Ömer Faruk Korkmaz kitaplarından Tefekkürden Teyakkuza kitap alıntıları sizlerle…
Tefekkürden Teyakkuza Kitap Alıntıları
Duyduğumuz, gördüğümüz bir ayeti ilk öğrendiğimizde aklımıza hemen bununla amel etmeliyim geliyor mu sahiden? Yoksa birçoğumuz gibi, Ne güzel bir ayet veya hadis. Bunu vaazlarımda anlatırım yahut hemen paylaşmalıyım mı diyoruz? İmanımızın kalite kontrolü bir açıdan bu sorunun cevabında yatıyor.
Oysa Mevlânâ Hazretleri’nin ifadesiyle Kur’ân-ı Hakim âyet âyet edepten bahsetmekteydi bizlere. Hücurât suresi baştan başa edep taliminden ibaretti. Ne yazık ki günümüz Müslümanı kendisine nazil olan Kur’ân’ın edebini almaktansa edepsizliğin zirvesini bulmuş Batı dünyasını taklidi tercih etti. Aleni fuhşiyata cesurluk ve pis ağızlı olmaya da ifade özgürlüğü diyenlerin telkinleriyle her sahada edepsizlik sergilemekten çekinmeyen bir topluma dönüştük.
İnsanın en önemli hassesi olan düşünmeyi kendileri adına en büyük tehlike addeden ve en büyük hasımları düşünen insan olan şer odakları günümüz Müslümanına evinde bile sağlıklı düşünme imkânı vermemektedir. Oturma odası, salon, hatta mutfağa bile yerleştirilen televizyonlarla beyni ipotek altına alınan toplum fertleri her türlü ahlaksızlığın ekrana yansıtıldığı teknolojik aletlerle manen büyük bir zehirlenmeye maruz bırakılmıştır. Bugünkü neslin ve müstakbel nesillerin karşı karşıya kaldıkları en büyük tehlike de budur. Hadisenin bu noktası üzerinde kafa yorulmadan atılan nesli muhafaza sloganları hamasi söylemlerden öteye geçmeyecektir.
Tefekkür ve Teyakkuz
Düşünmenin ve düşüncenin rafa kaldırıldığı ve tüm saiklerin bunları kökünden yok etmeye götürdüğü bir zaman diliminde en fazla muhtaç olduğumuz iki değer
Bizleri, dağlara, taşlara, yerlere, göklere, canlılara bakarak onları yaratanın yüceliğini düşünmeye davet eden bir inancın müntesipleri olarak, neticesi teyakkuz olan bir tefekkür ameliyesine muhtacız bugün.
Ya Emr-i bi’l-Ma’ruf ya da Helak
Hayatında mürekkebin yanından geçmemiş insanların dahi pervasızca selefini eleştirdiği, din adına ahkam keserek ulemaya kara çaldığı garip bir dönem bizimkisi.
Yâkub Aleyhisselâm gibi olmalı bir baba. Vefât ederken geride kalan neslini “şu daireyi kime vereceksiniz, filanca arsa kimin payına düşecek veya malı nasıl taksim edeceksiniz gibi soru ya da vasiyetler için değil uhrevî kaygılar için toplamalı etrafına.
Vefât ederken etrafına topladığı evlatlarına “Benden sonra kime ibâdet edeceksiniz?” diyen ve geride bıraktığı nesli adına uhrevî kaygı duyan Yâkub Aleyhisselâm gibi olmalı…
Hani biz Kuran’a inanan müminlerdik?
Hani tek davamız Allah ve Rasülüydü?
Bunca saiklerinizle yaymaya çalıştığınız tüm pislikler ve meydana gelen yüz kızartıcı işlere alt yapı mesabesinde ki tüm telkinlerinize rağmen yine de suçu İslam’da ve Müslümanlarda bulmanız yok mu? Sahi, siz var ya gök kubbenin bir misline daha şahit olmadığı kadar azgın, yeryüzünün benzeri üzerinde taşımadığı kadar utanmaz bir güruhsunuz. Nefret, hayasızlık, azgınlık, sapkınlık, canilik, canavarlık ettiniz yıllarca bu topraklara. Ettiğiniz bu tohumların bedelini ise millet olarak canımızla, malımızda ve kimi zaman namusumuzla ödüyoruz. Beş yaşındaki bir kızcağızımıza tecavüz edecek kadar gözü dönen canavarlar sizin eseriniz. Övünebilirsiniz…
Siz bir toplama sürekli, ama her gün racon kesmek, kafa koparmak, acımamak, benliğini tatmin etmek muhtevalı dizileri izletirseniz bu toplumun fertlerinden sevgi pıtırcı olmalarını bekleyebilir misiniz? Siz bir toplumun çocuklarını şahsiyetinin teşekkülü döneminde sloganları, “hadi dostum parçala onu, acıma ona, kopar kellesini” cümlelerinden ibaret olan oyunlarıyla büyütürseniz bu çocukların merhamet duygusunun hakim olduğu birer nefer olmasını bekleyebilir misiniz?
Doksan yıldır şu ülkede hadsiz hudutsuz bir özgürlük savunuculuğu yapan aşüfteler!
Allah’ın nizamından gayrı her nevi düzenin şu güne dek savunucusu oldunuz.
Zehirli fikirlerinizi “ Beden benim değil mi?” gibi sloganlarla empoze ettiniz kızlarımızın o pak zihinlerine. Bir kaç caniye kıydırdığınız onca müslüman kız mı sanki yegane suçunuz?
Yıllardır ekranlarda gösterdiğiniz sahnelerin mahsülü değil mi yüreği yanık bahsettiğimiz bu rezil cinayetler? Kan donduran bu tarz olayların failleri o merdut düşüncelerinizin beslemeleri değil mi sanıyorsunuz?
Şu güne dek kaç gencimizi kurban verdik sadece ideolojilerinize.
Kaç kızımız kurban gitti fuhuş bataklıklarına o çarpık fikriyatınızdan ötürü.
Ve lime lime doğrattığınız nicelerine ağıt yaktık o menfur dizilerinizden dolayı.
“Yeter artık” demek hakkımız değil mi sizce?
Yetti artık, bırakın Kainatın Malikine fütursuzca kafa tutmayı!
Bırakında Aroslarla, Afroditlerle fuhuş yatağına çevirdiğiniz caddeleri Hz. Muhammed temizlesin.
Düşün şu milletin yakasından da kerrelerce daha yeni ölümlere yas tutmasın ümmeti Muhammet
Düşün yakamızdan da daha fazla sürmesin bu zillet…
“Bu çağda da böyle şey olur muymuş?”
Bu sözü basite alıp es geçmeyin. Her sahada uğratıldığımız cebri dejenerasyonun en bariz ispatıdır bu! Şu sözü söyleyen veya buna paralel bir düşünce yapısına sahip olan Müslümanın zihni batının çalışma odasına dönmüştür, velevki haberi olmasa da.
Faiz yemeğinimiz neredeyse kalmamışken, sakalına en azından tozu vurmuşken, sokaklardaki teberrük ve kokuşma günbegün ivme kazanıyorken, eğitim eğitimi, öğretim öğretme dönmüşken gördüğüm menfi bir manzara karşısında “bu Çağ’da böyle şey olur muymuş?” Diyen bir Müslümanı düşünün hele!
Söze bakın lütfen!”Bu çağda da böyle şey olur muymuş?”
“Beyim Ne varmış bu çağda?” diye hele bir sorun şuna? Ne varmış bu çağda? Küfürden, vahşilikten, canilikten, çatışmadan, yozlaşmaktan gayrı ne var? Olsa da mevcudiyetinin malumiyeti ne kadar?
Şöyle demişti meşhur oryantalist Lois Massignon:
“Onların (müslümanların) her şeylerin tahrip ettik. İnançları, dinleri, ahlaklı, insanlıkları mahvoldu. Artık hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. Dinlerini tartışılır hale getirdik. Derin bir boşluğa düştüler.”
Yani necip Fazıl’ın “ Bir hayata çattık ki: hayata kurmuş pusu“ diye tasvir ettiği portre bizim açımızdan “ Bir İslami çattık ki: İslam’a kurmuş pusu“ diye okunur hale gelmişti. Allah’ın dini olmayan bir İslam çıkmıştı karşımıza. Ve Allah’ın indirmediği hükümler hakim olmuştu hayatımıza. En berbat yanı da bütün bunlar bize İslam adına sunulmaktaydı. Ahkamullah olarak gösterilmekteydi.
Adeta bir fetret dönemi yaşıyoruz. 70’lerde çöküntü yaşayan emperyalizmin 80li yıllarda temelini attığı Neo-liberalizmin şeker ambalajında sunduğu bir dizi yalandan ibaret globalleşme yahud küreselleşme gibi kavramlarla narkozlanıyor algılarımız daima. Diğer yandan entelektüel alanda postmodern bir felsefî kuşatma altına alınan bizler, etnik Kökenler, aidiyetler, ananeler, kültürler ve örflerimiz bağlamında birbirimize düşürülmek isteniyoruz.
Takdir edersiniz ki kaybetmek kazanmak kadar zor değildir. Yıkmak da yapmaya nisbetle öyle. Bazen bir hayli emek ve zaman sarf ederek kazandığınız çok kıymetli şeyleri bir anlık ihmal ile kaybedebilirsiniz. Hatta hayatınızdaki en büyük sermayemiz olan canınız da bir anlık gafletinizle yok oluverebilir.
Takdir edersiniz ki kaybetmek kazanmak kadar zor değildir. Yıkmak da yapmaya nisbetle öyle. Bazen bir hayli emek ve zaman sarf ederek kazandığınız çok kıymetli şeyleri bir anlık ihmal ile kaybedebilirsiniz. Hatta hayatınızdaki en büyük sermayemiz olan canınız da bir anlık gafletinizle yok oluverebilir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Gökleri, yerleri ve dağlara yüklenip de onların mükellefiyet altına girmekten şiddetle kaçındıkları emaneti insan yüklendi. Bu hakikati bize aktaran Kurani Hakim insanın bu yüce dava yüklenmesine hikaye buyurduğu ayetin şöyle bitirmektedir:
“Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”
Yüklendiği davanın ne denli büyük olduğunu ve böyle bir sorumluluk altına girmenin nasıl akıbetlere maruz kalmakla sonuçlanabileceğini düşünmediği için cahildir insan. Cahil olduğu gibi bir o kadarda zalimdır. Zira dünyaya gönderilişindeki maksada muvaffak hareket etmeyerek, vazifelerini sürekli ihmal ederek, sorumsuz bir hayatın talibi olarak önce kendine sonra bütün mevcudata zulmetmektedir.
“Hak geldi: batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur”
Bugün hak adına tüm veriler ve malzemeler hiçbir tahrife maruz kalmadan ilk günkü berraklığı elimizdeyken niçin batın revaç bulmuş durumda? Çünkü hakkın sadece mevcudiyeti iş görmüyor. Onu ayağa kaldıracak ve burada mücadele ederek bir şeyi planda “hakkın gelmesi”ni sağlayacak eller lazım, eller. Yani biz lazımız, sen, ben, o; hepimiz. Herkes kabiliyetince mücadelesini vererek mukaddes davanın revacı için gayret sarf ederse Allah’ın yardımı yetişecek ve en nihaye “Hak gelecek ve batıl zail olacaktır.“ Gelmeyen, getirilmeyen, hakim kılınmayan ve olduğu yerde durmaya mahkum kılınan bir hakkın batılı yok etmesini beklemek sünnetullah açısından beyhude bir bekleyiştir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Selefi Salih’in zamanında “ غلت الاسعار/ fiyatlar yükseldi” dendiğinde şöyle derlermiş hemen: “ اخفضوها بالاستغفار/ istiğfar ile onları düşürün.” Ne yazık ki maddeperest olmuş bir çağın insanları olarak bu gerçeği bir türlü kavrayamadık biz. Allah‘ın kanunlarına yok hükmü çekilmişken, Akait noktasındaki istikamet son derece bozulmuşken, okullarımızda ve şehirlerimizde zina bu denli yaygınlaşmışken, büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde faizin bulaşmadığı ocak neredeyse kalmamışken, Müslümanlar da “din, iman, ahiret“ diye bir dert ve hassasiyet kalmamışken, erkeklerimizde iffet işportaya çıkmış ve kadınlarımızda haya yok denecek kadar azalmışken, kadın-erkek münasebetlerindeki fıkhi hükümlerle dalga geçilmişken, her platformda Resulullah’ın bizden bir farkı olmayan sıradan bir insan olduğuna vurgu yapılıyorken ne bekliyorduk biz? Halimiz çok iyi olduğu için Cenabı hak ödüllendirecek miydi bizleri? Tabii ki ekonomik kriz olacak, tabii ki elin gavuru pervasızca tehdit edecekti bizi.
Güzel ahlak… Hakikat namına ne varsa kıvamını belirleyen yegane ölçü…
Tüm mesele ahlakta bitiyor, bu bir hakikat.
Aynı şey sadece dünyalık bir makama ulaşmak İçin tahsil görene “ne güzel evladım, başarılar dilerim“ derken sadece ahiretini kurtarmak için medrese okuyan, tek sermayesi “kalAllah“ ve “kale Resulullah“ olan yavrucağıza da “diploman var mı, okulda okuyor musun?“ diyen amca için de geçerli. Zira Mahza dünya için okuyana “Kur’an‘da okuyor musun veya namazlarında kılıyor musun?“ deme ihtiyacını duymamasına rağmen Allah’a hicret eden çocuğa yaptığı işi hiçe sayarcasına direkt bu soru yöneltmek dünyayı amaç edinmek değil de nedir?
Namazlarla aran nasıl diye sorduğumuz insanların “vakit buldukça kılmaya çalışıyorum demesi”anlatmaya çalıştığımızın en bariz örneği.Bu dünyaya ibadet için gönderilen insan gönderiliş amacına vakit buldukça zaman ayırması… Yaşama gayemiz, dini şuurumuz, ahiret düşüncemiz noktasındaki inanılmaz savrulmuşluğumuzu yeterince gösteren manzara olsa gerek…
Kadınından erkeğine bir çok Müslümanın nefsinin isteklerini tabulaştırıp Allah Resulü’nden bugüne bütün berraklığıyla intikal eden dini yaşantıya burun kıvırması, bir çok Müslümanın taparcasına bağlandığı dünyevi arzularından vazgeçememesi ve bunu dini esaslarla destekleme çabası, bir çok Müslümanın “ dinle dünya ayrı şeylerdir, dini dünyaya karıştırmamak lazım“ düşüncesine kapılmış olması, bir çok Müslümanın İslam’ı gerçekten sadece namaz, oruç, zekat ve hacdan ibaret sayması, bir çok Müslümanın, yaptığı bir çok hayır hasenat ile cenneti çoktan boyladığına kesin kanaat getirmesi, bir çok Müslümanın dünyaya deli gibi meftun olması ve sadece dünya için çalışmasına rağmen ahiret tarafını “Allah affedecek bizi inşaallah“ deyip geçiştirivermesi… Bütün bunlar uydurulan dinin getirdiği kafa yapısı ve yaşam modelinden sadece küçük bir kesit…
Dünya ve ahiret dengesini Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama Dünya’dan da nasibini unutma” şeklindeki ölçüyü unutarak “ varsa yoksa Dünya” anlayışıyla yaşamaya başladığımız günden beri kendimize göre bir din anlayışı da büyüyüp gelişti yaşadığımız hayatta
Biz müslümanız. Mazimiz ezel, istikbalimiz ebed, ufkumuz mâveralara varır.
Senin olduğun yerde susmalı bütün diller,tükenmeli bütün kalemler.Öyle bir okumalısın ki varlığından haberdar olan oryantalist beslemeler isminle ürkmeliler işgal ettikleri meşum TV ekranlarında.
Ekranların başında din simsarlığı yapanlar batıllar kumkuması tefekkür dünyalarındaki ilim namına bildikleri az sermayeyi tek maharetleri olan edebî cümlelerle hak suretinde sunmaktadırlar.
Yeryüzünde davanı hâkim mi kılmak istiyorsun? Hakkın ve adaletin yeryüzünde galip gelmesini mi istiyorsun? Önce kendinden başlayacaksın kardeşim!
Şeytanların süslediği yaldızlı kelimelerle,şahsi hesabında tezyin ettiğin cafcaflı laflarla bu işin olacağını sanıyorsan suyu yıkıyor,tuzu tuzluyorsun söyleyeyim.
Diriliş ve kurtuluş senin namazınla başlayacak,kargaları güldürecek beyhude sloganlarınla değil.
Haydi,şimdi güzel bir nasuh tevbesiyle bir daha bırakmamak üzere niyetlediğin namaz için musluk başına!
Kuran-ı Hakim’in birden fazla tekrarladığı bir tembih vardır: “Şeytan’ın adımlarına tabi olmayın” (Bakara, 168) diye. Bu tembihte dikkat çekici olan nokta şeytana nispet edilen adımların “çoğul” sıygasında gelmesi. Yani “adım” değil “adımlar”. Şeytan bu adımlarla insanoğlunu cehennemin kapılarına ulaştırıyor. Sadece “bir”le başladığınız günaha giden adım “birinci” ile kalmayıp helaka sürüklüyor bizi. Şeytan’ın bizi ikna edip peşine taktığı bu ilk adım kimi zaman bir edebin terki veya bir sünnetin önemsenmemesi dahi olabilir. Bir edebi terk edeyim derken bir de bakmışsınız ki haramın hatta belki küfrün tam ortasındasınız. Cenab-ı Hak muhafaza buyursun.
Eksiğimiz Slogan Değil NAMAZ’dır
Yâkub Aleyhisselâm gibi olmalı bir baba. Vefât ederken geride kalan neslini şu daireyi kime vereceksiniz, filanca arsa kimin payına düşecek veya malı nasıl taksim edeceksiniz gibi soru ya da vasiyetler için değil uhrevi kaygılar için toplamalı etrafına. Vefât ederken etrafına topladığı evlatlarına Benden sonra kime ibâdet edeceksiniz? diyen ve geride bıraktığı nesli adına uhrevi kaygı duyan Yâkub Aleyhisselâm gibi olmalı.
Duyduğumuz, gördüğümüz bir ayeti ilk öğrendiğimizde aklımıza hemen bununla amel etmeliyim geliyor mu sahiden? Yoksa birçoğumuz gibi, Ne güzel bir ayet veya hadis bunu vaazlarında anlatırım yahut hemen paylaşmalıyım mı diyoruz? İmanımızın kalite kontrolü bir açıdan bu sorunun cevabında yatıyor.
“Ümmetimden birtakım kimseleri bilirim ki onlar kıyamet günü Tihâme dağları gibi (çok) ve bembeyaz (yani tertemiz) sevaplar getirirler de Allah o sevapları saçılmış toz (gibi yok) eder.” Sevbân Ra: Yâ Resûlellah! Bilmeyerek onlardan olmamamız için bize onların özelliklerini söyle ve bize onların durumunu açıkla’ dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü:
‘Bilmiş olunuz ki onlar sizin (din) kardeşleriniz ve sizin cinsinizden (birtakım insanlar) dır. Sizin aldığınız gibi onlar geceden (ibâdet nasibini) de alırlardı. Ve lâkin onlar, Allah’ın yasak kıldığı şeylerle tenha yerde başbaşa kaldıkları zaman o yasakların sınırlarını çiğnerlerdi. buyurdu.
Özellikle internet kullanan kardeşim! Bu hadisi okuduğumuzda tüylerimiz ürpermeli. Zira kimi zaman bir tek Allah ve meleklerinin şahitlik ettiği anlarda internette günah işleme imkanıyla başbaşa kalır insan. Üç beş yaşında bir çocuğun yanında bile işleyemeyeceği günahı Allah’ın şahitliğinde işleyebilir. İnsanlar ise onun bu halinden haberdar olmadıkları için çok hayırlı bir insan zannedebilirler kendisini. Kişinin ahiretine fazlasıyla zarar verecek bu tutum ve durumun akibetini haber veriyor Hz. Peygamber.
Öyleyse fani ve dakikalara sığacak birtakım hazlar için kıldığın namazları, tuttuğun oruçları ve bilumum hayr u hasenâtını yani ahiretini mahvetme kardeşim!
Aleni fuhşiyata cesurluk ve pis ağızlı olmaya da
ifade özgürlüğü diyenlerin telkinleriyle her sahada edepsizlik sergilemekten çekinmeyen bir topluma dönüştük.
Mümin her şeyden önce yaşadığı çağa, çağın ahval ve sıkıntılarına Allah(celle celaluhu) ve Resûlü’nün (sallallahu aleyhi vesellem) gösterdiği zaviyeden bakabilen kişi demektir.
Katâde’nin ifadesiyle Kur’an bize hastalığımızı da devamızı da göstermektedir. Hastalığımız günahlarımız, devamız ise istiğfardır. (Beyhakî, Şu’abu’l-Îmân, No:7146)
Zira ayet-i kerimede belirtildiği üzere başımıza gelen her nevi musibet işlediğimiz günahlardan kaynaklanmaktadır. (Şûra, 30)
Kur’ân’a iman etmiş bir Müslümanın başına gelen olumsuzluklara mutlaka bu zaviyeden bakması gerekmektedir.
Selef-i salihin zamanında “fiyatlar yükseldi” dendiğinde şöyle derlermiş hemen: “istiğfar ile onları düşürün.” Ne yazık ki maddeperest olmuş bir çağın insanları olarak bu gerçeği bir türlü kavrayamadık biz. Allah’ın (celle celaluhu) kanunlarına yok hükmü çekilmişken, akaid noktasındaki istikamet son derece bozulmuşken, okullarımızda ve şehirlerimizde zina bu denli yaygınlaşmışken, büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde faizin bulaşmadığı ocak neredeyse kalmamışken, Müslümanlarda “din, iman, ahiret” diye bir dert ve hassasiyet kalmamışken, erkeklerimizde iffet işportaya çıkmış ve kadınlarımızda haya yok denecek kadar azalmışken, kadın-erkek münasebetlerindeki fıkhi hükümlerle dalga geçilmişken, her platformda Resûlüllah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) bizden bir farkı olmayan sıradan bir insan olduğuna vurgu yapılıyorken ne bekliyorduk biz? Hâlimiz çok iyi olduğu için Cenâb-ı Hak ödüllendirecek miydi bizleri? Tabii ki ekonomik kriz olacak, tabii ki elin gavuru pervasızca tehdit edecekti bizi.
Yeter ki boş lakırdı mesabesindeki şu fuzuli laf ebeliklerini bırakarak arızanın menşeine odaklanalım. Ve meseleyi madde planındaki bu boş gürültülerle ele almanın da şeytanın bir projesi olduğunu idrak edelim artık.
Aleni fuhşiyata cesurluk ve pis ağızlı olmaya da
ifade özgürlüğü diyenlerin telkinleriyle her sahada edepsizlik sergilemekten çekinmeyen bir topluma dönüştük.
Sünnet’e saldırarak bu milletin göğsündeki Peygamber(s.a.v.) itibarını ve aşkını örselemek istiyorlar. Fakat ne proje sahipleri ne de taşeron şahsiyetler sevinmesin: Zira Cenâb-ı Hak Peygamber’inin( s.a.v.) şanını yücelteceğini ifade buyuruyor.
Üslûb-i beyân, ayniyle insân
Siz bir toplumun çocuklarını şahsiyetinin teşekkülü döneminde sloganları, hadi dostum parçala onu , acıma ona, kopar kellesini cümlelerinden ibaret olan oyunlarıyla büyütürseniz bu çocukların merhamet duygusunun hâkim olduğu birer nefer olmasını bekleyebilir misiniz ?
Aleni fuhşiyata cesurluk ve pis ağızlı olmaya da
ifade özgürlüğü diyenlerin telkinleriyle her sahada edepsizlik sergilemekten çekinmeyen bir topluma dönüştük.
Doyasıya yeme hırsıyla bal kavanozunun içine düşüp sarhoş olan , içinde beklediği her saniye dibe doğru daha çok batan ve en nihaye doyup uçmak istediğinde boğulup helâk olan kanatlı cinsi gibi daldık dünya ve dünyalıkların içine.
Bir yandan açıkça faiz yiyecek fakat buna kredi diyecektik. Diğer yandan kadınlarımız kendilerini daha güzel göstermek için tarz yapacak fakat bunun adına tesettür deyip Allah’ın emrini yerine getirmiş olacaklardı.(!)
Birtakım insanlar gelecek ve Kur’an’ın şüpheye mahal olabilecek ayetlerini öne sürmeleriyle sizinle mücadele edecekler. Onları sünnetlerle tespit edin. Zira sünnet ashabı Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir.
Tefsirdeki ufkunu Goldhizer, hadisteki ufkunu Pliph Hitti den alan ilahiyatçının aksine Tefsirdeki düşünce yönümüzü Ibn Abbas’lar hadisteki istinbatlarımızı Ibn Mesud’lar tayin eder bizim.
Sadece bir’le başladığınız günaha giden adım ‘birinci’ ile kalmayıp helaka sürüklüyor bizi. Şeytanın bizi ikna edip peşine taktığı bu ilk adım kimi zaman bir edebin terki veya bir sünnetin önemsenmemesi dahi olabilir. Bir edebi terk edeyim derken bir de bakmışsınız ki haramın hatta belki küfün tam ortasındasınız. Cenabı hak muhafaza buyursun..
Tefsirdeki ufkunu Goldhizer,hadisteki ufkunu Pliph Hitti’den alan ilahiyatçının aksine Tefsirdeki düşünce yönümüzü ‘İbn Abbas’lar’ hadisteki istinbatlarımızı ‘İbn Mesud’lar’ tayin eder bizim.
Biz Müslümanız. Hayat sürme maksadı yeme-içme ve dünyanın her nevî alayişiyle meşgul olmaktan öte geçmeyen aşüftelerin aksine,zamane Firavunlarına karşı yeniden denizlerde Mûsa (a.s) oluruz.
Okuyacaksın uykuya susamış gözlerin kan çanağına dönünceye,kitaplar en sadık dostun,geceler en büyük tesellin oluncaya dek
Senin olduğun yerde susmalı bütün diller,tükenmeli bütün kalemler. Öyle bir okumalısın ki varlığından haberdar olan oryantalist beslemeler isminle ürkmeliler işgal ettikleri meşum TV ekranlarında.
Haydi, uyan şimdi de şu andan itibaren vefakâr bir evlat edasıyla sahip çık geleneğine, kültürüne ve o devasa mirasına.
Senin olduğun yerde susmalı bütün diller, tükenmeli bütün kalemler. Öyle bir okumalısın ki varlığından haberdar olan oryantalist beslemeler isminle ürkmeliler işgal ettikleri meşum TV ekranlarında.
Cihattan gelen İslâm ordusundaki sağ salim geriye dönenleri temaşa ederken kocasından ve çocuklarından önce gözleri Allah Resülü’nü arayan vefâkar mü’mineleri mümkün mü bulmak bugün?
Dünyevî miras bırakabilmek için didinip durduğumuz evlatlarımıza güzel bir dini yaşantı ve daima ahireti düşünecek dupduru bir zihin dünyası hediye edebildik mi?
Yaşadığımız asırdaki seküler kabullere boyun eğmeden, modernitenin bize dayattığı şeker ambalajında bulunan zehir mesabesindeki sahte gerçeklere aldanmadan her zaman, her mekan, her koşul ve her zeminde Allah öyle diyorsa öyle olacak diyebiliyorsak ideal Müslümanız demektir.
Bizim hicretimiz ucu gayet kârlı gözüken ancak üstünde faizin tozu bulunan bir işiRabb’im bundan razı olmaz, varsın buradan kâr etmeyeyim diyerek terk etmekle olacak.
Müslüman kardeşimizi en az kendimiz kadar düşünmek hatta kendimizden de fazla düşünmeye teşvik eder bizi İslâmiyet. Bu vasfı haiz olduğumuzda kıracağız prangalarımızı ve yeniden tek ümmet oluvereceğiz.
Hz. Peygamber emr-i bil marufu terk etmenin yanında zulme sessiz kalmanın da türlü belalara ve tefrikalara neden olacağını haber vermektedir.
Biz Müslümanız. Ehl-i iman, ehl-i Kur’an, ehl-i cihadız. Yalnız İslâm, yalnız iman, Yalnız Kur’an ve cihad için varız.
Yeryüzünün en hayırlı yerleri mescitler, en şerli yerleri de sokak (çarşı- pazar) lardır.
Asıl harp edilen kişi dini konusunda savaşılandır. Ve esas soyulan kişi dini noktasında soyguna uğrayandır.
İşleyegeldiğimiz gayr-ı İslâmî tutumlara kalkan yaptığımız bazı söylemlerimiz vardır bizim. Namahremle iç içe olanımızın, “vallahi kalbim temiz”; bey namaz olanımızın “namaz kılanlardan çok daha iyiyim”; alenen irtikap edenimizin, “biz de Müslümanız”; fısk u fücur bataklığında debelenenimizin, “babam da hacıydı” şeklindeki cümleleri gibi.
•Anlatacağım hâdise de toplumumuzda yerleşmiş bu tepkiyle ilgili aslında. Şu devamlı kendisiyle avunduğumuz, kahrolası nefsimizin incinmemesi için kalkan yaptığımız ve hakikate ulaşmamıza doğrudan engel olan meşhur tepkiyle.
•Hadiseye geçelim sözü uzatmadan:
Erzurumlu yaşlı bir hoca efendi üzerine giyindiği İslâm nişanesi cübbesi ve sarığıyla resmî bir daireye gider bir işlem yaptırmak için.
•İlgili bölümde açık giyinen bir bayan karşılar kendini. Hoca efendinin görüntüsünden olmalı ki bir anlık bir paranoyaya kapılır bayan hemencecik. Ters tepkiler vermeye başlar hoca efendiye ortada ne fol ne de yumurta varken.
•Kalbinde sakladığını daha fazla içerisinde tutamayan kızın ağzından ani bir tepkiyle çıkıverir şu meşhur cümle “Ne yani? Biz de Müslümanız Hocam!”
•Durum anlaşılmıştır artık. Bayan, açık gezmenin İslam’da önemli bir cürüm işlemeye tekabül ettiğinin farkındadır aslında. Onun içindir bu yersiz efelenmeler. Ve bunun içindir bu haksız tepkiler.
•O an itibariyle zihnimizde bir hayat boyu kazınması gereken şöyle bir diyalog geçer aralarında:
-Ben Müslüman olmadığını söylemedim ki kızım!
-Ne bileyim genelde sizin gibiler sadece kendilerinin Müslüman olduğunu zannediyorlar da.
-Bu, benim de öyle olduğum anlamına gelmez. Fakat ben size bir soru sormak istiyorum müsaade ederseniz.
-Buyurun!
-Kaç kilosunuz?
İlgisiz gibi duran bu çarpıcı soru karşısında şaşkına dönen bayan cevap verir:
-80 kilo.
-Diliniz kaç gram?
Şaşkınlığına bir diğeri de eklenen bayan aynı edayla cevaplar bu soruyu da:
-70 gram filandır herhalde.
Hoca efendi için lafı gediğine yerleştirmenin vakti gelmiş hatta geçmektedir bile.
-Kızım! 80 kg’lık bedenin “ben bu halimle İslâm’a ait değilim” diyorken 70 gramlık dilinden “Ben de Müslümanım” sözü hiç eksik olmuyor. Hanginize inanam?
•Not: Yaşanmış olan bu hadisedeki hoca efendinin ibretlik cevabından “açık bayanların tekfir edildiği” şeklinde bir çıkarım yapmak, sözü maksadından ve gayesinden uzaklaştırmaya matuf kasıtlı bir nefis müdafaası olacaktır. Öğütlenmeyi bilenler için bu sözün ne denli zarif nükteleri ihtiva ettiği gayet açıktır.
Mikrobu ilk kez tanımlayan Akşemsettin ler
cüzzamı bulan Ibn Cessâr lar
ilk kez kanser ameliyatı yapan Ali bin Abbas lar
küçük kan dolaşımını bulan Ibn’un Nefis ler ondalık kesiri keşfeden Gıyaseddin cemşid ler
uçağı icat eden Ebu Firnaslar
Yerçekimi mucidi Razi ler
Dünya haritasını ilk çizen Mürsiyeli İbrahim ler
ve ilk ecza kitabını yazan İbn’i baytarlar bizimdir
Tarihi düştüğümüz destanlarla maruftur şanımız
Olmazları oldururken _İman varsa imkan da vardır_ cümlesidir yegane şiarımız..
Biz müslümanız.. mazimiz ezel, istikbalimiz
ebed, ufkumuz mâveralara varır
İlim Öğrenmek Meşakkat İster
Bu yüzden ulema”Bidayet-muhrikası olmayanın nihayeti müşrikası olmaz/Yakıcı bir başlangıcı olmayanın parlak bir geleceği olmaz”dememiş mi?
İlimde böyledir.Zor elde edilen,uğrunda türlü türlü meşakkatlere katlanılan ilim hem kalıcı hemde bereketli olur.
Bizim hicretimiz Allah’ın kanunlarını çiğnemeye memurmuş gibi sürekli haram yayın yapan televizyonun bulunduğu bir odadan “Rabbimin rızası burda değil”diyerek diğer odaya geçmekle olacak.
“İman Varsa İmkânda Vardır”
Tarihe düştüğümüz destanlarla marutftur şanımız. Olmazları oldururken İman varsa imkânda vardır cümlesidir yegâne şiarımız.
Okuyacaksın! Çünkü sen Fenarî’lerin,Güranî’lerin,Molla Hüsrev’lerin,İbn Kemal’lerin,Ebu’s-Suud’ların,Mustafa Sabrilerin,Kevser’lerin tohum ektiği bu toprakların yeşeren bir meyvesi olmalısın,olmak zorundasın.
Biz Müslümanız.Mazimiz ezel,istikbalimiz ebed,ufkumuz maveralara varır.Bizi Mekke sokaklarına sorsunlar.Hani şu bir zamanlar cehalet mangalarının estiği sokaklara.Nifakın,yerini samimiyete; vahşiliğin,yerini olgunluğa ve bedevi kültürünün,yerini medeniyete bıraktığı zamanlarda İbrahimî dualarla yeniden neşvünema bulmuş nasipli caddelere.