İçeriğe geç

Terci-î Bend ve Terkib-î Bend Kitap Alıntıları – Ziya Paşa

Ziya Paşa kitaplarından Terci-î Bend ve Terkib-î Bend kitap alıntıları sizlerle…

Terci-î Bend ve Terkib-î Bend Kitap Alıntıları

Zerdûz palan vursan eşek yine eşektir
Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?

Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?

İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der.

(Dün mektebe vardı, bugün üstâd olayım der.)

Rızkına kani’ olan gerdûna minnet eylemez Âlemin sultanıdır muhtâc-ı sultân olmayan

Rızkına kanaat eden dünyaya minnet etmez, Alemin sultanıdır, sultana muhtaç olmayan

Bilmem ki muktezâ-yı nizâm-ı cihân mıdır? Dâim cihânda câhil olur mes’adet-nümûn! (Bilmem dünyanın düzeninin gereği midir, Hayatta hep cahiller saadet içindedir.)
Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?
İncinmemek istersen eğer mülk-i fenâda
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı merâm it
.
Fani dünyada incinmek istemiyorsan,
Kimseyi incitmeyecek şekilde hareket et.
Yakdı nice cânlar o nezâketle tebessüm
Şîrin dahi kasd itmesi câna gülerekdir
.
Nice yüreği yaktı o nazik gülümsemeler,
Aslan bile kişinin yüzüne gülerek saldırır.
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pekdir
Allah’a tevekkül idenin yâveri hakkdır
Nâşâd olan gönül bir gün şâd olacakdır
Her merhemi her yâreye merhem mi sanursun
Her derdin olur çâresi her inleyen ölmez
Her mihnete bir âhir olur her ğama pâyân
.
Her derdin çaresi vardır; her inleyen ölmez,
Her mihnete bir son olur, her gam biter.
Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir
Elbette olur ev yıkanın hânesi vîrân
.
Zalim bile en sonunda bir zulme uğrar,
Elbette, ev yıkanın evi viran olur.
Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer
Rahat yaşamış var mı güruh-ı ukalâdan
.
Akıllı olan herkese bir derttir bu âlemdeki olaylar,
Akıllı kimselerden rahat yaşayabilmiş olan var mıdır?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan
.
Bahtsız olanın bahçesine bir damlası düşmez,
Gökten yağmur yerine inci ve elmas yağsa.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl
.
Yüceltirim; sanatıyla akılları hayrete düşüreni,
Yüceltirim kudretiyle anlayışları güçsüz düşüreni
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bin böyle cihân sîm ü zerr olsa yetişmez
Mümkin mi ki is’âf olına matlab-ı âlem
.
Bin cihan dolusu altın ve gümüş olsa yetmez,
Dünyanın isteklerini yerine getirebilmek mümkün mü?
Akl ü cünunı bâtıl u hakkı beyân içün
Yokdur cihânda hayf ki mîzân-ı i’tidâl
.
Aklı ve deliliği, hakkı ve haksızlığı çıkarmak için,
Yazık ki dünyada ölçülü bir terazi yoktur.
Yâ râbb niçün bu arsada her şahs-ı ârifin
Mikdâr-ı fazlına göre derdi olur füzûn
.
Yarabbi, niçin bu dünyada her bilgili kişinin,
Bilgisi miktarınca çok derdi vardır?
Güller güler figânla geçer ömr-i andelîb
Bîmâr ihtizârda ücret diler tabîb
.
Güller gülerken bülbülün ömrü inleyerek geçer,
Hasta can çekişirken doktor ücret ister.
Her şahs nefs unsuruna nisbet eyleyüb
Aklınca bir ilâh-ı müşahhas ider murâd
.
Herkes kendi nefsinin ölçütlerine uyarak,
Aklınca somut bir tanrı diler.
Dürdâne-i derûnı içün çâk olur sadef
Âvâzıdır kafesde iden bülbüli nizâr
.
İstiridye, içindeki inci tanesi için parçalanır,
Bülbülü kafese hapseden ötüşüdür.
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık ,
Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık ?
Rızkına kani’ olan gerdûna minnet eylemez
Âlemin sultanıdır muhtâc-ı sultân olmayan

/..Rızkına kanaat eden dünyaya minnet etmez,
Alemin sultanıdır, sultana muhtaç olmayan..\
~

,
Bilmem ki muktezâ-yı nizâm-ı cihân mıdır?
Dâim cihânda câhil olur mes’adet-nümûn!

/..Bilmem dünyanın düzeninin gereği midir,
Hayatta hep cahiller saadet içindedir..\
~

Osmanlı Türkçesiyle:
بد اصلا نجابتمى ويرر هيچ اونيفورمه
زر دوز پالان اورسك اشك ينه اشكدر
Bed-aslâ necâbet mi virir hiç üniforma
Zer-dûz pâlân ursan eşek yine eşekdir

Günümüz Türkçesiyle:
Üniforma soyu sopu kötü olana yücelik mi verir?
Sırmalı altın semer vursan eşek yine eşektir.

Osmanlı Türkçesiyle:
ياقدى نيجه جانلر او نزاكتله تبسم
شيرك دخى قصد ايتمسى جانه كولركدر
Yakdı nice cânlar o nezâketle tebessüm
Şîrin dahi kasd itmesi câna gülerekdir

Günümüz Türkçesiyle:
Nice yüreği yaktı o nazik gülümsemeler,
Aslan bile kişinin yüzüne gülerek saldırır.

Osmanlı Türkçesiyle:
چوق مقبلى كوردمكه كولر ايچى قان اغلار
خندان كورينان هركسى خرم مى صانورسك
Çok mukbili gördüm ki güler içi kan ağlar
Handân görinan herkesi Hurrem mi sanursun

Günümüz Türkçesiyle:
Çok mutlu gördüm; dışı gülerken içi kan ağlayan,
Gülen herkesi mutlu mu sanırsın?

Osmanlı Türkçesiyle:
لعنت اوله اول ماله كه تحسيلنه انك
يا دين اوله يا عرض ويا ناموس اوله آلت
La’net ola ol mâle ki tahsîline anın
Yâ dîn ola yâ ırz veya nâmus ola âlet

Günümüz Türkçesiyle:
Lanet olsun o mala ki onun kazanmak için,
Ya din, ya ırz veya namus alet edilmekte!

Osmanlı Türkçesiyle:
بى بخت اولانك باغنه بر قطرهسى دوشمز
باران يرينه در و كهر ياغسه سمادن
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan

Günümüz Türkçesiyle:
Bahtsız olanın bahçesine bir damlası düşmez,
Gökten yağmur yerine inci ve elmas yağsa.

Osmanlı Türkçesiyle:
مقبول برم صحبت اولور مفسد لئيم
منفور طبع عالم اولور ناصح مصيب
Makbûl-i bezm-i subet olur müfsid-i leîm
Menfûr-ı tab’-ı âlm olur nâsih-i musîb

Günümüz Türkçesiyle:
Dedikoducu ve fesatçılar, sohbet toplantılarının gözdesi olurlar,
İyi ve doğru öğüt vericiler ise dünyanın en nefret edilenleri olurlar.

“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.”
Ümmîd-i vefâ eyleme her şahs-ı dagalde,
Çok hâcıların çıktı haçı zîr-i bagalde.

Her sahtekâr kişiden vefa bekleme,
Çok hacıların koltuğunun altından haçı çıktı.

Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca, bu cem’iyyeti her dem mi sanırsın?
Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm..
Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?
Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sandın?
Her çulsuz görüneni sen Edhem mi sandın?
Güller gülerken bülbülün ömrü inleyerek geçer,
Hasta can çekişirken doktor ücret ister. 
Ziya Paşa
Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?

Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?

.

Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?

Ey gonca sen bu dünyayı sonsuz mu sanırsın?
Talihini de talihsizliğini de önemseme bu dünyanın,
Dünya çemberi aynı dairede sürekli dönmez.
zira gönül viran
Güller gülerken bülbülün ömrü inleyerek geçer,
Hasta can çekişirken doktor ücret ister. 
Köhne dünya konağı şaşılası yuvadır.
Çok mutlu gördüm; dışı gülerken içi kan ağlayan,
Gülen herkesi mutlu mu sanırsın?
Çok mutlu gördüm; dışı gülerken içi kan ağlayan,
Gülen herkesi mutlu mu sanırsın?
İncinmemek istersen eğer mülk-i fenada
Bir kimseyi incitmemeğe hasr-ı meram et

***Bu geçici dünyada eğer incinmemek istersen, hiç kimseyi incitmemeye gayret et.***

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz pâlân ursan eşek yine eşekdir
Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın
Ey gonce bu cem’iyyeti her dem mi sanursın
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünya
Dünya sana mahsûs u müsellem mi sanırsın

***Ey dünyanın bir günlük geçici saltanatı için övünen insan, dünyayı sana teslim edilmiş mi zannediyorsun?***

Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın
Âdem görünen harları âdem mi sanursın
Zâlimlere bir gün dedirir kudret-i mevlâ
Tallahi lekad âserakellâhu aleynâ*
Ümmîd-i vefâ eyleme her şahs-ı dagalde
Çok hâcıların çıkdı haçı zîr-i bagalde

***Hilekâr kişilerin sözlerinde duracağını sakın ümit etme! Zira çok hacıların haçı koltuk altlarından çıkmıştır.***

Ey mürtekib-i har bu ne zillet ki çekersin
Bir kaç kuruşa müddet-i ümrünce hacâlet

***Ey rüşvet alan eşek, bu ne alçaklıktır ki, birkaç kuruş için bütün ömrünce utanç içinde yaşarsın.***

Yıldız arayup gökde nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde

Anlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde

Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

Her safhada bir şekl-i hakikat eder ibraz
Her gün çevirir bir varaka makleb-i âlem

Bin ders-i maârif okunur her varakında
Yârab ne güzel mekteb olur mekteb-i âlem

Şimdi uyuyanlar o zamanda uyanırlar
Bir subha resîde olur âhır şeb-i âlem
Mazlûma zâlim eyler iken zulm ü gadr ü âl Kârında âsim olduğunu eylemez hayâl

Emvâl-i halkı sârik alup sârikim demez
Kâtil vebâl-i katle dahi vermez ihtimâl

Ber-vech-i hak beyân eder elbette fi’ line
Her kangısından eyler isen ayrica süâl

Etmiş hülâsa bir emel-i hâs-ı bî-lüzûm
Her şahs-ı kayd-ı esâretle mübtelâ

Sözün kısası, her hür olan insan kendine özel gereksiz isteklere tutularak hürlüğünü kaybedip esir hale gelmiştir.

Her kimde aşk gâlib ise kurb-ı Hazret’e
Ol denlü anda derd ü belâdır füzûn-ter
Yârab nedir bu dehrde her merd-i zû-fünûn
Olmuş belâ-yı akl ile ârâmdan masûn
İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.
Bir sanat atölyesi (dünya) ne acayip bir dershanedir.
Her çizgisi, Allah katının kitabından bir göstergedir.
Dünya, adeta felaketin etrafında dönen bir değirmendir.
Sanki içindeki insanlık nokta kadardır.
(Bu dünya) bir dev gibi, yavrularını yer yutar.
Bu eskimiş dünya konağı ne acayip bir yuvadır.
Dünya’da görülen şekiller incelense;
ya rüya ya hayal ya da efsanedir.
Yazın kışa, baharın sonbahara dönüşmesi gibi;
dünyanın işleri de bir sona varacaktır.
İnsan için, kesin bir kazanma ihtimali yoktur.
Her inanış, aklımıza göre bilinemezdir.
Yarabbi! Bu ihtiyaç derdinin mücadelesi nedir?
Oysaki insanın ihtiyacı bir lokma ekmektir.
Bu mavi renkli kubbede saklanacak siper yoktur.
Bütün zerreler( yaratılmışlar) kaza oklarına hedeftir.
Biz ezeli hükmün ( Allah’ın isteği) isteğiyle vücut bulduk.
Görünürdeki doğrular ve yanlışlar hep bahanedir.
Bütün yanlışlar ne dünyanın gereği ne de zamanın getirdiğidir. Hepsi Yaratıcının muhteşem eseridir.
Güller güler figânla geçer ömr-i andelib
Bî-mâr ihtizârda ücret diler tabîb
Gâlib zebûnu kâ’idedir eylemek telef
Yerde havâda bahrde cârî bu gîrûdâr
سبحان من تحير في صنعه العقول
سبحان من بقدرته يعجز الفحول
Yârab nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâc
İnsanın ihtiyâcı bir lokma nânedir
Tanzimat döneminde dini kayıtsızlığın “ahlâk-ı milliyeyi ifsad ettiğini söyleyen Ziya Paşa şöyle devam eder:
“Ahlâk-ı milliye fasit oldu ve bugün devletimizin her şubesinde yeis ve üzüntüyle görülen fenalıklarin tamami işte bu kaynaktan doğdu. Ricâl-i devlet beyninde dinsizlik modası muteber olup, bu, avama, kadınlara ve hatta çocuklara kadar sirayet etti. Hatta namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslami farzları yerine getirmek bunlar için ahmaklık ve fısk ü fücur işlemek de akıllılık sayıldı. Bir kere bu ka- ide düsturu’l-amel olunca sair uygunsuzlukların hepsi birbirini doğurmakla şu yirmi otuz sene zarfında ahlâk-ı milliye o dereceye geldi ki babalarımız mezardan kalkıp bizi görseler elbette kendi evlâdı olduğumuzu tanıyamazlar. Belki fi- kirlerimize hayran hayran bakip mesela gazetelerimizi ıslahat ve terakkiyat gürültüleri ile dolu olduğu halde bizim devamlı geri gittiğimizi ve dini İslam üzere olduğumuzu iddia ile beraber onun emir ve yasaklarını tanımayışımızı, Avrupa- yi taklitle ileri gitmek iddiasında bulunduğumuz halde Avrupada görülen kanunlara riayet, sanayiin terakkisi, ticaretin genişlemesi ve hukukun temini gibi terakkinin sebeplerinden hiçbirini taklit etmeyip fakat tiyatro yapmak, baloya gitmek, zevcesini kıskanmamak, taharetsiz gezmek gibi şeylere yöneldiğimizi, Osmanlılara mahsus olan mürüvvet, hamiyet, edeb, acize merhamet, hukuka riayet, misafire hürmet, diyanet, emanet, şecaat gibi güzel şeyler günden güne içi- mizden çekilip cehalet, zillet, denaet, irtikap, hıyanet gibi zemmedilmesi gereken hasletlerin neşv ü nema bulmasını hayretle görüp bizi bildikleri akvamdan hiçbirine benzetemezler. Vakıa gerek İstanbul’da, gerek taşralarda hakikaten Osmanlının mümtaz vasıflarını taşıyan henüz çok kişiler bu- lunursa da bir iki karın daha geçince onlardan da kimse kalmayacağı, biz ahlâkımızı bu şekilde bozup gidersek ileride başka bir dış tehlikeye hacet kalmaksızın milletimizin mumun kendi kendine yanıp tükenişi gibi söneceği hiçbir akl-ı selim için yanlış bir benzetme değildir.
“Layık mıdır ki elde gökyüzü gibi bir şeriat ve iki yüz milyon Islam nüfusu içinde ve bin sene zarfında ne kadar büyük insanlar gelmiş ise cümlesinin ahiret ecri için vücutlarını vakfetmeleri ile meydana gelen fikıh gibi bir hakikat deryası mevcut iken ecnebilerden bir takım hükümler almağa kendimizi mecbur bilelim?
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr’ü güher yağsa semâdan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir