İçeriğe geç

Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te Kitap Alıntıları – Honore de Balzac

Honore de Balzac kitaplarından Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te kitap alıntıları sizlerle…

Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te Kitap Alıntıları

… bir kitabın sırf kendi değerinden ötürü satın alınmasına ender rastlanır…
(1822)
Kayıtsızlık kutuplardaki buz gibidir, her şeyi boğar.
“… insan kalbinden aşkını, bir diş çeker gibi çekip atamaz.”
“… insan olmadan önce insanlığa ait olunur.”
“Polemik, dostum, ünlülerin yükselme basamağıdır.”
Bir kadın zaafları için pişmanlık duyacak noktaya geldiğinde, her şeyi silmek için hayatının üstünden adeta bir sünger geçirir.
… kıyafet meselesi, kendilerinde olmayan şeyleri varmış gibi göstermek isteyenler için büyük önem taşır…
Ne mutlu cehennemi yeryüzünde bulanlara
Öleceğimiz muhakkak ama yaşadığımıza da şüphe yok
deliliğe hizmet ederken akla başvurulur mu?
Bir düşmanda doğal görünen şey, bir dostta korkunçtur.
Ben arada bir kabaran pişmanlığı büyük bir ikiyüzlülük sayarım, dedi. O zaman pişmanlık, kötü hareketlere verilmiş bir ödül olur. Oysa pişmanlık ruhumuzun Tanrı’ya borçlu olduğu bir bekâretidir: iki kez pişman olan adam da korkunç bir sahtekârdır.
Alaylar, bir eserin haysiyetini lekeler, ciddi ve ağırbaşlı bir eleştiriyse bazen bir övgüdür
Zekâ ne kötü işlere alet oluyor.
Gözleri yaşlarla dolan Lucien, Kitabın muhteşem, dedi, ama ona saldırmamı emrettiler.

D’Arthez, Zavallı çocuk, dedi, pek katı bir ekmek yiyorsun.

Kim bilir belki de kalbin en hassas noktalarından yaralanmadıkça bir baltaya sap olunamıyordur.
Alkışlar onu adeta sarhoş ederdi, onuru için gereksiz olsa da cesareti için buna ihtiyacı vardı
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
başarıya erişebilen kimselerin hayatında öyle zalim bir an gelir ki bilinmez bir kuvvet onları acı tecrübelerden geçirir: her şey birdenbire sarsılır, her taraftan ipler kopar ya da dolaşır, felaket bütün noktalardan ortaya çıkar. Bir adam bu manevi kargaşa içinde aklını yitirdiğinde, mahvolur. Olayların bu ilk isyanına karşı koymasını bilenler, sıkıntıyı atlatıncaya kadar dişini sıkanlar, korkunç bir gayretle daha yükseklere tırmanarak kendini kurtaranlar, gerçekten güçlü insanlardır. Demek ki her insan, zengin doğmuş değilse, felaket haftası diyebileceğimiz günlerle karşılaşacaktır
En acayip insanlara, para ticaretiyle uğraşanlar arasında rastlanması dikkat çekicidir
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ne zaman gazetelerin bazı nüfuzlu insanların aleyhine doludizgin gittiğini görürsen, bil ki işin içinde reddedilmiş iskontolar, yapmaktan kaçınılmış hizmetler vardır.
Birçok kişi vicdanında az çok orijinal ufak tefek suçlar taşır.
en büyük budalalıklardan biri de, başarı zıtlarda saklıyken onu benzerlerde aramaktır başarı başarıyı öldürür.
Gerçek aşkın daima çocukluğa benzer tarafları vardır: onun gibi düşüncesizlik, tedbirsizlik, haylazlık, gülme ve ağlamalarla doludur.
Şiir daima müziği gölgede bırakır.
kayıtsızlık Kayıtsızlık kutuplardaki buz gibidir, her şeyi boğar.
çoğu zaman dostlarımıza daha iyi hizmet etmek için görünüşte onları feda ederiz
Paris’te herhangi bir şey hakkında hayale kapılmak zor, diye cevap verdi. Her şey haraca bağlanmış, burada her şey satılıyor, her şey imal ediliyor, başarı bile.
Dışarıya çıkarken Lucien, önünden şakşakçılarla bilet satıcıların iğrenç kalabalığının geçtiğini gördü, hepsi de kasketli, eski pantolonlu, yıpranmış redingotlu, mavimtırak, yeşilimtırak, çamurlu, sıska, eşkiya yüzlü, uzun sakallı, hem zalim hem de yaltaklanıcı bakışlı bu insanlar, Paris bulvarlarında yaşayan ve kaynaşan, sabahları yirmi beş meteliğe altın mücevherler, saat zincirleri satan, akşamları tiyatro salonlarında şakşakçılık eden, kısacası Paris’in her türlü iğrenç zorunluklarına boyun eğen korkunç bir topluluk oluşturuyordu.

Lousteau gülerek, İşte Romalılar! dedi, işte aktrislerle tiyatro yazarlarının şan ve şöhreti. Yakından bakıldığında, bizimkinden daha güzel görünmüyor.

Kendine gelen Lucien, Paris’te herhangi bir şey hakkında hayale kapılmak zor, diye cevap verdi. Her şey haraca bağlanmış, burada her şey satılıyor, her şey imal ediliyor, başarı bile.

Lucien, onun sonradan görme bir halk adamı olduğunu anladı: alelade bir yüz, kurnaz bakışlı gri gözler, şakşakçı elleri, sefahetlerin damdan yağmur geçer gibi iz bırakmadan üstünden geçtiği bir ten, kırlaşmış saçlar ve oldukça boğuk bir ses.
Çıkarı her köşebaşında çömelmiş gören Lucien, Paris benzersiz memleket, dedi.
Ne mösyösü! Şakşakçıların başı mösyö mü oldu?
yanında suç ortaklığına razı olacak birini bulduğunda, hırslı adamın işi iştir.
Onun sahte babacanlığı, o Turcaret* tavrı, cahilliği ve ahmaklığı altında, aralarından çıktığı şapkacı esnafının bütün kurnazlığı saklıdır.

*Lesage’in aynı adı taşıyan ünlü komedyasının kahramanı olan bezirgân tipi.

Sosyete de, gazeteciler de derinlikten yoksundur, siz öyle gizlice tasarlanmış ihanetlere inanmayın. Ne berikiler, ne de ötekiler planlı hareket ederler; onların riyakârlıkları günü gününedir, iyilik gibi kötülükten de faydalanmaya hazır vaziyette hep orada bulunmaktan, tutkuların bir adamı kurban gibi önlerine atacağı anı gözetlemekten ibarettir.
Aşk nasıl insanın bütün iyi vasıflarının özü ise, hiciv de bütün kötü tutkularının varisi olan nefretin ruhudur.
O sabah, gazetecilerin en keskin gizli zevklerinden birini, hicvi kurbanın kalbine saplanacak bir hançer gibi bileyip parlatmanın ve okuyucular için kabzasını yontmanın zevkini tattı. Okuyucu bu hançerdeki ince kafa işine hayran olur, bunda bir kötülük görmez, intikam hissiyle bilenmiş olan nükte çeliğinin ustalıkla parçalanmış, binbir yara almış bir onurun içinde kana bulandığından habersizdir. Tanıklar olmadan tadına varılan bu karanlık ve korkunç zevk, gazeteci sanki Arap masallarındaki tılsımları ele geçirmiş kişilerin efsanevi gücüne sahipmiş gibi, orada bulunmayan, bir kalem ucu ile uzak mesafeden öldürülen biriyle düelloya benzer. Aşk nasıl insanın bütün iyi vasıflarının özü ise, hiciv de bütün kötü tutkularının varisi olan nefretin ruhudur. Aşktan haz almayan bir insan olmadığı gibi, intikam alırken ince düşünmeyen biri de yoktur.
İnsanlığın en büyük icatlarından olan mitoloji, Gerçek’i bir kuyunun dibine indirdi, onu oradan çıkarmak için kovalar gerekmez mi?
Yavrum, edebiyatta, her fikrin tersi ve düzü vardır; kimse tersin hangisi olduğunu belirtme sorumluluğunu üstlenemez. Düşünce alanında her sey iki taraflıdır. Fikirler iki öğelidir. Janus (iki yüzlü Roma tanrısı), eleştirinin efsanesi ve dehanın timsalidir. Bir tek Tanrı üç taraflıdır (teslis, baba, oğul, kutsal ruh).’ Molière’le Corneille’i eşsiz kılan şey, Alceste’e evet; Philinte, Octave ve Cinna’ya ise hayır dedirtme becerisi değil midir? Rousseau, Yeni-Heloise’de düellonun lehinde ve aleyhinde birer mektup yazmıştır, onun gerçek kanısını belirlemeyi üstüne alabilir misin? Hangimiz Clarice’le Lovelace, Hektor’la Akhileos arasında karara varabiliriz? Homeros’un kahramanı hangisidir? Richardson’un niyeti ne olmuştur? Eleştiri, eserleri bütün cephelerinden gözlemlemelidir. Sonuçta, bizler büyük sözcüleriz.
Saldırılar imzasız çıkar ama övgülere pek güzel imza atılır.
Boşa harcanan cesarete selam olsun!
Hareketlilik hayat değildir, tablo da fikir değildir!
Bu küçük insanların illetlerinden biri de, yeryüzünde iki başarıya birden yer olmadığını düşünmeleridir.
Rüzgar, yağmur, fırtına, güzel hava, hepsini birlikte yaşıyoruz.
Özellikle, dostlarınızdan sakının.
Sen azizleri cehennemlik edersin! dedi.
Şeytanlar cehennemlik edilmez ki, diye cevap verdi.
suyun üstünde kalabilmek için övgünün balkabaklarına ve martavallarına ihtiyacı olan herkes gibi gazetelerden ödü kopar.
Gazete, küçük nefretlerle harekete geçirilmiş kocaman bir mancınıktır.
büyük bir yazar olabilirsin ama hep küçük bir madrabaz kalacaksın.
aşk her yerde aşk değil midir? diye sordu.
Ah! dedi. Bu hususta ben aristokratım, bir aktörün herkesin gözü önünde öptüğü, kulislerde sen diye hitap edilen, parter seyircisinin önünde eğilerek gülümseyen, eteklerini kaldırarak dans eden ve benim tek başıma görmek istediğim şeyi göstermek için erkek kılığına giren bir kadını sevemezdim
insan kalbinden aşkını, bir diş çeker gibi çekip atamaz.
İnsan olmadan önce insanlığa ait olunur.
daha önce ayaklar altına aldığı bütün toplumsal bayağılıklar tekrar ruhuna doldu
Büyük bir tiyatro yazarı olan Plautus değirmende çıraktı. Machiavelli gündüzleri işçiler arasında çalıştıktan sonra akşamları Hükümdar’ı yazıyordu O zamanının aşağılık yazarları tarafından ihtiyar ve iğrenç kolsuz diye anılan büyük Cervantes, yüce eseri Don Quichotte’unun ilk ve ikinci bölümleri arasında, kitapçı bulunmadığından, on yıl ara vermek zorunda kalmıştı
Çalışmak! Hazlara susamış ruhlar için ölüm değil midir bu?
Beyler, sizler iflas edemeyecek müsriflersiniz.
Bu ne biçim millet ki içinde onca iyiliğe ve onca kötülüğe rastlanıyor!
Gazete, okuyucuların ilgisini çekmemek ya da onları eğlendirmemektense, babasını bile tefe koyup çalmaktan çekinmez. Gerçekten ağlamak için oğlunun küllerini kavanoza koyan aktör gibi, her şeyi âşığına feda eden sevgili gibi davranır.
Gazete eğer rezilce bir iftira atmışsa, onu bir yerden duymuştur. Şikâyet eden bireyden büyük özgürlük adına özür dileyerek işin içinden çıkar
Hepimiz biliyoruz ki gazeteler, nankörlükte krallardan, hesaplılık ve dalaverede en iğrenç bezirganlardan ileri gidecek, her sabah o içkili beyinlerini satarak dimağlarımızı kemirecekler
Gazetecilere ne kadar taviz verilirse gazeteler o kadar talepkâr olurlar. Doymuş gazetecilerin yerini aç ve fakirleri alır. Bu devasız bir yaradır, gitgide habisleşecek, git gide küstahlaşacak ve yaptığı kötülüğün büyüklüğü ölçüsünde ona gösterilen hoşgörü de artacaktır, ta ki Babil efsanesinde olduğu gibi, gazetelerin çokluğu yüzünden aralarında karışıklık çıkana kadar
Önceleri şerefli insanlar tarafından yönetilen gazetelerin, sonradan gerçek dehalarda görülmeyen lastik silgi sabrına ve alçaklığına sahip olacak en vasat kişilerin veya kalem alacak parası olan bakkalların eline düştüğünü göreceğiz. Şimdiden görüyoruz böyle şeyleri!
Vignon, Yüce duygulardan yoksun, ikiyüzlü halk, diye devam etti. Atina’nın Aristides’i sürgüne yolladığı gibi o da yeteneği koynundan çıkarıp atar
Kısacası gazete, katlanmış forma şeklindeki halktır
Kolektif suçlar kimseyi bağlamaz. Gazete en korkunç şeyleri yapabilir, kimse bundan kendini şahsen lekelenmiş saymaz.
Düşünce her şeyi aydınlatacak, düşünce
İnsan ancak aynı mevkide olanlar tarafından değerlendirilebilir.
sanata ve şerefe metelik veren yoktu. Para denen koca sarkacın darbeleri, çekiç gibi kafasına ve kalbine iniyordu.
Bu yukarıdakiler ve aşağıdakiler, vicdanla uzlaşmalar, üstünlük ve alçaklıklar, ihanetler ve hazlar, büyüklük ve küçüklükler karışımı, olağanüstü bir gösteriyi dikkatle seyreden bir adam gibi onu serseme çeviriyordu.
İnanın ki budalaca saçmalıklarının her birine çok para verirdim, ama bu beni batırabilir.
Matmazel Mösyö, size takdim etmeyi unuttuğum taşralı bir şairdir. Bu akşam öyle güzelsiniz ki nezaket kurallarını düşünemiyor insan.

Zengin mi ki şiirle uğraşıyor?

Yakup peygamber kadar fakir.

Bizler için biçilmiş kaftan!

Ne yaptı? Sahne alkıştan inliyor

Diz çökerken seyircilere göğsünü gösterdi, onun büyük zenginliği de bu işte

Sabahları gazetemin düşüncelerine uyarım, ama akşamları ne istersem onu düşünürüm, geceleri bütün yazarlar sarhoştur
Tiyatrolarda insanlar gibi kaderin cilvelerine tâbidirler.
münzevi düşünürler kadar tehlikeli bir şey bilmiyorum. Öncelikle içimizde hissettiğimiz o muazzam gücü pohpohlayan bir inançla genç hayalgüçlerini bağnazlaştırarak ölümlerinden sonra ün kazanacak bu adamlar, hareketin mümkün ve yararlı olduğu bir çağda, onların kımıldamalarına engel oluyorlar. Dağa yanına gelmesini emrettikten sonra, ‘Sen bana gelmezsen, ben sana giderim!’ diye haykırmış olan Muhammed’in sisteminden yanayım ben.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir