Arthur Schopenhauer kitaplarından Tartışma Sanatı Stratejileri kitap alıntıları sizlerle…
Tartışma Sanatı Stratejileri Kitap Alıntıları
Öte yandan, sofistik ve eristiği Aristoteles’in yaptığı gibi diyalektikten ayırmamak gerekir; çünkü böyle bir ayrım nesnel, maddi gerçekliğe dayandırılmaktadır ve bunu önceden açıkça bilmek mümkün değildir.
_Diyalektik bir konuşma sanatıdır. Onun aracılığıyla bir şey çürütülür ya da ispatlanır ve bu konuşmacıların soru ve cevaplarıyla yapılır. Diyalektiğin görevi, saldırılara karşı insanın kendini nasıl savunacağını ve nasıl saldırabileceğini göstermektir. Bir kılıç ustası dövüşürken kimin haklı olduğuyla ilgilenmez. Tek dikkat ettiği şey, hasmının hamlelerini savuşturmaktır. Diyalektikte de aynen böyledir: Tinsel bir kılıç dövüşüdür diyalektik ve tartışmayı kazanmaya yarar. En doğru ismi eristik diyalektiktir.
_Kibirlilik, düşüncemizin yanlış, muhalifimizin görüşünün ise doğru çıkmasını istemez. Tartışan kişi doğru için değil, sadece kendi önermesi için mücadele eder. Kendisine şüpheli göründüğünde bile savını kabul ettirmek ister. Bunun için kurnazlığı kullanır
_ Eristik sadece haklı çıkmayı hedefler; sofistik ise haklı çıkarak elde edilecek itibar ve paranın peşindedir.
_ Aristoteles retorik ve diyalektiği birlikte düşünmüş, amaçlarının inandırma olduğunu belirtmişti. _Aristo: Kendisi haksız olduğunda bunu hazmedebilecek kadar adalet duygusuna sahip olanlarla tartış. Saçmasapan şeyleri savunmayacak kişilerle tartış. Nedenleri dinleyip dikkate alanlarla, gerçeğe değer verenlerle tartış. Demek ki yüz kişi içinde tartışmaya layık bir kişi bile zor çıkar. Geri kalanı ise bırakın ne isterlerse onu konuşsunlar, budalalık insan hakkıdır. Arap atasözü: “Susma ağacının meyvesi barıştır.”
Mantık veya analitik; Tartışma götürmez doğrulukta sonuçlara varmanın yöntemi. _Deliler doğruyu söyler, demek ki akıllılar yalancıdır.
_Neden Haklı Çıkma Sanatı? İnsan türünün kötülüğünden. Dürüst olsaydık, sadece gerçeği günışığına çıkarmaya çalışırdık.
__Muhalifimiz bir tez öne sürdü. Bunu çürütmek için iki yol vardır. a) ad rem [konuya yönelik]; b) ad hominem [insana yönelik] Yollar: a) doğrudan çürütme; b) dolaylı çürütme. Doğrudan çürütme tezin nedenlerine, dolaylı çürütme ise sonuçlarına saldırır; ilki tezin doğru olmadığını, ikinci ise doğru olamayacağını gösterir. Doğrudan çürütme iki türlü olabilir: Ya muhalifin önermesini dayandırdığı nedenlerin yanlış olduğunu gösteririz ya da nedenleri kabul ederiz ama bunlardan o önermenin çıkmayacağını gösteririz. Dolaylı çürütmede ise ya (sapma; bir şeyi karşıtının saçma olduğunu göstererek ispatlama) ya da örneğe başvurulur.
_Hileler_
_Genişletme_ Bir iddia ne kadar genel olursa, saldırılara o kadar açık olur.
_Eşanlamlılık_ İddia genişletilir ve ortak yanı olmayan bir şeye dönüştürülüp çürütülür. İftiraya uğrayan esnaf, burjuva itibarını bir şövalye onuruna dönüştürdü.
_Mutlaklaştırma_Önermeyi sanki genel ifade edilmiş gibi almak ve çürütmek. Üç hile akrabadır.
_Oyunu Gizleme_Uzak bir yerden başlayarak sonuca varırız.
_Yanlış Önerme Kullanma_ Yanlış fikirlerden doğru sonuç çıkabilir; ama doğrudan yanlış asla çıkmaz. Bir mezhebin taraftarıysa, bu mezhebin fikirlerini ona karşı temel ilkeler olarak kullanabiliriz.
_Bir Anda Çok Soru Sorma_ Bir anda ayrıntılı soru sorularak asıl kabul ettirilmek istenen şey gizlenir; buna karşılık kabul edilenlerden çıkarılan argüman hızla öne sürülür. Bu erotematik, öğrencilere sorular sormaya dayanan öğretme yöntemi; öğretmenin konuşup öğrencilerin dinlediği akromatik yöntemin alternatifi (Sokratik de denir)
_Kızdırma_Öfkeli kişi doğru yargıda bulunamaz _Soru Sırasını Karıştırma_ Muhalif tedbir alamaz.
_Sonucu Sormama_ tekil durumları kabul emişse, ona sonucu kabul edip etmediğini sormaktan kaçınmalı, kabul edilmiş bir olgu olarak sunmalıyız. Kendi de inanmaya başlayacak,
_İsim Seçme_Bütün hileler arasında bu en sık başvurulandır. Protestanlar hem bu adı hem de Evanjelikler adını kendileri seçmiş, Katolikler ise onlara sapkınlar demiştir. Muhalif herhangi bir değişiklik önerdiğinde, bundan “yenilik” diye söz etmeliyiz, çünkü bu kelime hoş karşılanmaz. Tabii öneriyi biz getirdiysek, yapacağımız şey bunun tersidir. İlk durumda karşıtlığı anlatmak için “mevcut düzen”, ikincide ise “köhnemiş önyargı”demeliyiz. “Dindarlık”, “Tanrı’ya adanmışlık” derken, karşı çıkan biri aynı şeylerden “bağnazlık”, “hurafe” diye söz edebilir. . Dinsel coşku” = “fanatizm”, “çapkınlık” = “zina” “ödeme güçlüğü” = “iflas”
_Tez Ekleme_Kanıtlamakta zorlanıyorsak, başka önermeyi muhalife sunarız ve sanki ispatı buradan çıkaracakmış gibi yaparız. Muhalif kuşkulandığı için yeni önermeyi reddederse, bu yargısının saçmalığını gösterip zafer kazanmış oluruz; Böyle bir şey yapabilmek için aşırı derecede utanmaz olmak lazımdır;
_Karşı Örnek Uydurma_Genel bir önerme için çok sayıda örneğin tersine, önermeye uymayan tek bir örnek onun bir kenara atılması için yeterlidir. Mesela “Bütün geviş getiren hayvanlar boynuzludur” tezi sadece deveyi örnek göstermekle çürütülmüş olur.
_Taraf Tutma_ Bu hileye“Ağacı kökünden kavramak”denir ya da faydaya bağlı argüman_ Nedenler göstererek akla hitap etmek yerine, içgüdüler üzerinden iradeye etki etmeye çalışırız. Bu hile uygulanabilir olduğu anda, diğer hepsini gereksiz kılar: Bunu yaptığımızda, savunduğumuz düşünce tımarhaneden çıkma bile olsa, dinleyicileri hemen kendi yanımıza çekeriz. Çünkü bir dirhem irade, yüz kilo akıldan daha ağır çeker. Muhalifin savunduğu görüşün geçerli olması halinde kendi çıkarına ciddi bir zarar vereceğini ona hissettirebilirsek, elinde kor varmış gibi fırlatıp atacaktır. Mesela, bir papaz felsefi bir dogma savunuyor diyelim. Bunun kilisesinin temel bir dogması ile çeliştiğine dikkati çekildiğinde, hemen vazgeçer. Kendimize haksızlık eden bir yasa çıkarmak ne düşüncesizliktir! – Horatius,__ Dinleyiciler bizimle aynı tarikat, işyeri, kulüp vb. mensubuysa muhalifin tezi istediği kadar doğru olsun; biz bu tezin bağlı bulunduğumuz cemiyetin ortak çıkarlarına aykırı olduğunu belirtince, bütün dinleyiciler muhalifin argümanlarını mükemmel bile olsalar zayıf ve zavallı, bizimkileri ise ne kadar içi boş olsa da doğru ve yerinde bulacaktır. Koro halinde bizden yana seslerini yükseltirler, muhalifimiz ise rezil olmuş halde uzaklaşmak zorunda kalır.
_Tezat Sunma_Muhalife tezimizi kabul ettirmek için karşı-tezi de sunup seçim yapmayı ona bırakmalı.
_Zafer Narası Atma_istediğimiz vargıyı sanki kanıtlanmış gibi zaferle öne süreriz.
_Zorluk Çıkarma_ Muhalifin çelişkilerine bakarız. Mesela Berlin’de bulunmanın hoş olmadığını söylemişse, “Niçin ilk trene atlayıp burayı terk etmiyorsun?” diye çıkışıveririz.
_İnce Ayrım_ Sıkıştığımızda ince bir ayrımla kendimizi kurtarabiliriz
_Tartışmayı Kesme_Muhalifin bizi alt edebileceğini fark edersek, tartışmayı zamanında kesmeliyiz ya da başka yöne saptırmalı,
_Abartmaya Zorlama_İtiraz ve münakaşa iddiayı abartma eğilimi uyandırır. Yani muhalifimizi itirazlarla kışkırtarak, önermeyi, doğrunun sınırlarını geçecek ölçüde abartmasını sağlayabiliriz.
_Sonuç Uydurma_Çarpıtarak, hiç olmayan saçma önermeler çıkarılır. Bir şeyi karşıtının saçma olduğunu göstererek ispatlama.
_Gerekçeyi Terse Çevirme_Muhalif “O bir çocuk, bazı şeylere göz yummak gerekir” dediğinde; “Tam da çocuk olduğu için cezalandırılmalı ki kötü alışkınlarını pekiştirmesin.”
_Tribünlere Oynama_Bilgisiz dinleyiciler önünde kullanılabilir. İtirazımız aslında geçersizdir ama bunu izleyici fark edemez. Muhalifimiz uzmandır ama dinleyiciler değil. İtirazımız onu gülünç duruma düşürüyorsa, dinleyicilerin gözünde yenilmiş olur. Örnek: Muhalif: ilk kayalık oluşumunda, kütle eriyik halindeydi. Sıcaklık 200°dü. Deniz yüzeyinin altında kristalize olmuştu. Buna karşı “O sıcaklıkta, deniz suyu buharlaşıp uçmuş olurdu” diye bir argüman getirebiliriz. Dinleyiciler güler. Muhalif bizi alt etmek için. Fizikçi olmayanlara bilimsel bir konferans vermesi gerekecektir.
_Saptırma_Yenileceğimizi anlayınca. Taraflardan biri diğerine suçlama getirirse, o kişi buna cevap verip çürütmez, bunun yerine o da birinciye yönelik suçlamalar yapar, kendisine yönelik suçlamaları havada bırakır ve böylece aslında itiraf etmiş olur.
_Neden Yerine Otorite Gösterme_Muhalifimizin saygı duyduğu bir otoriteden yararlanabiliyorsak, işimiz kolaydır. Muhalifin bilgi ve yetileri birinci sınıfsa, onun için geçerli otorite hemen hemen hiç yoktur. Önyargılar da otorite olarak kullanılabilir.
_Çoban nereye götürürse oraya giden koyunlar gibidirler: Onlar için ölmek, düşünmekten daha kolaydır. Sıradan insanların kafası saçmalıklarla doludur ve bunları süpürüp temizlemek çok zordur._ _Düşüncenin yaygınlığı onun doğruluğunun kanıtı değildir.
_Evrensel doğru sayılmış bütün eski hataları yeniden kabul etmek demek, bütün Protestan ülkelerde Katolikliği geri getirmek gerekecekti; Evrensel düşünce denilen şey, aslında sadece iki ya da üç kişinin görüşü olduğunu anlarız. Sonra da onlara güvenen, tembellik nedeniyle titiz ve zahmetli bir sınamaya girişmektense fikre hemen inanmayı yeğleyen birçok kişi daha çıkar. Böylece tembel ve saf taraftarların sayısı günden güne büyür. Geri kalanlar da, herkesin doğru saydığı bir şeye karşı çıkarak huzursuz tipler damgasını yememek için, bu fikri kabul etmek zorundadır. Taraftarlık artık bir görev haline gelir. Başkalarının görüşlerini tekrarlayan gayretkeş ve hoşgörüsüzkimselerin konuşmasına izin vardır sadece. Farklı düşünenlerden nefret etmelerinin nedeni, onların başka bir görüşü savunuyor olması değil, kendi fikir ve yargılarını oluşturmaya kalkışmalarıdır; oysa kendileri böyle bir şeye asla girişebilmiş değillerdir. Tıpkı aynı tarihsel olguyu yüzlerce tarihçinin yazmış olması, ama sonra hepsinin bunu birbirinden aldığının kanıtlanması ve aslında tek bir kişinin ifadesinden başka bir kaynak bulunmadığının anlaşılması gibi._ Akli argüman silahı karşısında, düşünememe sularına dalmış olan muhalif, derisi nasır kaplı [Siegfried öldürdüğü ejderhanın kanında yıkanarak yaralanamaz hale gelir] gibi düşüncesizlik ve kararsızlık çamuruna bulanmıştır.
_Anlamazdan Gelme_Söylediğiniz benim zayıf anlama gücümün ötesindedir. Doğru olabilir, ama ben anlayamıyorum. Böylece dinleyiciler gözünde itibarımızı koruyarak, bir yandan da muhalifin söylediklerinin saçma olduğunu ima etmiş oluruz. Örneğin Saf Aklın Eleştirisi çıktığında, eski ekole bağlı birçok prof. kitabı anlamadıklarını açıklamış, böylece eserin işini bitireceklerini sanmışlardı. yeni ekolün bazı savunucuları onlara Kant’ın kitabını gerçekten de anlayamadıklarını gösterince, kendilerini hiç de iyi hissetmediler.
_Muhalif bizim saçmaladığımızı ima etmek istedi; biz onun kavrama kıtlığını kanıtladık. Tabii her ikisi de en büyük bir nezaketle gerçekleşti.
_Etiketleme_iddiayı kısa yoldan safdışı bırakmak için onu nefret edilen bir kategoriye dâhil ederiz
_Zayıf Noktada Israr Etme_Muhalif, konuşmayı başka yöne çekmeye çalışıyorsa, bu bizim zayıf bir noktaya dokunduğumuzun kesin bir işaretidir:
_Laf Kalabalığı Yapma_ Muhalifi saçma sözlerle, ağız kalabalığıyla şaşkına çevirmek, sersemletmek. _Yanlış Kanıttan Yararlanma_
_Kişiselleştirme_Haksız çıkacağımızı fark edince işi kişiselleştirerek hakaret ve kabalığa başvurabiliriz. Kişiselleştirme, tartışma konusundan
ayrılarak muhalifin kişiliğine saldırmaktır. Yaralayıcı, kötücül, aşağılayıcı ve kaba oluruz. Bu, tinsel gücün bedenselliğe ya da hayvaniliğe başvurmasıdır. Hiçbir şey kibrin tatmininden önemli değildir ve hiçbir yara insanın canını kibrin yaralanması kadar yakmaz. (“Onur yaşamdan daha önemlidir.” Kibrin tatmin edilmesi kişinin kendini başkalarıyla kıyaslaması yoluyla olur.
_Sonuç_
_Aslında akılların çarpışması olarak tartışma çoğu zaman karşılıklı yarar sağlar; kendi düşüncelerimizi düzeltmeye, yeni görüşler üretmeye olanak verir. Ama bunun için, tartışmacıların bilgi ve zihin gücü bakımından birbirine oldukça yakın düzeyde bulunması gereklidir. Birinin bilgisi eksikse, her şeyi anlayamaz, seviyeli değildir. Zihin gücü yetersizse, bunun getirdiği kızgınlık onu sahtekarlığa, hilekarlığa sürükleyecektir.
__İnsan doğası şöyle bir şeydir: Konuşmacılar birbirine görüşlerini aktarırken, eğer A aynı konuda B’nin kendisinden farklı düşündüğünü saptarsa, önce kendi düşüncesini gözden geçirip hata aramak yerine, ötekinin düşünüşünde hata olduğunu varsayar. Yani insan,
doğası gereği dediğim dediktir. Demek ki eristik diyalektik, insanın doğasında yatan dogmatikliğin işleyişini araştırıp açıklar.
_Peirastik: Sokrates’in ortaya belli bir iddia atan kişilere sorduğu sorularla iddianın aslında sağlam olmadığını göstermesi.
_İkna etmek” karşılıklılık esasına dayanan bir diyalog. manipülasyon, kandırmaca ve laf kalabalığı ile kişiyi yönlendirmek.
_Hileler_
_Taraf Tutma_İsim Seçme_Tez Ekleme__Karşı Örnek Uydurma__Genişletme_Eşanlamlılık_Mutlaklaştırma_Oyunu Gizleme_Yanlış Önerme Kullanma_Bir Anda Çok Soru Sorma_Kızdırma_Soru Sırasını Karıştırma_Kendi Silahıyla Vurma_Zaaf Arama_Önermeleri Özdeş Sayma_Kanıt Varsayma_Sonucu inkâr Etme_Tezat Sunma_Zafer Narası Atma_Zorluk Çıkarma_İnce Ayrım_Tartışmayı Kesme_Abartmaya Zorlama_Sonuç Uydurma_Gerekçeyi Terse Çevirme_Tribünlere Oynama_Saptırma_ Zıddını Sorma_ Neden Yerine Otorite Gösterme_ Anlamazdan Gelme_Etiketleme_Zayıf Noktada Israr Etme_Laf Kalabalığı Yapma.
_______________________________
__Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine__
_Sıradan sözcüğü neden bir küçümseme ya da bir hakaret ifadesidir? Neden sıradan olmayan; sözcüğü; olağanüstü; seçkin; gibi takdir ifadelerini içinde barındırır? Neden sıradan olan her şey alçak ve bayağıdır? Sıradanlık, türün doğuştan sahip olduğu şey demektir. Onların kendilerine özgü alametifarikalan yoktur: Onlar tıpkı seri imalat mamulleri gibidirler. Sıradanlığın laneti insanı hayvanların derecesine indirger çünkü onun tabiatı ve hayatı sadece türünkiyle karışmıştır. Tabiatı icabı ulu veya soylu olan herhangi bir şey, bayağı ve ucuz olanı işaret etmek için, sıradan sözcüğünden daha iyisinin bulunamayacağı bir dünyada, hayatını yalnız başına sürer.
_Bütün beceriksizler, akılları iradeye çok sıkı biçimde bağlı olduğu için beceriksizdirler. Dolayısıyla bunların kişisel hedeflerin dışında başka hiçbir şeye gücü yetmez. Onlar için mühim olan kendilerini yüksek mevkilerdeki kimselere ikiyüzlü sahtekârlıkla tavsiye etmektir _Akıllarını kullananlar, dünyanın gerçek soyluları, hakiki asilzadeleridir. Diğerleri köleler ve ırgatlardır. Aralarında derin bir uçurum vardır. İnsanın iradesi ile aklı ne kadar uyumlu ise bu dünyada karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelmek, o kadar kolay olur. Aklın amacı iradenin adımlarına ışık tutmaktır. Güçlü bir irade, zayıf bir zihin ile duyguların şiddet ve yoğunluğu bir insanı yoldan çıkaracaktır. Miskin uyuşuk bir mizaç, zayıf ve güçsüz bir irade yetersiz akılla uyuşabilir ve onunla idare edebilir; ılımlı bir irade ancak ılımlı bir akıl talep eder.
_Araba sürücüleri, hamallar, ulaklar ve benzerleri, insanlar arasındaki yük hayvanlarıdır. Onların böyle olmalarının nedeni kalın kafalılıklarından kaynaklanan bönlükleri ve duyarsızlıklarıdır; onlar düşünürken rahatsız edilmezler çünkü zaten düşünmezler; sadece tütün içerler ki bunu, düşünmenin yerine koymuşlardır. Almanya’da sanki gürültü yüzünden hiç kimsenin düşünmemesi tasarlanmış gibidir.
_Akıllı ve basiretli yurttaşlarıma, eğer bir daha sıradan bir kimseyi büyük bir dâhi diye ilan etmek isterlerse, bunun için Hegel gibi, tabiatın, yüzüne en anlaşılır harflerle;Sıradan kimse; damgasını bastığı biraheneci kılıklı birisini seçmemelerini öneririm..
_ Yararlı adamları dâhilerle karşılaştırmak tuğlaları elmaslarla karşılaştırmak gibidir.
_Zenginlerin, kendilerini maddi zevklere kaptırmaları gibi dahiler de kendilerini zihinsel hazlara bırakırlar
_Sanat, sisi dağıtır. Sanat eseri bize, hayatı ve şeyleri, gerçekte oldukları haliyle göstermeye çalışır; o sanat eserini ancak kabiliyeti ve kültürü elverdiği nispette anlar. Resmin önünde, bir prensin huzurunda durduğu gibi saygıyla durmalıdır. Şarap karşısında üzümler ne ise bu sanatlar karşısında felsefenin durumu da odur. Hayal gücü asla işin dışında tutulamaz. Bu estetik etkinin koşuludur ve güzel sanatların tümünün temel bir kuralıdır. O seyircinin hayal gücünde doğmalı-uyanmalıdır,
_Her kuvvet iradedir ve ya yaşama isteği ya da yok etme isteğine direnme üzerine kurulur. Zeka bile yaşama isteğinden doğmuştur _İnsanlar bir şeye hürmet etmeye düşkündürler fakat onların bu saygısı çoğu kez yanlış bir hedefe yönelmiştir ve sonraki kuşaklar da bu yanlışta devam eder. Eğitimli kesimin dehaya gösterdiği saygı da, inançlı insanların azizlere gösterdiği hürmetin, çocukça tapınmaya dönüşerek yozlaşması gibi bozulup amacından sapar. Binlerce Hıristiyan, hayatı meçhul olan bir azizin kalıntılarından medet umar. Shakespeare’in koltuğu, Goethe’nin evi, Kant’m eskileri ve imzalan, hayatlarında bu adamların eserlerinin kapağını kaldırmamış çoklarınca büyük bir hayranlıkla seyredilir. Tuhaf bir yanılsamayla bu nesnelerin kendilerini bu büyük adamlara ulaştıracağını sanırlar. _Soylular ve asilzadeler aklılarını özgürce yaratıcı bir şekilde kullanırlar. Köleler ve ırgatlar ise içgüdüleriyle yaşarlar. Aradaki fark derin uçurum kadar büyüktür. Bazıları yeme içme ve çiftleşmeden başka bir şeyden anlamazken, diğerleri şiir sanat ve felsefe üretirler.
_Hayvanlar içgüdüleriyle huzur içinde yaşarlar. İnsanların çoğu da düşünmek çok ağır bir yük olduğu için tıpkı hayvanlar gibi düşünmeksizin saatlerce bön bön boşluğa bakarak zaman geçirirler. Bunaltıcı biçimde bu kadar sık karşılaştığımız kalın kafalılığın dışavurumu, onların bütün bilgilerinin iradelerinin işleriyle sınırlı olduğuna işaret eder sadece. Onlar hiçbir şeye nesnel bir ilgi duymazlar. Hayatlarında bir kez olsun nükteli herhangi bir şey onları neşelendirmemiştir; tam tersine herhangi bir şey, düşünceyi gerekli kılsa, bu onların nefretini çekmesi için yeterlidir. Olsa olsa en kaba, en bayağı şakalar gülmelerini sağlar onların; diğer zamanlarda her biri ciddi görünüşlü birer hayvandır, bunun tek sebebi ancak öznel bir ilgiye güçlerinin yetebilmesidir. Kâğıt oyunları, onlar için en uygun eğlencedir. Kalan zamanlarda onlar iş adamıdır, alım satımla uğraşanlar, hayatın getir götür işlerini yapanlardır. Zevkleri bütünüyle bedenidir, çünkü başkaları için duyarlıkları yoktur. Onlarla ahbaplık kurmak, yarenlik etmek bizi sıradanlaştırır; böyle yapmakla kendimizi gerçekten ucuz ve bayağı hale getiririz. Akıl ile içgüdü arasındaki fark dans etmekle yürümek arasındaki ilişki gibidir. İçgüdüleriyle peşi sıra bir menzile yürürler.
_İradesinin kölesi ve güdülerine bağlı sıradan insan ile kuklalar arasında bir bağ kurabiliriz. Dünya tiyatrosunun sahnesini işgal eden kuklaların her biri iç içe geçmiş ip ağı sayesinde oynatılır. Çoğu insanın yavan, sıkıcı, ağırbaşlı vakarı buradan kaynaklanır ki ancak asla gülmeyen hayvanlarınki bunu geçebilir. Buna karşılık gem vurulmamış aklıyla deha ünlü Milano kukla gösterisinin büyük kuklaları arasında oynayan kanlı canlı insanla karşılaştırılabilir. Bu insan onların arasında her şeyi kavrayıp anlayacak ve dolayısıyla localardan oyunu seyretmek üzere bir müddet sahneyi seve seve terk edecek tek kişi olacaktır; bu dehanın yansıtıcılığıdır.
_Kendi hedefleriyle dolu olan adamın kafasında dünya, bir savaş alanı taslağında güzel bir manzara nasıl görünürse o şekilde belirir
_ Elmasların değeri nasılsa insanlarınki de öyledir: Hasıl ki elmasların belli bir büyüklük, saflık ve kusursuzluk derecesine kadar belli ve
sabit bir fiyatı vardır, ama bu derecenin ötesine geçildiğinde paha biçilmez ve alıcısı bulunmaz ise _
_Büyük bir kafa insanlara en derin varlığının hâzinelerini açmıştır ve onların yücelmelerine ve aydınlanmalarına katkıda bulunacak eserler meydana getirmiştir. Ayaktakımı, onda kimi kusur ve lekeleri bulup ortaya çıkaracak mevkide olduklarını düşünürler çünkü kendi hiçliklerinin ezici duygusuyla karşılaştırıldığında böylesine büyük bir adamın karşısında duydukları acıyı dindirmek isterler.
_Hayal gücüne sahip olmayan insan, özgür bir kuş gibi değil de, kayaya yapışmış ve tesadüfün kendisine getireceği şeyi beklemek zorunda olan midye gibidir
_Bilge ile deha farklıdır. Bilge, dehanın koşulu olan irade ve zekâ ayrılığını kabul etmez.
_Bütün dâhiler kasvetlidir. Sefil ve perişan yaşar çünkü o kendi kişisel refah ve rahatını nesnel amaca feda eder. Onun böyle yapmasının tek nedeni elinden başkasının gelmemesidir çünkü onun vakar ve ciddiyeti burada yatar. Onun vücuda getirdiği eser bütün çağlar içindir ama onun tanınması genellikle ancak sonraki kuşaklarla başlar. Onu büyük yapan, onun kendisini ve kendi çıkannı takip etmemesidir. diğerleri kendi zamanları içinde yaşayıp kendi zamanları ile birlikte ölürler.
_Hiç kimse, kendini beğenmişliğe sahip olmadıkça büyük olamaz. Tevazu taktir edilir ama böyle bir şey onu başkalarının boyunduruğu altına sokmaya zorlayacaktır.
_Fizyonomi bilimi (Yüzden kişiliği okuma sanatı) Bir insanın çehresinin şekli-şemali, ikiyüzlülüğün hakim olamadığı yegâne sahadır.
_Seçkinlik ve sıradanlığın insan çehresindeki belirtileri_
_Her insanının çehresi bir haritadır. Bir insanın çehresi, dilinden daha ilginç şeyler ele verir çünkü onun yüzü, söyleyip söyleyebileceği her şeyin özetidir. Dil bir insanın sadece düşüncelerini ele verir, oysa çehre tabiatın düşüncesini dışa vurur. Herkesi gözlemlemek zahmete değer bir uğraştır; konuşmak ise böyle bir zahmete değmese bile… Adi, bayağı ve sefil düşüncelerin, kaba, bencil, kıskanç, günahkâr arzuların her biri çehreye damgasını vurur ve bütün bu işaretler, kırışık ve lekelere dönüşmüştür. Bön ve budala kimseler, bir insanın dış görünüşünün hiçbir önemi olmadığını söylerler ama ruhla beden ilişkisisi, palto ile insanın kendisi arasındaki ilişki gibi olsaydı, gereksiz olurdu. Çözümlemeye öznellik karıştığında çözümlemeye çalıştığımız her şey karışır ve değişir. çehre hakkında tamamen nesnel bir izlenim veren tam anlamında ilk bakıştır. Çehrelerin çoğu ne kadar da sefildir! Güzel ve entelektüel olanların dışında bir çehrenin duyarlı bir kimsede sarsıntıya benzer bir duygu uyandıracağına inanıyorum; Öyle kimseler vardır ki çehrelerine hayvanlardakine benzer sınırlı bir akıl seviyesi gibi bayağılığın ve kişilik düşüklüğünün damgası vuruludur, öyle ki insan nasıl olup da böyle bir çehreyle toplum içerisine çıkabildiklerine ve bir maske takmayı tercih etmediklerine şaşırır. Hatta öyle çehreler vardır ki tek bir bakış insanda kirlenme hissi uyandırır.
_Sokrates şöyle der: “Konuş ki seni görebileyim.” Bizimle girdiği kişisel ilişki, meydana getirdiği yüzeysel bir büyülenmeyle önyargısız gözlemcileri bizlerden uzaklaştırır. Şöyle demek daha doğru olabilir: Konuşma ki seni görebileyim .
_Beyin, kadar büyük ve gelişkin ve ona göre omurga ve sinirler ne kadar ince ise, zekâ da o denli büyüktür çünkü beyin onlara çok daha doğrudan hükmeder.
_Eğitim ve seçkinlik: Kendi kendilerini eğitmeye tabii eğitim tarzı diyebiliriz. Suni eğitim tarzı bunun karşısında ve başka insanların söyledikleriyle zihni basmakalıp fikirlerle tıka basa doldurmaya dayanır. Genel fikirler yanlış biçimde uygulanacak ve o şekilde ele alacaksınız. Bu şekilde eğitim yolunu şaşırmış ve dengesini kaybetmiş kafalar imal eder ve bu yüzdendir ki öğrenim ve okumayla geçen uzun bir süreden sonra, dünyaya saf budalalar, başka bir dünyadan gelmiş yaratıklar gibi adım atarız. Çocuğa kendi kendisine düşünmeyi öğretmek yerine, bütün enerjisini, zihnini başka insanların hazır düşünceleriyle tıka basa doldurmayı öğretiyoruz. Atı arabanın önüne değil de arabayı atın önüne koymak gibi. Eğitim görmemiş insanlar arasında sıkça görülen sağlam sağduyu sahibi insanlara, okumuşlar arasında bu kadar az rastlanmasının sebebi işte budur. Şeyleri anlamaya çalışmak yerine sözcüklerle tatmin olan ve onları ezbere öğrenen aşırı tehlikeli eğilim, çoğu eğitimli insanın bilgisini lüzumsuz bir laf kalabalığı haline getirir. Çoğu insan, kuruntuları, önyargıları, garip merakları, tuhaf tutkuları bütün hayatı boyunca bir yük olarak omuzlarında taşıyıp durur, dünyaya kendine özgü bakış tarzı geliştirmeyi asla denememiştir çünkü her şeyi hazır yapılı olarak almıştır ve onu bu kadar sığ ve yüzeysel yapan şey işte budur. Çocuk kendi yargısına güvenecek ve önyargılardan kurtulacaktır. Kavramları ve yargılan, kendi tecrübelerinden değif, kendisine hazır verilmiş olan fikirlerden billurlaşır.Gerçekte nasılsa öyle, açık ve nesnel bilgi edinmeyi öğretmeye özen gösterilmelidir. Böyle değil de diğer türlü olursa kafalan safsataarla dolacak, gerçekliği yanlış yorumlayacak ve dünyayı yeniden şekillendirmeye kalkışacaklardır.
_Deha kendi kendisinin ödülüdür. Deha, çifte akla sahip bir kimsedir: Biri kendisi için ve iradesinin hizmetinde, diğeri saf nesnel bir tavırla kavradığından dünya için. Dehanın doğumu yüzyılda bir vuku bulur. Doğduğunda da uzun bir süre tanınmadan kalabilir, birinin önünü ahmaklık keser, bir başkasını kıskançlık boğar. Bir kadın kendi kendisine ne kadar çocuk doğurabilirse deha da kendi başına o kadar özgün düşünceler üretebilir. Lal taşı kendi ışığını yayar, halbuki diğer taşlar ancak aldıkları ışığı yansıtırlar. Bilginlere dâhi denemez, nasıl ki elektrik ileticilerine elektrik üreten cisimler denilemez ise, çünkü bunlar hayatlarını öğrendiklerini başkalarına öğreterek geçirirler. Büyük kafalar insanlık için şimşek değerindedir. _renkli resimler ile renksizler arasındaki fark nasılsa, deha ile sıradan insan arasında da öye bir fark vardır. Sıradan, sığ ve basit kafaya sahip biri, bir dâhinin eserinden hiçbir şey anlamayacaktır._Dahilerin yolu, yaz sabahı enfes tabiatı bütün tazeliği ve ihtişamı içinde seyretmek için yürüyüşe çıkan birinin yoluna benzer. Onunla, bir çocuk oyuncak bebeğiyle nasıl konuşursa öyle konuşacaktır. _Dâhilerin hiçbiri birbirine benzemez. Doğa onlara damgasını vurur, ardından da kalıbı parçalar. Zayıf bir yanı olmaksızın hiç kimsenin büyük bir dehaya sahip olduğu görülmüş değildir, Platon’un zayıf yanı tam da Aristoteles’in güçlü olduğu noktadır. Goethe’nin büyük olduğu taraf Kant’ın zayıf yanıdır ve tersi. _Deha kendi kaderine sadakatsiz hale gelmiş olan bir akıldır; gerçek kaderi iradenin hizmetkârı olmak olduğu halde kendisini bu hizmetten kendi işini takip etmek uğruna kurtarmış olan akla dayandığı kadarıyla doğaya aykırıdır.
_Deha soğukkanlılıktan veya ağırbaşlılıktan yoksundur, bu şeylere ait olanlardan fazlasını görmememize dayanır; İnce ayrıntılara odaklanıp diğer her şey görünmez olur ve diğer insanları şaşırır. Odaklaşılan şeyler mikroskobun altında bir fil kaidesinin büyüklüğüne erişen pire gibi görünürler bu yüzdendir ki soğukkanlı veya ağırbaşlı bir adam bir dâhi olamaz. mizaç ölçüsüzlüğü, duygu ve heyecanların ateşliliği, baskın melankolinin etkisi altında ruh halinin çabuk değişkenliği ortaya çıkar. sonuç da dehanın esas itibariyle bu dünyada yalnız yaşamasıdır. O bu dünyada kendisine benzeyen birisine rast gelemeyecek kadar nadir bulunur ve geri kalanlardan onları dost edinemeyecek kadar farklı olan birisidir. Onlar sadece ölümlü varlıklardır; halbuki o aynı zamanda saf akıldır _
_Deha arada bir tuhaflıklara düşebilir. Bunun nedeni akıl ile iradenin arasının gevşemesidir. Dehanın çılgınlığı buna dayanır. Bu sıradışı zekâ taşkınlığı sayesindedir ki irade karşısında belirgin üstünlüğünü elde edip kendisini iradenin hizmetinden kurtararak özgür olur. eserleri bu kaynaktan fışkırır. Yararsızlık ve kazanç getirmezlik dehanın eserlerinin ayırt edici özelliklerinden biridir; bu onların soyluluğunun alametifarikasıdır. Uzun ve narin ağaçlar meyve vermez, meyve ağaçları ufak tefek, bodur ve çirkindir.
.
_Gürültüyü kanıksama neyin belirtisidir_ Sıradan insanlar gürültüye karşı duyarlı değillerdir; ne var ki düşünmeye, şiire ya da sanata, sözün kısası her türden zihinsel düşünsel izlenime duyarsız olan tam da bu insanlardır: Beyin dokularının kaba niteliğine mal edilmesi gereken bir gerçektir bu. Tıpkı kafayı bedenden koparan celladın baltası gibi gürültü de onun düşüncelerini bölüp dağıtır. toprak ya da gübre yığınını kaldıran bir adamın yaklaşık on bin insanın kafasında filizlenmek üzere olan düşünceleri daha henüz tomurcuk halinde iken katletme hakkını nereden aldığını anlayamam. kırbacını şaklatan bir adam, arada bir derhal indirilip hakiki değnek atılmayı hak eder.
____________________________
_İSTENÇ VE TASARIM OLARAK DÜNYA_
_Dünya tasarımdır ve iki yarısı vardır. Bir yarısı nesneldir. Nesnenin kalıpları uzay ve zamandır. Öteki yarısı özneldir. Düşüncedir. Bunu bulup ortaya çıkarması Kant’ın temel başarısıdır.
_Kavramlar, tasarımların tasarımlarıdır ve algılanamaz. Olsa olsa düşünülebilir.
_İdeal dünya ile gerçek dünya aynı kalıptan çıkmıştır ve bu kalıp ustur. Bunu ilk düşünen descartestir.
_İnsan beslenmek için hayvanlara; hayvanlar birbirine, sonra onlar da bitkilere gerek duyarlar. Bitkiler beslenmek için toprağa, suya, kimyasal elementlere, birleşimlerine, bu gezegene, güneşe, dünyanın kendi ve güneşin etrafında dönmesine gerek duyarlar. Bu böyle gider. Temelde bu istemenin kendi kendini tüketmek zorunda olmasının sonucudur. Çünkü istemeden başka bir şey yoktur. O da aç bir istemedir. Bu kovalamaca, bu kaygı, bu üzüntü bundan ileri gelir.
_Deha, saf algı durumudur. Kendi kişinin kendi çıkarlarını, dileklerini bütünüyle görüş dışı bırakma gücüdür. O her şeyin ideasını kavramaya çalışır. Şeylerin başka şeylerle ilişkisini değil. Dehalarda matematik yeteneği olmadığı kanıtlanmıştır. Deha ile deliliğin ortak bir yönü olduğu söylenebilir. Platon, deli olmayanın gerçek bir filozof olamayacağını, akıp giden ideaları gören herkesin deli gibi görüneceğini söyler.
_Şiddetli bir acı katlanılmaz duruma geldiğinde, birey ona yenik düşerse doğa, korku içinde deliliğe sarılır. Bu onu kurtarmak için son çaredir. Us belleğin zincirini koparır ve aradaki boşluk kurgularla dolar yani gönül acılarından kaçılıp deliliğe sığınılır.
_Düşünceden mi madde yoksa maddeden mi düşünce türedi?
_Düşünce : Sadece ben varım. Benden başka bir şey yok. Dünya benim tasarımımdır.
_Madde : Ne çılgınca bir varsayım. Ben varım. Benden başka bir şey yok çünkü dünya benim gelip geçici biçimimdir. Sen de olsan olsan bu biçimin parçasısın ve bir hayalet gibi geçmişe sürükleneceksin. Ben ise sonsuza kadar kalacağım.
_Düşünce: Zaman, benim tasarımımın kalıbı. Ben bu kalıbı içimde taşırım. Eğer böyle olmasaydı sen de benimle birlikte yok olurdun.
_Düşünce ve maddeyi kuşatan bütünlük, tasarım olarak dünya ya da görüngüdür. Bu ortadan kaldırıldığında kendinde şey kalır. Bu istençtir.
_Felsefe, bilim ve matematik birer canavardır ve hepsi de farklı diller konuşur ve amaca giden yollardır. Din yanlış bir yoldur çünkü dogmadır, kalıptır.
_İsteme, bilinçsizdir. İsteme, gövdenin a priori-saf bilgisi. Gövde de istemenin a posteriori-deneysel bilgisidir. Gerçekte onlar birdir. İstemenin her eylemi gövdenin devinimidir. Gövde, istemenin nesneleşmesidir. İzlenim istemeye karşı olduğunca acı diye adlandırılır. İstemeye uygun olduğunda ise ona doyum denir. Acı ve haz, tasarım değil gövdenin duygulanışlarıdır.
_Dişler, boğaz, bağırsaklar nesneleşmi açlıktır.
_İsteme nedensizdir ve bu onu bulanıklaştırır. Böylece insanın eylemleri özgür diye yorumlanır ama değildir.
_Neden sonuç ilişkisi tüm görüngülerin kalıbıdır.
_İnsanlar yaşamlarının başından donuna dek kendini mahkum ettikleri rolü oynamak zorunda oldukları kafalarına dank eder.
_Geyik böceği kendisinden 2 kat büyük delik açar çünkü boynuzlu erkek larva için yer açılmış olur. İsteme iş başındadır. Organlar sürekli çalışır. Bu zorunluluktan dolayıdır tıpkı isteme gibi.
_yılan başka yılanı yemeden ejderha olamaz.
_Tasarımın duygulanışı doğa yasasıdır.
_İstenç, kendi kendinin besinidir. Bullgog karıncası, ikiye bölünür. Başı ve kuyruğu kavgaya tutuşur. Baş dişleriyle kuyruğu yakalar. Kuyruk, başı iğneyle sokarak kendini kahramanca savunur.
_İçgüdü geri çekilirken, her şeyi dengelediği kabul edilen düşünce çekingenlik üretir ve yanılgı oluşur. Yanılgı, istemenin nesneleşmesini önler.
_Bitkinin masumluğu bilgisizliğe dayanır çünkü istemek suç değildir. Bile bile istemek suçtur.
_Diyelim ki çok istediğim bir anlaşmaya güle oynaya girdim ama işler ilerledikçe zorluklar ortaya çıkmaya başladı. Böylesine istekle başladığım bir şeyden pişmanlık duyduğumdan kuşkulanır oldum. Derken sözleşme beklenmedik bir biçimde öteki tarafça bozuldu ve ben de rahatladığımı fark ettim.
_Ne düşünürsek ona dönüşürüz. Acı bir olay düşünürsek yüreğimiz daralırken tam tersi seviçli bir olayda mutluluk duyarız. Anlak istemeye çocuk rolü oynatır. Buna kişinin kendine söz geçirmesi denir. Efendinin isteme, uşağın anlak olduğu açıktır. Çünkü sonunda kazanan hep istemedir.
_Lord Byron şöyle der: Tıpkı benim onların parçası olduğum gibi, dağlar, denizler, gökler de benim parçam değll mi?
_Platon: Her zaman olan, oluş içinde olmayan şey nedir?
_Sanatı, şeyleri neden sonuç ilişkisinden bağımsız görme yolu diyebiliriz.
_Sanatçı dünyayı onun gözleriyle görmemize izin verir.
_Doyurulan her istek yerini yenilerine bırakır.
_Anılarımızı düşününce mutlu oluruz. Düş gücümüz istemenin öznesini değil nesnesini anımsar. İstemenin öznesi o zamanlar da şimdiki gibi acılar içindeydi. O acılar yerini başka acılara bıraktı.
_Tutkuları uyandırmak için yiyecek resimleri, çıplaklık kullanılır. Saf estetik askıya alınmıştır. Sanatın amacının kuyusu kazılmıştır. Taklitçiler dehanın tersine, biçime ağırlık verenler,sanatta kavramdan çıkarak bilinçsizce içgüdüsel olarak çalışırlar. Hoşumuza gideni alıp onu kavrama yerleştirir. Asalak canlılar gibi besinleri başkalarının yapıtlarından emerler ama sindiremezler.
_Hiçbir nesne en güzel insan yüzü gibi saf estetik seyre dalışa taşımaz.
_Sanatçı güzeli a priori sezebilir. Sanattan anlayan onu a Posteriori saptayabilir.
_Bireyin karakteri türe ağır basarsa sonuç karikatür olur. Tam tersi anlam yokluğu.
_Calderon: İnsanın en büyük suçu doğuş olmasıdır.
_Müzik en eşsiz sanattır. Dünya hiç olmasaydı da var olabilirdi. Müzik başka sanatlar gibi ideanın kopyası değil, istemenin kendisinin kopyasıdır. İstemenin nesneleşmesi idealardır. Diğer sanatlar gölgelerden, müzik özden söz eder. Bas bir notaya yalnızca tiz notalar eşlik edebilir. Melodi, istemenin gizli öyküsünü anlatır.Onun her heyecanını resmeder. Platon bunu: Ruhun heyecanına öykünen melodilerin devinimi diye açıklar. Melodiyi bulmak, onda insan isteğinin, duygusunun en derin izlerini açığa çıkarmak dehanın işidir.
________________________
_Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine_
_İnsanın 2 seçeneği vardır. Yalnızlık ya da bayağılık.
_Dünyadaki bütün akıllar bir araya gelse akıldan nasip almamış birisi için hiçbir kıymet ifade etmez.
_Kendi kendisine düşünen her gerçek düşünür bir kral gibidir; onun iktidarı mutlaktır. Diğer bütün kafalar, Kendilerine özgü damgaları olmayan birer elçiden başka bir şey değillerdir. Birinci sınıf bir kafanın ayırt edici özelliği yargısının doğrudanlığıdır. Dile getirdiği her şey kendi kendisine düşünmesinin sonucudur.
_Zihne ait olmayan bütün zevkler düşük bir sınıfa aittir çünkü bunların hepsi iradenin devinimleridir.
_(Türkler kuranı hiç okumuyor ama dini kitapları çok okuyorlar) Halk biçimden ziyade içerik ile ilgilenir ve bu bir geri kalmışlık göstergesidir. Goethe hakkında yazılmış olanları Goethe’nin yazdıklarından daha fazla okur. Tiyatroları ele aldıkları malzeme sayesinde doldurmaya çalışan çok sayıda kötü oyun yazarı vardır. Şöhretli insanla doldururlar.
_Bir düşüncenin çıkagelişi, sevdiğimiz birisinin teşrifi gibidir fakat gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Eğer onu yazarak zapt altına almaz isek en güzel düşünce bir daha ele geçirilemez biçimde unutulma ve eğer o sevgiliyle evlenmez isek terk edilme tehlikesi altındadır.
_İnsanın sohbet edebilmesini sağlayan temel nitelikler zekâ, yargı gücü, nükte ve neşeliliktir; bunlar sohbete biçim kazandırırlar.
_Çok şey konuşur ama asla hiçbir şey söylemez. İhtiyaç hâsıl olduğunda güçlükten yakayı sıyırmak için kaçacak bir delik bulur.
_Üslup zihnin fizyonomisidir. _Nasıl ki ayak takımından birisi elbiselerindeki belli bir şatafat, gösteriş arzusuyla tanınırsa, sıradan bir yazar da üslubuyla kendisini ele verir.
_Nasıl ki giyim kuşama özen gösterme, bir insanın içinde bulunduğu topluluğa verdiği değeri gösterirse, özensiz, kötü bir üslup da yazarın okura sarsıcı saygısızlığını gösterir.
_Seneca: Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, canlı bir mezardır. Herkes, aklını kullanmak yerine inanmayı tercih eder:
_Gerçek ihtiyaçlar olmaksızın gerçek zevklerden söz edilemez.
_Nahoş bir aşağılık duygusuna ilaveten yüreğinin derinliklerinde, küt bir kıskançlık duygusu hissedecektir. Kimi zaman bu gizli bir hınç duygusuna dönüşür.
_Kitaplar, bir zihnin en mükemmel örneğidir ve bu yüzden her zaman sohbetten, çok daha büyük bir değere sahiptir. Eski klasik yazarların eserleri kadar zihni eğlendiren başka bir şey yoktur. Tıpkı bir dağ gölünün karşısındaymış ve ciğerlerini temiz havayla dolduruyormuş gibi. _Eğer bir insan kendisini herhangi bir konuda geliştirmek istiyorsa yeni kitaplara sarılmaktan, uzaklaştırması gerekir. Yeniler, eski yazarların çok daha açık bir şekilde söylediği şeyi keyiflerince eğip büküp berbat ederler; _Schlegelin yazdığı ve klavuz yazım ;Eskileri, zamana meydan okuyarak çağları aşıp gelmiş olan eskileri okuyun büyük bir iştahla, yenilerin söyledikleri pek bir anlam ifade etmiyor artık.
_İnsan mutluluğunun 2 can düşmanı, ısdırap ve can sıkıntısıdır. Birinden kurtulursak diğerine gideriz. Hayat bu ikisi arasındaki salınımdır. Fakirler ıstırap içindeyken, zenginler can sıkıntısı içindedir. Zengin, sıcak, mutlu bir yuvadır; buna mukabil bundan yoksun olanlar karlarla kaplı soğuk bir aralık gecesidirler.
_Zihinsel körlüğün temelinde yatan şey ruh boşluğdur ki bir sürü çehreye damgasını vurmuştur. İnsanların yarenlik için hemcinslerinin, eğlencenin, lüzumsuz lüksün peşine düşmesi, esas itibariyle bu ruhsal boşluk (bönlük) nedeniyledir. Hiçbir şey ruh zenginliği kadar, sıkıntı karşısında koruma sağlamaz. İnsan hayatındaki bu ıstırap kaynaklarından birine ne kadar yakınsa diğerinden o kadar uzaktır. Akıllı adam sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır, eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir. Yelpazenin diğer ucunda duran insan eğlenmeye ve topluluğa karışmaya çabalar, allı pullu esvaplarının içerisinde budala sefil kişiliğinin yükü altında inim inim inler. Halbuki yetenekli insan şenlendirici düşünceleriyle tenha yerleri gözler. Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarım düşünürler; kâğıt oyunları ve benzeri şeyler ki münhasıran bu amaç için icat edilmişlerdir. Budalalar!, ( bugün kâğıt oyunlarının yerini teknolojinin daha karmaşık aletlerine tutsaklık almıştır)
_Aristoteles: Mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir der. Çünkü mutluluğun diğer bütün kaynakları, güvenilmez, sallantılı, kısa ömürlü ve şansın elinde oyuncaktırlar. Yaşlılıkta, mutluluğun sözü edilen bu kaynaklan kaçınılmaz olarak kurur; O vakit bir insan kendisinde sahip olduğu şeye bağımlı hale gelir;__ O, makam mevki beklentileriyle veya kâr kazanç umuduyla yahut da hemcinslerinin takdirini kazanma hevesiyle, kendisini kaba arzuların ve bayağı zevklerin köleliğine terk etmek gibi yanlış bir yola sapmayacaktır; hayır,
_Deha için, yalnızlık hoş, serbest zaman en yüksek iyi, diğer her şey lüzumsuz, hatta bir yüktür onun için. Farklı bir mizaca sahiptirler. Bu farklılık onları öyle bir noktaya zorlar ki, insanların arasında yabancı varlıklar gibi dolaştıkları görülür. İç zenginliğe sahip insan boş zaman dışında hiçbir şey istemez; hayatı boyunca kendisi olmak için izin ister. Serbest zaman insan doğasına yabancı bir şeydir, insanlar boş zamandan çok çabuk yorgun düşerler. Dar kafalı insan en mutlu insandır, her ne kadar talihinde gıpta edilebilecek hiçbir şey yoksa da. tevratta: Çok bilgelikte çok keder var; ye bilgisini artıran kederini artırır.
___________________________
_Okumak ve kitaplar üzerine_
_Cahil olan zenginler sadece zevkleri peşinde koşarak ömürlerini tüketirler ve vahşi bir hayvana benzerler;
_Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. Okurken zihnimiz başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir. Kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. Okumak kendilerini ahmaklaştırır. At üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz,
_Hayatta nasılsa edebiyatta da öyle: Her nereye dönseniz derhal kendinizi, yola gelmez bir insan güruhuyla karşı karşıya
buluyorsunuz, her tarafı doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. Bir yığın berbat kitap, gıdasını buğday başaklarından alan ve sonunda onu boğup kurutan edebiyatın istilacı yabani otları da öyle. İnsanların zamanını, parasını, dikkatini çalıyorlar. Bunlar ya safi para kazanmak ya da makam mevki elde etmek amacıyla yazılırlar.
_Ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar. Benzer benzerini sevdiği için halk, derinlikten yoksun, çapsız kafalarından çıkma dedikodularını, değersiz süprüntüleri, büyük kafaların düşüncelerinden daha hoş bulur.
_Hiçbir hakiki bilgi kırıntısına sahip olmaksızın, sırf her şey hakkında çene çalıp gevezelik yapabilmek için, edebiyat tarihlerini okuma yönündeki günümüzün yaygın saplantısına karşı bir panzehir olarak, size Lichtenberg’den pasaj: Dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: Anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunulur, hatta tetkik ve tenkit edilir; ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır. Zihni boş bırakmakla kalmaz, ama aynı zamanda onu, lüzumsuzca doldurarak kendine ait güçleri geliştirmekten de mahrum bırakır. Bu tıpkı açken bir yemek kitabını okumaya benzer.
_janr (Günlük hayatı gerçekçi biçimde resmetme)
_Ne kadar bilgi sahibi olunursa, bilgiyi ilerletme gücü de o kadar azalır; artan tek şey vardır; böyle bir bilgiye sahip olmaktan doğan gurur.
_Yazarlık ve üslup üzerine_
İki tür yazar vardır: Sırf ele aldığı konu için yazanlar ve sadece yazmak, para, şöhret için yazanlar. Para için yazmaya başlar başlamaz her yazar derhal soysuzlaşmaktadır. İspanyol atasözü: Onur ve para aynı keseden bulunmaz. Para ihtiyacı içerisinde olan herkes bir kitap yazıyor; halk da budaladır. Bunun ikinci sonucu dilin yıkımıdır. _Düşünmeden ve düşünerek yazanlar. Rastgele ava çıkan ve hiçbir şey avlayamayan ile avı yakalamış ve bir yere sıkıştırıp vurmayı bekleyen avcıya benzerler.
_Yürümek için baston ne ise, düşünce için Kalem de odur, fakat nasıl ki insan en kolay bastonsuzken yürürse, en kusursuz biçimde de elinde kalem yokken düşünür. İnsan ancak yaşlanmaya başladığında bir baston kullanmayı ister, [baston artık onun için bir yük değil, bir yardımcıdır] kalem de böyledir.
_Üslup zihnin fizyonomisidir. Dil de ulusunun fizyonomisidir. Bir başka kimsenin üslubunu taklit etmek bir maske takmaya benzer. Üslup kişinin nasıl düşündüğünün tam bir dışavurumudur. Bir yazarın birkaç sayfasını okuduğumda onun bana ne kadar yardım edebileceğini anlarım. Her vasat yazar kendi tabii üslubunu maskelemeye çalışır çünkü derin görünmek için onu muhteşem göstermeye çalışırlar ve böylelikle insanlarda elan algıladıklarından çok daha fazla şey olduğu fikrini uyandırırlar. Hegelciler böyledir. Entelektüel bir üslup hedeflerler ki sanki bununla hedefleri insanları çıldırtmaktır. Anlaşılmazlık maskesi en uzun ömürlü olanıdır; ilk kez Fichte tarafından geliştirilip, zirvesine Hegel’de ulaştığı Almanya’da rastlanır sadece. Yazmanın en kolayı kimsenin anlayamayacağı şekilde yazmaktır; gerçek düşünür düşüncelerini mümkün olduğunca saf, açık, belirgin ve veciz bir şekilde dile getirmeye çalışır. Bu yüzdendir ki basitlik her zaman sadece hakikatin değil, fakat aynı zamanda dehanın işareti olarak da kabul edilmiştir. Üslup, güzelliğini dile getirilmiş olan düşünceden alır, halbuki sadece düşünür gibi yapan yazarlar için düşüncelerin üsluptan dolayı güzel olduğu söylenir. Üslup düşüncenin silüetinden başka bir şey değildir; Bu üslupçuluk yahut yapmacıklık sözüm ona üniversite filozofları tarafından icat edilmiş bir şeydir. Değirmen taşı gibi boyuna dönüp duran ve tıpkı onun gibi sersemleten karmakarışık laf kalabalığının, bir türlü sonu gelmeyen saçma sapan gevezeliğin örtüsü altında en korkunç düşünce sefaletini gizleme tarzının anasıdır.
_Akıllı insanlar yazdıklarında bizimle gerçekten konuşurlar ve bu sebepten ötürü hem bizim ilgimizi çekmeye, hem de bizi eğlendirmeye muvaffak olurlar. Bir sözcük, tıpkı her bir fırça darbesi, gibi özel bir anlama sahiptir oysa diğerinde her şey mekanik biçimde yapılmıştır.
_İnsanın tam olarak konuştuğu gibi yazmaya kalkışması da bir hatadır. Bu yazarı ukala yapar.
_Söyleyecek hiçbir şeye sahip olmadıklarını gizlemeyi arzu ederler. Tıpkı Fichte, Hegel gibi bunlar da bilmedikleri şeyi biliyormuş ve söylemedikleri şeyi söylemiş gözükmek sevdasındadırlar.
_Voltaire_yazarların çoğu lüzumsuz sözcüklerle düşünce sefaletlerini gizlemeye çalışırlar.
_Sıfat ismin düşmanıdır
_Söylemeye değer olmayan bir şeyi yazmaktansa iyi bir şeyi söylemeden geçmek her zaman daha akıllıcadır.
_Hesiodos: Asla okurun kendi kendine düşüneceği hiçbir şeye yer verme!
_Küçük bir düşünceyi anlatmak için çok sayıda sözcük kullanma her zaman vasatlığın işaretidir; buna mukabil çok sayıda düşünceyi birkaç sözcüğe giydirmek seçkin kafaların hiçbir zaman aldatmayan belirtisidir. Çıplak hakikat her zaman en güzelidir. Bunun nedeni dinleyicinin zihnini doğrudan ele geçirmesidir ve retorik yahut belagat sanatlarıyla aldatılmadığını, bilakis bütün tesirin şeyin kendisinden geldiğini
hissetmesidir. Basitlik ve naiflik kanunu güzel sanatların tümü için geçerlidir, çünkü hem basit hem yüce olmak mümkündür. Diğer yandan yazıyı asla, kısa ve öz olma uğruna kurban etmemelidir.
_Eğer bir insan hastalıktan iyice zayıflamış ve artık eski elbiseleri çok büyük gelmeye başlamış ise, çare onları kesip daraltmak değil, fakat
sağlığına kavuşarak eski beden yapısını tekrar bulmasıdır. Yazar sözcüklerini daraltmak yerine düşüncelerini genişletmeye çalışmalıdır.
_Üslup öznel değil nesnel olmalıdır. Tek yanlı bir konuşma değil, çift taraflı konuşma. Öznel üslup, duvardaki lekeler gibi olacaktır. Nesnel ise, yağlıboya bir resmin etkisi gibi ancak hayal gücü uyanmış kimse bu figürleri görebilecektir; diğer insanlar ise sadece lekeleri ayırt edebilecektir
_Düşünmek üzerine_
_Bir insan çok büyük bir bilgi yığınına sahip olabilir, fakat üzerinde düşünülmüş küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir. Düşünme tıpkı bir ateş gibi bir cereyanla tutuşturulmalı.
_Okumakla yabancı düşünceler zihni zorla ele geçirir. Çok okumanın zihni her türlü esneklikten yoksun kılmasının nedeni budur. Eğitimin insanların çoğunu ahmak ve budala yapmasının sebebi bu alışkanlıktır. Başkalarının düşüncelerini okumak, yabancının yırtık dökük elbiselerini üzerine geçirmesi gibidir. Kendi kendisine düşünmesini öğrenmiş bir insanın zihni kazanımları güzel bir resme benzer. Bütün meziyeti öğrenim görmüş olmaktan ibaret olan adamın zihinsel kazanımları her türlü renkle kaplı bir palete benzer. Okumak kişinin kendi kafası yerine başka birisinin kafasıyla düşünmesidir.
_Kitap filozofunda her şey ikinci eldir. Kendine ait parası olmadığı için tedavüldeki bütün paraların yabancılara ait olduğu küçük bir devletçiğe benzer.
_Gerçek dünyada, çekim yasasının hakimiyeti altında yaşarız. Zihin dünyasında çekim yasasının denetiminden kurtulmuş, düşkünlük ve sefaletten azade, bedensiz ruhlar gibiyizdir. Soylu ve verimli bir kafanın kendisinde bulacağı türden bir mutluluk yoktur.
_Düşünürler şöyle sınıflandırılabilir: Kendi kendilerine düşünenler ve doğrudan başkaları için düşünenler. Birinciler hakiki düşünürlerdir, Diğerleri birer sofisttir; olmadıkları biçimde görünmeyi arzu ederler ve mutluluklarını başka insanlardan almayı umut ettikleri şeyde ararlar. Bunlar başka bir konuda samimi değillerdir.
_Eğer büyük bir elmas küçük küçük parçalar halinde kesilse, derhal bütün olarak sahip olduğu değeri kaybeder yahut bir ordu küçük birliklere bolünse bütün gücünü kaybeder; tıpkı bunun gibi, büyük bir zihin dışarıdan müdahaleye maruz kalmasıyla, rahatsız edilmesiyle, dikkatinin dağıtılmasıyla yahut ilgisinin başka bir yöne çevrilmesiyle birlikte, sıradan bir zihne göre sahip olduğu üstünlük ve ayrıcalığı kaybeder; Bu sebepten ötürüdür ki kalburüstü kafaların çoğu, hangi türden olursa olsun rahatsızlık verici her şeyden, birdenbire araya girip düşüncelerini dağıttığı için her zaman nefret etmişlerdir. Hissettiğim tek şey düşünmenin giderek daha zahmetli ve yorucu hale geldiğidir; ayaklarım bağlı olduğu halde yürümeye çalışıyormuşum gibi.
__________
*****
*Çoğunluğun çok görüşü olur];
: “quam temere in nosmet legem sancimus iniquam!”
*omnis animi voluptas, omnisque alacritas in eo sita est, quod quis habeat, quibuscum conferens se, possit magnifice sentire de seipso*
Hobbes
Akıl bir ışıktır.
O halde o da sönebilir.
Gömülür boğazına kadar cehaletin içine
Sesi çok çıkanların sesini kim kıstı?
Hüküm süren zifiri karanlık da olsa küçük bir ışıltı kanatlanmasına yetiyor.
Hak deyince akan sular durur!
_Diyalektik bir konuşma sanatıdır. Onun aracılığıyla bir şey çürütülür ya da ispatlanır ve bu konuşmacıların soru ve cevaplarıyla yapılır. Diyalektiğin görevi, saldırılara karşı insanın kendini nasıl savunacağını ve nasıl saldırabileceğini göstermektir. Bir kılıç ustası dövüşürken kimin haklı olduğuyla ilgilenmez. Tek dikkat ettiği şey, hasmının hamlelerini savuşturmaktır. Diyalektikte de aynen böyledir: Tinsel bir kılıç dövüşüdür diyalektik ve tartışmayı kazanmaya yarar. En doğru ismi eristik diyalektiktir.
_Kibirlilik, düşüncemizin yanlış, muhalifimizin görüşünün ise doğru çıkmasını istemez. Tartışan kişi doğru için değil, sadece kendi önermesi için mücadele eder. Kendisine şüpheli göründüğünde bile savını kabul ettirmek ister. Bunun için kurnazlığı kullanır
_ Eristik sadece haklı çıkmayı hedefler; sofistik ise haklı çıkarak elde edilecek itibar ve paranın peşindedir.
_ Aristoteles retorik ve diyalektiği birlikte düşünmüş, amaçlarının inandırma olduğunu belirtmişti. _Aristo: Kendisi haksız olduğunda bunu hazmedebilecek kadar adalet duygusuna sahip olanlarla tartış. Saçmasapan şeyleri savunmayacak kişilerle tartış. Nedenleri dinleyip dikkate alanlarla, gerçeğe değer verenlerle tartış. Demek ki yüz kişi içinde tartışmaya layık bir kişi bile zor çıkar. Geri kalanı ise bırakın ne isterlerse onu konuşsunlar, budalalık insan hakkıdır. Arap atasözü: “Susma ağacının meyvesi barıştır.”
Mantık veya analitik; Tartışma götürmez doğrulukta sonuçlara varmanın yöntemi. _Deliler doğruyu söyler, demek ki akıllılar yalancıdır.
_Neden Haklı Çıkma Sanatı? İnsan türünün kötülüğünden. Dürüst olsaydık, sadece gerçeği günışığına çıkarmaya çalışırdık.
__Muhalifimiz bir tez öne sürdü. Bunu çürütmek için iki yol vardır. a) ad rem [konuya yönelik]; b) ad hominem [insana yönelik] Yollar: a) doğrudan çürütme; b) dolaylı çürütme. Doğrudan çürütme tezin nedenlerine, dolaylı çürütme ise sonuçlarına saldırır; ilki tezin doğru olmadığını, ikinci ise doğru olamayacağını gösterir. Doğrudan çürütme iki türlü olabilir: Ya muhalifin önermesini dayandırdığı nedenlerin yanlış olduğunu gösteririz ya da nedenleri kabul ederiz ama bunlardan o önermenin çıkmayacağını gösteririz. Dolaylı çürütmede ise ya (sapma; bir şeyi karşıtının saçma olduğunu göstererek ispatlama) ya da örneğe başvurulur.
_Hileler_
_Genişletme_ Bir iddia ne kadar genel olursa, saldırılara o kadar açık olur.
_Eşanlamlılık_ İddia genişletilir ve ortak yanı olmayan bir şeye dönüştürülüp çürütülür. İftiraya uğrayan esnaf, burjuva itibarını bir şövalye onuruna dönüştürdü.
_Mutlaklaştırma_Önermeyi sanki genel ifade edilmiş gibi almak ve çürütmek. Üç hile akrabadır.
_Oyunu Gizleme_Uzak bir yerden başlayarak sonuca varırız.
_Yanlış Önerme Kullanma_ Yanlış fikirlerden doğru sonuç çıkabilir; ama doğrudan yanlış asla çıkmaz. Bir mezhebin taraftarıysa, bu mezhebin fikirlerini ona karşı temel ilkeler olarak kullanabiliriz.
_Bir Anda Çok Soru Sorma_ Bir anda ayrıntılı soru sorularak asıl kabul ettirilmek istenen şey gizlenir; buna karşılık kabul edilenlerden çıkarılan argüman hızla öne sürülür. Bu erotematik, öğrencilere sorular sormaya dayanan öğretme yöntemi; öğretmenin konuşup öğrencilerin dinlediği akromatik yöntemin alternatifi (Sokratik de denir)
_Kızdırma_Öfkeli kişi doğru yargıda bulunamaz _Soru Sırasını Karıştırma_ Muhalif tedbir alamaz.
_Sonucu Sormama_ tekil durumları kabul emişse, ona sonucu kabul edip etmediğini sormaktan kaçınmalı, kabul edilmiş bir olgu olarak sunmalıyız. Kendi de inanmaya başlayacak,
_İsim Seçme_Bütün hileler arasında bu en sık başvurulandır. Protestanlar hem bu adı hem de Evanjelikler adını kendileri seçmiş, Katolikler ise onlara sapkınlar demiştir. Muhalif herhangi bir değişiklik önerdiğinde, bundan “yenilik” diye söz etmeliyiz, çünkü bu kelime hoş karşılanmaz. Tabii öneriyi biz getirdiysek, yapacağımız şey bunun tersidir. İlk durumda karşıtlığı anlatmak için “mevcut düzen”, ikincide ise “köhnemiş önyargı”demeliyiz. “Dindarlık”, “Tanrı’ya adanmışlık” derken, karşı çıkan biri aynı şeylerden “bağnazlık”, “hurafe” diye söz edebilir. . Dinsel coşku” = “fanatizm”, “çapkınlık” = “zina” “ödeme güçlüğü” = “iflas”
_Tez Ekleme_Kanıtlamakta zorlanıyorsak, başka önermeyi muhalife sunarız ve sanki ispatı buradan çıkaracakmış gibi yaparız. Muhalif kuşkulandığı için yeni önermeyi reddederse, bu yargısının saçmalığını gösterip zafer kazanmış oluruz; Böyle bir şey yapabilmek için aşırı derecede utanmaz olmak lazımdır;
_Karşı Örnek Uydurma_Genel bir önerme için çok sayıda örneğin tersine, önermeye uymayan tek bir örnek onun bir kenara atılması için yeterlidir. Mesela “Bütün geviş getiren hayvanlar boynuzludur” tezi sadece deveyi örnek göstermekle çürütülmüş olur.
_Taraf Tutma_ Bu hileye“Ağacı kökünden kavramak”denir ya da faydaya bağlı argüman_ Nedenler göstererek akla hitap etmek yerine, içgüdüler üzerinden iradeye etki etmeye çalışırız. Bu hile uygulanabilir olduğu anda, diğer hepsini gereksiz kılar: Bunu yaptığımızda, savunduğumuz düşünce tımarhaneden çıkma bile olsa, dinleyicileri hemen kendi yanımıza çekeriz. Çünkü bir dirhem irade, yüz kilo akıldan daha ağır çeker. Muhalifin savunduğu görüşün geçerli olması halinde kendi çıkarına ciddi bir zarar vereceğini ona hissettirebilirsek, elinde kor varmış gibi fırlatıp atacaktır. Mesela, bir papaz felsefi bir dogma savunuyor diyelim. Bunun kilisesinin temel bir dogması ile çeliştiğine dikkati çekildiğinde, hemen vazgeçer. Kendimize haksızlık eden bir yasa çıkarmak ne düşüncesizliktir! – Horatius,__ Dinleyiciler bizimle aynı tarikat, işyeri, kulüp vb. mensubuysa muhalifin tezi istediği kadar doğru olsun; biz bu tezin bağlı bulunduğumuz cemiyetin ortak çıkarlarına aykırı olduğunu belirtince, bütün dinleyiciler muhalifin argümanlarını mükemmel bile olsalar zayıf ve zavallı, bizimkileri ise ne kadar içi boş olsa da doğru ve yerinde bulacaktır. Koro halinde bizden yana seslerini yükseltirler, muhalifimiz ise rezil olmuş halde uzaklaşmak zorunda kalır.
_Tezat Sunma_Muhalife tezimizi kabul ettirmek için karşı-tezi de sunup seçim yapmayı ona bırakmalı.
_Zafer Narası Atma_istediğimiz vargıyı sanki kanıtlanmış gibi zaferle öne süreriz.
_Zorluk Çıkarma_ Muhalifin çelişkilerine bakarız. Mesela Berlin’de bulunmanın hoş olmadığını söylemişse, “Niçin ilk trene atlayıp burayı terk etmiyorsun?” diye çıkışıveririz.
_İnce Ayrım_ Sıkıştığımızda ince bir ayrımla kendimizi kurtarabiliriz
_Tartışmayı Kesme_Muhalifin bizi alt edebileceğini fark edersek, tartışmayı zamanında kesmeliyiz ya da başka yöne saptırmalı,
_Abartmaya Zorlama_İtiraz ve münakaşa iddiayı abartma eğilimi uyandırır. Yani muhalifimizi itirazlarla kışkırtarak, önermeyi, doğrunun sınırlarını geçecek ölçüde abartmasını sağlayabiliriz.
_Sonuç Uydurma_Çarpıtarak, hiç olmayan saçma önermeler çıkarılır. Bir şeyi karşıtının saçma olduğunu göstererek ispatlama.
_Gerekçeyi Terse Çevirme_Muhalif “O bir çocuk, bazı şeylere göz yummak gerekir” dediğinde; “Tam da çocuk olduğu için cezalandırılmalı ki kötü alışkınlarını pekiştirmesin.”
_Tribünlere Oynama_Bilgisiz dinleyiciler önünde kullanılabilir. İtirazımız aslında geçersizdir ama bunu izleyici fark edemez. Muhalifimiz uzmandır ama dinleyiciler değil. İtirazımız onu gülünç duruma düşürüyorsa, dinleyicilerin gözünde yenilmiş olur. Örnek: Muhalif: ilk kayalık oluşumunda, kütle eriyik halindeydi. Sıcaklık 200°dü. Deniz yüzeyinin altında kristalize olmuştu. Buna karşı “O sıcaklıkta, deniz suyu buharlaşıp uçmuş olurdu” diye bir argüman getirebiliriz. Dinleyiciler güler. Muhalif bizi alt etmek için. Fizikçi olmayanlara bilimsel bir konferans vermesi gerekecektir.
_Saptırma_Yenileceğimizi anlayınca. Taraflardan biri diğerine suçlama getirirse, o kişi buna cevap verip çürütmez, bunun yerine o da birinciye yönelik suçlamalar yapar, kendisine yönelik suçlamaları havada bırakır ve böylece aslında itiraf etmiş olur.
_Neden Yerine Otorite Gösterme_Muhalifimizin saygı duyduğu bir otoriteden yararlanabiliyorsak, işimiz kolaydır. Muhalifin bilgi ve yetileri birinci sınıfsa, onun için geçerli otorite hemen hemen hiç yoktur. Önyargılar da otorite olarak kullanılabilir.
_Çoban nereye götürürse oraya giden koyunlar gibidirler: Onlar için ölmek, düşünmekten daha kolaydır. Sıradan insanların kafası saçmalıklarla doludur ve bunları süpürüp temizlemek çok zordur._ _Düşüncenin yaygınlığı onun doğruluğunun kanıtı değildir.
_Evrensel doğru sayılmış bütün eski hataları yeniden kabul etmek demek, bütün Protestan ülkelerde Katolikliği geri getirmek gerekecekti; Evrensel düşünce denilen şey, aslında sadece iki ya da üç kişinin görüşü olduğunu anlarız. Sonra da onlara güvenen, tembellik nedeniyle titiz ve zahmetli bir sınamaya girişmektense fikre hemen inanmayı yeğleyen birçok kişi daha çıkar. Böylece tembel ve saf taraftarların sayısı günden güne büyür. Geri kalanlar da, herkesin doğru saydığı bir şeye karşı çıkarak huzursuz tipler damgasını yememek için, bu fikri kabul etmek zorundadır. Taraftarlık artık bir görev haline gelir. Başkalarının görüşlerini tekrarlayan gayretkeş ve hoşgörüsüzkimselerin konuşmasına izin vardır sadece. Farklı düşünenlerden nefret etmelerinin nedeni, onların başka bir görüşü savunuyor olması değil, kendi fikir ve yargılarını oluşturmaya kalkışmalarıdır; oysa kendileri böyle bir şeye asla girişebilmiş değillerdir. Tıpkı aynı tarihsel olguyu yüzlerce tarihçinin yazmış olması, ama sonra hepsinin bunu birbirinden aldığının kanıtlanması ve aslında tek bir kişinin ifadesinden başka bir kaynak bulunmadığının anlaşılması gibi._ Akli argüman silahı karşısında, düşünememe sularına dalmış olan muhalif, derisi nasır kaplı [Siegfried öldürdüğü ejderhanın kanında yıkanarak yaralanamaz hale gelir] gibi düşüncesizlik ve kararsızlık çamuruna bulanmıştır.
_Anlamazdan Gelme_Söylediğiniz benim zayıf anlama gücümün ötesindedir. Doğru olabilir, ama ben anlayamıyorum. Böylece dinleyiciler gözünde itibarımızı koruyarak, bir yandan da muhalifin söylediklerinin saçma olduğunu ima etmiş oluruz. Örneğin Saf Aklın Eleştirisi çıktığında, eski ekole bağlı birçok prof. kitabı anlamadıklarını açıklamış, böylece eserin işini bitireceklerini sanmışlardı. yeni ekolün bazı savunucuları onlara Kant’ın kitabını gerçekten de anlayamadıklarını gösterince, kendilerini hiç de iyi hissetmediler.
_Muhalif bizim saçmaladığımızı ima etmek istedi; biz onun kavrama kıtlığını kanıtladık. Tabii her ikisi de en büyük bir nezaketle gerçekleşti.
_Etiketleme_iddiayı kısa yoldan safdışı bırakmak için onu nefret edilen bir kategoriye dâhil ederiz
_Zayıf Noktada Israr Etme_Muhalif, konuşmayı başka yöne çekmeye çalışıyorsa, bu bizim zayıf bir noktaya dokunduğumuzun kesin bir işaretidir:
_Laf Kalabalığı Yapma_ Muhalifi saçma sözlerle, ağız kalabalığıyla şaşkına çevirmek, sersemletmek. _Yanlış Kanıttan Yararlanma_
_Kişiselleştirme_Haksız çıkacağımızı fark edince işi kişiselleştirerek hakaret ve kabalığa başvurabiliriz. Kişiselleştirme, tartışma konusundan
ayrılarak muhalifin kişiliğine saldırmaktır. Yaralayıcı, kötücül, aşağılayıcı ve kaba oluruz. Bu, tinsel gücün bedenselliğe ya da hayvaniliğe başvurmasıdır. Hiçbir şey kibrin tatmininden önemli değildir ve hiçbir yara insanın canını kibrin yaralanması kadar yakmaz. (“Onur yaşamdan daha önemlidir.” Kibrin tatmin edilmesi kişinin kendini başkalarıyla kıyaslaması yoluyla olur.
_Sonuç_
_Aslında akılların çarpışması olarak tartışma çoğu zaman karşılıklı yarar sağlar; kendi düşüncelerimizi düzeltmeye, yeni görüşler üretmeye olanak verir. Ama bunun için, tartışmacıların bilgi ve zihin gücü bakımından birbirine oldukça yakın düzeyde bulunması gereklidir. Birinin bilgisi eksikse, her şeyi anlayamaz, seviyeli değildir. Zihin gücü yetersizse, bunun getirdiği kızgınlık onu sahtekarlığa, hilekarlığa sürükleyecektir.
__İnsan doğası şöyle bir şeydir: Konuşmacılar birbirine görüşlerini aktarırken, eğer A aynı konuda B’nin kendisinden farklı düşündüğünü saptarsa, önce kendi düşüncesini gözden geçirip hata aramak yerine, ötekinin düşünüşünde hata olduğunu varsayar. Yani insan,
doğası gereği dediğim dediktir. Demek ki eristik diyalektik, insanın doğasında yatan dogmatikliğin işleyişini araştırıp açıklar.
_Peirastik: Sokrates’in ortaya belli bir iddia atan kişilere sorduğu sorularla iddianın aslında sağlam olmadığını göstermesi.
_İkna etmek” karşılıklılık esasına dayanan bir diyalog. manipülasyon, kandırmaca ve laf kalabalığı ile kişiyi yönlendirmek.
_Hileler_
_Taraf Tutma_İsim Seçme_Tez Ekleme__Karşı Örnek Uydurma__Genişletme_Eşanlamlılık_Mutlaklaştırma_Oyunu Gizleme_Yanlış Önerme Kullanma_Bir Anda Çok Soru Sorma_Kızdırma_Soru Sırasını Karıştırma_Kendi Silahıyla Vurma_Zaaf Arama_Önermeleri Özdeş Sayma_Kanıt Varsayma_Sonucu inkâr Etme_Tezat Sunma_Zafer Narası Atma_Zorluk Çıkarma_İnce Ayrım_Tartışmayı Kesme_Abartmaya Zorlama_Sonuç Uydurma_Gerekçeyi Terse Çevirme_Tribünlere Oynama_Saptırma_ Zıddını Sorma_ Neden Yerine Otorite Gösterme_ Anlamazdan Gelme_Etiketleme_Zayıf Noktada Israr Etme_Laf Kalabalığı Yapma.
_______________________________
__Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine__
_Sıradan sözcüğü neden bir küçümseme ya da bir hakaret ifadesidir? Neden sıradan olmayan; sözcüğü; olağanüstü; seçkin; gibi takdir ifadelerini içinde barındırır? Neden sıradan olan her şey alçak ve bayağıdır? Sıradanlık, türün doğuştan sahip olduğu şey demektir. Onların kendilerine özgü alametifarikalan yoktur: Onlar tıpkı seri imalat mamulleri gibidirler. Sıradanlığın laneti insanı hayvanların derecesine indirger çünkü onun tabiatı ve hayatı sadece türünkiyle karışmıştır. Tabiatı icabı ulu veya soylu olan herhangi bir şey, bayağı ve ucuz olanı işaret etmek için, sıradan sözcüğünden daha iyisinin bulunamayacağı bir dünyada, hayatını yalnız başına sürer.
_Bütün beceriksizler, akılları iradeye çok sıkı biçimde bağlı olduğu için beceriksizdirler. Dolayısıyla bunların kişisel hedeflerin dışında başka hiçbir şeye gücü yetmez. Onlar için mühim olan kendilerini yüksek mevkilerdeki kimselere ikiyüzlü sahtekârlıkla tavsiye etmektir _Akıllarını kullananlar, dünyanın gerçek soyluları, hakiki asilzadeleridir. Diğerleri köleler ve ırgatlardır. Aralarında derin bir uçurum vardır. İnsanın iradesi ile aklı ne kadar uyumlu ise bu dünyada karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelmek, o kadar kolay olur. Aklın amacı iradenin adımlarına ışık tutmaktır. Güçlü bir irade, zayıf bir zihin ile duyguların şiddet ve yoğunluğu bir insanı yoldan çıkaracaktır. Miskin uyuşuk bir mizaç, zayıf ve güçsüz bir irade yetersiz akılla uyuşabilir ve onunla idare edebilir; ılımlı bir irade ancak ılımlı bir akıl talep eder.
_Araba sürücüleri, hamallar, ulaklar ve benzerleri, insanlar arasındaki yük hayvanlarıdır. Onların böyle olmalarının nedeni kalın kafalılıklarından kaynaklanan bönlükleri ve duyarsızlıklarıdır; onlar düşünürken rahatsız edilmezler çünkü zaten düşünmezler; sadece tütün içerler ki bunu, düşünmenin yerine koymuşlardır. Almanya’da sanki gürültü yüzünden hiç kimsenin düşünmemesi tasarlanmış gibidir.
_Akıllı ve basiretli yurttaşlarıma, eğer bir daha sıradan bir kimseyi büyük bir dâhi diye ilan etmek isterlerse, bunun için Hegel gibi, tabiatın, yüzüne en anlaşılır harflerle;Sıradan kimse; damgasını bastığı biraheneci kılıklı birisini seçmemelerini öneririm..
_ Yararlı adamları dâhilerle karşılaştırmak tuğlaları elmaslarla karşılaştırmak gibidir.
_Zenginlerin, kendilerini maddi zevklere kaptırmaları gibi dahiler de kendilerini zihinsel hazlara bırakırlar
_Sanat, sisi dağıtır. Sanat eseri bize, hayatı ve şeyleri, gerçekte oldukları haliyle göstermeye çalışır; o sanat eserini ancak kabiliyeti ve kültürü elverdiği nispette anlar. Resmin önünde, bir prensin huzurunda durduğu gibi saygıyla durmalıdır. Şarap karşısında üzümler ne ise bu sanatlar karşısında felsefenin durumu da odur. Hayal gücü asla işin dışında tutulamaz. Bu estetik etkinin koşuludur ve güzel sanatların tümünün temel bir kuralıdır. O seyircinin hayal gücünde doğmalı-uyanmalıdır,
_Her kuvvet iradedir ve ya yaşama isteği ya da yok etme isteğine direnme üzerine kurulur. Zeka bile yaşama isteğinden doğmuştur _İnsanlar bir şeye hürmet etmeye düşkündürler fakat onların bu saygısı çoğu kez yanlış bir hedefe yönelmiştir ve sonraki kuşaklar da bu yanlışta devam eder. Eğitimli kesimin dehaya gösterdiği saygı da, inançlı insanların azizlere gösterdiği hürmetin, çocukça tapınmaya dönüşerek yozlaşması gibi bozulup amacından sapar. Binlerce Hıristiyan, hayatı meçhul olan bir azizin kalıntılarından medet umar. Shakespeare’in koltuğu, Goethe’nin evi, Kant’m eskileri ve imzalan, hayatlarında bu adamların eserlerinin kapağını kaldırmamış çoklarınca büyük bir hayranlıkla seyredilir. Tuhaf bir yanılsamayla bu nesnelerin kendilerini bu büyük adamlara ulaştıracağını sanırlar. _Soylular ve asilzadeler aklılarını özgürce yaratıcı bir şekilde kullanırlar. Köleler ve ırgatlar ise içgüdüleriyle yaşarlar. Aradaki fark derin uçurum kadar büyüktür. Bazıları yeme içme ve çiftleşmeden başka bir şeyden anlamazken, diğerleri şiir sanat ve felsefe üretirler.
_Hayvanlar içgüdüleriyle huzur içinde yaşarlar. İnsanların çoğu da düşünmek çok ağır bir yük olduğu için tıpkı hayvanlar gibi düşünmeksizin saatlerce bön bön boşluğa bakarak zaman geçirirler. Bunaltıcı biçimde bu kadar sık karşılaştığımız kalın kafalılığın dışavurumu, onların bütün bilgilerinin iradelerinin işleriyle sınırlı olduğuna işaret eder sadece. Onlar hiçbir şeye nesnel bir ilgi duymazlar. Hayatlarında bir kez olsun nükteli herhangi bir şey onları neşelendirmemiştir; tam tersine herhangi bir şey, düşünceyi gerekli kılsa, bu onların nefretini çekmesi için yeterlidir. Olsa olsa en kaba, en bayağı şakalar gülmelerini sağlar onların; diğer zamanlarda her biri ciddi görünüşlü birer hayvandır, bunun tek sebebi ancak öznel bir ilgiye güçlerinin yetebilmesidir. Kâğıt oyunları, onlar için en uygun eğlencedir. Kalan zamanlarda onlar iş adamıdır, alım satımla uğraşanlar, hayatın getir götür işlerini yapanlardır. Zevkleri bütünüyle bedenidir, çünkü başkaları için duyarlıkları yoktur. Onlarla ahbaplık kurmak, yarenlik etmek bizi sıradanlaştırır; böyle yapmakla kendimizi gerçekten ucuz ve bayağı hale getiririz. Akıl ile içgüdü arasındaki fark dans etmekle yürümek arasındaki ilişki gibidir. İçgüdüleriyle peşi sıra bir menzile yürürler.
_İradesinin kölesi ve güdülerine bağlı sıradan insan ile kuklalar arasında bir bağ kurabiliriz. Dünya tiyatrosunun sahnesini işgal eden kuklaların her biri iç içe geçmiş ip ağı sayesinde oynatılır. Çoğu insanın yavan, sıkıcı, ağırbaşlı vakarı buradan kaynaklanır ki ancak asla gülmeyen hayvanlarınki bunu geçebilir. Buna karşılık gem vurulmamış aklıyla deha ünlü Milano kukla gösterisinin büyük kuklaları arasında oynayan kanlı canlı insanla karşılaştırılabilir. Bu insan onların arasında her şeyi kavrayıp anlayacak ve dolayısıyla localardan oyunu seyretmek üzere bir müddet sahneyi seve seve terk edecek tek kişi olacaktır; bu dehanın yansıtıcılığıdır.
_Kendi hedefleriyle dolu olan adamın kafasında dünya, bir savaş alanı taslağında güzel bir manzara nasıl görünürse o şekilde belirir
_ Elmasların değeri nasılsa insanlarınki de öyledir: Hasıl ki elmasların belli bir büyüklük, saflık ve kusursuzluk derecesine kadar belli ve
sabit bir fiyatı vardır, ama bu derecenin ötesine geçildiğinde paha biçilmez ve alıcısı bulunmaz ise _
_Büyük bir kafa insanlara en derin varlığının hâzinelerini açmıştır ve onların yücelmelerine ve aydınlanmalarına katkıda bulunacak eserler meydana getirmiştir. Ayaktakımı, onda kimi kusur ve lekeleri bulup ortaya çıkaracak mevkide olduklarını düşünürler çünkü kendi hiçliklerinin ezici duygusuyla karşılaştırıldığında böylesine büyük bir adamın karşısında duydukları acıyı dindirmek isterler.
_Hayal gücüne sahip olmayan insan, özgür bir kuş gibi değil de, kayaya yapışmış ve tesadüfün kendisine getireceği şeyi beklemek zorunda olan midye gibidir
_Bilge ile deha farklıdır. Bilge, dehanın koşulu olan irade ve zekâ ayrılığını kabul etmez.
_Bütün dâhiler kasvetlidir. Sefil ve perişan yaşar çünkü o kendi kişisel refah ve rahatını nesnel amaca feda eder. Onun böyle yapmasının tek nedeni elinden başkasının gelmemesidir çünkü onun vakar ve ciddiyeti burada yatar. Onun vücuda getirdiği eser bütün çağlar içindir ama onun tanınması genellikle ancak sonraki kuşaklarla başlar. Onu büyük yapan, onun kendisini ve kendi çıkannı takip etmemesidir. diğerleri kendi zamanları içinde yaşayıp kendi zamanları ile birlikte ölürler.
_Hiç kimse, kendini beğenmişliğe sahip olmadıkça büyük olamaz. Tevazu taktir edilir ama böyle bir şey onu başkalarının boyunduruğu altına sokmaya zorlayacaktır.
_Fizyonomi bilimi (Yüzden kişiliği okuma sanatı) Bir insanın çehresinin şekli-şemali, ikiyüzlülüğün hakim olamadığı yegâne sahadır.
_Seçkinlik ve sıradanlığın insan çehresindeki belirtileri_
_Her insanının çehresi bir haritadır. Bir insanın çehresi, dilinden daha ilginç şeyler ele verir çünkü onun yüzü, söyleyip söyleyebileceği her şeyin özetidir. Dil bir insanın sadece düşüncelerini ele verir, oysa çehre tabiatın düşüncesini dışa vurur. Herkesi gözlemlemek zahmete değer bir uğraştır; konuşmak ise böyle bir zahmete değmese bile… Adi, bayağı ve sefil düşüncelerin, kaba, bencil, kıskanç, günahkâr arzuların her biri çehreye damgasını vurur ve bütün bu işaretler, kırışık ve lekelere dönüşmüştür. Bön ve budala kimseler, bir insanın dış görünüşünün hiçbir önemi olmadığını söylerler ama ruhla beden ilişkisisi, palto ile insanın kendisi arasındaki ilişki gibi olsaydı, gereksiz olurdu. Çözümlemeye öznellik karıştığında çözümlemeye çalıştığımız her şey karışır ve değişir. çehre hakkında tamamen nesnel bir izlenim veren tam anlamında ilk bakıştır. Çehrelerin çoğu ne kadar da sefildir! Güzel ve entelektüel olanların dışında bir çehrenin duyarlı bir kimsede sarsıntıya benzer bir duygu uyandıracağına inanıyorum; Öyle kimseler vardır ki çehrelerine hayvanlardakine benzer sınırlı bir akıl seviyesi gibi bayağılığın ve kişilik düşüklüğünün damgası vuruludur, öyle ki insan nasıl olup da böyle bir çehreyle toplum içerisine çıkabildiklerine ve bir maske takmayı tercih etmediklerine şaşırır. Hatta öyle çehreler vardır ki tek bir bakış insanda kirlenme hissi uyandırır.
_Sokrates şöyle der: “Konuş ki seni görebileyim.” Bizimle girdiği kişisel ilişki, meydana getirdiği yüzeysel bir büyülenmeyle önyargısız gözlemcileri bizlerden uzaklaştırır. Şöyle demek daha doğru olabilir: Konuşma ki seni görebileyim .
_Beyin, kadar büyük ve gelişkin ve ona göre omurga ve sinirler ne kadar ince ise, zekâ da o denli büyüktür çünkü beyin onlara çok daha doğrudan hükmeder.
_Eğitim ve seçkinlik: Kendi kendilerini eğitmeye tabii eğitim tarzı diyebiliriz. Suni eğitim tarzı bunun karşısında ve başka insanların söyledikleriyle zihni basmakalıp fikirlerle tıka basa doldurmaya dayanır. Genel fikirler yanlış biçimde uygulanacak ve o şekilde ele alacaksınız. Bu şekilde eğitim yolunu şaşırmış ve dengesini kaybetmiş kafalar imal eder ve bu yüzdendir ki öğrenim ve okumayla geçen uzun bir süreden sonra, dünyaya saf budalalar, başka bir dünyadan gelmiş yaratıklar gibi adım atarız. Çocuğa kendi kendisine düşünmeyi öğretmek yerine, bütün enerjisini, zihnini başka insanların hazır düşünceleriyle tıka basa doldurmayı öğretiyoruz. Atı arabanın önüne değil de arabayı atın önüne koymak gibi. Eğitim görmemiş insanlar arasında sıkça görülen sağlam sağduyu sahibi insanlara, okumuşlar arasında bu kadar az rastlanmasının sebebi işte budur. Şeyleri anlamaya çalışmak yerine sözcüklerle tatmin olan ve onları ezbere öğrenen aşırı tehlikeli eğilim, çoğu eğitimli insanın bilgisini lüzumsuz bir laf kalabalığı haline getirir. Çoğu insan, kuruntuları, önyargıları, garip merakları, tuhaf tutkuları bütün hayatı boyunca bir yük olarak omuzlarında taşıyıp durur, dünyaya kendine özgü bakış tarzı geliştirmeyi asla denememiştir çünkü her şeyi hazır yapılı olarak almıştır ve onu bu kadar sığ ve yüzeysel yapan şey işte budur. Çocuk kendi yargısına güvenecek ve önyargılardan kurtulacaktır. Kavramları ve yargılan, kendi tecrübelerinden değif, kendisine hazır verilmiş olan fikirlerden billurlaşır.Gerçekte nasılsa öyle, açık ve nesnel bilgi edinmeyi öğretmeye özen gösterilmelidir. Böyle değil de diğer türlü olursa kafalan safsataarla dolacak, gerçekliği yanlış yorumlayacak ve dünyayı yeniden şekillendirmeye kalkışacaklardır.
_Deha kendi kendisinin ödülüdür. Deha, çifte akla sahip bir kimsedir: Biri kendisi için ve iradesinin hizmetinde, diğeri saf nesnel bir tavırla kavradığından dünya için. Dehanın doğumu yüzyılda bir vuku bulur. Doğduğunda da uzun bir süre tanınmadan kalabilir, birinin önünü ahmaklık keser, bir başkasını kıskançlık boğar. Bir kadın kendi kendisine ne kadar çocuk doğurabilirse deha da kendi başına o kadar özgün düşünceler üretebilir. Lal taşı kendi ışığını yayar, halbuki diğer taşlar ancak aldıkları ışığı yansıtırlar. Bilginlere dâhi denemez, nasıl ki elektrik ileticilerine elektrik üreten cisimler denilemez ise, çünkü bunlar hayatlarını öğrendiklerini başkalarına öğreterek geçirirler. Büyük kafalar insanlık için şimşek değerindedir. _renkli resimler ile renksizler arasındaki fark nasılsa, deha ile sıradan insan arasında da öye bir fark vardır. Sıradan, sığ ve basit kafaya sahip biri, bir dâhinin eserinden hiçbir şey anlamayacaktır._Dahilerin yolu, yaz sabahı enfes tabiatı bütün tazeliği ve ihtişamı içinde seyretmek için yürüyüşe çıkan birinin yoluna benzer. Onunla, bir çocuk oyuncak bebeğiyle nasıl konuşursa öyle konuşacaktır. _Dâhilerin hiçbiri birbirine benzemez. Doğa onlara damgasını vurur, ardından da kalıbı parçalar. Zayıf bir yanı olmaksızın hiç kimsenin büyük bir dehaya sahip olduğu görülmüş değildir, Platon’un zayıf yanı tam da Aristoteles’in güçlü olduğu noktadır. Goethe’nin büyük olduğu taraf Kant’ın zayıf yanıdır ve tersi. _Deha kendi kaderine sadakatsiz hale gelmiş olan bir akıldır; gerçek kaderi iradenin hizmetkârı olmak olduğu halde kendisini bu hizmetten kendi işini takip etmek uğruna kurtarmış olan akla dayandığı kadarıyla doğaya aykırıdır.
_Deha soğukkanlılıktan veya ağırbaşlılıktan yoksundur, bu şeylere ait olanlardan fazlasını görmememize dayanır; İnce ayrıntılara odaklanıp diğer her şey görünmez olur ve diğer insanları şaşırır. Odaklaşılan şeyler mikroskobun altında bir fil kaidesinin büyüklüğüne erişen pire gibi görünürler bu yüzdendir ki soğukkanlı veya ağırbaşlı bir adam bir dâhi olamaz. mizaç ölçüsüzlüğü, duygu ve heyecanların ateşliliği, baskın melankolinin etkisi altında ruh halinin çabuk değişkenliği ortaya çıkar. sonuç da dehanın esas itibariyle bu dünyada yalnız yaşamasıdır. O bu dünyada kendisine benzeyen birisine rast gelemeyecek kadar nadir bulunur ve geri kalanlardan onları dost edinemeyecek kadar farklı olan birisidir. Onlar sadece ölümlü varlıklardır; halbuki o aynı zamanda saf akıldır _
_Deha arada bir tuhaflıklara düşebilir. Bunun nedeni akıl ile iradenin arasının gevşemesidir. Dehanın çılgınlığı buna dayanır. Bu sıradışı zekâ taşkınlığı sayesindedir ki irade karşısında belirgin üstünlüğünü elde edip kendisini iradenin hizmetinden kurtararak özgür olur. eserleri bu kaynaktan fışkırır. Yararsızlık ve kazanç getirmezlik dehanın eserlerinin ayırt edici özelliklerinden biridir; bu onların soyluluğunun alametifarikasıdır. Uzun ve narin ağaçlar meyve vermez, meyve ağaçları ufak tefek, bodur ve çirkindir.
.
_Gürültüyü kanıksama neyin belirtisidir_ Sıradan insanlar gürültüye karşı duyarlı değillerdir; ne var ki düşünmeye, şiire ya da sanata, sözün kısası her türden zihinsel düşünsel izlenime duyarsız olan tam da bu insanlardır: Beyin dokularının kaba niteliğine mal edilmesi gereken bir gerçektir bu. Tıpkı kafayı bedenden koparan celladın baltası gibi gürültü de onun düşüncelerini bölüp dağıtır. toprak ya da gübre yığınını kaldıran bir adamın yaklaşık on bin insanın kafasında filizlenmek üzere olan düşünceleri daha henüz tomurcuk halinde iken katletme hakkını nereden aldığını anlayamam. kırbacını şaklatan bir adam, arada bir derhal indirilip hakiki değnek atılmayı hak eder.
____________________________
_İSTENÇ VE TASARIM OLARAK DÜNYA_
_Dünya tasarımdır ve iki yarısı vardır. Bir yarısı nesneldir. Nesnenin kalıpları uzay ve zamandır. Öteki yarısı özneldir. Düşüncedir. Bunu bulup ortaya çıkarması Kant’ın temel başarısıdır.
_Kavramlar, tasarımların tasarımlarıdır ve algılanamaz. Olsa olsa düşünülebilir.
_İdeal dünya ile gerçek dünya aynı kalıptan çıkmıştır ve bu kalıp ustur. Bunu ilk düşünen descartestir.
_İnsan beslenmek için hayvanlara; hayvanlar birbirine, sonra onlar da bitkilere gerek duyarlar. Bitkiler beslenmek için toprağa, suya, kimyasal elementlere, birleşimlerine, bu gezegene, güneşe, dünyanın kendi ve güneşin etrafında dönmesine gerek duyarlar. Bu böyle gider. Temelde bu istemenin kendi kendini tüketmek zorunda olmasının sonucudur. Çünkü istemeden başka bir şey yoktur. O da aç bir istemedir. Bu kovalamaca, bu kaygı, bu üzüntü bundan ileri gelir.
_Deha, saf algı durumudur. Kendi kişinin kendi çıkarlarını, dileklerini bütünüyle görüş dışı bırakma gücüdür. O her şeyin ideasını kavramaya çalışır. Şeylerin başka şeylerle ilişkisini değil. Dehalarda matematik yeteneği olmadığı kanıtlanmıştır. Deha ile deliliğin ortak bir yönü olduğu söylenebilir. Platon, deli olmayanın gerçek bir filozof olamayacağını, akıp giden ideaları gören herkesin deli gibi görüneceğini söyler.
_Şiddetli bir acı katlanılmaz duruma geldiğinde, birey ona yenik düşerse doğa, korku içinde deliliğe sarılır. Bu onu kurtarmak için son çaredir. Us belleğin zincirini koparır ve aradaki boşluk kurgularla dolar yani gönül acılarından kaçılıp deliliğe sığınılır.
_Düşünceden mi madde yoksa maddeden mi düşünce türedi?
_Düşünce : Sadece ben varım. Benden başka bir şey yok. Dünya benim tasarımımdır.
_Madde : Ne çılgınca bir varsayım. Ben varım. Benden başka bir şey yok çünkü dünya benim gelip geçici biçimimdir. Sen de olsan olsan bu biçimin parçasısın ve bir hayalet gibi geçmişe sürükleneceksin. Ben ise sonsuza kadar kalacağım.
_Düşünce: Zaman, benim tasarımımın kalıbı. Ben bu kalıbı içimde taşırım. Eğer böyle olmasaydı sen de benimle birlikte yok olurdun.
_Düşünce ve maddeyi kuşatan bütünlük, tasarım olarak dünya ya da görüngüdür. Bu ortadan kaldırıldığında kendinde şey kalır. Bu istençtir.
_Felsefe, bilim ve matematik birer canavardır ve hepsi de farklı diller konuşur ve amaca giden yollardır. Din yanlış bir yoldur çünkü dogmadır, kalıptır.
_İsteme, bilinçsizdir. İsteme, gövdenin a priori-saf bilgisi. Gövde de istemenin a posteriori-deneysel bilgisidir. Gerçekte onlar birdir. İstemenin her eylemi gövdenin devinimidir. Gövde, istemenin nesneleşmesidir. İzlenim istemeye karşı olduğunca acı diye adlandırılır. İstemeye uygun olduğunda ise ona doyum denir. Acı ve haz, tasarım değil gövdenin duygulanışlarıdır.
_Dişler, boğaz, bağırsaklar nesneleşmi açlıktır.
_İsteme nedensizdir ve bu onu bulanıklaştırır. Böylece insanın eylemleri özgür diye yorumlanır ama değildir.
_Neden sonuç ilişkisi tüm görüngülerin kalıbıdır.
_İnsanlar yaşamlarının başından donuna dek kendini mahkum ettikleri rolü oynamak zorunda oldukları kafalarına dank eder.
_Geyik böceği kendisinden 2 kat büyük delik açar çünkü boynuzlu erkek larva için yer açılmış olur. İsteme iş başındadır. Organlar sürekli çalışır. Bu zorunluluktan dolayıdır tıpkı isteme gibi.
_yılan başka yılanı yemeden ejderha olamaz.
_Tasarımın duygulanışı doğa yasasıdır.
_İstenç, kendi kendinin besinidir. Bullgog karıncası, ikiye bölünür. Başı ve kuyruğu kavgaya tutuşur. Baş dişleriyle kuyruğu yakalar. Kuyruk, başı iğneyle sokarak kendini kahramanca savunur.
_İçgüdü geri çekilirken, her şeyi dengelediği kabul edilen düşünce çekingenlik üretir ve yanılgı oluşur. Yanılgı, istemenin nesneleşmesini önler.
_Bitkinin masumluğu bilgisizliğe dayanır çünkü istemek suç değildir. Bile bile istemek suçtur.
_Diyelim ki çok istediğim bir anlaşmaya güle oynaya girdim ama işler ilerledikçe zorluklar ortaya çıkmaya başladı. Böylesine istekle başladığım bir şeyden pişmanlık duyduğumdan kuşkulanır oldum. Derken sözleşme beklenmedik bir biçimde öteki tarafça bozuldu ve ben de rahatladığımı fark ettim.
_Ne düşünürsek ona dönüşürüz. Acı bir olay düşünürsek yüreğimiz daralırken tam tersi seviçli bir olayda mutluluk duyarız. Anlak istemeye çocuk rolü oynatır. Buna kişinin kendine söz geçirmesi denir. Efendinin isteme, uşağın anlak olduğu açıktır. Çünkü sonunda kazanan hep istemedir.
_Lord Byron şöyle der: Tıpkı benim onların parçası olduğum gibi, dağlar, denizler, gökler de benim parçam değll mi?
_Platon: Her zaman olan, oluş içinde olmayan şey nedir?
_Sanatı, şeyleri neden sonuç ilişkisinden bağımsız görme yolu diyebiliriz.
_Sanatçı dünyayı onun gözleriyle görmemize izin verir.
_Doyurulan her istek yerini yenilerine bırakır.
_Anılarımızı düşününce mutlu oluruz. Düş gücümüz istemenin öznesini değil nesnesini anımsar. İstemenin öznesi o zamanlar da şimdiki gibi acılar içindeydi. O acılar yerini başka acılara bıraktı.
_Tutkuları uyandırmak için yiyecek resimleri, çıplaklık kullanılır. Saf estetik askıya alınmıştır. Sanatın amacının kuyusu kazılmıştır. Taklitçiler dehanın tersine, biçime ağırlık verenler,sanatta kavramdan çıkarak bilinçsizce içgüdüsel olarak çalışırlar. Hoşumuza gideni alıp onu kavrama yerleştirir. Asalak canlılar gibi besinleri başkalarının yapıtlarından emerler ama sindiremezler.
_Hiçbir nesne en güzel insan yüzü gibi saf estetik seyre dalışa taşımaz.
_Sanatçı güzeli a priori sezebilir. Sanattan anlayan onu a Posteriori saptayabilir.
_Bireyin karakteri türe ağır basarsa sonuç karikatür olur. Tam tersi anlam yokluğu.
_Calderon: İnsanın en büyük suçu doğuş olmasıdır.
_Müzik en eşsiz sanattır. Dünya hiç olmasaydı da var olabilirdi. Müzik başka sanatlar gibi ideanın kopyası değil, istemenin kendisinin kopyasıdır. İstemenin nesneleşmesi idealardır. Diğer sanatlar gölgelerden, müzik özden söz eder. Bas bir notaya yalnızca tiz notalar eşlik edebilir. Melodi, istemenin gizli öyküsünü anlatır.Onun her heyecanını resmeder. Platon bunu: Ruhun heyecanına öykünen melodilerin devinimi diye açıklar. Melodiyi bulmak, onda insan isteğinin, duygusunun en derin izlerini açığa çıkarmak dehanın işidir.
________________________
_Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine_
_İnsanın 2 seçeneği vardır. Yalnızlık ya da bayağılık.
_Dünyadaki bütün akıllar bir araya gelse akıldan nasip almamış birisi için hiçbir kıymet ifade etmez.
_Kendi kendisine düşünen her gerçek düşünür bir kral gibidir; onun iktidarı mutlaktır. Diğer bütün kafalar, Kendilerine özgü damgaları olmayan birer elçiden başka bir şey değillerdir. Birinci sınıf bir kafanın ayırt edici özelliği yargısının doğrudanlığıdır. Dile getirdiği her şey kendi kendisine düşünmesinin sonucudur.
_Zihne ait olmayan bütün zevkler düşük bir sınıfa aittir çünkü bunların hepsi iradenin devinimleridir.
_(Türkler kuranı hiç okumuyor ama dini kitapları çok okuyorlar) Halk biçimden ziyade içerik ile ilgilenir ve bu bir geri kalmışlık göstergesidir. Goethe hakkında yazılmış olanları Goethe’nin yazdıklarından daha fazla okur. Tiyatroları ele aldıkları malzeme sayesinde doldurmaya çalışan çok sayıda kötü oyun yazarı vardır. Şöhretli insanla doldururlar.
_Bir düşüncenin çıkagelişi, sevdiğimiz birisinin teşrifi gibidir fakat gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Eğer onu yazarak zapt altına almaz isek en güzel düşünce bir daha ele geçirilemez biçimde unutulma ve eğer o sevgiliyle evlenmez isek terk edilme tehlikesi altındadır.
_İnsanın sohbet edebilmesini sağlayan temel nitelikler zekâ, yargı gücü, nükte ve neşeliliktir; bunlar sohbete biçim kazandırırlar.
_Çok şey konuşur ama asla hiçbir şey söylemez. İhtiyaç hâsıl olduğunda güçlükten yakayı sıyırmak için kaçacak bir delik bulur.
_Üslup zihnin fizyonomisidir. _Nasıl ki ayak takımından birisi elbiselerindeki belli bir şatafat, gösteriş arzusuyla tanınırsa, sıradan bir yazar da üslubuyla kendisini ele verir.
_Nasıl ki giyim kuşama özen gösterme, bir insanın içinde bulunduğu topluluğa verdiği değeri gösterirse, özensiz, kötü bir üslup da yazarın okura sarsıcı saygısızlığını gösterir.
_Seneca: Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, canlı bir mezardır. Herkes, aklını kullanmak yerine inanmayı tercih eder:
_Gerçek ihtiyaçlar olmaksızın gerçek zevklerden söz edilemez.
_Nahoş bir aşağılık duygusuna ilaveten yüreğinin derinliklerinde, küt bir kıskançlık duygusu hissedecektir. Kimi zaman bu gizli bir hınç duygusuna dönüşür.
_Kitaplar, bir zihnin en mükemmel örneğidir ve bu yüzden her zaman sohbetten, çok daha büyük bir değere sahiptir. Eski klasik yazarların eserleri kadar zihni eğlendiren başka bir şey yoktur. Tıpkı bir dağ gölünün karşısındaymış ve ciğerlerini temiz havayla dolduruyormuş gibi. _Eğer bir insan kendisini herhangi bir konuda geliştirmek istiyorsa yeni kitaplara sarılmaktan, uzaklaştırması gerekir. Yeniler, eski yazarların çok daha açık bir şekilde söylediği şeyi keyiflerince eğip büküp berbat ederler; _Schlegelin yazdığı ve klavuz yazım ;Eskileri, zamana meydan okuyarak çağları aşıp gelmiş olan eskileri okuyun büyük bir iştahla, yenilerin söyledikleri pek bir anlam ifade etmiyor artık.
_İnsan mutluluğunun 2 can düşmanı, ısdırap ve can sıkıntısıdır. Birinden kurtulursak diğerine gideriz. Hayat bu ikisi arasındaki salınımdır. Fakirler ıstırap içindeyken, zenginler can sıkıntısı içindedir. Zengin, sıcak, mutlu bir yuvadır; buna mukabil bundan yoksun olanlar karlarla kaplı soğuk bir aralık gecesidirler.
_Zihinsel körlüğün temelinde yatan şey ruh boşluğdur ki bir sürü çehreye damgasını vurmuştur. İnsanların yarenlik için hemcinslerinin, eğlencenin, lüzumsuz lüksün peşine düşmesi, esas itibariyle bu ruhsal boşluk (bönlük) nedeniyledir. Hiçbir şey ruh zenginliği kadar, sıkıntı karşısında koruma sağlamaz. İnsan hayatındaki bu ıstırap kaynaklarından birine ne kadar yakınsa diğerinden o kadar uzaktır. Akıllı adam sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır, eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir. Yelpazenin diğer ucunda duran insan eğlenmeye ve topluluğa karışmaya çabalar, allı pullu esvaplarının içerisinde budala sefil kişiliğinin yükü altında inim inim inler. Halbuki yetenekli insan şenlendirici düşünceleriyle tenha yerleri gözler. Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarım düşünürler; kâğıt oyunları ve benzeri şeyler ki münhasıran bu amaç için icat edilmişlerdir. Budalalar!, ( bugün kâğıt oyunlarının yerini teknolojinin daha karmaşık aletlerine tutsaklık almıştır)
_Aristoteles: Mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir der. Çünkü mutluluğun diğer bütün kaynakları, güvenilmez, sallantılı, kısa ömürlü ve şansın elinde oyuncaktırlar. Yaşlılıkta, mutluluğun sözü edilen bu kaynaklan kaçınılmaz olarak kurur; O vakit bir insan kendisinde sahip olduğu şeye bağımlı hale gelir;__ O, makam mevki beklentileriyle veya kâr kazanç umuduyla yahut da hemcinslerinin takdirini kazanma hevesiyle, kendisini kaba arzuların ve bayağı zevklerin köleliğine terk etmek gibi yanlış bir yola sapmayacaktır; hayır,
_Deha için, yalnızlık hoş, serbest zaman en yüksek iyi, diğer her şey lüzumsuz, hatta bir yüktür onun için. Farklı bir mizaca sahiptirler. Bu farklılık onları öyle bir noktaya zorlar ki, insanların arasında yabancı varlıklar gibi dolaştıkları görülür. İç zenginliğe sahip insan boş zaman dışında hiçbir şey istemez; hayatı boyunca kendisi olmak için izin ister. Serbest zaman insan doğasına yabancı bir şeydir, insanlar boş zamandan çok çabuk yorgun düşerler. Dar kafalı insan en mutlu insandır, her ne kadar talihinde gıpta edilebilecek hiçbir şey yoksa da. tevratta: Çok bilgelikte çok keder var; ye bilgisini artıran kederini artırır.
___________________________
_Okumak ve kitaplar üzerine_
_Cahil olan zenginler sadece zevkleri peşinde koşarak ömürlerini tüketirler ve vahşi bir hayvana benzerler;
_Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır. Okurken zihnimiz başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir. Kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. Okumak kendilerini ahmaklaştırır. At üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz,
_Hayatta nasılsa edebiyatta da öyle: Her nereye dönseniz derhal kendinizi, yola gelmez bir insan güruhuyla karşı karşıya
buluyorsunuz, her tarafı doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. Bir yığın berbat kitap, gıdasını buğday başaklarından alan ve sonunda onu boğup kurutan edebiyatın istilacı yabani otları da öyle. İnsanların zamanını, parasını, dikkatini çalıyorlar. Bunlar ya safi para kazanmak ya da makam mevki elde etmek amacıyla yazılırlar.
_Ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar. Benzer benzerini sevdiği için halk, derinlikten yoksun, çapsız kafalarından çıkma dedikodularını, değersiz süprüntüleri, büyük kafaların düşüncelerinden daha hoş bulur.
_Hiçbir hakiki bilgi kırıntısına sahip olmaksızın, sırf her şey hakkında çene çalıp gevezelik yapabilmek için, edebiyat tarihlerini okuma yönündeki günümüzün yaygın saplantısına karşı bir panzehir olarak, size Lichtenberg’den pasaj: Dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: Anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunulur, hatta tetkik ve tenkit edilir; ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır. Zihni boş bırakmakla kalmaz, ama aynı zamanda onu, lüzumsuzca doldurarak kendine ait güçleri geliştirmekten de mahrum bırakır. Bu tıpkı açken bir yemek kitabını okumaya benzer.
_janr (Günlük hayatı gerçekçi biçimde resmetme)
_Ne kadar bilgi sahibi olunursa, bilgiyi ilerletme gücü de o kadar azalır; artan tek şey vardır; böyle bir bilgiye sahip olmaktan doğan gurur.
_Yazarlık ve üslup üzerine_
İki tür yazar vardır: Sırf ele aldığı konu için yazanlar ve sadece yazmak, para, şöhret için yazanlar. Para için yazmaya başlar başlamaz her yazar derhal soysuzlaşmaktadır. İspanyol atasözü: Onur ve para aynı keseden bulunmaz. Para ihtiyacı içerisinde olan herkes bir kitap yazıyor; halk da budaladır. Bunun ikinci sonucu dilin yıkımıdır. _Düşünmeden ve düşünerek yazanlar. Rastgele ava çıkan ve hiçbir şey avlayamayan ile avı yakalamış ve bir yere sıkıştırıp vurmayı bekleyen avcıya benzerler.
_Yürümek için baston ne ise, düşünce için Kalem de odur, fakat nasıl ki insan en kolay bastonsuzken yürürse, en kusursuz biçimde de elinde kalem yokken düşünür. İnsan ancak yaşlanmaya başladığında bir baston kullanmayı ister, [baston artık onun için bir yük değil, bir yardımcıdır] kalem de böyledir.
_Üslup zihnin fizyonomisidir. Dil de ulusunun fizyonomisidir. Bir başka kimsenin üslubunu taklit etmek bir maske takmaya benzer. Üslup kişinin nasıl düşündüğünün tam bir dışavurumudur. Bir yazarın birkaç sayfasını okuduğumda onun bana ne kadar yardım edebileceğini anlarım. Her vasat yazar kendi tabii üslubunu maskelemeye çalışır çünkü derin görünmek için onu muhteşem göstermeye çalışırlar ve böylelikle insanlarda elan algıladıklarından çok daha fazla şey olduğu fikrini uyandırırlar. Hegelciler böyledir. Entelektüel bir üslup hedeflerler ki sanki bununla hedefleri insanları çıldırtmaktır. Anlaşılmazlık maskesi en uzun ömürlü olanıdır; ilk kez Fichte tarafından geliştirilip, zirvesine Hegel’de ulaştığı Almanya’da rastlanır sadece. Yazmanın en kolayı kimsenin anlayamayacağı şekilde yazmaktır; gerçek düşünür düşüncelerini mümkün olduğunca saf, açık, belirgin ve veciz bir şekilde dile getirmeye çalışır. Bu yüzdendir ki basitlik her zaman sadece hakikatin değil, fakat aynı zamanda dehanın işareti olarak da kabul edilmiştir. Üslup, güzelliğini dile getirilmiş olan düşünceden alır, halbuki sadece düşünür gibi yapan yazarlar için düşüncelerin üsluptan dolayı güzel olduğu söylenir. Üslup düşüncenin silüetinden başka bir şey değildir; Bu üslupçuluk yahut yapmacıklık sözüm ona üniversite filozofları tarafından icat edilmiş bir şeydir. Değirmen taşı gibi boyuna dönüp duran ve tıpkı onun gibi sersemleten karmakarışık laf kalabalığının, bir türlü sonu gelmeyen saçma sapan gevezeliğin örtüsü altında en korkunç düşünce sefaletini gizleme tarzının anasıdır.
_Akıllı insanlar yazdıklarında bizimle gerçekten konuşurlar ve bu sebepten ötürü hem bizim ilgimizi çekmeye, hem de bizi eğlendirmeye muvaffak olurlar. Bir sözcük, tıpkı her bir fırça darbesi, gibi özel bir anlama sahiptir oysa diğerinde her şey mekanik biçimde yapılmıştır.
_İnsanın tam olarak konuştuğu gibi yazmaya kalkışması da bir hatadır. Bu yazarı ukala yapar.
_Söyleyecek hiçbir şeye sahip olmadıklarını gizlemeyi arzu ederler. Tıpkı Fichte, Hegel gibi bunlar da bilmedikleri şeyi biliyormuş ve söylemedikleri şeyi söylemiş gözükmek sevdasındadırlar.
_Voltaire_yazarların çoğu lüzumsuz sözcüklerle düşünce sefaletlerini gizlemeye çalışırlar.
_Sıfat ismin düşmanıdır
_Söylemeye değer olmayan bir şeyi yazmaktansa iyi bir şeyi söylemeden geçmek her zaman daha akıllıcadır.
_Hesiodos: Asla okurun kendi kendine düşüneceği hiçbir şeye yer verme!
_Küçük bir düşünceyi anlatmak için çok sayıda sözcük kullanma her zaman vasatlığın işaretidir; buna mukabil çok sayıda düşünceyi birkaç sözcüğe giydirmek seçkin kafaların hiçbir zaman aldatmayan belirtisidir. Çıplak hakikat her zaman en güzelidir. Bunun nedeni dinleyicinin zihnini doğrudan ele geçirmesidir ve retorik yahut belagat sanatlarıyla aldatılmadığını, bilakis bütün tesirin şeyin kendisinden geldiğini
hissetmesidir. Basitlik ve naiflik kanunu güzel sanatların tümü için geçerlidir, çünkü hem basit hem yüce olmak mümkündür. Diğer yandan yazıyı asla, kısa ve öz olma uğruna kurban etmemelidir.
_Eğer bir insan hastalıktan iyice zayıflamış ve artık eski elbiseleri çok büyük gelmeye başlamış ise, çare onları kesip daraltmak değil, fakat
sağlığına kavuşarak eski beden yapısını tekrar bulmasıdır. Yazar sözcüklerini daraltmak yerine düşüncelerini genişletmeye çalışmalıdır.
_Üslup öznel değil nesnel olmalıdır. Tek yanlı bir konuşma değil, çift taraflı konuşma. Öznel üslup, duvardaki lekeler gibi olacaktır. Nesnel ise, yağlıboya bir resmin etkisi gibi ancak hayal gücü uyanmış kimse bu figürleri görebilecektir; diğer insanlar ise sadece lekeleri ayırt edebilecektir
_Düşünmek üzerine_
_Bir insan çok büyük bir bilgi yığınına sahip olabilir, fakat üzerinde düşünülmüş küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir. Düşünme tıpkı bir ateş gibi bir cereyanla tutuşturulmalı.
_Okumakla yabancı düşünceler zihni zorla ele geçirir. Çok okumanın zihni her türlü esneklikten yoksun kılmasının nedeni budur. Eğitimin insanların çoğunu ahmak ve budala yapmasının sebebi bu alışkanlıktır. Başkalarının düşüncelerini okumak, yabancının yırtık dökük elbiselerini üzerine geçirmesi gibidir. Kendi kendisine düşünmesini öğrenmiş bir insanın zihni kazanımları güzel bir resme benzer. Bütün meziyeti öğrenim görmüş olmaktan ibaret olan adamın zihinsel kazanımları her türlü renkle kaplı bir palete benzer. Okumak kişinin kendi kafası yerine başka birisinin kafasıyla düşünmesidir.
_Kitap filozofunda her şey ikinci eldir. Kendine ait parası olmadığı için tedavüldeki bütün paraların yabancılara ait olduğu küçük bir devletçiğe benzer.
_Gerçek dünyada, çekim yasasının hakimiyeti altında yaşarız. Zihin dünyasında çekim yasasının denetiminden kurtulmuş, düşkünlük ve sefaletten azade, bedensiz ruhlar gibiyizdir. Soylu ve verimli bir kafanın kendisinde bulacağı türden bir mutluluk yoktur.
_Düşünürler şöyle sınıflandırılabilir: Kendi kendilerine düşünenler ve doğrudan başkaları için düşünenler. Birinciler hakiki düşünürlerdir, Diğerleri birer sofisttir; olmadıkları biçimde görünmeyi arzu ederler ve mutluluklarını başka insanlardan almayı umut ettikleri şeyde ararlar. Bunlar başka bir konuda samimi değillerdir.
_Eğer büyük bir elmas küçük küçük parçalar halinde kesilse, derhal bütün olarak sahip olduğu değeri kaybeder yahut bir ordu küçük birliklere bolünse bütün gücünü kaybeder; tıpkı bunun gibi, büyük bir zihin dışarıdan müdahaleye maruz kalmasıyla, rahatsız edilmesiyle, dikkatinin dağıtılmasıyla yahut ilgisinin başka bir yöne çevrilmesiyle birlikte, sıradan bir zihne göre sahip olduğu üstünlük ve ayrıcalığı kaybeder; Bu sebepten ötürüdür ki kalburüstü kafaların çoğu, hangi türden olursa olsun rahatsızlık verici her şeyden, birdenbire araya girip düşüncelerini dağıttığı için her zaman nefret etmişlerdir. Hissettiğim tek şey düşünmenin giderek daha zahmetli ve yorucu hale geldiğidir; ayaklarım bağlı olduğu halde yürümeye çalışıyormuşum gibi.
__________
*****
cahil birisiyle tartışmamalıdır; eğer tartışacak olursa en iyi delil ve temellendirmelerini onlara karşı kullanamayacaktır, çünkü cahiller bunları anlayacak ve üzerlerine düşünecek bilgiden yoksundurlar.
Böylelikle zihnimizin zayıflığı ile irademizin sapkınlığı karşılıklı olarak birbirini besler. Buradan tartışmacının normal hakikat için değil kendi önermesi için mücadele ettiği ortaya çıkar..
-Aristoteles, Topika
-Hobbes, de cive, Bölüm 1
Ve söylenmiş bunca şeyden sonra ortada yalnız söylenmiş şeyler vardır.”
-Goethe, Farbenlehre