İçeriğe geç

Teleny Kitap Alıntıları – Oscar Wilde

Oscar Wilde’ın eserlerinden Teleny Kitap Alıntıları sizlerle…

Teleny Kitap Alıntıları

Her sanatçının beyninde bir miktar delilik tohumu vardır.
Sevgim size ağır gelebilir.
Günün birinde size onun yaşam öyküsünü anlatırım; o za­man evlilik bağı yerine neden özgürlüğü seçtiğini anlarsınız.
Eşler arasındaki ilişkiyi dayanılmaz kılan nedir? Çok fazla iç içe olmak, incelikten uzak ayrıntılar, günlük ya­şamın bayağılığı.
Çünkü hiçbir şey aşkın ateşini kısa bir ayrılıktan daha fazla artıramaz.
Öpüşmüyorduk ama soluğumuz yakıcı bir yaşam akıtıyordu içimize.
Ne yazık! Kalbimizin sesine kulak vermiyoruz her zaman! Aksine, sıklıkla bilinçaltımız, karmakarışık olmuş bey­nimiz, yanlış hesaplarımız tarafından yönlendirilmiyor muyuz?
Soğukkanlılığım duygularıma yenildi.
Artık erkeklerin ne olduğunu ve aşkın neye mal olacağını bi­liyordu.
Eğer hemen teslim olmuş olsaydı, belki de gitmesine izin verirdim; direnmesi onu istenilir kılıyordu.
Ah! O gözler! Derin bir kuyunun karanlık örtüsü gibi dipsiz gözler.
Sizinkine kar­şı gizli bir zaafı varmış gibi görünen, manyetik eller vardır; basit bir dokunuşu bile sinir sisteminizi sarsar, sizi büyük hazlara boğar.
Bu dünyada kim deli, kim erdemli, kim ahlaksız, siz biliyor musunuz?

Ben bilmiyorum..

“Hiçbir şey aşkın ateşini kısa bir ayrılıktan daha fazla arttıramaz. “
Kendi kendime, şu aptal doğanın haz kapılarını neden böyle engellediğini düşündüm.”
“Bu ölümün durgun sessizliği değil, canlı hayatın ağır uykusuydu.”
– Onu bulmak için elinde nasıl bir ipucu var?
+Hayalleri benimkilerle örtüşüyor olmalı.
Hayır, hayat sadece hoş olduğu sürece yaşamaya değer.
Neden Yahuda bizi o anda öldürmedi? Onu yeterince tahrik etmemiş miydik? Neden bu kıskanç Tanrı bizim mutluluğumuza istek duymamıştı? Neden bizi yok etmek için intikam yıldırımları göndermemişti? Neden bizi o anda cehenneme atmamıştı?
Bir daha öpüşmedik; cansızlaşmış dudaklarımız birbirinin soluğunu emmişti. Gözlerimiz artık anlamlı bakmıyordu; tükenmiştik, aşırı tatmini takip eden o ilahi bitkinlikle yığılmıştık.
Eski kafalılar ve taş kalpliler beni lanetleyebilirler istiyorlarsa! Umrumda değil…
… batıl inançlar dinin en eski ve sapkın şekli değil midir? Bir kurtarıcı, bir aracı, bir papaza gereksinim duyan din adamı değil günahkardır. Çekeceğiniz bir ceza yoksa, din ne işe yarar? Din, “doğaya aykırı” olarak adlandırılan bir tutku için fren olamaz; aksine bu tutku doğamıza öylesine kök salmıştır ki, mantık bile ne kökünü kazıyabilir ne de maskeleyebilir.
His kiss was like the last emanation of a withering flower, or like the sweet scent shed at evening tide by one of those delicate white cactus blossoms that open their petals at down, follow the sun in its diurnal march, then droop and fade away with the planet’s last rays.
At parting from him I felt as if I had been bereft of my soul itself.
Çünkü toplum sizden tam olarak erdemli olmanızı talep etmez, ama ahlaklı görünmeyi sürdürmenizi ve her şeyden öte, skandaldan kaçınmanızı zorunlututar .
-son
+ “ Hüzünlü ,ya da saplantılı bir yaradılışı yoktu, değil mi ? “
– “Hayır asla.sadece batıl inançlı biriydi”
+ “Tüm sanatçılar gibi sanırım “
𝐍𝐨𝐧𝐜𝐢𝐩𝐞𝐧𝐬𝐢𝐚𝐦
(Takma kafana)
Değişmeyen cevabı,‘’ Kaderim, benim şu kötü kaderim’’
O anda, başı olanın mutlaka bir de sonu olması gerektiğini düşünmeden gökle yer arasında uçuşuyorduk adeta.
Zaten ben asla Iago gibi, “Erdem bir yalandır!” demedim. Hayır, erdem günahın hoş tadını taşır ama kötülük bir asit gibidir, oldukça da muhteşemdir. Biri ya da diğeri olmadan, yaşam yavan kalır.
Eğer bir günah vardıysa, bu kanımın, mizacımın hatasıydı, benim değil. Isırganları bahçeme diken kimdi? Ben değil.
Yalnızca riyakarların ve yalancıların refah içinde yaşadığı, dar görüşlü, tutucu toplumumuzu lanetliyordum. Duyularımızla sağlanan tüm hazları aptalca veto eden, olabildiğince yozlaşmış dinimizi lanetliyordum.
Onu aklımdan silmek için gösterdiğim çabalar bu konuda başarlı olmamı önlüyordu. Onu unutamamaktan o kadar endişeleniyordum ki bu endişe bile bana onun görüntüsünü anımsatıyordu.
Aşıkların bulduğu çözümler nisan yağmurları gibidir.
Dünyanın bir ucuna, ıssız bir adaya ya da herhangi bir yere kaçmak için ruhumu hiçliğe, bedenimi ise ateşe atmaya canı gönülden istekliydim.
-deli olduğumu mu düşünüyorsunuz?
yanıt beklemeden devam etti:
-bu dünyada kim sağlıklı, kim deli? kim erdemli, kim ahlaksız? siz biliyor musunuz? ben bilmiyorum.
Duyularımı kaybediyordum. Bu güzel dünyamıza lanet ettim. Sadece riyâkarlıkta gelişen bu dar kafalı topluma lanet ettim. Üstümüzde kötü bir etki bırakan, bütün zevkleri reddeden dine lanet ettim.
‘Kim akıllı, kim deli? Şu dünyada kim erdemli, kim ahlâksız? Biliyor musun? Ben bilmiyorum.’
Çünkü toplum sizden tam olarak erdemli olmanızı talep etmez, ama ahlaklı görünmeyi sürdürmenizi ve her şeyden öte, skandaldan kaçınmanızı zorunlu tutar.
Fakat kırık bir kalbi hangi ilaç iyileştirebilir!
Ayaklarının bastığı her basamağı öpmek isterdim.
Minnet, insan doğası için katlanılmaz bir yüktür.
Ruhen gerçek anlamda sağlıklı tek kişi tanıyorum, o da ayakkabıcım. Yalnızca haftada bir kez delirir; pazarları, sarhoş olduğunda.
Çekinmeden düşmanın karşısına dikilirseniz, yarı yarıya yenilmiş sayılır.
Neden insanlar güçlerinin üzerinde girişimlerde bulunabilecek şekilde gönderilmişti dünyaya?
Fakat neden, şaşkınlar, aşklarını genellikle hiç umursamayacak erkeklere verir?
Günah, dedi, Bizi hayata bağlayan tek şeydir.
-Bir sanatçı yalnızca kendi yetenekleriyle başarılı olamaz mı yani?
-Bazen ama nadiren ve genellikle de sanatçılarda pek bulunmayan bir kararlılık sayesinde.
Kim bir el dokunuşuyla ortaya çıkan değişik duygular hissetmemiştir ki? El, mizacın göstergesidir. Bazı eller, kış ortasında bile sıcak ve ateşlidir, bazılarıysa cehennem sıcağında bile soğuk, hatta buz gibidir.
Güzel olan her şeyin anında öldürdüğü, en tatlı günahların ölümcül zehirler akıttığı tropikal bir cennette kaybolmuş gibiydim..
Din adamı cenazedeki sözlerini şöyle bitiriyordu; ‘’bu ahlaksız aydınlıktan karanlığa düşecek ve tüm kapılar üzerine kapanacak’’
Bunun üzerine merhumun tüm günahkar dostları güçlü bir sesle bağırdılar; AMİN!
Tanrı tüm günahlarımı açığa çıkarmış, dünya bana karşı ayaklanmıştı. Çünkü toplum sizden tam olarak erdemli olmanızı talep etmez, ama ahlaklı görünmenizi ve skandaldan kaçınmanızı zorunlu tutar..
Güzel olan her şeyin anında öldürdüğü, en tatlı günahların ölümcül zehirler akıttığı tropikal bir cennette kaybolmuş gibiydim..
Ruhen sağlıklı tek kişi tanıyorum, o da ayakkabıcım. Yalnızca haftada bir kez delirir, pazarları, sarhoş olduğunda..
Böyle bir öpücük verdikten sonra yeminlere ne gerek vardı? Yeminler, dudaklardan dökülen ve unutulan vaatlerdi. Oysa böylesi bir öpücük sizi mezara kadar izlerdi..
Tutkumla boşuna mücadele ettim, şimdi teslim oluyorum. İlahi güçlere av olmuş lanetli bir ruha benziyor olmalıydım artık..
Onunla birlikte olsaydım, onda açtığım yaradan dolayı bana tapacaktı.
Ama kendini böyle koşulsuz teslim eden bir kadınla birlikte olmak hoşuma gitmiyordu..
Benden kaçmanın yollarını aradı, kadife patilerinden tırnaklarını çıkaran bir kediden çok, savunmasız halde kanat çırpan bir kuş gibiydi..
Hangisi daha büyük günah olurdu?
Zavallı bir genç kızı baştan çıkarıp sonsuza dek yok etmek mi, yoksa bedenime ve ruhuma işkence eden tutkuya teslim olmak mı?
İçinde aşkın kırıntısı dahi yoktu, kollarına atılmak için hayatını tehlikeye atan bu genç kadına karşı acı dolu bir merhamet hissediyordu artık sadece..
Son giysilerde havada uçuştu; artık elveda çekingenlik ve geride kalmış masumiyet!
Bakışlarınızı şarap gibi akıtmayın içinize,
İhtişamı yok olur..
Onunla olmayı seviyorum, beni bir an bile ihmal etmedi, yaptığı hatalar ne olursa olsun, basitliği ve Zevk düşkünlüğü konusunda ne derlerse desinler. yaşamının ahlak kuralları ile uyumsuz geçmesi onun değil, benim suçumdu..
Eski kafalılar ve taş kalpliler beni lanetleyebilir, umrumda bile değil.
Eğer bir günah varsa, bu kanımın ve mizacımın hatasıydı,
Benim değil…
Bu dünyada kim deli, kim erdemli, kim ahlaksız, siz biliyor musunuz?
Ben bilmiyorum..
Erdem günahın hoş tadını taşır; ama kötülük bir asit gibidir, ve oldukça da muhteşemdir. Biri ya da diğeri olmadan yaşam yavan kalır..
Minnet, insan doğası için katlanılmaz bir yüktür.
Çekinmeden düşmanın karşısına dikilirseniz, yarı yarıya yenilmiş sayılır.
En cesur adam bile kendini göstermeyen bir düşmana karşı koyamaz.
Yalnızca riyakarların ve yalancıların refah içinde yaşadığı, dar görüşlü, tutucu toplumumuzu lanetliyordum. Duyularımızla sağlanan tüm hazları aptalca veto eden, olabildiğince yozlaşmış dinimizi lanetliyordum.
Minnet, insan doğası için katlanılmaz bir yüktür.
Neden insanlar güçlerinin üzerinde girişimlerde bulunabilecek şekilde gönderilmişti dünyaya? Çok sevdiği çocuğunu cezalandırma hazzını yaşamak için itaatsizliğe iten baba olabilir miydi?
Çekinmeden düşmanın karşısına dikilirseniz, yarı yarıya yenilmiş sayılır.
İnsan kalbindeki çelişkilere hiç tanık olmadınız mı?
Eski kafalılar ve taş kalpliler beni lanetleyebilirler istiyorlarsa! Umurumda değil…
Erdem günahın hoş tadını taşır; ama kötülük bir asit gibidir, oldukça da muhteşemdir. Biri ya da diğeri olmadan yaşam yavan kalır.
Eğer bir günah vardıysa, bu kanımın, mizacımın hatasıydı benim değil. Isırganları bahçeme diken kimdi?
Bedenim bedenine, ruhum ruhuna, yaşamım yaşamına aç!
Karanlıkta ışığımsın sen, diye devam ettim; beni ısıtan ateşsin sen; kutbun uçsuz bucaksız buzulları benim için yeryüzü cenneti olurdu sen orada olsaydın.
– Hayır. Yaşamak gerek.
– Yaşamak? Peki nasıl?
Bu durumda ölüm yaşamın en mutlu anı olmalıydı, çünkü insan böyle bir sarhoşluğu iki kez yaşayamazdı…
Hayır, yaşam ne kadar hoş olursa olsun gösterdiğimiz çabaya değmiyordu. Benim için ise tam bir yüktü…
Onu kaybettiğim anda yeniden bulma isteğim artıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir