Cesare Pavese kitaplarından Tepelerdeki Şeytan kitap alıntıları sizlerle…
Tepelerdeki Şeytan Kitap Alıntıları
Tanrı, yok etmek istediklerini önce çıldırtır.
Poli denen çocuk bize bakıyordu. Şaşkın ve üzüntülü gözlerle yattığı yatağın içinden bakan hastalara benziyordu. Hiçbirimiz bu duruma düşmemiştik şimdiye kadar. Yine de, güneş yanığı teniyle otomobile yakışıyordu. Az önce attığımız naralardan utandım.
“Buradan Torino görünmüyor mu?” dedi, heyecanla ayağa kalkıp çevresine bakınarak. “Görünmesi gerek. Torino’yu görmüyor musunuz?”
Kısık, boğuk ve zayıf çıkan sesi bir yana, hemen hemen normal görünüyordu şimdi. Çevresine bakınırken Oreste’ye, “Üç gecedir buradayım,” dedi.
“Torino’nun göründüğü bir yer var. Gelmek ister misiniz? Güzel bir yer.”
Şimdi hep bir ağızdan konuşuyorduk, Oreste burnunun dibine sokulup, “Evden mi kaçtın?” diye sordu.
“Torino’da bekliyorlar beni,” dedi.
“Zengin, dayanılmaz insanlar.”
Utangaç bir çocuk gibi gülümseyerek bize baktı.
“Ne kadar iğrenç bazı insanlar, her şeyi eldivenle yapıyorlar. Çocuklarını ve milyonlarını da.” Pieretto, biraz uzaktan, kim bilir neler düşünerek bakıyordu. Beriki sigara çıkarıp herkese tuttu. Sigaralar yumuşak ve kuruydu. Yaktık.
“Beni seninle ve arkadaşlarınla birlikte görseler dalga geçerlerdi,” dedi Poli.
“O insanları ekmek beni eğlendiriyor.”
Pieretto yüksek sesle, “Her şeyle eğlenilmez,” dedi.
Poli, “Şaka yapmak hoşuma gidiyor,” dedi.
“Sizin de gitmez mi?”
“Zengin biri hakkında kötü konuşabilmek için,” dedi Pieretto, “onun yaptıklarını yapabilmek gerek. Ya da tek kuruş harcamadan yaşamak.”
Bunun üzerine Poli, yıkılmış bir yüzle, “Sahi mi?” dedi. Bunu öyle kaygılı söyledi ki Oreste gülümsemeden edemedi. Beriki hemen kollarını açıp biz de ondan yanaymışız havasıyla omzumuza attı ve çok alçak bir sesle, “Başka bir nedeni var,” dedi.
“Söyle.”
Poli kollarını indirip iç çekti. Gözlerinin derinliğinden, gururu kırılmış gibi bakıyordu bize, şimdi daha da kötü görünüyordu. “Bu gece kendimi bir Tanrı gibi duyumsuyorum,” dedi. Kimse gülmedi. Bir an sessizlik oldu, sonra Oreste’den bir öneri geldi: “Torino’yu görmeye gidelim.”
Yokuştan inip bir dönemeçteki sekiye geldik. Aşağıda Torino’nun ışıkları yansılanıyordu. Sekinin tam ucunda durduk. Poli, kolu Oreste’nin omzunda, ışık denizine baktı. Sonra sigarasını attı, hâlâ bakıyordu.
“Pekâlâ. Ne yapıyoruz?” dedi Oreste.
“İnsan ne kadar küçük,” dedi Poli. “Eğri büğrü sokaklar, avlular, bacalar. Buradan bakınca bir yıldız denizine benziyor. İnsan içinde olunca farkına bile varmıyor.”
Pieretto birkaç adım geri çekildi. Bir çalılığı sularken bağırdı: “Siz bizimle dalga geçiyorsunuz.”
Poli sakindi: “Karşıtlığı severim. Yalnızca karşıtlıklarda insan kendini daha güçlü hissediyor, bedenine üstün geldiğini düşünüyor. Düş kurmuyorum.”
“Kim kuruyor ki?” dedi Oreste. Beriki gözlerini kaldırıp gülümsedi.
“Kim mi? Herkes. O evlerde uyuyan kim varsa. Kendilerinin bir şey olduğunu sanıyorlar, düşler görüyorlar, uyanıyorlar, sevişiyorlar, ‘ben filancayım ve öteki falanca’ ve tersine ”
“Tersine ne?” dedi Pieretto yaklaşarak.
Sözü kesilen Poli, arkasını getiremedi. Lafını ararken parmaklarını çıtlattı. “Yaşamın sıkıcı olduğunu söylüyordun,” dedi Oreste.
“Biz neysek yaşam da o,” dedi Pieretto.
“Oturalım,” dedi Poli. Hiç sarhoşa benzemiyordu. O sıkıntılı gözlerinin de, ipek gömleği, el sıkışı, güzel otomobili gibi olduğuna inanmaya başladım; onun için alışılmış, ondan ayrı düşünülemeyecek şeylerdi. Öylece otların üzerine oturup biraz çene çaldık. Onlar konuşurken ben ağustosböceklerini dinliyordum. Poli, Pieretto’nun iğnelemelerine aldırmaz görünüyor, neden üç gecedir Torino’dan ve insanlardan kaçtığını açıklıyordu ona; bazı otellerden, önemli kişilerden, metreslerden söz etti. Pieretto giderek heyecanlanıp dediklerini onayladıkça, ben soğuyordum adamdan, safın biri olduğuna inanmaya başlamıştım.
“Buradan Torino görünmüyor mu?” dedi, heyecanla ayağa kalkıp çevresine bakınarak. “Görünmesi gerek. Torino’yu görmüyor musunuz?”
Kısık, boğuk ve zayıf çıkan sesi bir yana, hemen hemen normal görünüyordu şimdi. Çevresine bakınırken Oreste’ye, “Üç gecedir buradayım,” dedi.
“Torino’nun göründüğü bir yer var. Gelmek ister misiniz? Güzel bir yer.”
Şimdi hep bir ağızdan konuşuyorduk, Oreste burnunun dibine sokulup, “Evden mi kaçtın?” diye sordu.
“Torino’da bekliyorlar beni,” dedi.
“Zengin, dayanılmaz insanlar.”
Utangaç bir çocuk gibi gülümseyerek bize baktı.
“Ne kadar iğrenç bazı insanlar, her şeyi eldivenle yapıyorlar. Çocuklarını ve milyonlarını da.” Pieretto, biraz uzaktan, kim bilir neler düşünerek bakıyordu. Beriki sigara çıkarıp herkese tuttu. Sigaralar yumuşak ve kuruydu. Yaktık.
“Beni seninle ve arkadaşlarınla birlikte görseler dalga geçerlerdi,” dedi Poli.
“O insanları ekmek beni eğlendiriyor.”
Pieretto yüksek sesle, “Her şeyle eğlenilmez,” dedi.
Poli, “Şaka yapmak hoşuma gidiyor,” dedi.
“Sizin de gitmez mi?”
“Zengin biri hakkında kötü konuşabilmek için,” dedi Pieretto, “onun yaptıklarını yapabilmek gerek. Ya da tek kuruş harcamadan yaşamak.”
Bunun üzerine Poli, yıkılmış bir yüzle, “Sahi mi?” dedi. Bunu öyle kaygılı söyledi ki Oreste gülümsemeden edemedi. Beriki hemen kollarını açıp biz de ondan yanaymışız havasıyla omzumuza attı ve çok alçak bir sesle, “Başka bir nedeni var,” dedi.
“Söyle.”
Poli kollarını indirip iç çekti. Gözlerinin derinliğinden, gururu kırılmış gibi bakıyordu bize, şimdi daha da kötü görünüyordu. “Bu gece kendimi bir Tanrı gibi duyumsuyorum,” dedi. Kimse gülmedi. Bir an sessizlik oldu, sonra Oreste’den bir öneri geldi: “Torino’yu görmeye gidelim.”
Yokuştan inip bir dönemeçteki sekiye geldik. Aşağıda Torino’nun ışıkları yansılanıyordu. Sekinin tam ucunda durduk. Poli, kolu Oreste’nin omzunda, ışık denizine baktı. Sonra sigarasını attı, hâlâ bakıyordu.
“Pekâlâ. Ne yapıyoruz?” dedi Oreste.
“İnsan ne kadar küçük,” dedi Poli. “Eğri büğrü sokaklar, avlular, bacalar. Buradan bakınca bir yıldız denizine benziyor. İnsan içinde olunca farkına bile varmıyor.”
Pieretto birkaç adım geri çekildi. Bir çalılığı sularken bağırdı: “Siz bizimle dalga geçiyorsunuz.”
Poli sakindi: “Karşıtlığı severim. Yalnızca karşıtlıklarda insan kendini daha güçlü hissediyor, bedenine üstün geldiğini düşünüyor. Düş kurmuyorum.”
“Kim kuruyor ki?” dedi Oreste. Beriki gözlerini kaldırıp gülümsedi.
“Kim mi? Herkes. O evlerde uyuyan kim varsa. Kendilerinin bir şey olduğunu sanıyorlar, düşler görüyorlar, uyanıyorlar, sevişiyorlar, ‘ben filancayım ve öteki falanca’ ve tersine ”
“Tersine ne?” dedi Pieretto yaklaşarak.
Sözü kesilen Poli, arkasını getiremedi. Lafını ararken parmaklarını çıtlattı. “Yaşamın sıkıcı olduğunu söylüyordun,” dedi Oreste.
“Biz neysek yaşam da o,” dedi Pieretto.
“Oturalım,” dedi Poli. Hiç sarhoşa benzemiyordu. O sıkıntılı gözlerinin de, ipek gömleği, el sıkışı, güzel otomobili gibi olduğuna inanmaya başladım; onun için alışılmış, ondan ayrı düşünülemeyecek şeylerdi. Öylece otların üzerine oturup biraz çene çaldık. Onlar konuşurken ben ağustosböceklerini dinliyordum. Poli, Pieretto’nun iğnelemelerine aldırmaz görünüyor, neden üç gecedir Torino’dan ve insanlardan kaçtığını açıklıyordu ona; bazı otellerden, önemli kişilerden, metreslerden söz etti. Pieretto giderek heyecanlanıp dediklerini onayladıkça, ben soğuyordum adamdan, safın biri olduğuna inanmaya başlamıştım.
Tanrı, yok etmek istediklerini önce çıldırtır.”
*
*
Tanrı, yok etmek istediklerini önce çıldırtır.
“Sen deliysen, ben de deliyim. Belki bir kez olsun anlaşırız, kim bilir,”
“Çivi çiviyi söker,” dedi Pieretto, “bir tek at.” Bir kadeh doldurdu.
Her şeye, denize, bir çocuğa, bir kediye, “Tanrım, ne kadar güzel! diyen biriydi Carlotta.
Gözüpek olmak gerekiyor, ancak dibe vurarak kurtulabilir insan ”
“Dip yok ama.”
Ölümden sonra sürüp giden bir şey,” diyordu Poli.
“Dip yok ama.”
Ölümden sonra sürüp giden bir şey,” diyordu Poli.
din eski bir ticarettir ”
Kötülüğün, ölümün bizden gelmediğini anladım, onları yaratan biz değiliz
insan eskisinden beter oluyor, beni korkutan bu.
Mantık sırasında gidelim. Eğer dünya seni ilgilendirmiyorsa ve Tanrı’yı gözlerinin içinde taşıyorsan, yaşadığın sürece O’nu aynada görüyorsun demektir.
[ ] Köşeye sıkışmadıkça, kim kendini tanıdığını söyleyebilir? Bilinç yalnızca bir lağımdır; sağlık açık havada, insanların arasında
Sözcüklerden korkuyor musun? Sen istediğin adı ver. Salt özgürlük ve kesinliğe ben Tanrı diyorum. Tanrı var mı, diye düşünmüyorum, özgür, kuşkusuz ve mutlu olmak yetiyor bana, O’nun gibi. Ve buraya varmak, Tanrı olmak için insan dibe inmesi, kendini eksiksiz tanıması yetiyor.
[ ] Aşağılık olduğumuzu bilmek yetmez, bu çok az. Neden diye sormak, öyle olmayabileceğimizi, bizim de Tanrı’nın benzeri olarak yaratıldığımızı anlamak gerekir. Böylesi daha güzel.
Yapacak tek şey, kendi içimize inmek ve kim olduğumuzu bulup çıkarmak.
Biri boğazımı sıksın isterdim. Başka bir şeye layık değilim.
Oh, oh, bunalımdayız.
Oh, oh, bunalımdayız.
İki kişi olunca çok az konuşuluyor, yanıtlar da biliniyor zaten. İki kişi olmanın yalnız olmaktan farkı yok [ ]
İyileşmek zorunda olduğumu, bir çocuk gibi her şeyi yeniden öğrenmek zorunda olduğumu anladığımda Bazı şeyler asla iyi bilinemiyor. Ölmek beni korkutmadı. Güç olan yaşamak Bunu bana öğreten o zavallıcığa teşekkür borçluyum
Bütün suç parada, diye lafı bağladı. Çok paran yoksa, ya okursun ya çalışırsın, haylazlık etmeye de zamanın olmaz.
Din, dedi Pieretto, dura dura, işlerin nasıl gittiğini anlamaktır. Kutsal su işe yaramaz. İnsanlarla konuşmak, onları anlamak gerekir, herkesin ne istediğini bilmek. Herkes yaşamda bir şeyler ister, ne olduğunu iyi bilmediği bir şeyler yapmak. Ve herkesin isteğinde Tanrı vardır. Anlamak ve anlamalarına yardım etmek yeter
Tıp da bir tür tarımdır, dedi Oreste, neşeyle, sağlıklı bir vücut ürün veren bir tarla gibidir.
Güneş için gitmiyoruz, dedi Pieretto, ne de suya girmek için.
Peki niçin gidiyoruz? dedi Oreste.
Başkalarını kendimiz gibi çıplak görmek için.
Peki niçin gidiyoruz? dedi Oreste.
Başkalarını kendimiz gibi çıplak görmek için.
Dünyada böyle, birilerinin doğup büyüdüğü, biri için çok özel olan ne kadar çok yer vardır, diye düşündüm; birinin kanında taşıdığı, başka kimsenin bilmediği.
İnsan yaşlı doğar, dedim, asla sonradan yaşlanmaz.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Yaz güneşinden, bu güçlü ışıktan, bereketli doğadan daha çok ölüm kokan hiçbir şey yok, diye sürdürdü. Havayı soluyorsun, ormanı dinliyorsun ve ağaçların da, hayvanların da umurunda bile olmadığını fark ediyorsun. Her şey yaşıyor ve kendini tüketiyor. Doğa ölümdür
Ama ben bu masumluğu arıyorum, dedi Poli inatla, dili dolaşarak, ve bir alçak, aynı zamanda da bir insan olduğuma inandıkça buluyorum onu. İnsanın durumunun zayıflık olduğuna inanıyor musun, inanmıyor musun? Önce düşmezsen nasıl kalkabilirsin?
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
İnsan ne kadar kararlı olursa o oranda düşüyor. Dibe vuruyor. Her şeyi yitirince kendimizi buluyoruz.
Karşıtlığı severim. Yalnızca karşıtlıklarda insan kendini daha güçlü hissediyor, bedenine üstün geldiğini düşünüyor. Düş kurmuyorum.
İnsan ne kadar da küçük, dedi Poli. Eğri büğrü sokaklar, avlular, bacalar. Buradan bakınca bir yıldız denizine benziyor. İnsan içinde olunca farkına bile varmıyor.
Ne kadar iğrenç bazı insanlar, her şeyi eldivenle yapıyorlar. Çocuklarını ve milyonlarını da.
Bunun başka bir açıklaması yok, dedi. Ya her şey bir hiçlikten ibaret ya da ruh denen şey var.
İnsanın içindeki en yaşlı ruhun çocukluğunun ruhu olması, inanılmaz bir şey. Bana her zaman çocukmuşum gibi geliyor
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Hayvanların umursamazlığını severim, bizden daha özgürler
Korkunç bir güç var bizde, özgürlük.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Her şeyi yitirince kendimizi buluyoruz.
Korkunç bir güç var bizde, özgürlük. İnsan masum olabilir. Acı çekmeyi de seçebilir.
Hep bir can sıkıntısı vardır önce, sonra ilk hata işlenir ve her şey buradan doğar.
İnsan bir şeyleri denemek ister, tehlike gereksinimi diye bir şey vardır sonra, sınırlarıysa içinde yaşadığın ortam koyar.
Ya sen ölünce,” dedi Oreste, ne anlamış olacaksın”’
“Seni uğursuz ölü gömücü,” dedi Pieretto. “
“Seni uğursuz ölü gömücü,” dedi Pieretto. “
Ölünce insan bir şey istemez.
Pieretto pek çok şeyin gizli yapıldığını, ama günah
olmadığını söyledi. “Geleneklere ve yapılış biçimine bağlı,” dedi.
olmadığını söyledi. “Geleneklere ve yapılış biçimine bağlı,” dedi.
“Günah olan yalnızca yapılanı anlamamaktır
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
“Bir kez başına gelenin bir kez daha olacağını bilmiyor musun?
Ya da insanın bir kez bir şey yaptığında, aynı şeyi artık hep yaptığını?
İnsanın başını hep aynı derde sokması asla rastlantı değildir. Yazgı diyorlar buna.”
Din eski bir ticarettir.
“Havayı soluyorsun, ormanı dinliyorsun ve ağaçların da, hayvanların da umurunda bile olmadığını fark ediyorsun.
Her şey yaşıyor ve kendini tüketiyor. Doğa ölümdür ”
Her şey yaşıyor ve kendini tüketiyor. Doğa ölümdür ”
İnsan ne kadar kararlı olursa o oranda düşüyor. Dibe vuruyor. Her şeyi yitirince kendimizi buluyoruz.”
“Budalanın biri,” dedim.
“Seven bir kadın her zaman budaladır,” dedi Pieretto da
“Seven bir kadın her zaman budaladır,” dedi Pieretto da
Zenginlik güç demektir. İşte bu kadar.
Dünyada benden daha saçma, ayrıcalıklı kişiler, gece gündüz benden daha fazla eğlenen tembeller var, dedim kendi kendime.
İnsanın gününü küçük günahlar dolduruyor. Küçük kusurlar, değersiz şeyler için yaşamını ortaya koyuyorsun. Dünya öğrenecek şeylerle dolu.
Erkeğin niteliği katlandığı kadınlardan anlaşılır.
“Bazen, kadınlar anlıyor mu diye sorarım kendime. Bir erkeğin ne olduğunu anlıyor mu? Kadınlar ya üstüne atlarlar ya peşlerinden koşturmak için kaçarlar. Hiçbir kadın yalnız kalmayı bilmez.”
“Hayvanların umursamazlığını severim, bizden daha özgürler..”
Pieretto kandan söz etmeye başladı. Bakire ve yabanıl olandan zevk almak kan dökmekten zevk almaktır, dedi. “İnsanlar yaralamak, kan dökmek için sevişirler,” diye açıkladı. “Bir bakireyle evlenen kent soylu da bu zevki tatmak ister..”
“Kes şunu,” diye haykırdı Carlotta.
“Niçin?” Dedi Pieretto. “Hepimiz bize de bir kez nasip olur diye umuyoruz..”
“Kes şunu,” diye haykırdı Carlotta.
“Niçin?” Dedi Pieretto. “Hepimiz bize de bir kez nasip olur diye umuyoruz..”
“Fazla hızlısın,” diyordum ona, “bırakmıyorsun seni tanısınlar. Bir kız kiminle birlikte olacağını bilmek ister.”
Bilinç yalnızca bir lağımdır; sağlık açık havada, insanların arasında.
Tanrı, yok etmek istediklerini önce çıldırtır.
“İki kişi olunca çok az şey konuşuluyor, yanıtlar da biliniyor zaten. İki kişi olmanın yalnız olmaktan farkı yok..”
“İyileşmek zorunda olduğumu, bir çocuk gibi her şeyi yeniden öğrenmek zorunda olduğumu anladığımda.. bazı şeyler asla iyi bilinemiyor. Ölmek beni korkutmadı. Güç olan yaşamak..”
“Toprak, kadına benzer. Şimdi gençsiniz, ama zamanı gelince öğreneceksiniz. Kadının her gün bir şeyi vardır: başı ağrır, sırtı ağrır, aybaşı olmuştur. Ama evet, ayın etkisi olmalı, batan ve yükselen ayın..”
Erkeğin o eski, kadının bakire olması isteğinin de, bir yere ilk varan kişi olma saplantısının kalıntısı olduğunu ekledi sonra.
“Yaşamın sıkıcı olduğunu söylüyordun,” dedi Oreste.
“Biz neysek yaşam da o,” dedi Pieretto.
“Biz neysek yaşam da o,” dedi Pieretto.
O evlerde uyuyan kim varsa.
Kendilerinin bir şey olduğunu sanıyorlar, düşler görüyorlar, uyanıyorlar, sevişiyorlar, ‘ben filancayım ve öteki falanca’
Kendilerinin bir şey olduğunu sanıyorlar, düşler görüyorlar, uyanıyorlar, sevişiyorlar, ‘ben filancayım ve öteki falanca’
“İnsan ne kadar küçük,” dedi Poli.
“Eğri büğrü sokaklar, avlular, bacalar. Buradan bakınca bir yıldız denizine benziyor. İnsan içinde olunca farkına bile varmıyor.”
“Eğri büğrü sokaklar, avlular, bacalar. Buradan bakınca bir yıldız denizine benziyor. İnsan içinde olunca farkına bile varmıyor.”
“Zengin biri hakkında kötü konuşabilmek için,” dedi
Pieretto, “onun yaptıklarını yapabilmek gerek. Ya da tek
kuruş harcamadan yaşamak.
Pieretto, “onun yaptıklarını yapabilmek gerek. Ya da tek
kuruş harcamadan yaşamak.
“Kadınların hoşuna gitmek için,” diye öğüt verdim ona, “budala görünmek gerek.”
“Doğru değil,” dedi, “bu yetmez. Budala olmak da gerek.”
“Doğru değil,” dedi, “bu yetmez. Budala olmak da gerek.”
Bir kadın her şeyi kabul edebilir, ama erkeğin bir bilinç bunalımı geçirmesini asla.
“Uyuyan günah işlemez,” dedi gülerek.
“Kimde uyuyacak göz var ki?”
“Kimde uyuyacak göz var ki?”
Bir suya karşıdan bakmakla içine dalmak arasında fark vardır.
“Ama ben masumluğu arıyorum. Ve bir alçak, aynı zamanda da bir insan olduğuma inandıkça buluyorum onu. İnsanın durumunun zayıflık olduğuna inanıyor musun, inanmıyor musun? Önce düşmezsen nasıl kalkabilirsin?”
“İnsan ne kadar kararlı olursa o oranda düşüyor. Dibe vuruyor. Her şeyi yitirince kendimizi buluyoruz.”
Seven bir kadın her zaman budaladır.
“Bir kadın her şeyi kabul edebilir, ama erkeğin bir bilinç bunalımı geçirmesini asla.”
“Sarhoş sarhoştur,” dedi. “Ne esrarı seçer artık, ne şarabı. Zamanında seçmiş bir kez, milyonlarca yıl önce, ilk kez, yaşasın, diye haykırdığında.”
“Bu modern geceler,” dedi Pieretto. “Dünya kadar eski.”