, ölüme gözlerim açık olarak gitmek isterim!” dedim.
Kabul etmediler.
Ellerimi ve gözlerimi bağlamak üzereyken, kurşuna dizecek müfrezenin subayına,
“Subay Efendi, görevini iyi yap ve yaptır! Hükümetin emrini unutma! Kalbime nişan alın. Yoksa bu kalp kolay kolay durmaz. Başka söyleyecek bir şey kalmadı” dedim.
“Yaşasın İttihat ve Terakki” diye bağırdım.
Sonra keskin bir düdük sesi ve hemen ardından patlayan on dört tüfek
Zor nefes alıyordum Yanı başımdan bir sürü fısıldaşma
Sonra, sonrası karanlık
Cemal Süreya
“Yakup Cemil’in
Kurşuna dizilmeden hemen önce
Üst üste içtiği
Ömründeki ilk üç sigara ”

Yakup Cemil
O güne kadar ağzıma hiç sigara koymamıştım. Ama arabada bizim zabitlerden bir tane istedim. Onca kez ölümle burun buruna yaşamış, silah, kan hayatımdan eksik olmamıştı. Ama hiç bir zaman tütüne ihtiyaç duymamıştım. Şimdi ise bayağı iyi gelmişti.
Araba durdu.
Ağzımda sigara olmasına rağmen ellerim cebimde indim arabadan. Bir sigara daha isteyip yaktım.
Bir manga silah çatmış asker gördüm. Demek beni bekliyorlardı. Karşılarında bir kazık var. Bir de kenarda bir piyade bölüğü. Şimdiye kadar görmediğim tedbir alınmıştı benim için. Ne gereği varsa
Bir sigara daha istedim..

Şatafatlı, süslü püslü, boyalı insanlardan, yani teneke insanlardan uzak durun. Ne kendilerine ne de memlekete hayrı olmayan insanların yanına bile yaklaşmayın.
“Bu kavgada, her kes önder olamaz. Her kes Mustafa Kemal olamaz. Sen bu kavgada kurşunu taşıyan ol. Hamal ol, fırıncı ol, bir şeyler ol, ama mutlaka vatan için kavganın bir parçası ol. Yavrum, bu kavgada senin iki sadık dostun olacak; biri hayat, diğeri ölüm. Bunların koluna girerek ilerleyeceksin. Yurtseverlik, vatanseverlik öyle kolay iki sözcük değildir.
Onun uğruna gerektiği zaman ölmeyi bilmektir.”
Dedem Yakup Cemilin bir yönü hiç bilinmez. O öldürdüğü kişilerin ailelerine yardım yapacak kadar büyük bir insanmış.
“Karısının, çoçuğunun ne günahı var?” dermiş.
Sadece üniformamızı çıkarmıştık, içimizdeki vatan millet aşkını değil.
Latince bir atasözü vardır, Et post eoticem seda atracura diye. Anlamı şuydu: Ve kader atımızın kuyruğuna bağlıdır.
Adımın, fiziğimin ne olduğunun hiçbir önemi yok. Bir gün yolda giderken kafanızı kaldırıp yanınızda yürüyen adama bakın, belki benimdir
Sonra keskin bir düdük sesi ve hemen ardından patlayan on dört tüfek
Zor nefes alıyordum Yanı başımda bir sürü fısıldaşma
Sonra, sonrası karanlık
Her yerde ve hiçbir yerde!
Bence bu söz, gerilla savaşının ne olduğunu çok güzel anlatıyordu.
Sorgulandılar, yargılandılar, sürgün edildiler, kaçtılar, suikasta kurban gittiler.
Ve idam edildiler.
Bir gün bile kahretmediler.
Sonuçta hayatta kalmayı sadece bir avucu becerebildi.
Gerçek bir kaybedenlerin öyküsü.
Yalnız temiz iç çamaşırı istedim. Eğer idam edilirsem giymeyi düşünüyorum. Altıma kaçırmayacağımı görsünler isterim. Ölüme hayranlıklarımı giyerek gitmek isterim!
Teneffüs ettiğim hava yaşamımda ne kadar önemliyse, silah da benim için oydu.
Ne siyaset ne ticaret, benim için önce savaş vardı, asker olarak görevimi sürdürecektim.
İnandığımız değerler için kuralların ve yasaların dışına çıkabilirdik. Lafta değil, gerçekten bizim için öyleydi; önce vatandı!
Deli taklidi yaptı ama bizi inandıramadı, hemen astık. Dedim ya, casusları hiç sevmezdim ve hiç acımazdım!
Şeyh Şamil, askerlerine uyurken bile silahlarından ayrılmayı yasaklamıştı.
Sen bu kavgada kurşunu taşıyan ol. Hamal ol, fırıncı ol, bir şeyler ol, ama mutlaka vatan için kavganın bir parçası ol.
O emir verir gibi kısa be kesin konuşurdu. Sessiz, sakin, hatta çekingendi. Ancak bu dış görüntüsünün altında sükûn bulmaz bir ihtiras adamıydı.
Menekleşelendi sular
Dikensiz gül olmazmış Ayşem
Yahudi geleneklerine göre kendi adamlarından biri öldürüldüğünde onun mutlaka intikamı alınırdı. Tevrat’ta Goel olarak tanımlanan bu anlayışı MOSSAD hala uygular.
Araplar İslam yolunda şehit düşmekten gurur duyuyorlardır. Tabi birkaç yıl sonra değişecekti bu ulvî amaçları.
İyi silahşörler tabancalarını kuyruksokumunda bulundururlar. Bunlara “belci” denir. “Belci” her daim tabanca çekmez. Bir kere çeker ve mutlaka gerekeni yapar.
Veda zamanı gelmişti. Yine yan yana olacaktık ama birbirimizi tanımayacaktık.
Her yerde ve hiçbir yerde
Hayat bazen çok acı geliyor,
Latince bir atasözü vardır, “Et post eoticem seda atracura” diye; yüzüne
baktım ve gayet soğukkanlılıkla Latince olarak bu atasözünü söyledim.
Anlamı şuydu: “Ve kader atımızın kuyruğuna bağlıdır.
O kadar yer gördüm Avrupa’da, beni en çok Yunanistan etkilemişti, Atina,
Pire sanki Anadolu’da bir şehirdi. Bizden o kadar çok şey vardı ki
Yunanistan’da. Örneğin Atina’nın mahallelerinin adları… Nea Smyrna Yeni
İzmir demekti, Kaisareia Kayseri, Sourmena Sürmene demekti.
En büyük korkumuz doğal olarak, takip edilmemizdi. Bunun kursunu da
görmüştük yıllar önce. Arkasından birinin gelip gelmediğini öğrenmek için
postaneye veya pastaneye gireceksiniz. Aniden taksiye bineceksiniz veya
otobüse. İnip tekrar bineceksiniz. Karşıdan karşıya geçerken çevrenize pür
dikkat olmanız gerekiyor. Biz gördüğümüz şahsı kolay unutmayız.
Hangi işimiz doğru gitmişti ki!
“Akrep” gayet güzel İngilizce’siyle, “Room servis iyi geceler… 609
numaraya, portakal suyu ve bir karışık sandviç…” dedi.
Ben o daha sözünü bitirmeden sinirli bir ses tonuyla hemen cevap verdim:
“Beyefendi yanlış numarayı çevirdiniz, burası 504 numaralı oda.”
“Affedersiniz” dedi.
“Önemi yok” dedim bozuk İngilizce’mle.
“Akrep” geldiğimi ve oda numaramı teyit etmişti. Ben de onunkini.
“Ölüme yaklaşmasını bilirim, çünkü ölüm yaklaştıkça kaçar.”
Kaç arkadaşımız dünyanın birçok yerindeki kimsesizler mezarlığına
defnedilmiştir bilir misiniz?
Avrupa’da Ermenilere ait işyerlerinin kepenklerine boyayla “TM” yazardık.
Nasıl korkarlardı. Anlarlardı ki, ASALA’ya yardım ettiklerini biliyoruz ve
enselerindeyiz. Günlerce dükkânlarını, mağazalarını açamazlardı.
Atina’da torun “Yakub Cemil”
saf ve temizdik
Fedaî olmak gönüllülüğe bağlıydı, ama gönüllü olduktan sonra görevi
yapmak zorunluydu. Hürriyet ve eşitlik için ölüm, ölümlerin en şereflisiydi
bizim için. İlk kez bir iç meselede milletin çıkarı için ölüme koşuyorduk.
İçeriden, “Nereye, niçin geldiğinizi biliyor musunuz?” sualine, bu kez,
“Evet, bir cemiyeti mukaddeseye vatan ve millet için hizmete geldik”
Kafamızın karışıklığı hepimizi korkutuyordu.
Makedonya dağlarında kimliğimizi arıyorduk…
Arap Araplığını, Yunan Rumluğunu, Yahudi Musevîliğini, Bulgar
Bulgarlığını korumuştu. Biz kendi benliğimizden uzaklaştırılmıştık.
Dinimiz, vatanımız ve milletimiz” için çarpıştığımızı sanıyorduk.
Ama bu vatan neresiydi?
Milleti Osmaniye kimdi?
Dindaşlarımız kimlerdi?
Gece gündüz, dağ taş demeden komitacıların peşinde dolaşıyorduk.
Yakaladığımız eşkıyaların hepsinin bize tek söylediği, “Neznam”dı. Yani
“Bilmem”.
Türkçe biliyor musun?
“Neznam!”
Silahlar nerede?
“Neznam!”
Özellikle kiliseler ve papaz evleri komitacıların silah deposuydu. Ancak biz
ne zaman silah ele geçirsek, Rus Konsolosluğu anında müdahale ediyordu.
Üstelik yakaladıklarımızı gelip cezaevinden çıkarıyordu. Bu komitacılar
evlerine, davul zurna eşliğinde bizim Türk mahallelerinden oynayarak
dönüyorlardı!
Hayatım savaşlar içinde
Selanik’ten hareket eden Hareket Ordusu’nun komutasını Yeşilköy’de Mahmut Şevket Paşa ve Enver Bey almıştı. Meşrutiyet’i ilan edenler bu kez onu korumak için İstanbul’a gelmişlerdi.
Hareket Ordusu’ndan3 3 subay, 68 asker şehit oldu.
27 Nisan 1909 günü II. Abdülhamid Meclisi Mebusan tarafından hal edildi. 32 sene 7 ay 27 gün süren dönem sona ermişti.
Artık veliaht Sultan Reşad Efendi’ydi.
1876 Anayasası’nın 35.Maddesi Meclis’i feshetme yetkisini Zati Şahane’ ye tanımıştı. İttihat ve Terakki Fırkası 35.Maddeyi kaldırmak istiyordu.
Bu isteği millete şöyle anlatıyorlardı: 35.Madde ne demek; 30 Ramazan, 5 de, beş vakit namaz demek. İttihat ve Terakki dinsizlerin partisi olduğu için ramazanı ve namazı kaldırmak istiyor.
Bunlara inananlar da yok değildi
Gurbette ölürsen sana yine Çöpçü sahip çıkar, sıradan bir vatandaş gibi kimsesizler mezarlığında nereye gömüldüğünü takip eder. Çünkü ailelere şehit arkadaşın yerini söylemek gerekir.

Kaç arkadaşımız dünyanın birçok yerinde kimsesizler mezarlığına defnedilmiş bilir misiniz? Kaç aile yılda bir kere şehitlerinin mezarını ziyaret için yurtdışına çıkar? Bunları kimse bilemez, en yakın aile dostları bile

II. Abdülhamid, Hainler beni bugüne kadar kandırmışlar diyerek suçu, Başkatip Tahsin Paşa, Mektepler Nazırı Zeki Paş, Ebülhüda Efendi, Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa, Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Mabeyinci İzzet Paşa gibi adamlarının üzerine attı.
Bunların bir bölümü de ya Avrupa’ya kaçtılar ya da İttihat Terakki’ye servetlerinden büyük paralar bağışlayarak kurtuldular.
II. Abdülhamid’in meşruiyeti bizim zorumuzla kabul ettiğini millet bilmiyordu. Duyurmamıştık. Zaten 25 Temmuz tarihli İkdam gazetesi Padişahım Çok Yaşa başlığıyla çıkmıştı. Gazeteler bile bilmiyordu, Meşrutiyet’in nasıl ilan edildiğini!
Bizim içimizden Cemiyet’e ilk giren kişi Enver Bey olmuştur. Hiç unutmam, kod adı Suavi ydi.
Manastır’da onun liderliğinde örgütlenmiştik. Aramızda kimler yoktu ki; Erkanıharp Yüzbaşı Kazım (Karabekir), Mıntıka Erkanıharp Reisi Hasan Bey, Resneli Niyazi.

1906’dan sonra oldukça ünlü isimler de Selanik’te Teşkilata kaydoldu; Erkanıharp Kolağası Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat (Cebesoy) gibi

Sistemler, rejimler değişti; Teşkilat hep aynı kaldı. Teşkilatın Silahşoru’nun 1903 yılında Pangaltı’da başlayan 80 yıllık yazılmamış hikayesi
Ölüme yaklaşmasını bilirim, çünkü ölüm yaklaştıkça kaçar.
Ölüme yaklaşmasını bilirim, çünkü ölüm yaklaştıkça kaçar.
Öldüğünüzü duyarsam üzülürüm, ama bir yanlışınızı duyarsam daha çok üzülürüm
Evladım insanların özlemleri ayrı, gerçekler ayrıdır.
Her işin temelinde güven yatar
Bu topraklarda her dakika öbür tarafa gidip geliyoruz, bu insanı ister istemez filozof yapıyor.
Bir kutsal amaç uğruna yan yana gelmiş kitleleri hiç bir gücün yok edemeyeceğini ben o gün gördüm

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir