İçeriğe geç

Tedbirat-ı İlahiyye Tercüme ve Şerhi Kitap Alıntıları – Muhyiddin İbn Arabi

Muhyiddin İbn Arabi kitaplarından Tedbirat-ı İlahiyye Tercüme ve Şerhi kitap alıntıları sizlerle…

Tedbirat-ı İlahiyye Tercüme ve Şerhi Kitap Alıntıları

Bunu kendim yaptım ve bu lûtfa nâil olmak, kendi çalışmam ile gerçekleşti deme!
Ve mâ tevfiki illa billah yani benim başarım ancak Allah iledir (Hûd, 11/88) de!
Ve Şerîat, Tevhid’e davet eder.
Halk onu kendi iradesiyle hareket eder zannederler. Oysa o, Hakk’ın iradesiyle hareket eder ve onu çevirip döndüren Hakk’tır.
Lâ ilâhe illallah satırı bembeyaz nûr ve Muhammedü’r-resûlullah satırı yemyeşil nûrdur.
Kul tecellîyi kabûl etme isti’dâdı göstedikten sonra ilahî feyizler dâima hâzırdır.
Çünkü akıl İnsan bedeninde vehim verici kuvvetten daha fazla bütün kuvvetler üzerine hâkimdir; ve bütün kuvvetleri idare edeci olan akıldır. İnsan kuvvetlerini aklını hükmü ile kullandığı takdirde fiilleri ve hareketleri kendi muhiti için faydalı olur.
Bu mukaddime ve temhîdi bitirdikden sonra muayyen bir sırra vâkıf olmak isteyen kimseye kolaylık olmak üzere kitâbın fihristinden evvel bir fasl tertîb etmek istedik; tâ ki okuyan kimse fihristteki bâba baksın ve matlabı kolaylaşsın.

Bâbların fihristine dâ’ir fasl:
1. Beden meliki olan halîfenin vücûduna, o bedende mutasavvıfenin mekâsıd ve ağrâzına ve o bedenden rûha geçmelerine dâ’ir
2. Rûhun mâhiyet ve hakikatine dâ’ir
3. Halîfenin mülkü olan cism medînesinin ikâme ve tefâsîline dâ’ir
4. ‘Akl ü hevâ arasında o beden sebebiyle vukü’a gelen harbin zikrine dâ’ir
5. Yalnız imâma hâs olan isim ve sıfât ve ahvâli ve imâmın dörtden biri olmaktan hâlî olmaması
6. Bu medînenin kâdîsi olan ‘adle dâ’ir
7. Veziri ve sıfatlarına ve vezirin nasıl olmasına dâ’ir
8. Şer’î ve hükmî siyâsete dâ’ir
9. Kâtib ve sıfatları ve kitâbları
10. Ashâb-ı cibâyât ve harâcın ‘âmilleri ve ‘âmillere savb-ı savâbı gösterenlere dâ’ir
11. Cibâyâtın huzûr-ı hazrete ref ü i’lâsı ve huzûrunda imâmın keyfıyyet-i kıyâmı ve o cibâyetlerin Melik-i Mutlak olan Hazret-i Hakk’a takdimi
12. Beden medînesine vukü’ bulacak hücûmlara karşı tevcih edilen sefirler ve elçiler
13. Serdâr ve ordunun siyâset ve merâtibine dâ’ir
14. Harblerin ve mekr ü hud’aların tedbîr ü siyâsetine, düşmanla karşı karşıya gelince ‘askerin tertibine dâ’ir
15. Bu medîne düşmanlarına galebe olunmasının zikri ve bunun sırrına dâ’ir işâret
16. Bu mülkün ikâme ve idâmesi için sene fasılları üzerine cismânî ve rûhânî gıdânın tertibine dâ’ir
17. İnşâna îdâ’ olunan esrârın havâssına ve sâlikin keyfi-yet-i ahvâline ve bu bâbda nefs-i inşânın Hazret-i Bârî’ye mümâseletine dâ’ir.

Bu da beş bâb üzerine mürettebdir:
-1.Kalb sahası üzerinde yakini tenvir eden ‘aklın nasıl ifâza ettiği
-2.Kalb-i melekûtun ‘aynında idrâke mâni’ olan hicâblar
-3.İmâm-ı mübîn olan levh-i mahfuz ve mahv ü isbât levhi
-4.Semâ’ hâlinde hâsıl olan zefreler ve yürek oynamaları ve coşkunluklar
-5.Mürîd-i sâlike vasiyyeti.

Bu da fasıllar üzerine mürettebdir ve kitâb bununla hitâma erer.
Bu kitâbın bütün bâbları yigirmi bir bâbdır. înşâ’a’llâh fihristte olduğu gibi zikr edeceğiz. İşte Allâh’dan isti’âne ederek başlıyorum.

Birkaç Söz

Tasavvuf düşüncesinin meşhur simalarından İbnü’l-Arabî’nin kaleme aldığı et-Tedbîrâtü’l-İlhâyiye fi Islâhi’l-Memle-keti’l-Însâniyye isimli eserinin Ali Salâhaddin Yiğitoğlu tarafından Türkçeye kazandırılan ilk tercümesini okuyucunun istifadesine sunarken, yine mütercimin manzum ilk eseri Aşkın Sesine yazdığı Birkaç Söz başlıklı giriş mahiyetindeki bölümle başlamak istiyoruz.

Her eser, ne derece perîşân-eda olursa olsun yazarından bir parça olmak dolayısıyla sahibi indinde sevilir, ziyan olması arzu edilmez. Hatta bir Arap şairinin:

Yemûtu rediüş-şi ‘ri min kabli kâilih
Ve ceyyiduhu yebkâ ve in mâte kâiluh

Kötü şiir, şairinden önce ölür.
İyi şiir ise, şairi vefat etse de baki kalır.

dediği gibi fenâ yazılmış şiirler, kâilinden evvel ölmeğe mahkum olsa bile onların silsilesi aşk u muhabbet ipine bağlı bulunduğu için sahibi onlardan büsbütün alakasını kesmek istemez. Eskilerin uzun çabalarının mahsulü olmak üzere meydana getirdikleri ve kendilerinden sonra gelen nesillerin istifadesine sundukları eserler arasında, ebedî bir hayatı bihakkın kazanmış olanlar, her şeyi alt üst etmek şanından olan inkılapların darbelerinden uzak kalıyor. Bir virane köşesinde saklı hazine! er gibi o eserlerin sahibi de canlı bir mazi şeklinde yaşıyor!

Gecelerin esrarengiz karanlıklarında parlayan ve her biri yol gösteren birer şuleye benzeyen yıldızlar nasıl nurlar saçıyorsa, o eserleri ihtiva eden satırlar da ışıktan bir hat mahiyetinde bulunmaktan uzak kalmıyor.

Güllerin latif ince sinelerine konan şebnem taneleri, güneşin nûr saçan gölgesiyle kendi kemalinin miracına kavuştuğu gibi o müstesna dehalar da mensup oldukları milletin başucunda ışıktan bir kandil gibi yükseliyor. İşte bu doğru nazariyeyi takip eden tefekkür ehlinin gönlüne tercüman olmak üzere:

Yaşamak böyle olur, ister isen toprak ol
Gül gibi lale gibi ister açıl, ister sol

beytiyle maksadımı biraz izah edebildim sanıyorum. Kiminin eserleri, ebedî bir nüsha, kiminin de hayat gibi fani güldestedir. Hepsinin gayesi baki bir ad bırakmaktır. Şu kırık dökük parçaların içinde okunmağa değer bir mısra bulunacak olursa Mütenebbînin:
Ke-enneke fî femi’d-dehri ibtisâmun
dediği gibi ben de bu hayat gülşeninde belki bir tebessüme mazhar olurum. Bundan büyük bahtiyarlık olmaz.

Kalp dediğimiz şey, rabbânî bir mahall-i temâşâdır. Sen şeytanın evine niçin kalp diyorsun? O senin mecâzen kalp diye isimlendirdiğin şeyi git de mahalle köpeklerinin önüne at!

İbn-i Arabî

Biz deriz ki, ruhun hakikati nurdur. Hevânın hakikati nârdır(ateştir). Her ikisi de Hakk’ın vücüduyla Hakk’ın vücüdunda mütenaimdir(nimetlenendir). Zîrâ o hakikat, vücüdun sıfat-ı nefsiyyesidir. Böyle olması hakikati nâr olduğunu bilen kimseyi Allâh o nâr ile mu‘aazeb(eziyet) eder. Zîrâ fâ’il olan Hak, buna kâdirdir; o kimse de nur bulunduğu yere kaçmak ister. Kâşkî o kimse necâtı(kurtuluşu) nerede olduğunu hakikaten bilse! Lâkin bilemedi. Hak her birini makâmına da‘vet etti; belki nâr, nur ile mu‘azzeb oldu.

Tercüme: Gül kokusuyla necâset böceği rencîde olduğu gibi.

O kimse nur ile mu‘azzeb olunca mülk-i insânî de nür ile mu‘azzeb olduğunu tahayyül eder ve dâ’imâ nurdan çıkarmasını ister.

Nefsin yaratılmasının sebebi hakkında şöyle denildi:

Allâh Teâlâ Âdem aleyhisselâm’ın cesedine rûh üflediği zaman, rûh ile cesedin izdivâcından iki evlat yarattı.
Biri erkektir ki, o kalptir. Kalp hayrı emreder, şerden nehyeder, Rahmân (olan Allah’ın) nazargâhıdır.
Diğeri de dişidir ki, o da keşîfe (açılmış) olan nefsdir. Sürekli şerri emreder.

Herhangi bir beşer ile Allah’ın konuşması ancak vahiy ile yahut perde arkasından olur. ŞURA 42/51
Hiçbir varlık Allah’ı idrak edemez. Bu, tam olarak mümkün olsaydı, insan hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) bütün gizemini ve bilinmeyenini öğrenirdi.”
Hareket¸ ebedî olarak hubbîdir. Ona başka sebeplerle bakan kimse¸ perdelidir.
Kul tecellîyi kabûl etme isti’dâdı göstedikten sonra ilahî feyizler dâima hâzırdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir