İçeriğe geç

Ters Adam Kitap Alıntıları – Barlas Özarıkça

Barlas Özarıkça kitaplarından Ters Adam kitap alıntıları sizlerle…

Ters Adam Kitap Alıntıları

Düşünen Adam heykel olmaktan vazgeçip her akşam yanımıza gelerek bizimle konuşmaya başlamıştı. Aklın yolu bir değil daha fazladır, diyordu. Sizler normalden kaçtığınız için buradasınız, diyordu; normali yaşayanlar sizleri buralarda toplayıp biçimde ve özde misli görülmemiş oranlarda hayatı kendi doğallığının ötesine zorladılar.
Kafasına hapsedildiğim adamdan hiç gocunmayacağım. Çamaşırları bulaşıkları yıkayarak, eşyaların kaleleştirdiği evimizin tozunu elektrik süpürgesiyle alarak, bebeğimiz olursa kakasını temizleyerek, pışpışlayarak, camları, kapıları silerek, elimde file günlük alışverişe çıkarak, üzüntüden boğulsam bile sevişeceğime, ailene iyi davranacağıma, hakaretleri, aşağılamaları cevaplamayacağıma, sözünüzü emir kabul edeceğime, emir ve komuta zinciri içinde seni ve yakınlarını yalnız bırakmayacağıma, çok para, daima daha çok para kazanacağıma kutsal evliliğimizi kollayıp gözeteceğime ant içerim.
Bir başkasının doğallıkla sahip olduğu şeyler onun için olağanüstü güzelliklerdi.
Yeryüzünün değişik şehir kalabalığında dillerini anlamadığım kimbilir kaç yüzbin benzerim vardı.
Bir çiftin zevk anında doğmuş, evrenin bizleri umursamaz işleyişine karşı, bir varmış bir yokmuş bile olamayacak, yalnız başımıza herkesin acılarıyla ölecektik.
Ey köylü toplumun azıcık şehirli ve azıcık tiyatrosever seyircileri! Hayattan başka koparılacak zincirleriniz yoktur, birleşin.
Hayatımda yaşayamadığım ne varsa, annemle özdeşleştiremediğim için itelediğim şeylerdir.
Sadece tuhaflığımın farkına varıyorlardı. Oysa toprak her geçen gün biraz daha ayağımın altından çekiliyordu. Arkadaşlarım birbirlerine dışdan yakın, içden ise birbirlerini görmeyen dağlar kadar uzaktılar. Her biri, kendi tepesinde bağdaş kurmuş, dünyayı biçimlendirmeye sevdalanıyorlardı.
Yaşamayı okumakla erteledim.
Duygusuz ve beyinsiz kurukafaların, üzüntüyü bırak yaşamaya bak adlı bir başkasını aşağılayan felsefelerini misliyle kendilerine uygulayacağız.
Karl da, Das Kapital ile didişirken, bir ömür boyu, bilginin güç ve erk sağladığına inanmıştı. Soğuk kibir ve alaycılığıyla, biricik arkadaşının dışında, insanların arasında yalnızlığa kapanmamış mıydı?
Uzun hikaye diyor Çiğdem; kendinden kayıp veren her kadın biraz umursamazdır, burada duygu yasaklanmıştır, patron bizi, biz de patron için buraya gelen erkekleri sömürüyoruz.
Bizler Osmanoğullarını yıkan Cumhuriyetin besleme çocuklarıyız. Hapse ve meyhaneye serbestçe gireriz. Eviçleri biblolar, seccadeler, duvarlarında Kabe resmi, yaprakları koparılan güneş takvimi, masalarında naylon örtü, teneke küllükler ve misafirden misafire açılan odaları yıpranmamış ucuz eşyalarla dolup taşan tertemiz aile çocuklarının yanlarına sokulamayız.
Fahri gözlerini kısmış, beş yüz metre uzunluğundaki masada yemek yiyip eğlenenlere bakıyordu. Herkes buradaydı: Hazreti İbrahim, Musa, Anibal, İsa, Muhammed, Balzac, Dostoyevski, Fatih Sultan Mehmed, Shakespeare, Freud, İmparator Napolyon, Kristof Kolomb, Beethoven, Hitler, Edison, Einstein, İbni Sina, Leonardo da Vinci, Darwin, Yunus Emre, Openheimer, Sokrat, Platon, Ulubatlı Hasan, Neron, Kral Sargon, Farabi, Hegel, Bağdatlı Ruhi, Karl Marx, Nikola Tesla, Evliya Çelebi, Nietzsche, Rilke, Kleopatra, Boticelli, Sultan Cem, Lenin, Albert Camus, Hazreti Ayşe, Sinan, Jan Jak Ruso, Hamurabi, Sait Faik, Melville
Yol, dedi, ikiye ayrılıyor; ya kendin için başkalarına, ya da başkaları için kendine direneceksin.
Kimse yok mu yanımda benden başka? Yanılıyorsun. İçimde bir ben var benden başka.
Sen, yalnız başına, benim budalalığımı ve karşımdaki insandan beklediklerimi yüklenemezsin. Yaşadığın yüzyılın bir kesitinde, içinde henüz adlandırmadığın ve varlığını kanıtlayamadığın bir şey için, çevrendeki tüm insanları karşına alamazsın.
Ölüm yaşamanın sonucuysa, her devingen yaşantı özünde derinleşen bir kıymık çiziğidir.
Kadehine içki dökerken kendi hayatının matematiksel doğru yanlış sağlamasını, öğretinin kesinkesliğiyle temize çekecek, diye düşündü. Artık sarhoş olabilirdi. Kendi yaşadıklarının kesinliği yoktu. Birileri sanki kasten hepsini silivermişti. Bardağındaki alkolü içindeki bir yarayı dişlercesine, soluk almadan içip bitirdi. Beyninin gerisinde, birisinin gürültüsünü duyduğunu sandı. Gülümsedi. Gözleri irileşerek arkadaşlarının sırtından geceye yuvarlandılar.
Korkmayın, biz eleştirdiklerini değiştiremeyenlerdeniz. Yetkimiz yok. Proletarya değiliz. Biz içimizde uyanan ihtilallerin sonucu kendi kendimizi bodur bir ağaca asıp sallandıranlardanız.
Niçin sevmekten yoruluverdin? Senin yüzünden kendimi sevemedim..
Bir şeyler bitmiş, yeni bir şeyler başlamamıştı. Çirkin kurbağa, koskoca denizi yutmuştu.
Anlamıyorsunuz. Anlamayın.

Biz; ben ve kokuşmuş cesedim Bizans meyhanesinde içki içiyoruz. Sayenizde kimseye görünmez olduk, rahatladık. Kucağımda cesedimi taşıyorum.

Sağ elimle kadehimi şerefsizliğinize kaldırıyorum.

Yok sayılmanın ilk boyutunu ben dikmedim mi?

Herkes için yok sayılmak dürtüsüyle onları hiçleyerek, tepenin doruğuna bin güçle tırmanarak, kimsenin görmediği bayrağı dikip sonra tutuşturan ben değil miyim?

Bir çivi gibi kendi içime batıyorum..
..benim korktuğum hayatın kendisi olan her şey miydi?

On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz, iki yüz, bin, iki bin, üç bin, dört bin yaşlarında bulabildiğim her şey hep bir sonrakine karşı eksik, yanlış, tutarsız, çelişkili ve saçma durmayacak mıydı?

Içimden konuşuyorum ama kendimi bile kandıramıyorum..
Ömrümün başlangıcı yok, sonu var.

Dokunmadan sevgililerim gene bana gebe kaldılar. Sonsuzlukta dünyayı bir kırmızı soğan başı gibi eziyorum. Dünya benim varlığımla çoğalıyor.

Kalk Fahri! Gölgemde dolaşıp durma.

Taşı akarsuya atsam taş boğulduğunu hisseder mi?
Annem kadar kim bana hayranlık duyabilir? Annem yaşadığım geniş ülkenin ta kendisi değil midir?
Kanatlarım serçe, kafamın içi engin denizdir, henüz yazamadığım şiir dizeleriyle, güzellikler çarmıha gerilidir.
Biz Çokbilenler az yaşayıp zor gülümsetiliriz efendiler.
..hayatın ve pek sevdiği arkadaşlarının gerçek yüzünü görsün. Bütün gerçek yüzler gerçeklikleriyle onu yapayalnız bıraksın. Kötüden daha kötü olsun. Hep kendisini suçlasın.
Hepimiz sonsuzluğa karışan bilinç külü müydük?
Biz içimizde uyanan ihtilallerin sonucu kendi kendimizi bodur bir ağaca asıp sallandıranlardanız.

Çok ve tuhaf ve çelişkili mi konuşuyorum?

Gencim, kudret bendedir; okyanusları aşıp kırk sekizinci kıtayı keşfedeceğim, içimizdeki dünyanın coğrafyasını değiştireceğim. Ben tek başıma jeopolitik önemimin bilincindeyim.
Ben birinci cihan muharebesinde doğanlardanım. Fukaralık ve barut kokusuyla yetiştik. Gençliğimizde, korkularımızın idaresiyle tepkisiz malumat edinmemize rağmen, hayata bütün şekil ve mahiyetiyle rıza gösterdik. Bir gün sen de on yedi yaşındaki evladına mektup yazarken, belki beni iç tebessümünün idrakiyle hatırlar, raflardan çekip aldığın bir lügattan yeni kelimeler aramak zorunda kalabilirsin.
Güzellik sevgi gibidir, eskiyince kıymet kaybeder.
Ölüm yaşamanın sonucuysa, her devingen yaşantı özünde derinleşen bir kıymık çiziğidir.
..uçurumlu çılgınlıkların nerede? Kendi öcünü kendinden alıyorsun.
Diyorum ki, kol kola girelim, bir evin damından öteki evin damına sıçrayarak, semtimizin hanelerini teker teker denetleyerek, gecenin kara kadifesine kuyruklu yıldız çizelim.
Yaşamak onun için, yıkılmaya bırakılan, onarılamayacak bir binanın yetmiş ya da sekseninci katına merdivenle tırmanmaktır.
Tüm sorular suçluydu. Acı veriyorlardı insanlara. Savcılar soruları tutuklamalıydılar.
Aslında ben insanların dış görünüşlerine pek dikkat etmem. Önemli olan, insanın kendi labirentlerinden çıkmayı becermesidir.
Tüm sorular suçluydu. Acı veriyorlardı insanlara. Savcılar soruları tutuklamalıydılar. Durun bir dakika! Yanlışlık yapmayalım. Ya sorunsuz yaşanmazsa? Öyle ya insanoğlu acılarla olgunlaşmıştır. Bana kalırsa elektronik beyinlerin olgunlaşmaması, içlerinin cevaplarla dolu olmasına bağlıdır.
bir gün bulaşıcı hastalık yüzünden karantinadaydık..
Millet! Dostlar! Düşmanlar! Sayenizde istemeyerek hayatımın imparatoru olmak zorunda kaldım. Sizlere inanabilir, sizleri sevebilirdim. Fakat aranızda geçirdiğim bunca zaman içinde kurduğunuz dünya, sürdürdüğünüz insansal ilişkiler ile vaat ettiğiniz nimetleri kabul edemeyeceğimi iyice öğrenmiş bulunuyorum. Beni bu günlere, bu anlayışa yetiştiren sizlersiniz. Artık hayatın öğrenciliğinden, tam ortasından geçip yaşantıların acısında rastladığım isyankârlığımı da sizlere terk ediyorum. Lütfen kendinize isyan edin.
Ayşe, diyorum, git başımdan, ben sana göre değilim çok yaşadım, sevemez oldum, kafamın içi karıştı, yoruldum, insanları ve dünyayı hazmedemedim, git başımdan, ben sana ve aşk şiirlerine göre değilim, hafızamı kaybettim, darmadağınık her şey, yeniden kurup yaratıyorum alfabeye tersinden başladım, ölmek ve yaşamak için
Birdenbire satranç kurallarını değiştiremeyeceğin gibi, toplumumuzu, toplum koşullarını, dünyayı, insanları, korkularını, psikolojilerini, ahlak ve kötülük nedenlerini de tek bir günde değiştiremezsin. Belki ve hatta hiç değiştiremezsin.
Ey akıl gazileri şimdi sofracıbaşımın söylev kürsüsüne koyduğu bir duble rakıyı içip yemin ediyor ve kırk beş santim tiftikten yapılma börk giyenleri saygıyla selamlıyorum.
Madde altı: Ölüm yürürlükten kaldırılacak, keşfedilen eski ve yeni her şey hayat için hayata uydurulacaktır. Dileyenlere, izin alındıktan sonra kendi rızasıyla ölme hakkı verilecektir. Bu hak devredilmeyecek, taşınmayacak, kutsanmayacaktır. Eski ölüler de dilerlerse yeniden diriltileceklerdir.
Hiç kimse kendisi gibi olmaktan ve başkası gibi olamamaktan dolayı suçlanmayacaktır.
Yönetim el değiştirmiştir. Akıl, dünya ve insanlar da değişecektir artık. Yeniçeri ağası, Şeyhülislam, Kadı Efendi, Sancaktar, Silâhtar Üzengibaşı, Törencibaşı, Giysicibaşı, Odabaşı Hazinedar, Kilercibaşı, Muhafızlar, Kazasker, Defterdar, Nişancı, Kapıcıbaşı, Ahırcıbaşı, kim var kim yoksa, hepsi, hepsi tez elden huzurumda etek öpsünler. Sarayımın kapıları halka açılsın. Her odasında piyano, klarnet, org, keman, ud, saksafon, kanun çalsın. Tebdil kıyafet Han Restoran’a yapacağımız baskın yeter ki anlaşılmasın. Patoloji servisindeki tüm mikrop çeşitleri ortalığa saçılsın. Kobaylara rütbe, makam, mertebe veriyorum. Vezirim: Eyleme sultanım, diyor; alışılmış denenmiştir, güvenlidir, sarar, korur bizi. Tahtımdan hiddet ve öfkeyle kalkıyor, vezirime iki tokat, bir tekme atıyorum.
Kötü, çok kötü olacaksınız. Her şey sizi hazırlıksız yakalayacak, beklenmedik durumlarda, başkalarına karşı güçlü pozlarla silahlandığınız anda içyüzünüzü itiraf etmek zorunda kalacaksınız. Hayatınız ve aklınız karışacak. Birbirinizi ısırarak, çiğneyerek taşıt bulup merkezdeki kıyamete herkesten önce yetişmek isteyeceksiniz. Dış ve iç rahatınızı sağlayan gücü başkalarına kaptırmak ürküntüsüyle az önce vitrin üstüne vitrin kalınlığında yüksek kültürünüz, yüksek aklınız ve insansal değerlerle kendinizi övdüğünüz, anlattığınız sevdiğiniz, paye verdiğiniz adamların, kadınların, tanıdıkların, arkadaşların ve ortakların kollarını, bacaklarını keseceksiniz. İşte kahininiz böyle söylüyor. Kahininizin cebine yıllanmış bir aşkın mektup ve acısını yerleştirerek kızdırdınız biçareyi.
ben de birçok hatalarla kuşatılmış insanım belki benim en büyük hatam beni kör eden ortama çevreye güvenmiş olmaktır.
Hafif hafif terliyor, yitik, insansız bir zaman içinde ileriye doğru kaydırıldığımı hissediyordum. Düşünmem yasaklanmıştı. Testereyle kesilen ağaç dalları gibi fikirlerim budanmıştı. Başkalarının idaresi altındaydım, düşünmemeli, sessiz kalmalı, çıt çıkarmamalıydım. Kimse benden insan, kişi olmamı talep etmiyordu.
Saçlarından, ensesinden parfüm kokusu yayılıyordu. Bir kadında, bir insanda fark edemediğim ne kadar çok ve değişik mahremiyet vardı.
Ey Millet kayıp bir cüzdan bulunmuştur. İstekliler iskele başmemurluğuna gelsin. Seçmen kartınız, sağlık cüzdanınız, hüviyetiniz, veya suskun vicdanınız da kabulümüzdür.
Bazen katlanamayacağım kadar korkunç şeydi insan olmak.
Otel kâtibine, uzaklardan turneye gelen bir tiyatronun başoyuncusu olduğumu söylemiştim. Otele çok sık dönüp, giysilerimi ve makyajımı tazelediğimi görünce, oyunlarda ne cins roller aldığımı sormuştu. Öldüren, sonra kendisini öldürdüğünü fark edince kimliğini Araf’ta arayan, fakat kaybettiği kimliğini hiçbir yerde ve hiçbir kimsede bulamayan, bu ara ona uygun kişilik vermek için arkasını kovalayanlardan durmaksızın kaçan ölüme hükümlü adam oynuyorum dedim.
Senin yaşayış tarzın, biz olağan insanlara vaaz edilen tüm yaşayış türlerine yabancı ve ters. Hiçbir işte sürekli çalışmamak, hayatı okuduğun romanlardaki yaşantılarla özdeşleştirip algılamak, seni uyumsuz ve başarısız kılıyor.
Meryem’in bakire olamayacağını İsa’nın belki Romalı bir askerin çocuğu olduğunu söylüyor fakat kadınların yüz güzelliğinde bakire Meryem tablolarına benzeyenleri övüyor ve İsa ile Muhammed’in bir bulvar kahvesinde buluşup tanışsalar ne konuşabileceklerini anlatıyordun.
Savaşı ve neşemi yitirmiştim. Süslenmek niyetiyle, pudralanarak, yüzümü tanınmaz bir hale sokmuştum. Sanki herkes, benim uygunsuz bir durumda yaşamamı sağlayarak, kendilerine özgü ikiyüzlerini başkasınınkiyle çiftleştiriyordu
Herkes birbirinden bir şeyler kapıp, birbirlerinden ayrılıp, kalabalığın içine sürükleniyordu. Birbiriyle içice geçerek kalabalıklaşmış kitlede ağa takılı yüzdükçe, kimsenin kimliğini tanıyamıyordu.
Fevzi her gün büyük ve kara bir çantayla bankaya binlerce lira yatırıyor, para destelerinin altından Stalin’in kitabını çıkararak bu çantada fikir var diyordu
Dışlanmamak amacıyla herkes birbirine, kitaplardan inanç yetiştiriyordu.
öğretmenimiz ezberletiyor, demir nemden insan gamdan çürür, bilmece çözer gibi, ahmak toplamış akıllı yemiş, babam ayaktakımına kızınca hep söyler, cahil kendinin düşmanıdır,
İnsansallığımızı yavaşça giyinerek başkalarına görünmeye hazırlanıyorduk.
Yeryüzünün değişik şehir kalabalığında dillerini anlamadığım kimbilir kaç yüz bin benzerim vardı. Hiçbir zaman merhabalaşamayacağım, kadehlerimizi ortaklaşa eksikliğimize kaldıramayacağım kişiler. Birbirimize çarpmadan, o dakikayı aydınlığa boğmadan birbirimizin yanından kayıp uzaklaşıyorduk.
Davud, toplum erdemi tarafından yüceltilen her duyguya karşıydı. İnsanların soyut düşüncelerine ve üstün sayılan dayanışma kurallarının topuna kin besliyordu. iyilik, olumlu sanılan safsataların her biri öz güçsüzlüğümüzün sahtekârlığıydı. Bir toplumun temelde diğer toplumdan farkı yoktu. Hepsi zayıflığından gitgide rezilleşen kopyalarıydı. İnsan bir başkasının zararına özgürdü. Kusur, değiştirilemeyecek olan doğa düzeninin özündeydi. Tanrı varsa insanlardan daha kötü ve bencildi.
Çocuğu gönlünün dilediğince rahat bırak, diyordu Mufid dayım; doğurduğuna göre, oğlunu yaşadıklarımızdan koruyamazsın.
Çeliğin katı görüntüsü çelimsiz varlığıma, çaresiz yadsımalarıma gidip gelerek vuruyordu.
Etimi didikliyordu soru çengelindeki yanlışlar.
İnsanlar paraya indirgenerek nesnelleşmişti. Kimse kimseye ait değildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir