Akın Alıcı kitaplarından Tarihe Geçen Hazırcevaplar kitap alıntıları sizlerle…
Tarihe Geçen Hazırcevaplar Kitap Alıntıları
Rahatsızlığını tam olarak anlamak için doktorun ardı arkası kesilmeyen soruları üzerine Bismarck
“Buraya sorgulanmaya değil muayene olmaya geldim” der.
İşini yapmaya devam eden doktor bir yandan da cevap verir: “Eğer muayene esnasında soru
sorulmasını istemiyorsanız bir veterinere görünmenizi tavsiye ederim.
Onlar cevap alamayacaklarını bildiklerinden hastalarına hiç soru sormazlar”.
isminizi daha önce hiç duymamıştım, pek ünlü biri değilsiniz galiba?” diye sorar. “Bu tedavi
şeklinizle şimdiye kadar kaç kişiyi mezara soktunuz?”
Bunun üzerine doktor, hasta olduğu için huysuzlandığı her hâlinden belli olan III. Napolyon’a şu
cevabı verir: “Mezara gönderdiklerimin sayısı sizinkiler kadar değil efendim. Bu sebeple bugün sizin kadar meşhur değilim!”
Gevezeliğinden dolayı pek sevilmeyen bir adam, Yahya Kemal ve Mehmet Akif sohbet ederlerken
yanlarına yaklaşır:
“Sohbetiniz koyu olsun, yine ne yalanlar atıyorsunuz?” Bu söze Yahya Kemal aldırış etmeden
şöyle yanıt verir: “Mehmet Akif’e seni övüyordum.”
“Gülmek için mutlu olmayı beklemeyin, belki gülmeden ölürsünüz.”
“Herkes resmi anlamak istiyor. Neden kuşların ötüşünü anlamaya çalışmıyorlar?
-Picasso, bir gece evine dönerken kapıda evine girmeye uğraşan bir hırsızla
karşılaşır. Yakalamaya fırsat kalmadan hırsız kaçar. Derhâl evine giren Picasso, hırsızın resmini
çizerek polis merkezine gönderir. Bir hafta sonra ünlü ressama şu bilgi verilir:
“Sayın üstat! Gönderdiğiniz resim üzerine çoğu sakat olmak üzere yirmi kişi, iki at, bir kedi ve
birkaç adet konserve kutusu yakalanmıştır.”
-“Her şeyi söylemem ama her şeyin resmini yaparım.”
“Çocuklarına masallar yazmak, her babanın görevidir.”
“Övülünce alçakgönüllü olurum, ama sövülünce, yıldızlara eriştiğimi anlarım.”
“Bazen yıllar akıp geçiverir insan için, gerçek anlamda hiç yaşamadan, sonra da, bütün bir
yaşam sığıverir tek bir saatin içine.”
“Amerika’daki resimleri yükseğe, tavana yakın asma alışkanlığı, önceleri mantıksız gelmişti bana.
Resimlerin ne denli kötü olduğunu görünce, bu geleneğin yararını anladım ancak.”
“Parlak gösteriler, tantanalı törenler yok Amerika’da. İki geçit resmi gördüm yalnızca: Birinde
itfaiyeciler önde, polisler arkada, ötekinde ise, polisler önde, itfaiyeciler arkada yürüyordu.”
-Mehmet Akif Ersoy hastalandığı bir dönemde günlerce yataktan çıkamamıştır. Ziyaretine tanımadığı fakat görünüşünden âlim biri olduğu düşünülen bir kişi gelince büyük şair nezaket gereği ayaklarını toplar. Hâl hatır sorulduktan sonra ziyarete gelen kişi “Efendim uzun zamandır aklımı kurcalayan bir konu var, gökkuşağının altından geçen kızlar erkek, erkekler kız oluyormuş, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?” diye sorar.
Mehmet Akif yatağına rahatça uzanır ve şöyle der, “Bu sorudan sonra ayaklarımı uzatabilirim!”
-“Edepsizliğin başladığı yerde, edebiyat biter.”
“insanların çoğu, nasıl yaşanacağını bilemeden ölüyor.”
“Beğenmediğimiz bir şeyi alkışlamak, yalan söylemenin birçok çeşidinden biridir.”
“Doğal yeterliliğiniz olmadan cennete giderseniz, oranın tadını çıkaramazsınız.”
“Bir insanın at olmasını gerektirmez ahırda doğmak “
“iftira eşek arısına benzer, onu bir vuruşta öldüremeyecekse-niz, hiç dokunmamak daha iyidir.”
Bernard Shaw ile evlenmek isteyen bir kadın “Dünyadaki en iyi beyin sizde, en güzel beden de
bende” der. “Öyleyse evlenmemiz sonucu doğacak çocuğun ne kadar kusursuz olacağını düşünsenize.”
Bu teklife pek sıcak bakmayan Shaw, “Ya çocuğun bedeni benimkine, beyni de sizinkine benzerse?”
diye yanıt verir.
-Yeryüzünün en büyükşakasıdır, gerçek
-“İngilizlere nasıl yaşadıklarını anlatarak yaptım servetimi. Onlar, kendi yaşantılarının gülünçlüğünü
görmeyip güldürme yeteneğimden ötürü başarıya ulaştığımı sandılar.”
“İngiliz toplumu birbirine düşman sınıflara ayrılmıştır: Bir uçta çok iştahı olup yemek
bulamayanlar, öteki uçta ise çok yemekleri bulunup iştahı olmayanlar.”
”Tanrı’nın insanlara bahşettiği saadeti şu iki kelimede arayınız: Ümit etmek ve sabırla beklemek
“Cesaret hiç korkmamak değil, korkuya rağmen bir şeyler yapabilmektir.”
-“Bir sürünün üzerine atılacak kurt, onun adedini asla düşünmez!”
-Büyük İskender’in yanına gelen bir fakir, ondan bir şey alamayınca ısrar eder:
“Az bir şey olsun ihsan etmez misiniz?”
“Az şey vermek bana layık değildir.”
“O hâlde çok ihsan ediniz.”
“O da sana layık değildir.”
“Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır.”
-Bir gün Sokrates’e, “Neden sakallarını
kesmiyorsun?” diye sorarlar.
Sokrates “Bilinmeyenden korkar insan” der, “Neyle
karşılaşacağımı bilmiyorum!”
-”Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla!”
“insan, gülmediği günü yaşadım diye hayat defterine kay-detmemelidir.
“iyiyi, doğruyu ve gerçeği arayan kişinin ruhu arınır ve ölümsüzlüğe ulaşır.”
-Platon’a biri şunu sorar:
“Biz ne zaman mutlu olacağız?”
Eflatun yürüdüğü yoldan başını kalabalığa çevirerek “Toplumlar, filozofların kral ya da kralların
filozof olduğu güne kadar, rahat ve huzur yüzü görmeyeceklerdir” diye cevap verir.
-ölümden kaçmak zor değildir, asıl zor olan kötülükten kaçabilmektir! Çünkü kötülük ölümden
daha hızlı koşar.
Yolda yargıç nereye gittiğini sordu. Efkârlı olan
Aisopos:
“Bir yere gittiğim kesin, fakat hayat beni nereye götürür bilemiyorum” diye cevap verdi. Bu cevaba
sinirlenen yargıç nereye gittiğini bilmeyen bu adamın hemen yakalanıp hapse atılması emrini verdi.
Bunun üzerine Aisopos,
“Ben size söylemiştim nereye gittiğimi bilmediğimi. Hapse gideceğimi nerden bilebilirdim ki?” Bu
sözleri mantıklı bulan yargıç kölenin bırakılmasını emretti
Bilge, Güzelliğine güvendiği için, cevabını verir.
“Üzülmek istiyorum ama zaman bulamıyorum!”
“Düşen bir çığda, hiçbir kar tanesi kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.”
-“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve
müdafaa etmektir. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
-“Ben zoraki ve insafsız davranmayı bilmem. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek
isterim.”
-George Washington bir gün sivil giyinip atıyla ormanda gezintiye çıkar. Bu sırada bir grup askerin
büyük bir ağacı taşımaya çalıştığını görür. Başlarındaki onbaşı sadece bağırmakla yetinir, diğer
askerlere hiç katkıda bulunmaz.
Washington atından iner ve izin isteyerek onlara yardım eder. İşi bitirdiklerinde ise terini silerken
onbaşıya dönerek:
“Bir daha böyle bir iş olursa bana haber verin. Beni bulmak kolaydır. Başkomutan Washington
dersiniz”
-Düşmanın dahi olsa, hiç kimsenin felaketinden memnun olmuş görünme.
Her işi zamanında konuş, konuşurken hiç kimseye arkanı dönme.
dedesinin, babasının, amcasının iç savaş sırasında gösterdikleri kahramanlıklardan, bu yolda
hayatlarını bile hiç çekinmeden feda ettiklerinden bahseder.
Delikanlıyı sakin bir şekilde dinleyen Lincoln ona şöyle cevap verir:
“Evlat sen bana patatesi hatırlatıyorsun. Çünkü onun da en iyi kısmı, işe yarayan tarafı toprak
altındadır.”
-“Köle olmayacağım gibi, köle sahibi de olmayacağım. işte bu benim demokrasi fikrimdir.”
-“Karar halkındır. Ateşe sırt çevirmeyi tercih edip popolarını yakanlar, oturdukları zaman acısına da tahammül etmelidirler.”
-Bir kadın başkan Lincoln’ün yanına gelerek emredici bir ses tonuyla, “Sayın Başkan! Oğlumu
albaylığa yükseltmelisiniz” der. “Bunu bir lütuf olarak değil, bir hak olarak istiyorum.
Büyükbabalarım İngilizlere karşı Lexington’da savaştı, amcam iç savaşta Bladensburg’tan kaçmayan
tek insandı, babam New Orleans’ta çarpıştı ve kocam da Monterey’de öldü.”
Lincoln yavaşça yerinden doğrularak şöyle der:
“Bana göre sizin aileniz ülkemiz için yeterince hizmet etmiş. Artık başkalarına fırsat vermenin
zamanı geldi!”
“insan aklın sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.”
“Aptalların tatili tembelliktir, bitmez.”
“Hayatı yaşamanın iki yolu var: Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını, diğeri her şeyin bir mucize
olduğunu düşünmek ”
“Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor.”
hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona
Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm
Nasıl geçersen geç!
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Bu teklife pek sıcak bakmayan Shaw, “Ya çocuğun bedeni benimkine, beyni de sizinkine benzerse?” diye yanıt verir.
bari ağız tadıyla öleyim!
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak
“Sen sır saklamasını bilir misin?”
Vezir beklediği cevabın ümidiyle, “Evet hünkarım, bilirim” dediğinde Yavuz şu cevabı verir:
“Ben de bilirim “
Çevresindekilerin endişeli bakışlarını sezen Alparslan sakin bir şekilde, “Önemi yok, biz de onlara yaklaşıyoruz.”
“İnsanlarda gözlemlediğiniz ve sizi en çok şaşırtan davranışlar nelerdir?”
Eflatun cevabını şöyle sıralar:
“Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler, sonra çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, ardından sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar, dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar. Böylece hiç ölmeyecek gibi yaşarlar, ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”
hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret.
Herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
sebebini saçlarının beyaz oluşuna bağlayarak gidip onları siyaha boyatır. Ertesi gün tekrar aşkını ilan
etmek için güzel kadının karşısına çıktığında hiç beklemediği bir cevap alır:
“Budala! Sen de baban gibi kovulmaya geldin galiba!”
Tiberius şu cevabı gönderir: “İyi bir çoban, koyunlarının yününü kırpar, ama derisini yüzmez.”
Rahatsızlığını tam olarak anlamak için doktorun ardı arkası kesilmeyen soruları üzerine Bismarck
“Buraya sorgulanmaya değil muayene olmaya geldim” der.
İşini yapmaya devam eden doktor bir yandan da cevap verir: “Eğer muayene esnasında soru
sorulmasını istemiyorsanız bir veterinere görünmenizi tavsiye ederim.
Onlar cevap alamayacaklarını bildiklerinden hastalarına hiç soru sormazlar”.
olduğu bir zamana rastlamasından dolayı başka bir doktor çağrılır.
Yeni gelen doktoru hiç beğenmeyen III. Napolyon memnuniyetsizliğinin ifadesi olarak “Ben sizin
isminizi daha önce hiç duymamıştım, pek ünlü biri değilsiniz galiba?” diye sorar. “Bu tedavi
şeklinizle şimdiye kadar kaç kişiyi mezara soktunuz?”
Bunun üzerine doktor, hasta olduğu için huysuzlan-dığı her hâlinden belli olan III. Napolyon’a şu
cevabı verir: “Mezara gönderdiklerimin sayısı sizinkiler kadar değil efendim. Bu sebeple bugün sizin
kadar meşhur değilim!”
yanlarına yaklaşır:
“Sohbetiniz koyu olsun, yine ne yalanlar atıyorsunuz?” Bu söze Yahya Kemal aldırış etmeden
şöyle yanıt verir: “Mehmet Akif’e seni övüyordum.”
Sessiz Gemi
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
“Gülmek için mutlu olmayı beklemeyin, belki gülmeden ölürsünüz.”
fakat görünüşünden âlim biri olduğu düşünülen bir kişi gelince büyük şair nezaket gereği ayaklarını
toplar. Hâl hatır sorulduktan sonra ziyarete gelen kişi “Efendim uzun zamandır aklımı kurcalayan bir
konu var, gökkuşağının altından geçen kızlar erkek, erkekler kız oluyormuş, siz ne düşünüyorsunuz bu
konuda?” diye sorar.
Mehmet Akif yatağına rahatça uzanır ve şöyle der, “Bu sorudan sonra ayaklarımı uzatabilirim!”
“Herkes aya benzer Karanlık bir tarafı vardır ve onu kimseye göstermez.”
“Hayatımda pek çok sorun vardı ve çoğu asla var olmadı.”
Bütün söyledikleri bizleredir ama: insandır eğittiğim hayvanlar yoluyla.”
“Masallar sadece ahlak dersi değil, birçok bilgi de verir bize. Hayvanların özelliklerini, değişik
karakterlerini öğretirler Böylece bize kendimizi de tanıtmış olurlar, çünkü biz insanlar, akılsız
yaratıklarda iyi kötü ne varsa hepsinin özetiyiz.”
Ulusların
ahlak kuralları da dişlere benzer: Ne kadar çürürse, dokunmak o kadar acıtır ”
“insanların çoğu, nasıl yaşanacağını bilemeden ölüyor.”
“Bir insanın at olmasını gerektirmez ahırda doğmak “
“iftira eşek arısına benzer, onu bir vuruşta öldüremeyecekse-niz, hiç dokunmamak daha iyidir.”
“Sessizliğe inananlardan yanayım, bu konuda saatlerce konuşabilirim.”
“Benim güldürme yöntemim, gerçeği açıkça söylemek. Yeryüzünün en büyükşakasıdır, gerçek ”
“İngilizlere nasıl yaşadıklarını anlatarak yaptım servetimi. Onlar, kendi yaşantılarının gülünçlüğünü
görmeyip güldürme yeteneğimden ötürü başarıya ulaştığımı sandılar.”
“İngiliz toplumu birbirine düşman sınıflara ayrılmıştır: Bir uçta çok iştahı olup yemek
bulamayanlar, öteki uçta ise çok yemekleri bulunup iştahı olmayanlar.”
”Tanrı’nın insanlara bahşettiği saadeti şu iki kelimede arayınız: Ümit etmek ve sabırla beklemek “
Yusuf Ziya Ortaç anlatıyor:
“Onu bir gün, evinden alıp Alman Hastanesi’ne götürdük. Yatağından çıkmış, giyinmeye gitmişti.
Yarım saat geçmiş, gelmemişti bir türlü. Merak ile odaları dolaştık, yok. Bir de baktık ki mutfakta:
Akşamdan kalma domatesli pilav tenceresini kaşıklıyor!
‘Haşim Ne yapıyorsun Haşim?’ diye üstüne atılınca mahzun mahzun boynunu bükmüştü:
‘Bırak Yusuf Ziya, nasıl olsa hastanede tuzsuz kabak haşlamasından başka bir şey
yedirmeyecekler!’
Sonra acı acı gülmüştü:
‘Ve nasıl olsa öleceğim, bari ağız tadıyla öleyim!’
Doğru çıktı dediği. Bir aylık perhizden ve tedaviden sonra evine daha yorgun, daha perişan döndü.
İlk işi, kendisine şefkatle bakan tek kadınla evlenmek oldu. Ölüm döşeğinde kıyılan bu nikâhtan
sonra:
‘Ooooh, dedi, şimdi bahtiyarım, ben de arkamda gözleri yaşlı bir dul bırakacağım!’ “
“Demek dünyaya sığmayan kafa bir kavuğa sığabiliyormuş!”