İçeriğe geç

Tesirsiz Parçalar Kitap Alıntıları – Ali Lidar

Ali Lidar kitaplarından Tesirsiz Parçalar kitap alıntıları sizlerle…

Tesirsiz Parçalar Kitap Alıntıları

Gidelim buradan Göğüsünü sıkan, içini daraltan o laneti geride bırakıp gidelim. Burada yağmur bile güzel yağmıyor artık .. Yağmuru güzel yağan bir yerlere gidelim. Gidelim buradan Havası ilaç, denizi kitap bir yerlere gidelim.
Ölüyoruz işte Yavaş yavaş ölüyoruz. Tek başımıza
Bir insan başka bir insanı bütün boyutlarıyla tanıyamaz. Karşımızdaki insana verdiğimiz değer mukabilinde istediğimiz taraflarımızı gösterir istemediklerimizi de saklarız.
Onlardan geriye kocaman hayal kırıklıkları kalmış o kadar
İnsanlara güvenerek yola çıkmışlar ve insanlar onların güvenini sürdürecek hiçbir şey yapmamış.
Kanaviçe ne güzel kelime cümle içinde kullanmalıyım.

-tabutumun örtüsüne kanaviçe işler misin?

Bir sürü laf edip hiçbir şey söylememeyi nasıl başardığını hala almıyor yarım aklım.
Mutluluk zannettiğimiz şeyin ömrü o kadar kısa ki
Hep az laf edip çok anlaşılmak istedim. Hatta bazen hiç konuşmadan anlaşılabilmek uğruna, az lafla anlaşılabilme ihtimallerini bile sakat bıraktım.
Ağla, çünkü ağlamadan anlayamazsın.
Hayatımın özeti, düzeltilemeyecek kadar vahim bir anlatım bozukluğu
İnsanlar zamanla değişir ve ben görüp görebileceğin en büyük yalancıyım.
Ah canım insanlar sorarım size: Sizinle biz, birbirimizi nasıl anlayabiliriz?
Milyonlarca acıyı aynı anda çektim ve tüm bunlara rağmen dudaklarımdan tek bir kelime döküldü: Sabır…
Benzer acıları yaşayan insanlar, kendiliğinden ortaya çıkan görünmez bağlarla birbirlerine bağlanabilirler. Hatta bazen birbirlerinin tam olarak farkında bile olmadan yaparlar bunu
Saatle ölçülen zamana göre çok uzun sürmemiş olabilir, ama içimin saatine sorarsanız sonsuzluk kadar uzun bir süre ağladım.
Görmüyor musun bir tırnak kendi etini parçalıyor
sen kalkıp beni üzmemekten bahsediyorsun.
Ve o an benim sadece anneme ihtiyacım vardı.
Eğer birini seviyorsan ve o seni sevmiyorsa, bundan çok güzel kaos çıkar. Bir sürü şiir, sağlam bir roman ve anlatacak bir sürü hikaye çıkar. Uykusuz geçen geceler, parklarda içilen şaraplar, yerli yersiz kıskançlık krizleri çıkar. Ama sevgine karşılık çıkar mı..? O biraz zor işte ..!
Bize baktıklarında arkamızdaki duvarı gören insanlar istiyoruz çevremizde, o kadar
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Galiba güzel günler diye bir şey bile yok.
Sonu asla gelmeyecek bir hissi kelimelerle anlatmaya çalışmaktan daha yorucu ne olabilir?
Sonra özlüyorsun işte Onunla çok şey de yaşamış olsan, henüz neredeyse hiçbir şey yaşamamış da olsan, bir gün önce de görsen, hiç görmemiş de olsan, çörekleniyor içine o melun his Tarifi zor
Çünkü annesi çok meşgul olan çocuklar
oturup tek başlarına çizgi film izlerler.
Ve hiçbir yanılgı sonsuza kadar görmezden gelinemezdi.
Büyüklerin dünyası gerçekten çok sıkıcı ve üzüntüden başka hiçbir vaatleri de yok…
Ama bazen olur öyle, kurtulamazsın.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hala geçmişe dair ümitlerim var…
Kelimelerin hisler karşısında hiçbir hükmü yoktur.
Ne kadar da uzağında söylemek hissetmenin.
Bir yerde okumuştum, nerede emin değilim şimdi. Diyordu ki adamın biri, Hâlâ geçmişe dair ümitlerim var
Ortada bir sürü şey vardır aslında, ama söyleyecek hiçbir şey yoktur.
Hayatta ve insanlarda arayıp bulamadığım her şeyi kitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi: “İyi kitaplar dışında elimden tutmadı.”
Bir insan başka bir insanı bütün boyutlarıyla asla tanıyamaz. Karşımızdaki insana verdiğimiz değer mukabilinde istediğimiz taraflarımızı gösterir istemediklerimizi de saklarız. Evrensel bir sahtekarlık bu ama yapacak bir şey yok.
İnsan ruhunun acıyla kurduğu ilişkinin sebebi de sonucu da aynı aslında. Kendisi. Kendisi ve hasta beyninin yol açtığı mesnetsiz abartılar. Otu boku abartan birer manyak mıyız, aslında haklı olan sadece nihilistler mi,bilemem. Belki de gerçekten bildiğim tek bir şey var, hiçbir şey bilmediğim.
Kimse kimseyi anlamaz, kimse kimseyi yeterince dinlemez, sadece ve sadece dinler gibi görünür ve sıranın bir an önce kendi anlatacaklarına gelmesini bekler.
Dünya sandığımızdan çok daha büyük ya da biz düşündüğümüzden çok daha küçüğüz ya da her ikisi birden, bilemedim şimdi. Bildiğim tek şey, kendimizi gereğinden fazla önemsememizin ve dünyayı kendi çapımızda ibaret sanmamızın, zavallı bir halisünasyondan başka bir şey olmadığı; hepsi bu.
Bazen kendinizi bir insana yakın hissetmeniz için bir şeyler paylaşmanız gerekmez. Benzer acıları yaşayan insanlar, kendiliğinden ortaya çıkan görünmez bağlarla birbirlerine bağlanabilirler. Hatta bazen birbirlerinin tam olarak farkında bile olmadan yaparlar bunu.
Her şey anlamını yitirmiş gibi. İçimde kocaman bir boşluk var ve ben onu hiçbir şeyle dolduramıyorum. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi.
Doğup büyüdüğü yere ait değil insan. Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil. İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait. Şey gibi bir his işte bu; çok, çok susamak gibi. Siz anlamazsınız bu hissi, bir tek o anlar.
Üst üste sigara yaktı, hiçbirini sonuna kadar içmedi. Galiba sigara içmekten çok sigara yakmak istiyordu canı.
Yanılmıştık. Ve hiçbir yanılgı sonsuza kadar görmezden gelinemezdi.
Samimi bir acı, sahte bir mutluluktan daha kötü olabilir mi gerçekten?
Kim bilir nasıl acı çekiyordu da bu kadar çok gülüyordu.
Dinmiştir ölünce acıları. Ölüm her şeyi sıfırlar.
Özlemekle ilgili çok konuştum, yazdım, düşündüm. Nasıl olur da bir his, bir insana aynı zamanda hem ağlatıp hem gülümsetip, hem içinde aptal toynaklı yaratıklar koşturup hem de uçsuz bucaksız siyah bir denizin ortasında zavallı bir yaprakmış gibi titretir diye çok kafa patlattım. Ama düşüncelerimin solunum hiçbir zaman getiremedim
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde
yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
anne dedim,hadi çay koy da içelim
Seni seviyorum dedi mi sana?

– Demedi. Ama seviyor gibiydi. Bana öyle geliyordu yani. Tamam, benim gibi sevmiyordu belki ama sevecekti. Beni sevmesi için gereken her şeyi yapıyordum. Tek istediğim umudumu kırmaması ve bana biraz güvenmesiydi.

– Öyle olur mu lan?
Sevmek dediğin, böyle bir şey değil. Süs bitkisi gibi ışığı suyu sağlayınca yeşertip büyütemezsin onu. Sana karışık gibi görünen şey aslında çok basit. Birini seviyorsan seversin, sevmiyorsan sevmezsin. Bazen de ikisi birbirine karışır.

Benim onu sevmemin nasıl bir mucize olduğunu bilmiyor. Belki de sıradan ve vasıfsız bir şey gibi görüyor bunu. O da haklı. Neredeyse tanıyan herkes sevmiş onu.Farklı boyutlarda elbet. Ama bir şekilde sevmiş. Zaten onu birazcık tanıyan birinin kayıtsız kalması, sıradan biri gibi davranması mümkün değil. Fakat ben ne yapabilirim? Anlatamıyorum. Anlatamamamın sıkıntısı, içimdeki telaşı kat be kat artırıyor. Seni en çok ben seviyorum, desem; en başka ben seviyorum ve en başta, herkesten çok, en çok, en. Ne en? İçimden geçenleri bilse koşup boynuma sarılır. Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyor. Anlatabildiğim kadarını. Anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir? Birer çay içilebilir belki. Belki de eski bir bankta birer bira. Kırmızı Tuborg. Gazeteye sarılı. Ben de ona sarılabilsem. Anlatamadıklarımı anlar mı o zaman?
İyi olacaksam eğer bir gün, sen iyi edersin beni.
Anne. Tanıdığım tek büyücü sensin. Elinden her şey gelir senin. Tekrar doğursan beni. Beni tekrar çocuk yapsan. Çok üzdüler beni anne, kızsana hepsine.
Anne. Ben iyi değilim. Neyi tuttuysam elimde kaldı. Atladığım her öğün için üzülen sen, ruhumdan akan kanı görsen, nasıl dayanırsın bilmem.
Oysa bütün istediğin kıpırtısız bir hayattı. Sakin, dingin, hareketsiz. Mutlu olmaktan çoktan vazgeçmiştin, istediğin tek şey huzurdu. Huzurun yolu da mutlak eylemsizlikten geçiyordu.
Önce göm beni, sonra anla.
Tek sen üşüme sevgilim bütün karlar bana yağsın
Arkamda bıraktığım otuz küsür sene şunu öğretti bana: Doğup büyüdüğü yere ait değil insan. Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil. İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait. Şey gibi bir his işte bu; çok, çok susamak gibi. Siz anlamazsınız bu hissi, bir tek o anlar.
İlle de o sarılma isteği. Nasıl anlatılır bu? Sana sarılmak istiyorum. Yazınca olmuyor işte, söyleyince de eksik. Ne kadar da uzağında söylemek hissetmenin. Bazen insan bin küsür kilometre uzaktayken bile o kadar çok sarılmak ister ki sonunda sarılır. Korkunç güçlü bir sarılmadır bu üstelik. Sert ve metafizik. Gerçek bir sarılma olmaz belki, ama nedir ki zaten gerçek? Gözlerini yeterince sıkı kapatıp içindeki tüm boşlukları onunla doldurabilirsen eğer, pekâlâ mümkündür sarılabilmek. Bu sarılmayı sözlerle anlatamasın. En fazla sana sarılmak istiyorum dersin, o da gülümser, belki iglo’lardan falan bahseder. Sen de gülümsersin. Söz amacına ulaşamamıştır belki. Ama bilirsin, o kadar kuvvetli yummuşsundur ki gözlerini ve o kadar yürekten istemişsindir ki sarılmayı. O anlar. Cevap vermez belki ama anlar. Çünkü bilir o da, ortada bir sürü şey vardır aslında ve kelimelerin hisler karşısında hiçbir hükmü yoktur.
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde
yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
anne dedim, hadi çay koy da içelim
Samimi bir acı, sahte bir mutluluktan daha kötü olabilir miydi gerçekten?
Söyleyecek şeyimiz olmadığından değil, anlattıklarımız hiçbir işe yaramadığından konuşmak istemiyoruz.
Herkes gider
Ne?
Bilmiyor muydun sanki
Sevgili kalbim!
Neden hala apartman boşluğunun
gün ışığı görmeyen penceresinde
kuş sesleri beklersin..
Yalnızlık, kişinin sahip olduğu kitap sayısıyla ölçülebilen, tercih edilmiş bir ‘uzak durma’ faaliyetidir..
İnsan ara vermeden en fazla yirmi saniye gülebilen ve yine ara vermeden saatlerce ağlayabilen bir hayvandır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir