İçeriğe geç

Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok Kitap Alıntıları – Ovanes Kaçaznuni

Ovanes Kaçaznuni kitaplarından Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok kitap alıntıları sizlerle…

Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok Kitap Alıntıları

Senin öngördüğün durumda Ermenistan’ı, EDP Taşnaksutyun’un kurtaracağını sana kim söyledi?
O günün şimdi gelmiş olduğunu düşün: Ruslar yok ve Türkler duruma hâkimdir; onlarla anlaşmak, barış yapmak gerekir. Parti olarak bizim, böyle bir rol için ehliyetli aktörler olduğumuzdan emin misin?
Hangi nedenlerden dolayı Türklerin gözünde arzu edilen ve makbul aracılar olmalıyız?
Bolşeviklere karşı olduğumuz için mi? Ama biz karşı olduğumuz dönemde Türkler kendileri onlarla dosttu ve ortak politikalar izliyorlardı. Brest-Litovsk’ta Bolşeviklerle anlaşma yaptıklarında biz, Türklere karşı ayaklandık ve hatta bu anlaşmayı sabote etmek için savaştık bile. Bolşeviklere ise Türkleri sevdiğimiz için düşman olmadık; biz hem Bolşeviklerin hem de Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye’den denizden denize Ermenistan talep etmekteydik Hem Kilikya’yı, hem Harput’u, hem Sivas’ı, hem de Trabzon’u. Biz Sevr Antlaşması’nı imzaladık; bu antlaşma Türkiye’yi mahvedecekti. Ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve Türklerin tartışmasız olarak bize ait olduğunu söyledikleri vilayetlerde hâkimiyetimizi tesis etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmî çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık.
Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz? Neden onlar bizi aracı olarak diğerlerine tercih etmelidirler?
Yoksa bizim gücümüzü mü dikkate alacaklar?
Ama biz ülkemizde iktidarken Türkler bizim gücümüzü gördüler ve sanıyorum bu güce saygı göstermek ya da ondan korkmak için özel bir nedenleri yok.
Türkler ne Wilson çözümünü, ne bizim şikayetlerimizi, ne de Sevr Antlaşması’nı tanıyorlardı.
Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.
Ve bugün, bizim milislerin savaşa katılmalarının Türkiye Ermenilerinin kaderini ne derecede etkilediği sorusunu sormak da abestir. Sınırın bu tarafında bizim farklı bir çizgi izlemiş olmamız durumunda, acımasız baskıların olmayacağını kimse söyleyemez. Türklere karşı düşmanlığımızın teraziye konulmaması durumunda söz konusu baskıların da aynı nitelikte olacağını kimse söyleyemez.
Bu konuda değişik görüşler olabilir.
Gerçek, gerçek olarak kalmaktadır ve burası çok önemli ki, Türk egemenliğine karşı onlarca yıl önce başlatılmış olan mücadele, Türkiye Ermenilerinin sürülmesi ve yok edilmesiyle, dolayısıyla Türkiye Ermenistanı’nın boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır. Korkunç gerçek böyleydi.
Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. Sarı , mavi ve diğer renklerde kitaplar yayımlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmalarını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anlatılarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yıkılan evleri ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkânsızdır.
Ermeni topraklarının darlığı ve ekonomik durumu, geriye yönelik bir göçe imkan sağlamamaktadır; halkı toplamak konusunda temel engel işte budur.
Bağımsızlık sadece belli biçim ve geniş boyutlarda değerli olan, bunların dışında kesinlikle sıfırlanan mutlak bir gösterge değildir. Mutlak olan bir şeyi talep etmek gerçekten de deliliktir.
Geçmişten ders almak, gerçekleri öğrenmek ve artık bilinçli davranmak, ciddiyetsizlik ve fikir şaşkınlığı mıdır?
Eğer Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü tarihsel bir süreç ise Rusların da sıcak denizlere inişi aynı şekilde tarihsel bir süreç değil mi?
Tarihin kendine özgü bir mantığı var, biz onu değiştiremeyiz.
Değişken niceliklerin matematik değerleri gibi, idealler de her zaman öndedir; ona yaklaşılabilir ama hiçbir zaman ulaşılamaz.
Benim açımdan Roma, Sezar’dan daha değerlidir, daha doğrusu, Sezar sadece Roma’ya gerekli olduğu için bir değer ifade etmektedir.
Siyasal partiler, her bir günün taleplerine uyarak durmadan yenilenemezler; belirli dönemlerde ortaya çıkar, belirli araçlar kullanarak belirli görevleri yerine getirirler. Bir parti her ne kadar istese de kendi geçmişinden kurtulamaz, geçmiş her zaman bugünün üzerinde dolaşacak ve onu kuşatacak: Anılar, alışkanlıklar, ilişkiler, sempatiler belirecek ve günlük çalışmalar bir tür anarşi sokacaktır.
Tedbirlilik, bir eğilimin yanında ve ona paralel olarak başka bir eğilimin de var olmasını gerekli kılmaktadır.
Alet kendi işini yaptıktan sonra, keza yıprandığında, eskidiğinde ya da işin devamı yeni bir aletin kullanılmasını gerektirdiğinde de, eski alet bir tarafa atılır ve atılmalıdır da. Geçmişe ait bir alet sadece bir saygı ve şükran, sevgi ve kült nesnesi olarak kalabilir. Fakat onu yeri milli müzedir.
Parti bir amaç değildir ve bir kişinin bu temel gerçeği unutması halinde hain, tehlikeli ve zararlı olarak algılanması gerekir.
Bugünkü gerçekliği anlamamak, her iki gözümüzün kör olduğu anlamına gelmektedir. Bugün kararlılık sergilemezsek, bizi sadece çöküş ve şerefsiz bir son beklemektedir.
Partiler çalışmalarıyla yaşar. Çalışma yoksa ve onun yerine sadece bir taklit söz konusuysa, ölüm kaçınılmazdır.
Artık Türkiye Ermenistan’ı diye bir şey yok. Büyük Avrupa devletleri bizleri defnettiler. Ermeni halkının yarısı kan kaybetmiş ve talan edilmiştir, uzun bir dinlenmeye ihtiyacı vardır. Ermenistan Cumhuriyeti, özerk bir bölge olarak Sovyet Rusya’yla birleşmiştir; devletimizi Rusya’dan koparamayız, çok istesek bile bunu yapamayız ve yapabilecek olsak bile istemememiz gerekir. Parti, yenilmiş ve otoritesini kaybetmiştir; ülkeden kovulmuş ve geri dönmez. Kolonilerde ise yapacağı bir iş yok.
Günümüzde durum bu.
EDP Taşnaksutyun’un artık yapacak hiçbir şeyi kalmadı.
Partimiz yapması gereken her şeyi yapmış ve kendini tüketmiştir. Hayatın yeni koşulları önümüzde yeni talepler getirmiştir. Biz bu yeni taleplere cevap vermek yeteneğinden yoksunuz, dolayısıyla meydanı daha yeteneklilere bırakmalıyız.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Biz bitmez tükenmez savaşlarda ülkeyi sürekli olarak silah altına tuttuk, üreten elleri savaş meydanlarında meşgul ettik, oysa yaratıcı çalışmalara büyük ihtiyacımız vardı.
Siyasal partiler, soyut konuların ele alındığı ve teorik düzeyde çözümlendirildiği birer enstitü değildir; siyasi partilerin varlık sebebi teori geliştirmek değil, eylemdir ve ayrıca mevcut somut koşullarda gerçekleştirilen eylemdir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bu sözlerime kimse alınmasın. Bu, kötülük isteyen birisinin duyduğu sevinç değil, sadece bir özeleştiridir.
Bizler devlet adamları değildik.
Adil olursak; yönetmek demek öngörmek demekse, biz kesinlikle öngörü yeteneği olmayan, işe yaramaz yöneticilerdik.
Başlıca zaafımız bu noktadaydı.
Türkler ne Wilson çözümünü, ne bizim şikayetlermizi, ne de. sevr Antlaşması’nı tanıyorlardı. Ermeni topraklarını boşaltmak yerine, yoğun bir biçimde silahlanıyor ve mevzilerini sağlaştırıyorlardı.
Ermenistan’ ın da zamanı gelmişti ve Bolşevikler Mayıs’ta yapamadıklarını Aralık’ta yaptıklar.
Yenilgimizin sebebi, Bolşeviklerin hainliği ya da Türklerin gücünde değil, bizim kendi güçsüzlüğümüzde yatmaktadır.
Devlet meseleleri kapalı kapılar ardında, Taşnak fransiyonun odasında görüşülüyor, daha sonra parlamento kürsüsünden ilan ediliyordu.
Taşnak birlikleri, bastıkları Müslüman köylerinde ortaçağdan kalan işkence yöntemleri uyguladılar ve yağma yaptılar.
Bütün erkekleri, kadınları ve çocukları topladım, benim tarafımdan atıldıkları kuyuların içinde kayalarla ezerek hepsinin hayatına son verdim.
Taşnak subayı, 1920 yılında Beyazıt-Vaaram bölgesinden yazdığı raporunda yapılan uygulamaları övüne övüne hikaye etmektedir.
Taşnak yayınları, cephede ve cephe gerisinde anarşi çıkardıklarını ve Rus ordularının vurucu gücü olarak savaştıklarını itiraf eden belgelerle doludur.
Kaçaznuni raporu, sadece tarihsel bir gerçeği tartışmasız olarak ortaya koyduğu için de günümüz dünyasında paha biçilmez dersler taşıdığı için de olağan üstü değerdedir. ABD emperyalizminin stratejisinde küçük etnik ve dinsel topluluklara belli ülkeleri parçalamada özel misyonlar yüklenmektedir.
Ülkemizde Kaçaznuni’nin raporunun bugüne kadar değerlendirilmemiş olması bir bakıma şaşırtıcıdır; bir bakıma da olağan sayılabilir. Çünkü Türkiye Hükümetleri ve Türk araştırmacıları, tezlerini emperyalizme karşı mücadele zeminine, Kurtuluş Savaşı’nın haklılığı gibi sağlam bir temele oturtmamışlardır. Çünkü bu raporun önemi, gerek bilim ve araştırma çevrelerinde, gerekse Dışişleri Bakanlığı tarafından anlaşılamamış ve değerlendirilememiştir. Kaçaznuni raporunun Türkçe çevirisi yayınlanmamış, adeta saklanmıştır.
İlginç olan, ama kitabın içeriğine bakınca doğal karşılanacak olay şudur: İlk Ermeni Başkanın bu tarihi raporu Ermenistan’da yasaklanmıştır. Yayınların Avrupa’daki kütüphanelerden Taşnaklar tarafından toplatıldığı biliniyor. Kitabın çeşitli dillerden yayımlanan basımları, Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır. Kitabın kataloglarda adı var, ancak raflarda bulunmuyor.
Raporun sonunda Taşnaksutyun’un kendini feshetmesi ve siyasi arenadan çekilmesi gerektiğini savunur. Son cümleleri çarpıcıdır, Evet intiharı öneriyorum, Parti kendisini feshetmelidir. der..
Kötü kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışında aramak acıklı bir durumdur.
Şirak ve Ararat Vadileri muazzam bir hastaneyi andırıyordu. Buralarda binlerce Ermeni bizim gözlerimiz önünde, eşiğimizin hemen yanı başında, AÇLIK ve HASTALIKTAN ölmekteydi.
Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamlar katil Türkleri tehdit etsin. Sarı , mavi ve diğer renklerde kitaplar yayımlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmalarını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anlatılarını yayınla sın. Bütün bunların ne anlamı var? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yıkılan evler ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkânsızdır.
1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu göçe tabi tutuldu, kitlesel sürgünler ve baskınlar gerçekleşti. Bütün bunlar Ermeni meselesine ölümcül darbe vurdu.

Tarihsel Ermenistan’ın, bize devreden gelenekler ve Avrupa diplomasisinin vaatleri doğrultusunda, bağımsızlığımızın temelini oluşturması gereken bölgeleri boşaltıldı; Ermeni vilayetleri Ermenisiz kaldı.

Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık dumalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.

Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık.

Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükumeti’nin (Güney Kafkasya Ermenistanı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik.

Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.

Biz Türkiye’de gürültü çıkarttığımızda, bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatlerini
Ermeni konusuna çekeceğimizi ve onları bizim lehimize aracı olmaya zorlayacağımızı
sanıyorduk. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini artık biliyoruz ve bu tür denemelerin
tekrarlanmasına ihtiyaç hissetmiyoruz. Eğer Avrupa bize Türkiye’de yardım etmeyi
beceremedi ve istemediyse, Rusya da bunu hiçbir şekilde beceremez ve istemez. Ayrı ayrı
kişileri dizginleme yöntemi olarak terör, belki de Kürt elebaşılara veya Çar memurlarına karşı
bir anlam ifade edebilirdi. Ama itiraf etmemiz gerekir ki, Bolşevikler farklı bir kumaştan
yapılmıştır. Karşılıklı bir terör söz konusu olursa Bolşevikler bizden geri kalmayacak, hatta
bizi sollayacaklardır.
Ermenistan Cumhuriyeti bir Sovyet Cumhuriyetidir. Sovyet sistemi teorik olarak sınıf
diktatörlüğünü öngörmektedir, gerçekte ise günümüzde Ermenistan’da hâkim olan, komünist
partisinin diktatörlüğüdür.
Bu tür bir hâkimiyet bizi tatmin edebilir mi? Elbette hayır.
Doğrudur, biz kendi diktatörlüğümüzü kurmak yönünde başarısız bir deneme yaptık, ama
diktatörlük (parti ya da sınıf diktatörlüğü) bizim için bir din değildir. Devlet yaşamı ve yönetimi
konusunda deneyimsiz olan, iktidar zehriyle zehirlenmiş olan bizler, cazibeye dayanamadık
ve ayağımız takıldı. Fakat biz artık yanlışımızı fark ederek çıkış yollan aramaktaydık; eğer geç
kalsaydık düşecektik, zira partimizin sadece dini değil yapısı da herhangi bir diktatörlüğe
müsait değildi. Ermenistan’da kendi gücüne dayanarak diktatörlük kurabilecek herhangi bir
sınıf ya da tabaka, parti ya da grup yoktur.
Şimdi neyimiz var?
Aras ile Sevan arasında küçücük ve sözde bağımsız, gerçekte ise canlanmakta olan Rusya
İmparatorluğu’nun özerk bir kenar bölgesi durumundayız.
Bir devlet ya da bir home ya da uluslararası diplomatik bir konu olarak Türkiye Ermenistanı
diye bir şey yok; bu konu Lozan’da defnedilmiştir.
Daha fazlasını söyleyebilirim: Türkiye Ermenistanı’nda artık Ermeni yok ve bir gün
olabilecekleri de ihtimal dışıdır. Türkler kapıları iyice kapatmışlar ve tekrar açmaları için onları
zorlayabilecek bir güç de görünmemektedir.
Türkiye’nin hangi
kuvvetlere sahip olduğunu bilmiyorduk ve kendi gücümüzden çok emindik. Savaştan
korkmuyorduk, zira zafer kazanacağımıza inancımız tamdı. Sınırlarımıza Türkler tarafından
hangi kuvvetlerin yığılmış olduğu konusunda bilgisizdik ve bu yüzden gereken tedbirleri
almıyorduk. Tersine Oltu’yu beklenmedik biçimde ele geçirmemiz, Türkiye’ye bir meydan
okumaydı. Sanki biz kendimiz savaş istiyorduk.
1918 yılında bozguna uğratılan Türkiye iki yıl boyunca dinlenebildi. Bu iki yıl içinde Türkler
canlandılar. Yeni, genç ve yurtsever duygularla hareket eden bir nesil ortaya çıkarak
Anadolu’da kendi ordusunu yeniden organize etmeye başlamıştı. Türkiye’de milli bilinç ve
kendini savunma içgüdüsü uyanmıştı. Onlar Küçük Asya’da istikballerini hiç olmazsa bir
şekilde temin edebilmek için Sevr Anlaşması’na askeri güçle karşı koymak zorundaydılar. Bu
karşı koyma eyleminin ağırlıklı olarak kuzeydoğuda değil, güneybatıda gerçekleşeceği açıkt
Bunun aksine Kars Ermenilere lazımdı. Kars’ın elde edilebilmesi için biz Acaristan’da büyük
tavizler vermeye hazırdık. Azerbaycanlılar ise Güney Kafkasya Federasyonu’nun dördüncü
(veya Dağıstan da hesaba katılırsa beşinci) cumhuriyeti olarak Acaristan’da yeni bir
Güneybatı Müslüman Cumhuriyeti’nin kurulmasını istiyorlardı. Aksi takdirde Acaristan’ın
Türkiye’ye bağlanması gerektiğini düşünüyorlar, Acaristan’ın Gürcistan’a bağlanmasını
istemiyorlardı. Kars ve Ardahan konusunda Azerbaycanlılar tamamen Türklerin görüşünü
savunuyorlardı. Onlar Kars ile Ardahan’ı Türk toprakları olarak görüyorlardı ve bu yüzden
buraların Türkiye’ye bağlanmasını gayet doğal buluyorlard
Türk Ordusu’nu Coşkuyla Karşılayan Ermeni Köylüleri
Taşnakların Türklere ve Kürtlere karşı girişliği katliamlar yanında Ermeni köylülerine de
şiddet ve baskı uygulaması, Ermeni halkı içinde de geniş tepkiye yol açmıştır. Dahası bazı
Ermeni belgeleri. Ermeni köylülerinin Türk Ordusu’na gösterdiği sıcak duyguları
yansıtmaktadır. Taşnak Hükümeti ordusu komutanı tarafından, firar eden Ermeni askerleri
aramak üzere Eçmiadzin kazasından Gümrü köylerine gönderilen bir Ermeni subayının
raporu dikkat çekicidir. Komutan, bu subayın ifadelerine dayanarak genel karargâha 14
Kasım 1920 tarihinde şu bilgileri rapor ediyor:
Gümrü bölgesi Ermenileri Taşnak subayını düşmanca karşılamış ve hatta birkaç defa
Türklere teslim etmeye kalkmışlar. Birçok köyde halk tepkili ve askeriyeyi düşman olarak
görüyor. İlhiab ve Kapanak köylerinde kızıl bayraklar çekilmiş. ( ) Subayım, M. Kapanak
köyünde Selçan Ermenilerinden oluşan atlıların eşliğinde Türk süvari devriyesiyle
karşılaşmış. Türkler, ekmek ve tuzla karşılanmış. Köylerde kadınlar kazanlarda yemekler
hazırlamışlar. Subayım, yemeği kimin için hazırladıklarını sorduğunda şöyle cevap vermişler:
Tabii ki Türkler için, sizin için değil.’ (34)
Bugün soykırımla suçlanan Türk Ordusu’nun bizzat Ermeni halkı tarafından böyle sıcak
karşılanması, suçlamanın gerçekle bağlantısı konusunda herkesi yeterince aydınlatmaktadır
Taşnak Hükümeti’nin, boyun eğmeyen köylüleri cezalandırmak için Zangi nehrinin kolunu
kapattığı ve bölgedeki köyleri susuz bıraktığı Ermeni hâkim güçlerinin gazetelerinden olan
Jogavurd’un 29 Haziran 1920 tarihli sayısında aktarılmaktadır. Bu cezalandırmanın
sonucunda birçok insan ölmüş, tarladaki ürünler mahvolmuştur
Taşnakların yağma faaliyetinin bir diğer örneğine ise, Ermenistan’daki hâkim kuvvetlerin
yayın organlarından biri olan Jogovurd gazetesinin 1920 yılındaki 105. sayısında rastlıyoruz.
G. Muradyan isimli yazar, bulunduğu Gorçi Gölü’nün kuzey kıyılarındaki Azeri köylerinden
Taşnak Hükümeti’nin yağma politikasına hayran bir tarzda şu izlenimleri aktarmaktadır:
Hükümetimizin çalışmaları sonunda bu köylerin nüfusu Ermenistan sınırlarının dışına atıldı.
Ölüm sessizliğinden şaşkına dönmüş, garip bir şekilde miyavlayan ve havlayan, şaşkın
sesler çıkaran birkaç kedi ve ayrıca iki-üç köpeğin kaldığı terk edilmiş köyler gördüm. Bu
köylerin nüfusu artlarında oldukça yüksek miktarda tohum, patates, buğday ve arpa
bırakmışlar. Hükümet, bu köylerden iki milyon pudun üzerinde buğday ve yarım milyon pud
patates toplayabilir
Türklere ait malların hükümetin elinde toplanmasını isteyen Taşnak yetkilisinin raporu,
Ermenistan Devlet Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu konudaki önemli belgelerden bir tanesi de,
işgal edilen Kars’ın Ermeni Valisi’nin merkeze gönderdiği rapordur. Vali, bölgedeki Türk-Kürt
nüfusun imha edilmesi ve varlıklarının yağmalanmasıyla ilgili rapor verirken, işgal edilen
köylerde bütün zenginliği toplama işini ellerine almak konusunda her zaman başarılı
olamadıklarından yakınmaktadır. Vali, devamında Türklerden ve Kürtlerden oluşan bölge
gerçekten bir hazine gibi. Ama ne yazık ki biz burayı tam olarak kontrol edemiyoruz
demektedir
Taşnakların Yağma Politikası
Taşnak birlikleri, bastıkları Müslüman köylerinde ortaçağdan kalan işkence yöntemleri
uyguladılar ve yağma yaptılar. Ermeni devletinin içinde bulunduğu parasal krizi bu şekilde
aşmaya çalıştılar. Bir Taşnak yetkilisinin Taşnak Hükümeti’nin başı A. Ogancanyan’a yazdığı
21 Haziran 1920 tarihli mektupta, Ermeni yöneticileri Ermeni devletinin eline geçecek
zenginliklerin, Ermeniler tarafından yağmalanmasından yakınılmaktadır:
Zangi-Bassar tarafımızdan işgal edildi. Bu ülke öyle zengin ki, bizim borçlarımızı birkaç defa
kapatacak durumda. İki gündür burada görülmemiş bir yağma gerçekleşti. Buğdayları,
arpaları, pirinçleri, semaverleri, halıları, paralan ve altınları topladılar. Maliye Bakanlığı, iki
görevlisini yanlarında örgütlü bir güç olmadan buraya ancak dün gönderebildi. Devasa bir
zenginlik ellerimizden gidiyor.
Taşnak Raporlarında Ermeni Mezalimi
Diğer taraftan Taşnak belgeleri, Çarlık Rusyası ve Batı emperyalizminin kumandası altına
giren Taşnakların katliam hikayeleriyle doludur.
Van’ın işgalinin ardından şehrin valisi olan Aram’a Rus ordularının Van birliği komutanı
Nikolayev tarafından gönderilen 22 Haziran 1915 tarihli ve 34 sayılı talimatta, Ermenilerin
bölgedeki Kürt nüfusa saldırmamaları ve köylerini yağmalamamaları bildirilmektedir. Ancak
Aram, talimata verdiği protesto cevabında, emirlerin yerine getirilmeyeceğini, henüz işgal
edilmemiş bölgelerdeki Müslümanlara uyarı olması amacıyla suçluların en ağır şekilde
cezalandırılacağını belirtmektedir
İngiliz ve Fransız Ordularının Emrinde Türkiye’ye Karşı Savaş
Çarlık Rusyası’nın yıkılmasının ardından Taşnaklar, bu sefer Batılı emperyalistlerin
güdümüne girmişler ve İngiltere, Fransa, ABD gibi devletlerin bölgedeki çıkarları için
Türkiye’ye karşı savaşmışlardır.
Taşnak Hükümeti’nin Başbakanı Kaçaznuni, 7 Şubat 1919 tarihinde İngiliz işgal kuvvetleri
komutanı General F. Wocker’la yaptığı görüşmede Ermenilerin, İtilaf Devletleri’nin zaferiyle
ve Kafkasya’ya gelmeleriyle durumlarının iyiye doğru değişeceğinden kesinlikle emin
olduklarını belirtmiştir. Bu görüşmenin raporu, Ermenistan İçişleri Bakanlığı Arşivi’nde
saklanmakladır
Bilindiği gibi, Rus hükümeti savaşın başında Türk Ermenilerini silahlandırmak ve savaş
sırasında ülke içinde ayaklanma çıkarmak için hayır hale getirmek amacıyla hazırlık gideri
olarak 242 bin 900 ruble
verdi. Gönüllü birliklerimiz Türk ordusunun savunma hattını yarıp, ayaklananlarla birleşerek
cephe ve cephe gerisinde anarşi yaratmak ve bununla birlikte Rus ordularının geçişini ve
Türk Ermenistanı’nı ele geçirmesini sağlamak zorunda
Türkiye’yle savaş müjdesi, bütün Ermeni halkını coşturmaktadır. Bütün ülkelerden
Ermeniler, şanlı Rus ordularında yer almak ve Rus silahının başarısına kanıyla hizmet etmek
için acele etmektedir. Yüce Tanrıya düşmana karşı zafer kazanmak için dua ediyoruz. Yeni
şanlı Rus silahı olmak ve Rusya’nın Doğu’daki tarihsel görevini yerine getirmek vatan
borcumuz olmaktadır. Kalbimiz bu istekle yanmakladır.
Rus bayrağı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında özgürce dalgalanacaktır.
Çarlık Ordularında Türkiye’ye Karşı Savaş
Emperyalist merkezler, Osmanlı devleti ve Mustafa Kemal yönetiminin 1915-1923 arasında
Ermenilere katliam veya soykırım uyguladığı suçlamasında bulunuyorlar. Oysa Kurtuluş
Savaşımıza denk düşen bu sekiz yıl, aslında Taşnak güçlerinin Çarlık Rusyası. İngiltere ve
Fransa ordularının emrinde Türkiye’ye karşı savaş yıllarıdır. Bu tarihsel olgu, binlerce Taşnak
belgesine de yansımıştır.
Birkaç örnek verelim. Taşnaklar tarafından yönetilen Ermeni Milli Bürosu’nun Birinci Dünya
Savaşı’nın hemen başında Çar II. Nikolay’a gönderdiği bildiri, Taşnak yönetiminin
emperyalizme nasıl bel bağladığını gösteriyor:
Şanlı Rus orduları, kendi hükümdarlık toprakları boyunca karlı Ermenistan tepelerinde ve
engin Alaşkert vadisinde, Almanya’ya ihtiyaç duyarak kudretli Rusya’ya el kaldırma cüretini
gösteren Türkiye’ye karşı savaşırken, Ermeniler, atalarının öğütlerini dinleyerek ( ),
hayatlarını ve varlıklarını Yüce Rusya’nın ve onun tahtının şanı için feda etmek için ayağa
kalkmışlardır.
Taşnak Hükümeti’nin ilk başbakanı, özellikle şu saptamalarda bulunuyor:
– Gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.
– Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmışlardı.
– Türklerden yana olan güç dengesini hesaba kalmamışlardı.
– Tehcir kararı amacına uygundu.
– Türkiye, savunma içgüdüsüyle hareket etmişti.
– İngiliz işgali, Taşnakların umutlarını yeniden kabartmıştı.
– Ermenistan’da Taşnak diktatörlüğü kurmuşlardı.
– Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapılmışlar, bu yönde
kışkırtılmışlardı.
– Müslüman nüfusu katletmişlerdi.
– Ermeni terör eylemleri Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.
– Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı.
– Taşnak Partisi’nin artık yapacağı bir şey yoktu; intihar etmeliydi.
Kızılordu’nun Güney Kafkasya’dan çıkmasını talep ettiklerinde, Gürcü Menşeviklerini ve onlardan da daha iyi Azerbaycanlı Musavatçıları anlayabiliyorum. Onlar bu durumda söz hakkının Türkiye’de olacağını biliyorlar. Biliyorlar ve korkmuyorlar, korkmalarına bir sebep de yok.
Devlet yaşamımızın ilk günlerinden itibaren biz Ermenistan gibi böylesine küçük, fakir, talan edilmiş ve dünyadan koparılmış bir ülkenin gerçekten bağımsız ve özgür olamayacağını gayet iyi anlıyorduk. Bir destek; her neyse bir dış güç lazım olduğunu anlıyorduk, ki ona dayanarak hiç olmazsa ilk aşamalarda kendi varlığımızı muhafaza edebilelim. Böyle bir desteği önce uzak Amerika’da daha sonra ise Avrupa’da aradık.
Gerçeklik ise şudur ki, birleşik Ermenistan artık içi boş bir sözdür; bundan daha fazla bir şey değildir.
Ermeni vilayetlerini Türkiye’den kim talep edecek? Türk ordularını ve Kürt aşiretlerini oradan kim kovacak?
Geçmişte biz Rus hegemonyasından kurtulabileceğimiz ve batıda destek bulabileceğimiz gibi safça bir düşünceye kapılmıştık.
Ben her zaman insanın perhiz için değil, perhizin insan için olduğuna inanmışımdır.
Ve sırf bu yüzden -meselenin garanti altına alınması ve ileride gelişebilmesi amacıyla- partiye intihar etmesini öneriyorum.
Biz bitmek tükenmez savaşlarda ülkeyi sürekli olarak silah altında tuttuk, üreten elleri savaş meydanlarında meşgul ettik, oysa yaratıcı çalışmalara büyük ihtiyacımız vardı. Bolşevikler, halkı bu korkunç durumdan kurtardılar.
Devlet ile partiyi ayıramıyor ve parti ideolojisini devlet işlerine karıştırıyorduk.
Adil olursak; yönetmek demek öngörmek demekse, biz kesinlikle öngörü yeteneği olmayan, işe yaramaz yöneticilerdik.
Bütün bunların üstüne hükümet vahim bir hata yaptı: Asker sayısını artırmak amacıyla, sürekli yeni kişileri orduya çağırıyor; yaşlı, yorgun, aile ve geçim kaygıları altında yıpranmış insanları askere alıyorlar, aceleyle silahlandırıyor ve cepheye gönderiyordu. Bu kişiler firar ederek askerin moralinin daha da bozulmasına sebep oluyorlardı.
Sınırlarımızda askeri operasyonlar başladığında Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayı önerdiler. Biz ise onların önerisini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı.
Fakat savaşın kaçınılmaz olduğu kuvvetle muhtemeldir (bu savaş Türkiye’ye lazımdı). Bu ihtimallere rağmen bir husus tartışılmazdır: Biz savaştan kaçınmak için yapmamız gereken her şeyi yapmadık. Sonuçlar bir yana, Türklerle ortak bir anlaşma zemini bulmak için var gücümüzle çalışmalıydık.

İşte biz bunu yapmadık.

Hükümet de yoktu; o da Büro’ya bağlı olup, Büro’nun devlet içindeki bir tür yürütme organıydı. Bu bir Bolşevik sistemiydi. Ama Bolşeviklerin tutarlı bir biçimde ve açıkça yaptıklarını, bizler demokrasi kılıfına uydurmaya çalışıyorduk.
Garip ve şaşırtıcı olan husus şu ki, demokratik bir kurum içinde 80 üyeden 72’si, yanş yüzde 90’ı Taşnaktı; diğer siyasi partilerden sadece EsErler (Sosyal Devrimci grubunun baş harfleri: SR) dört sandelye kazanabilmişti. Bu zafer biz Taşnakların gözlerini kör etti, bu tür bir parlamentonun gerçekte bir parlamento parodisi olduğunu anlayamadık. Anlayamadık ki, bu seçimler halkımızın bağımsız bir siyasal yaşam için henüz olgunlaşmadığını kanıtlamaktadır. Biz, parlamento zaferimizin aslında zafer değil bir yenilgi olduğunun, parlamentoya 72 kişi yerleştirerek ayaklarımızın altındaki zemini, demokrasinin temelini kaybettiğimizin bilincinde değildik.

Hâkimiye tam olarak ele geçirirken, sorumlulukların da tamamını üstlenmiş olduğumuzu anlamıyorduk. Oysa bizim gereken hazırlığımız ve elemanlarımız yoktu. Yine güçlü bir muhalefetin varlığının, sırf bizi terbiye etmek, düzen ve hukuk dışına çıkmamıza müsaade etmemek bakımından gerekli olduğunu da anlayamadık.

Biz bunun bilincindeydik ve samimi olarak Gürcülerle dostluk ortamında yaşamak istiyorduk. Fakat başaramadık. Bu konuda, bağımsız Gürcistan’ın bize karşı takındığı tavrın yanı sıra, bizim kendi güçsüzlüğümüz, siyasal yetersizliğimiz ve devlet aygıtını yönetmekteki yetersizliğimiz de önemli rol oynadı.
Yine yanılmıştık. İngilizler herhangi bir fark gözetmiyorlardı. Bizim onların müttefiki olduğumuzu sanki bilmiyorlardı ya da unutmuşlardı. Gürcülere ve Azerbaycanlılara karşı sergiledikleri cömertlik kesinlikle beklenmedik ve anlaşılmaz bir durumdu.
Birkaç ay önce Trabzon’da adını bile duymak istemediğimiz Brest Antlaşması şimdi bizim tek isteğimiz haline gelmişti. Fakat Türkleri ikna etmek imkânsızdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir