İçeriğe geç

Tefsirlerin Özü: Safvetü’t Tefasir Kitap Alıntıları – Muhammed Ali Es-Sabuni

Muhammed Ali Es-Sabuni kitaplarından Tefsirlerin Özü: Safvetü’t Tefasir kitap alıntıları sizlerle…

Tefsirlerin Özü: Safvetü’t Tefasir Kitap Alıntıları

&“&”

Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yapar."

Al-i İmran 40

Allah’ın verdiği renk ile boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Biz ancak O’na kulluk edenleri (deyin)."
Bakara 138
Benim belimi iki adam kırmıştır: Birincisi, ilmiyle amel etmeyen alim; ikincisi, ilmiyle amel eden cahil."
Hz. Ali
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنْ الغَيِّ
[Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır..]
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ
[sabredenler o kimselerdir ki, kendilerine bir sıkıntı, veya bir bela veya hoşa gitmeyen bir şey geldiğinde,
قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعِعُونَ
Biz Allah’ın kullarıyız ve biz ona döneceğiz derler.]
Yani bu davranışlarıyla Allaha döneceklerini ifade eder, kendilerinin Allah’ın kulları olduklarını, Onun, dilediğini yapabileceğini kabul ederler.
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ
[ibadet ve itaatla beni hatırlayın ki, bende mağfiret ve sevaba sizi hatırlayayım.]
وَاشْكُرُوا لِي وَلاَ تَكْفُرُونِي
[size verdiğim nimetime şükredin, isyan ve inkarla ona nankörlük etmeyin.]
Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, Bakara sûresi’nin okunduğu evden kaçar."
Müslim, Tirmizi
Bazı araştırıcılar şöyle der : İsrailoğulları’nın ruhları isyanları sebebiyle karardığı için hiçbir nizam tanımadan hareket ediyorlar, kibir ,gurur ve taşkınlıklarından dolayı kendilerini büyük görüyorlardı .Kendilerine tevrattaki hükümlerle amel etmeleri emredildiğinde onları ağır buldular ve Allah’a isyan ettiler. Bundan dolayı Allah onların üzerine Tur dağını kaldırınca bunu Tevrattaki emirlerden daha ağır buldular ve Tevratın hükümleriyle amel etmek onlara hafif geldi.
Allah’a karşı nasıl edepli davranılacağını kullara öğretmek için, âyet-i kerimede kendilerine nimet verdiğin" ifadesi kullanılarak, nimet Allah’a isnat edildiği halde, idlal ve gazap O’na isnat edilmemiş ve "kendilerine kızdığın" veya "kendilerini saptırdığın" denilmemiştir. Çünkü, her ne kadar O’nun takdiri ile de olsa, edeben, şer Allah’a isnat olunmaz. "Bütün hayırlar sendendir. Şer sana isnat olunmaz.
مما تنبت الارض :
Yerin bitirdiklerinden" ifadesinde mecaz vardır.
Zira gerçekte bitirici ALLAH’tır.
Bu tür mecazlara mecaz-ı aklî denir, arz bitkinin bitmesine sebep olduğu için bitirme fiili ona isnat olunmuştur.
مسكنة :
Meskenet, fakirlik ve boyun eğmek demektir.
Bu kelime sükûn kelimesinden alınmıştır. Bu manada fakirliğinden dolayı az hareket eden kimseye Miskin" denir.
2. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.Yani, ey kullarım ! Bana şükretmek ve beni övmek istediğinizde elhamdülillah" deyin. Size olan lütuf ve ihsanımdan dolayı bana şükredin. Çünkü ben azamet, şeref ve şan sahibi olan Allah’ım. Yaratmak ve icat etmek bana mahsustur. Ben insanların, cinlerin, meleklerin, göklerin ve yerlerin Rabbiyim. O halde övgü ve şükür, diğer tanrılara değil âlemlerin Rabbi olan Al­lah’a mahsustur. [14
A) Ahmed b. Hanbel’in, Müsned’inde rivayet ettiğine göre, Übeyy b. Ka’b Fatiha sûresini Rasulullah (s.a.v.)’a okumuş, bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a andolsun ki, bu okuduğunun bir benzeri ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da ve ne de Kur’an’da indirilmiştir. O seb’ul-mesânî (tekrarlanan yedi âyet) ve bana ve­rilen yüce Kur’an’dır" . Bu hadis-i şerif, Hicr sûresi’nde bulunan "Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi (âyeti) ve bu’yüce Kur’an’ı verdik.[5] mealin­deki âyete işaret etmektedir.
mel’ûn Ebû Cehil bir gün arkadaşlarına: Muhammed aranızda yüzünü toprağa sürüyor mu? Yani, önünüzde namaz kılıp secde ediyor mu?" dedi. Arkadaşları, "evet" dediler. Bunun üzerine Ebû Cehil: "Lât ve Uzzâ’ya yemin olsun, onu böyle namaz kılarken görürsem, mutlaka ensesine binecek ve yüzünü toprağa sürteceğim" dedi. Bir gün geldi ve Ra-sulullah (s.a.v)’i namaz kılarken gördü. Boynuna basmak maksadıyle geldi. Arkadaşları onun hemen geri döndüğünü ve elleriyle korunduğunu gördüler. Ona, "Sana ne oldu?" diye soruldu. Dedi ki: "Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve kanatlar meydana geldi. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Eğer bana yaklaşsaydı, melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi" Bunun üzerine Yüce Allah, "Namaz kıldığında bir kulu men edeni görmedin mi?" âyetlerini indirdi.[4
13. Ev Peygamber! O, Kur’ân’ı yalanlar ve imandan yüz çevirirse ne dersin? [21]

14. O bedbaht bilmiyor mu ki Allah, onun bütün hal­lerinden haberdardır. Yaptıklarını gözetlemektedir. Yaptıklarının karşılığı­nı verecektir. Yazıklar olsun ona! Ne kadar cahil ve aptaldır!

Bundan sonra Yüce Allah, onu menetmek için şöyle buyurdu: [22]

15. O günahkâr Ebû Cehil, bu sapıklık ve taşkınlığını bıraksın. Allah’a yemin olsun, eğer Peygamber (a.s.)’e eziyeti bırakmaz, içinde bulunduğu inkâr ve sapıklıktan vaz geçmezse, onu kesin­likle perçeminden yakalıyacağız. Onu şiddetle cehenneme sürükleyip ora­ya atacağız. [23]

واذ فرقنا بكم البحر,
[Yine hatırlayınız ki, deniz’i sizin için yardık ve sizin için kuru yer göründü de oradan yürüyerek geçtiniz.]
فأنجيناكم واغرقنا ال فرعون،
[ Böylece sizi boğulmaktan kurtardık, Firavun ve kavmini boğduk]
وانتم تنظرون.
[ Siz de olayı görmüştünüz" Bu olay, Allah’ın, dostlarını Kurtarmak ve düşmanlarını helak etme hususundaki mucizelerinden apaçık bir mucizedir]
Bakara suresi~50
Kuşeyri der ki : Kim Allah uğrunda Onun hükmüne sabrederse Allah da ona veli kulları ile arkadaş olmayı nasip eder. İşte İsrailoğulları firavun ve taraftarlarının şiddetli işkencelerine sabrettikleri için Allah onların soyundan peygamberler ve krallar gönderdi ve alemde hiç kimseye vermediği şeyi onlara verdi.
Sonra yüce Allah nefsânî ve şehevi arzuları yenme, riyazet ve saltanat sevgisinden kurtulma yollarını açıklar ve şöyle buyurur: Bütün işlerinizde nefse ağır gelen dini yükümlülüklere katlanarak ve dinin direği olan namazı kılarak Allah’tan yardım isteyiniz. Şüphesiz ki namaz, Allah için ruhları tertemiz olmuş itaatkar ve mütevazı kimselerin dışındakilere ağır ve meşakkatli gelir
Bazı Arifler şöyle der: Nîmetin kulları çok, nimeti verenin kulları ise azdır. Yüce Allah’ın nimetini hatırlayın" mealindeki emri ile israiloğullarına verdiği nimetleri hatırlattı ki ,onlara verdiği nimet’in kadrini bilsinler. Muhammed sallallahü ve sellemin ümmetine gelince "Öyleyse siz beni anın ki, ben de sizi anayım" mealindeki ayetle onlara, nimeti vereni hatırlattı ki ,nimeti vereni düşünerek nimet’in kadrini bilsinler ikisinin arasında ne kadar fark var!..
Firavun’un اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً Ey Musa! Seni büyülenmiş bir kimse olarak görüyorum sözüne karşılık Musa (a.s)’nın وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً Ey Firavun! Ben de senin helak olmuş bir kimse olduğuna inanıyorum." sözü arasında güzel mukabele sanatı vardır.

(İsra 101-102)

İsra 83.Ayet: وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫ساً

وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ
İnsana lütfettiğimiz zaman"
"وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ
Ona kötülük dokunduğunda"

Burada Allah’a karşı edepli olmayı öğretmek için hayır Allah’a, kötülük başkasına isnad edilmiştir.

Bir nükte

Anlatıldığına göre, Kur’an-ı Kerim’de mecaz ve istiârenin varlığını inkar eden bir âlim, Kur’an’da mecâz yoktur" diyerek faziletli büyük bir alimin yanına geldi.Mecâzı inkar eden bu kişi kör idi.Âlim ona şöyle bir soru sordu:Yüce Allah’ın şu sözü hakkında ne dersin.وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً Kim bu dünyada kör ise, ahirette de kör ve yolunu en çok şaşırmıştır."(İsra 72) Bundan maksat, göz körlüğü olan hakiki körlük müdür, yoksa maksat, mecâzi manada kalp gözü körlüğü müdür? Bunun yerine mecâzı reddeden âlim delil getiremeyerek apışıp kaldı.

Tefsir ilminin dışında, her ilmin suyu kurudu. Tefsir ilmi ise hâlâ, engin bir denizdir. Onun kıymetli hazinelerini çıkarmak, parlak hükümlerini ve esrarını ortaya koymak için, onun derinliklerine dalabilecek kişilere ihtiyaç vardır.
وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ
Ey müminler! Size zulüm ve haksız­lık edenlere ceza verecekseniz, onlara karşı misliyle ceza verin, fazlasını yapmayın.(Nahl 126) Tefsirciler şöyle der: Bu âyet Hamza b. Abdülmuttalib (r.a.) hakkında indi. Uhud savaşında müşrikler onun karnını yarınca Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi: Eğer Allah, onlara karşı bana zafer nasip ederse yet­mişini aynı şekilde cezalandıracağım Bunun üzerine bu âyet indi. وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ Eğer af eder ve kısas istemezseniz bu sizin için daha hayırlı ve daha sevaptır. (Nahl 126) Bu sabretmeye ve kötülük edene ceza vermemeye teşviktir. Çünkü cezalandırmak mübah, onu terk ise daha iyidir.
Hz. Hamza Uhud savaşında şehit olup müşrikler tarafından azaları parçalanınca, onu gören Rasulullah (s.a.v,) şöyle buyurdu: Vallahi senin ye­rine onlardan yetmişinin azalarını parçalayacağım. Bunun üzerine şu âyet indi:وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ(Nahl 126) Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle ceza verin.(177)

[177] Ibnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesir, 4/504

.
Bakara suresi 30. Ayet
نُسَبِّحُ
Tesbih ederiz" Tesbih, Allah’ı kötülükten uzak tutmak ve tenzih etmektir.
Bu kelime koşmak, gitmek ve yüzmek manalarına gelen "Sebh" kelimesinden türemiştir.
Zira "gündüz vakti senin uzun boylu koşuşturman (meşguliyetin) vardır" mealindeki ayette de bu manada kullanılmıştır.
TESBİH EDEN KİMSE ALLAH’I TENZİHE KOŞAN KİMSE demektir.
عهد
Ahd, insanın başkasına verdiği teminattir.
الي
harf-i ceri ile kullanıldığında tavsiye etmek" manasına gelir.
.
Bakara suresi 26
: اَلْفَاسِقِين
Fâsıkîn, fasıklar demektir. Arap dilinde Fısk kelimesinin asıl manası, bir şeyden çıkmak demektir. Allah’a itaatten çıktığı için münafığa fasık denir.
Ferra bu kelimeyi şöyle açıklar… fâsığa Allah’a itaatten çıktığı için fâsık denilir.
Fareye de zarar vermek maksadıyla deliğinden çıktığı için küçültme ismi olarak (ism-i tasğîr) Füveysika" denilir.
Bu mübarek sure Mekke’de inmiştir….
Kuran-ı kerime bu sure ile başlandığı için
el Fâtiha" (açan) diye isim verilmiştir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Rad sûresi 3. O, kudretiyle yeryüzünü yaydı ve onu engin ve geniş kıldı.
Bu ifade, yerin yuvarlaklığına aykırı değildir. Yerin yuvarlak olduğu kesindir. Bundan maksat şudur: Yüce Allah yeri geniş, ufukları en­gin bir şekilde yarattı ki, insanlar ve hayvanlar onun üzerinde yerleşsin. Hepsi dağ ve dere olsaydı, onun üzerinde yaşamak imkânsız olurdu. İbnu’l Cüzeyy şöyle der: Bast (yaymak) ve medd (uzatmak) yerin yuvarlak ol­masına aykırı değildir. Çünkü yer küresinin her bir parçası, tek başına, geniş ve uzun bir alandır. Yuvarlaklık yeryüzünün tümü için söz konusu­dur.
Hicr 19. Yeryüzünü yaydık ve genişlettik. Ora­da sabit dağlar yarattık.

Fahr-i Râzî şöyle der: Yeryüzü, son derece büyük bir yuvarlaktır. Bu büyük kürenin her bir küçük parçasına bakıldığı zaman düz bir alan gibi görünür. Yeryüzünün küre olması, onun he­rhangi bir bölümünün düz olmasına mani değildir. Dolayısıyla yeryüzünü uzattık" tabirinde bir problem yoktur. "Dağları, kazıklar kıldık" (Nebe sûresi 78/7) âyeti de bunun delilidir. Çünkü, bunların üzerinde, büyük ve düz alanlar olduğu halde bunlara yani "kazıklar" denilmiştir. Burada da durum aynıdır. (Râzî, 19/170)

O öyle Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü mey­veler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin için akıttı.
Kendinizin ve maişetinizin iyiliği için, hiç durmadan bir düzen içinde akıp giden güneşi ve ayı emrinize verdi. Geceleyin istirahat etmeniz ve gündüzleyin de onun lutfunu aramanız için gece ile gündüzü emrinize verdi. Biri uyumanız, biri de maişetinizi temin için verildi.
(İbrâhim 32-33)

Merhum Seyyid Kutub şöyle der: İşte burada kâinat kitabı tam manasıyla açılır. Onun süslü satırları, Allah’ın sayılamayacak kadar nimetlerini anlatır. Gökler, yer, ay, güneş, gece, gündüz, denizler, nehirler, yağmurlar ve meyveler… Bunlar, görülmek için arzedilmiş kâinat sayfalarıdır . Fakat insanlar bunlara ne bakarlar, ne okurlar, ne düşünürler, ne de şükrederler. Çünkü insan çok zalim çok inkarcıdır. Allah onun yaratıcısı ve rızık vericisi olduğu ve bu kâinatı onun emrine hazır kıldığı halde o, Allah’a ortaklar koşmaktadır. Burada Allah’ın lütuf ve nimetlerinin gösterildiği güzel bir sahne vardır ki, orada sanatkâr fırçanın izleri yürür. Bu büyük kâinatın hepsi, o küçük mahlûkun emrine mi verilmiş? Göklerden yağmur iner, yer yüzü bu yağmuru içine çeker, sonra onunla meyveler çıkarır. Deniz de, gemiler Allah’ın em­rine boyun eğerek yüzer. Nehirler, insanın menfaati için hayat ve rızıklarla akar. Güneş ve ay, durmadan hareket ederler. Gece ile gündüz birbirini takip eder. Bütün bunlar insan için olacak da, sonra o yine de şükretmeyecek ve zikretmeyecek, öyle mi!?(Fî Zılâli’l-Kur’an, 13/ 166)

Anlatıldığına göre Filozof Kindl’nin arkadaşları ona Ey filozof! Bize bu Kur’an’ın bir benzerini yap" dediler. O da, "Olur bir kısmının benzerini yapayım" dedi ve günlerce bir köşeye çekildi. Sonra çıkarak şöyle dedi: "Vallahi ben bunu yapamam, hiç kimsenin buna gücü yetmez. Mushafı açtım, Mil. ide süresi çıktı. Bir de baktım ki Kur’an ahde vefadan bahsediyor ve ahdi bozmayı yasaklıyor. Eşyayı genel olarak helal kılıyor, sonra ondan bir şeyi istisna ediyor. Sonra da iki satırda Allah’ın kudret ve hikmetini açıklıyor. Hiç kimse ciltler dolusu eser yazmadan bunu ifade edemez.
Faydalı Bilgiler

Yüce Allah nimetimi hatırlayın" mealindeki emri ile İsrailoğulları’na verdiği nimetleri hatırlattı ki, onlara verdiği nimetin kadrini bilsinler. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine gelince, "Öyleyse siz beni anın ki, ben de sizi anayım mealindeki ayetle onlara, nimeti vereni hatırlattı ki, nimeti vereni düşünerek nimetin kadrini bilsinler.İkisinin arasında ne kadar fark var!..

اِياَّكَ نَعْبُدُ وَاِياَّكَ نَسْتَعِينِ
Ey Allah’ım! Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden medet umarız. Ey Allah’ım sadece sana ibadet ederiz. Sadece senden yardım isteriz. Senden başka hiç kimseye kulluk etmeyiz. Sadece sana boyun eğer, itaat eder ve sadece sana karşı huşu ve zillet gösteririz. Ey Rabbimiz! Sana itaat etmek ve senin rızanı elde etmek için yalnız senden yardım isteriz. Çünkü her türlü tazim ve hürmete sen layıksın. Bize yardım etme gücüne senden başka kimse sahip değildir. (Fatiha Suresi/5)
Her canlı ölümü tadacaktır. Herhalde kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim Cehennemden uzaklaştırılıp Cennete konursa, o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.
(Âl-i İmrân 3/185)
Rabb kelimesi &‘terbiye’ kelimesinden türemiştir. Terbiye ise , başkasının işlerini ıslah etmek ve durumunu gözetmek demektir . Herevi şöyle der: Bir şeyi ıslah eden ve tamamlayan kimse hakkında Onu ıslah etti" denilir. Allah’ın kitaplarını koruyan kimselere verilen "Rabbaniyyun" ismi de bu kökten gelmektedir. "Rabb" kelimesi mâlik( sahip ), muslih ( ıslah eden ), mabud , kendisine ittaat edilen efendi gibi birçok manada kulllanılır.
“Ölümü, gaibten gelmesini beklediğimiz en hayırlı şey kıl.”
Kâfire, nimeti inkâr ettiği ve onu örttüğü için kâfir" denilmiştir.
…muttakî, zarar veren şeylerden kendini koruyandır. Bu manada itaat vesilesiyle Allah’ın azabından korunan kimseye müttaki denir.
Hattabi der ki: Rahman, rızıkları ve ihtiyaçları hususunda bütün mahlûkatı kapsayacak, mümine ve kafire şamil olacak bir şekilde engin rahmet sahibi demektir. Allah’ın rahim sıfatı ise sadece müminleri içine alır."
&‘Kalbe, tefekkür ve huşû içerisinde Kur’an okumaktan daha faydalı hiçbir şey yoktur’
Şair ne güzel söylemiş:
“Ey Kızım! Eğer bir güzellik alameti, aklını ve vücudunu süsleyecek bir güzellik istersen, süslenme âdetini bırak. Ruhların güzelliği daha yüce ve daha şereflidir. Sanatkârlar gül yapar fakat şekil bakımından onların hiçbiri bahçenin gülüne benzemez.”
“Biz herkesi sadece yapmaktan âciz kalmayacağı, gücünün yeteceği kadarıyla sorumlu tutarız.”
En’âm/152
Allah kimi doğru yola iletmek isterse, onun kalbine bir nur verir, dolayısıyla o kalp İslam’a açılır. Bu İslam’a kavuşmanın alâmetidir.
“Çünkü ahiret takvâ sahibi kimseler için mükâfat yurdudur.”
“De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”
“Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için o, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir”
Her insanın amel defterini boynuna astık. yani insan Amelinin karşılığını da bir rehindir onun karşılığını görecektir ameli Gerdanlığın boyuna bağlı olduğu gibi ona bağlı ebediyen ondan ayrılmaz. onun amel defterini ahirette açık olarak ona göstereceğiz iyilikleri de kötülükleri de o deftere de mevcuttur ama yine açıkça görecek onu gizleyemeyecek veya bilmezlikten gelemeyecek.
Helal yoldan birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayıp da, haram yoldan mübah kılmak suretiyle kadını insanlık mertebesinden, havanlık mertebesine indirenlere şaşarım.
Kur’an-ı Kerim daima, çeşitli ilimler ve bilgilerle dolu bir denizdir. Bu denizin incilerini elde etmek isteyen kimsenin, onun derinliklerine dalması gerekir. Kur’an ileri gelen edebiyatçılara ve yüksek seviyedeki alimlere, sürekli olarak kendisinin muciz bir kitap olduğunu, doğruluğuna şahit olarak o Ümmi Peygamber’e indirildiğini söyleyerek meydan okur.
Rabbin seni terk bırakmadı ve sana darılmadı.."
Rabbim! Benim ilmimi artır de! (Taha, 114)
Hz. Âişe’nin (r.anhâ) şöyle dediği rivayet olunur:
Hz. Peygamber(s.a.v) yatağa girdiğinde avuçlarını birleştirir, onlara üfler, ve (İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini) okur, sonra da elleriyle yapabildiği kadar bedenini meshederdi. Meshe başından, yüzünden ve bedenin ön taraflarından başlardı. Bunu üç defa yapardı.
İmâm-ı Şâfiî şöyle buyurdu:
Kur’ân-ı kerîmde başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr sûresi bile, insanların dünya ve âhiret saadetlerini te’mine yeterdi. Bu sûre, Kur’ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alır.

Beyhakî es-Şuab"ta, Ebû Huzeyfe’nin (r.a.) bu zat Sahabeden idi. Şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah’ın (s.a.v) Ashabından iki adam buluştuklarında, biri diğerine "ve’l-asr" sûresini okumadan ve birbirlerine selâm vermeden ayrılmazlardı.

Ey Rabb’imiz, biz kendimize zulmettik…"
Malik b. Yesâr`dan rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle buyurmuştur: Kim sabahleyin üç defa "euzubillahis-Semî`il-Alîmi mines-şeytanirracım" der, sonra Haşr suresi`nin sonundaki üç ayeti okursa "Huvallahüllezi" Allah kendisine yetmiş bin melek vekil kılar, bunlar akşama kadar o kişiye dua ve istiğfar ederler. Eğer o gün vefat ederse şehid olarak ölür. Bunu akşamleyin okuyan da aynı derecededir." (Tirmizî, Müsned, Beyhakî, Taberani, Ibn Kesîr)
16. Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, İnkâr et" der. İnsan inkâr edince de: "Ben senden uzağım, çünkü ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım" der.
17. Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedî kalacakları ateş olacaktır. İşte bu, zâlimlerin cezasıdır.
18. Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın.
Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
Katâde’den şöyle rivayet edilmiştir: Yahudiler dediler ki: Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bu günlerin başı pazar, sonu ise Cuma’dır. Allah bunları yaratırken yoruldu. Cumartesi günü dinlendi." Yahudiler bu güne, "dinlenme günü" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, sözlerinde onları yalanladı. Şu mealdeki âyet indi: "Andolsun biz gökleri yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı..
Hucurât sûresi’ne Ahlâk ve âdâb" sûresi de denir. Çünkü bu sûre güzel ahlâka ve iyi amellere irşat eder. Bu sûrede beş defa, "Ey iman edenler!" diye nida edilmiştir. Her nidada, güzelliklerden bir güzelliğe ve faziletlerden bir fazilete irşat vardır. Bu yüksek ahlâk prensiplerini maddeler halinde sunuyoruz:
1. Allah ve Rasulünün emirlerine boyun eğip itaat etmenin vâcib oluşu ve söz veya görüşle Rasulullah (s.a.v)’ın önüne geçilmemesinin gerekliliği: "Ey iman edenler! Allah ve Rasulünden önce birşey yapmayın." 2. Peygamber’e ve onun makamına saygı göstermek: "Ey iman edenler!
Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin."
3. Haberleri araştırmanın gerekliliği: "Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse onu iyice araştırın."
4. İnsanlarla alay etmenin yasaklanması: "Ey iman edenler! Erkeklerden bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Olabilir ki, alay edilenler, alay edenlerden daha hayırlıdır."
5. Mahrem durumları araştırma, gıybet ve sû-i zannın yasaklanması: "Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının.."
Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız.
İnsanları, sözü, davranışı ve fiilleriyle, Allah’ı birlemeye ve ona itaata çağıran, iyi işler yapan ve İslamı kendisine din ve yol edinen kimseden daha güzel sözlü kim vardır.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Her şeyin bir kalbi vardır.. Kur’ân’ın kalbi de "Yâsîn" dir. Ümmetimden her insanın kalbinde (ezberinde) bu sûrenin bulunması hoşuma gider."

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir