İçeriğe geç

Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası Kitap Alıntıları – Friedrich Nietzsche

Friedrich Nietzsche kitaplarından Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası kitap alıntıları sizlerle…

Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası Kitap Alıntıları

..hayvanların karşısında övünür insan insanlığıyla, ama yine de onların mutluluğunu seyreder kıskançlıkla
Yaşama önem vermeyen, onu en güzel şekilde yaşar çünkü.
Genç insan, binlerce yıl boyunca kırbaçlanıyor: bir savaştan, diplomatik bir eylemden, bir ticaret politikasından hiçbir şey anlamayan gençler, siyasal tarihe giriş için uygun bulunuyorlar.
Çünkü zamanımız öylesine kötü ki, diyor Goethe, artık ozana kendi çevresindeki insanların yaşamı içinde yararlanabileceği örnek bir yapı görünmüyor pek.
Böylesi ölüler karşısında, yaşayanlardan ne kadar da azının yaşamaya hakkı vardır!
Çünkü bizim bilge olmayışımızın herhalde onların bilgeliğinden daha çok geleceği olacaktır.
“Yok, yaşamıyor hiçbir nesne
Değseydi eğer çabaların, önem vermez miydi
hiç toprak, iç çekmene
Acıdır, sıkıntıdır varlığımız ve pis bir
çamurdan dünya – başka şey değil
Sakin ol öyleyse, sesini çıkarma
Geçmiş ve bugün bir ve aynıdır
Umarlar bir şeyler bulmayı yaşamın artakalan kırıntılarından,
O taşkın ilk koşudan eli boş dönenler
Tüm geçmişi unutarak kendini anın
eşiğine bırakmasını bilmeyen bir kimse, bir zafer tanrıçası gibi başı dönmeden ve korku duymadan bir noktada durmasını beceremeyen bir kimse, hiçbir zaman mutluluğun ne olduğunu bilemeyecektir; daha da kötüsü, başkalarını mutlu kılan herhangi bir şeyi de hiçbir zaman yapamayacaktır.
İçimizde gerçek bir yaşam bulunduğu kanısında değiliz.
*Fiat veritas pereat vita.

*Doğruluk (hakikat) olsun da varsın yaşam son bulsun.

Herkesin gözünü açmış ve yol göstermiş biri olarak, benim için kazançtan daha değerli bir şey elde etmiş bulunuyorum.
Eski İspanyolca da Defienda me dios Dios de , Tanrım beni kendimden,yani eğitimle edindiğim doğamdan koru.
En soylu ve en yüce olanın, kitleler üzerinde hiçbir etkisi yoktur.
Tanrım beni kendimden, yani eğitimle edindiğim doğamdan koru.
Ve yaşamın kalıntılarından bekle
Neşeli İlk günlerin getirmediğini
Bugüne kadar özgür kişilik ten böylesine gür bir sesle söz edilmemişken, özgürü bir yana kişiliklere bile rastlanmıyor; korkakça örtünmüş evrensel-insanları görüyoruz yalnızca.
İnsanlık en korkunç acıları yargı gücünden yoksun adalet dürtüsü yüzünden çekmiştir.
İnsan her zaman tarihin dalgalarına karşı yüzer, kâh varoluşunun en sıradan aptal gerçekliği olarak tutkularıyla savaşır, kâh yalan dört bir yanında parlak ağlarını örerken dürüst olmayı kendine görev bilir.
Gençliğin bağlarını çözün, böylece gençlikle birlikte yaşamı da kurtarmış olacaksınız. Çünkü yaşam yalnızca saklanmış, gizlenmiş duruyor, hapiste gibi, henüz kuruyup dağılmış ve ölmüş değil! – Sorun onu kendinize bir yol!
Bir zaman gelecek, genelde artık yığının göz önüne alınmadığı, tam tersine yeniden tek tek kişilere, insan teklerine, oluşun çılgınca akan ırmağında bir çeşit köprü olan kişilere değer verildiği bir zaman gelecek ve o zaman da evrensel sürecin ya da aynı zamanda insanlık tarihinin her türlü kuruluşundan bilgece çekinilecek.
Örneğin bir din, salt bir adaletin egemenliği altında tarih bilgisine çevrilir de baştan sona bilimsel bir yolla incelenmeye kalkılırsa, bu yolun sonunda bu din hemen ortadan kalkar. Bunun nedeni şudur: Tarihin denetlenmesinde boyuna, her defasında öyle çok yanlış olan, kaba, insanlık dışı, saçma ve zorlu olan gün ışığına çıkar ki, yaşamak isteyen her şeyin ancak içinde yaşabileceği sevgi dolu hayal dünyası zorunlu olarak bozulur, yıkılıp gider
Öyleyse yetenekli olanların tarihte sık sık ortaya çıkması ne denli uzak görünüyor! Burada gizlenmiş, maskeli bencilleri ve oynadıkları kötü oyunlarında gerçekten nesnelmiş, yansızmış gibi tavır takınan yandaşları, taraf tutucuları tümüyle bir yana bırakalım. Tam da kendi zamanlarının bütün popüler görüşlerinde haklı olduklarını ve bu zamana uygun yazmanın genellikle adil olmak demek olduğunu saf bir inanç içinde yazan tarihçiler gibi büsbütün düşüncesiz kimseleri de bir yana bırakalım; her türlü din böyle bir inanç içinde yaşar ve dinlerdeki bu inanç üzerine fazla bir şey söylenemez.
Açık ve ayrıntılı olarak kavranan bir tarih hiç değilse bir şeye yarar. İnsan soyunun en büyük ve en yüce kafalarının da kendilerinin olan ve baskalarına da şiddetle kabul ettirmek istedikleri görüş biçimlerini-şiddetle çünkü bilinçlerinin yeğinligi çok büyüktür de ondan-nasıl rastlantıyla kazandıklarını fark etmediklerini öğrenir insan. Bunu tam ve kesin olarak ve birçok durumlarda bilmeyen ve kavramamış olan kimseyi, belirli bir biçim içinde en yüksek tutkuya sahip güçlü bir kafanın ortaya çıkışı boyunduruk altına alır.
İster bir insanda ya da toplumda, ister bir kültürde olsun, uykusuzluğun, geviş getirmenin, tarih duygusunun bir sınırı vardır, bu sınıra gelip dayandı mı, yaşayan bundan zarar görür ve sonunda yok olup gider.
Tüm geçmişi unutarak kendini anın eşiğine bırakmasını bilmeyen bir kimse, bir zafer Tannçası gibi başı dönmeden ve korku duymadan bir noktada durmasını beceremeyen bir kimse, hiçbir zaman mutluluğun ne olduğunu bilemeyecektir; daha da kötüsü, başkalarını mutlu kilan herhangi bir şeyi de hiçbir zaman yapamayacaktır.
İnsan unutmayı bir türlü öğrenemeyip de hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendi kendine de: İstediği kadar ileri ve çabuk yürüsün, zinciri ile birlikte yürür, hızla akıp geçen olaylarla bağlıdır gene de.
Tarih, büyük yaratmaların, uygarlığın özünü kuran geliştirici ilkelerin, insanı aşamalı olarak başarının en yüksek doruğuna ulaştıran girişimlerin, kendi varlığında evrenin yaratıcı özünü dile getiren üstinsan ın bilimidir.
Nietzsche’nin tarih felsefesine gelince, ona göre tarih, geçmişten geleceğe doğru giden kesintisiz bir yaratma akışıdır. Bu akışın odağı, geçmiş, şimdi ve gelecek gibi üç boyutlu bir zaman içinde yaşayan insandır. Tarih bu kesintisiz sürecin özünü, yaratıcı gücünü, birbirini izleyen başarıları konu edinir, insanı sürekli bir gelişme atılımı içine iter. Tarih geçmişin tüm olaylarını, öyküleri, söylenceleri, serüvenleri ele almaz. Onun içeriği boyuna yükselmeyi, yaratıcı bir durumdan daha yaratıcı bir duruma, bir gelişim aşamasından daha yüksek bir aşamaya çıkmayı gerektirir.
Nietzsche’ye göre sanatın, biri Apollon, öteki Dionysos olmak üzere iki koruyucu, yaratıcı Tanrısı vardır. Apollon ölçünün, ışığın, dengenin, Dionysos ise coşkunun, içten dışa doğru yaratıcı taşkınlığın, müziğin Tanrısıdır. Tüm insan yaratmalarının kaynağı bu iki Tanrıdır. Nietzsche, bu iki kaynağa dayanarak, düşüncelerini tarih, insan, sanat, felsefe ve uygarlık gibi konulara ilişkin açıklamalarında sergiledi, insanı bu başarı alanlarının bütünlüğü içinde bir us ve istenç varlığı olarak gördü. Bu görüşünde yukarıda da değindiğimiz gibi Schopenhauer’in pesimist felsefesinin, tüm sanat dallarını bir sahne sanatı olan operada bir araya getirmeyi kuran Richard Wagner’in ve Hint felsefesinin, özellikle de Nirvana kavramı çevresinde toplanan inanç ürünlerinin etkisi büyüktür.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Yunan kültürü hakkındaki düşüncelerini biraz da Schopenhauer’in kötümser felsefesinden etkilenerek oluşturan Nietzsche, yalnız onun, insan denilen varlığın amacı yaşama istencinin yadsınmasında gören anlayışına katılmaz; tersine filozofumuz, hayallerden ve öte dünya tasarımlarından kurtulup insan doğasındaki kötülükleri ahlaksallaştırmaya çalışarak güzelleştirmeden, bu yaşamı olduğu gibi görmek ve her şeye karşın onu olurlamak gerektiğini söyler.
Insan nesnel bir dünya içinde değil, tutkular ve içgüdüler çevresi içinde yaşar. İnsanın tüm görüşleri, tüm düşünmeleri tutkularına bağlıdır. Gerçekten de bu arzu ve tutkuları her zaman bilinç düzeyine dek çıkamazlar ve biz onların farkına varamayız. Amaçlarımız o zaman görünüşte bizim iyi, güzel, doğru ve gerçek olarak kabul ettiğimiz düşüncelere bağlıymış gibi görünür. Oysa gerçekte bu düşünceler, Nietzsche’ye göre bizim bilincinde olmadığımız doğru amaçlara erişilmesi için kullanılan birer araçtan başka bir şey değillerdir. İşte bu yüzden Nietzsche’ye göre dünya görüşlerinin, ahlak ve değer anlayışlarının doğru ya da yanlış oldukları da söylenemez.
İnsanlık en korkunç acıları yargı gücünden yoksun adalet dürtüsü yüzünden çekmiştir.
Kendisine de şaşırır insan, unutmayı oğrenemediği ve sürekli geçmişe bağlı kaldığı için; ne kadar uzağa, ne kadar hızlı koşarsa koşsun, zinciri de koşar peşinden.
Hayvanların karşısında övünür insan insanlığıyla, ama yine de onların mutluluğunu seyreder kıskançlıkla.
Hiç kimse kendi kişiliğini bu dışsallığa yansıtmaya cesaret edemez, kültürlü insan, bilgin, şair, politikacı maskeleri takar yüzüne. Komik bir oyun oynamanın ötesinde ciddi olduklarına inanıp #8212; çünkü hepsi de ciddi görünürler #8212; bu maske atıldığında, bir anda palavralar ve rengârenk lekeler kalır ellerde.
Tarih, daha az tahlili soyları ve halkları kendi vatanlarına ve vatanlarının törelerine bağlanmaktan, onları yerleşik kılarak, daha iyi olanın peşinde yaban ellerde dolaşmalarını ve daha iyi olan için yarışıp kavga etmelerini engellemekten daha iyi nasıl hizmet edebilir ki yaşama?
Tarih her şeyden önce etkin ve güçlü olana aittir.
Tarih üç bakımdan: eyleyen ve çabalayan olarak, koruyan ve saygı duyan olarak ve de acı çeken ve muhtaç olan olarak, canlı olana aittir.
Her türlü süs, süsleneni gizler.
Kendini tanı! Zor bir söz bu: çünkü Herakleitos’un dediği gibi, o tanrı ne bir şeyi gizler, ne de bir şeyi bildirir, o yalnızca işaret eder. Size neyi işaret ediyor o tanrı?
Bana önce yaşam sunun, sonra ben size ondan bir kültür de yaratırım!
Tanrım beni kendimden, yani eğitimle edindiğim doğamdan koru.
On dokuzuncu yüzyılın aşırı gururlu Avrupası, azıyorsun sen! Senin bilgin, doğayı mükemmeleştirmiyor, yalnızca kendi doğanı öldürüyor.
Adillerin müthiş görevi için kutsanmış değilseniz, adil olma görüntüsünün peşinde koşmayın.
Hiç olmazsa dürüst olun!
Hakikate hizmet edenler, hakikatte çok azdır, çünkü çok az kişi adil olma yolunda katıksız bir istence sahiptir ve bunların içinde bile çok azı, adil olabilme gücüne sahiptir.
Modern insan zayıflamış bir kişilikten muzdariptir.
Bir bireyin bir halkın ve bir kültürün sağlığı için tarihsel olmayan da, tarihsel olan da eşit ölçüde gereklidir.
Ayrıca, etkinliğimi artırmadan ya da dolaysızca hareketlendirmeden bana yalnızca bir şeyler öğreten her şeyden de nefret ederim.
Yabancı, karanlık denizlerde tutkuyla arayarak ve kaybolarak yolculuk etmekten bıktım, usandım! Şimdi nihayet bir kara görünüyor: nasıl olursa olsun, buraya yanaşmalı, en kötü bir geçici liman bile yeniden umutsuz, kuşkulu sonsuzluğa geri sendelemekten iyidir.
Evet, istatistik kitlenin ne kadar bayağı ve iğrendirici bir tekbiçimlilik içinde olduğunu kanıtlıyor.
Dünya nın niçin var olduğunu, insanlık ın niçin var olduğunu, şaka yapmak istediğimiz durumlar dışında şimdilik hiç dert etmeyelim kendimize: çünkü küçük solucan insanın kibri, yeryüzü sahnesindeki en şakayı andıran ve en komik şeydir.
Yargıda bulunmaya kim zorluyor sizi? Hem sonra – isteyince adil olabiliyor musunuz, bir deneyin bakalım kendinizi! Yargıç olduğunuzda yargılanacak kişiden daha yüksekte olmanız gerekir.
Doğrusu, saygımızı, adalet dürtüsüne ve gücüne sahip olan kişiden daha fazla hak eden kimse yoktur.
lt; lt;Etkinliğimi artırmadan ya da doğrudan doğruya canlandırıp (yaşamıma) bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyorum gt; gt;(¹)
Kendisine de şaşırır insan, unutmayı öğrenemediği ve sürekli geçmişe bağlı kaldığı için: ne kadar uzağa, ne kadar hızlı koşarsa koşsun, zinciri de koşar peşinden.
En küçüğünde de en büyüğünde de, mutluluğu mutluluk yapan tek bir şeydir: bu da unutabilmek, ya da daha bilgince bir anlatımla, mutluluk sürdükçe tarihdışı duyumsayabilmek yeteneğidir.
Kesintisiz olduğu ve mutlu kıldığı sürece, en küçük bir mutluluk, yalnızca gelip geçici olan, adeta anlık bir heves, çılgın bir fikir gibi, katıksız neşesizlik, hırs ve yoksunluk arasında gelen en büyük mutluluktan, kıyas götürmez bir biçimde daha büyük bir mutluluktur.
Kendisine de şaşırır insan, unutmayı öğrenemediği ve sürekli geçmişe bağlı kaldığı için: ne kadar uzağa, ne kadar hızla koşarsa koşsun, zinciri de koşar peşinden. Bir mucizedir bu, ha diyince gelir, ha diyince gidiverir, daha önce de hiçtir, daha sonra da bir hiçtir, ama yine de bir hortlak gibi çıkagelir ve bir sonraki anın huzurunu bozar.
Önünden otlayarak geçen sürüye iyice bak: bilmez dününü bugününü, oraya buraya sıçrar durur, habire otlar, dinlenir sonra, geviş getirir, sonra yine hoplayıp zıplamaya başlar, uzun süremez bağlılığı neşesine de neşesizliğine de, yani yalnızca birkaç saniye; bu yüzden efkarlı ya da bıkkın da değildir bir an bile. Bunu görmek çok dokunur insana, çünkü bu hayvanların karşısında övünür insan insanlığıyla, ama yine de onların mutluluğunu seyreder kıskançlıkla.
Hiç kimse felsefesinin yasasını kendi başına gerçekleştirmeye yeltenemez; hiç kimse bir filozof gibi eski çağlardaki bir adamın Stoa’ya sadakatini bir kez belirttikten sonra, her nerede olursa olsun, her ne işle uğraşırsa uğraşsın bir Stoacı gibi davranmasını gerektiren, o basit erkekçe sadakate uygun yaşamıyor. Modern felsefe, siyasal ve polise yöntemlerle, hükümetler, din kurumları, akademiler, töreler ve insanların korkaklıkları aracılığıyla, bilgince bir görüntü ile sınırlandırıyor: öyle olsaydı diye iç çekmekten ya da bir zamanlar öyleydi nin bilgisinden ibaret kalıyor. Tarihsel kültürün içinde, felsefe içsel olarak zapt edilmiş etkisiz bir bilgiden daha fazlası olmak isteğinde hiç bir hakka sahip değildir; modern insan cesur ve kararlı olsaydı düşmanlıkları açısından salt içselnbir varlıktan ibaret olmasaydı felsefeyi afaroz ederdi: Şimdi ise felsefenin çıplaklığını utangaçça örtmekle yetiniyor.
Doğa kendisinin ve başkasının içindeki yanılsamayı bozanı, en zalim bir tiran gibi cezalandırır.
İnsanlık en korkunç acıları yargı gücünden yoksun adalet dürtüsü yüzünden çekmiştir.
Bırakın ölüler yaşayanları gömsün.
En küçüğünde de en büyüğünde de, mutluluğu mutluluk yapan tek bir şeydir: Unutabilmek.
ağacın kendi kökünden duyduğu esenlik duygusu, kendisinin bütünüyle keyfi ve rastlantıdan değil de, mirasçı çiçek ve meyve olarak bir geçmişten çıkıp gelmiş olduğunu bilmek mutluluğu ve bu geçmişten çıkmış olmakla varoluşunun hoş görüleceği, hatta haklı çıkarılacağını bilmek mutluluğu – şimdi, üstünlükle, gerçek tarih duygusu olarak gösterilen şey işte budur.
Büyük işler yapmak isteyen insan, genellikle geçmişe gereksinme duyduğunda, anıtçı tarih aracılığıyla bu geçmişi ele geçirir; buna karşın alışılmışta ve eski değerlerde kalmakta direnen kimse, eskiyi koruyan bir tarihçi olarak geçmişle ilgilenir; ancak bugünün bir gereksinmesiyle göğsü daralan ve ne pahasına olursa olsun yükten kurtulmak isteyen kimse, eleştirici tarihe yani yargılayıcı ve mahkum edici tarihe gereksinme duyar.
Tarihle her şeyden önce, etkin ve güçlü olan, büyük bir savaşa girişip de örneklere, ustalara, avutucu ve öğüt vericilere, ermişlere gereksinim duyan ve bunları çağdaşlarıyla arkadaşları arasında bulamayan kimse ilgilenir. Schiller de tarihle böyle ilgilendi: Çünkü zamanımız öylesine kötü ki diyor Goethe, artık ozana kendi çevresindeki insanların yaşamı içinde yararlanabileceği örnek bir yapı görünmüyor pek.
Dünya sözcüğünü duymak zorunda kalmasaydık da, herkes, daha dürüst bir biçimde yalnızca insan, insan, insandan söz etseydi!
Her insanda ne kadar akıl eksiği varsa o kadar kibir fazlası bulunduğu ilkesine dikkate almak gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir