İçeriğe geç

Tarihçe-i Hayat Kitap Alıntıları – Bediüzzaman Said Nursî

Bediüzzaman Said Nursî kitaplarından Tarihçe-i Hayat kitap alıntıları sizlerle…

Tarihçe-i Hayat Kitap Alıntıları

&“&”

Bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbestî-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarında tam manasıyla hükümfermadır.
Eğer medeniyet böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve NİFAK verici İFTİRALARA ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalatalara ve diyanette lâübalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise; herkes şahid olsun ki,……….. vilayat-ı şarkıyenin hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum.
Ümidim kavîdir ki: Çok masumların kalblerinden hararet-i hüzün ile tebahhur eden Ây! Vây! ve Âh! lar, rahmetli bir bulut teşkil edecektir. Ve Âlem-i İslâm’daki yeni yeni İslâm devletlerinin teşekkülleriyle o rahmetli bulut teşekküle başlamıştır.
Gözünü kapayan , yalnız kendi göremez , başkasına gece yapmaz …
Benim ile temas edenler beni bilirler ki; şahsıma karşı hürmet istemiyorum, belki nefret ediyorum.
Teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halkların nazarında şöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardır zannederim.
Dünya misafirhanesinin safasını çok gördüm; azıcık cefasını görsem, yine şükrederim.
Eğer ehl-i dünya tarafından başıma gelen şu eziyet, şu sıkıntı, şu tazyik; ayıblı ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum.
S.Nursi
Hürriyetin şe’ni odur ki:
Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.
Kur’an yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz.
Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise; Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıblarını söyler.
Zulümde, fıskta, kebairde birer menhus lezzet-i şeytaniye bulunabilir.
Belki Cenab-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma keffaret yapar.
Evet ben nefsim ile musalaha etmemişim. Çünki terbiye etmemişim.
Biz ki hakikî müslümanız. Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için, yalana tenezzül etmeyiz.
Fakat siz ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan, hükûmeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’î biliniz ve titreyiniz ki; siz i’dam-ı ebedî ile ebedî mahkûm oluyorsunuz. İntikamımızı sizden pekçok muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. Hattâ size acıyoruz.
Said Nursi
Mesleğimizin en büyük esasının ihlas olduğunu, rıza-i İlahîden başka hiçbir maksad ittihaz edilemeyeceğini..
MÜSBET hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan, Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını
Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa,
Kur’ân’ın feyziyle, hâdiminde de
Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır,
Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır.
!
Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya YALAN, ya sükût değildir.
Ben ihtiyar oluyorum, bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor."
Sual: Herşeyden evvel bize lazım olan nedir?"
Cevap: Doğruluk.
Sual : "Daha?"
Cevap: Yalan söylememek.
Sual: "Sonra?"
Cevap: Sıdk, sadakat, ihlas, sebat, tesanüddür.
Sual: "Neden?"
Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kafi değil midir ki, hayatımızın bekası îmanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.
Korkmayınız; medeniyet, fazîlet ve hürriyet alem-i insaniyette galebe çalmaya başladığından, bizzarüre terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir. Farz-ı muhal olarak Allah etmesin-eğer bizi parça parça edip öldürseler; emîn olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üç yüz olarak dirileceğiz. Başımızdan rezail ve ihtilafatın gubarını silkıp, hakîki münevver ve müttehit olarak kervan-ı benîbeşere pîşdarlık edeceğiz. Biz, en şedid, en kavî ve en bakî hayatı intac eden öyle bir ölümden korkmayız. Biz ölsek de, İslamiyet sağ kalır. O millet-i kudsiye sağ olsun.
Çünki imansızlık başka şeylere benzemiyor.
Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır…
Hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Allahın nuru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir?
Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!"
Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!"
Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem." Ve "Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-ı Kur’aniyeye feda olan bu başı, zındıkaya eğmem!"
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Hakîm’den bana ilâç ve tiryakları ihsan etti; ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim. Bir risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım.
Risale-i Nur, Kur’anın malıdır, Kur’andan süzülmüştür. Şeref ve hüsün Kur’anındır.
Risale-i Nur!.. Kur’an âyetlerinin nurlu bir tefsiri… Baştan başa iman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen… Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış… Müsbet ilimlerle mücehhez… Vesveseli şübhecileri ikna ediyor… En avamdan en havassa kadar herkese hitab edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor…
Kur’anın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mes’ele olan Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?" gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat’î bir şekilde, çekici bir üslûb ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.
Nefsimi irşad etmeden başkasının irşadına çalıştığımdan, emr-i bilmârufu tesirsiz etmekle tenzil ettim.
Herkes meşrutiyete yemin ediyor. Halbuki ya müsemma-yı meşrutiyete kendi muhalif veya muhalefet edenlere karşı sükût etse, acaba keffaret-i yemin vermek lâzım gelmez mi? Ve millet YALANCI olmaz mı? Ve masum olan efkâr-ı umumiye; YALANCI, bunak ve gayr-ı mümeyyiz addolunmaz mı?
Biz ki hakikî müslümanız. Aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için, yalana tenezzül etmeyiz.

||Bediüzzaman

Kur’an-ı Kerim’in Allah kelâmı olduğunu her gün bir kat daha isbat ve ilân eden MÜSBET İLİM"DİR.
Hindistan’da sormuşlar: Bedîüzzaman nasıl bir kimsedir?" Cevaben denilmiş ki: "Hasta, garib, fakir, mazlum, hediye ve sadakaları kabul etmeyen ve hâlen de çekmekte olduğu o kadar zulümlere rağmen altmış senedir davasından vazgeçmeyen bir ihtiyardır."
Hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.
Bütün kuvvetimle derim ki: Terakkimiz, ancak milliyetimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellisiyledir. Yoksa Yürüyüşünü terk etti, başkasının da yürüyüşünü öğrenmedi" olan darb-ı mesele mâsadak olacağız.
Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî dairesinde hakiki medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekleyebilirsiniz.
İnsanın yüksek mahiyet ve ruhunun istediği hakikî saadet,
ancak
Kur’anın gösterdiği yolda
ve rıza-yı İlahînin parıldadığı ufuktadır.
Hükûmete muarız vaziyet almak nerede; bu bir kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-i Kur’aniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede?
BEN HAKAİK-İ KUDSİYE-İ İMANİYEYİ, AVRUPA FEYLESOFLARINA VE BİLHÂSSA DİNSİZ FEYLESOFLARA VE BİLHÂSSA SİYASETİ DİNSİZLİĞE ÂLET EDENLERE VE ASAYİŞİ MANEN İHLÂL EDENLERE KARŞI MÜDAFAA ETMİŞİM VE EDİYORUM. SAİD NURSİ
Madem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem o var, bizim için herşey var. Madem o var, melaikeleri de var. Öyle ise bu dünya boş değil, hâlî dağlar, boş sahralar Cenab-ı Hakk’ın ibadıyla doludur.
İslâmiyet, güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.
Hakikatı müdrik bir insan, fânilerin sahte iltifatlarına kıymet vermez ve arkasına dönüp bakmaz.
S- Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir?
C- Doğruluk.
S- Daha?
C- Yalan söylememek.
S- Sonra?
C- Sıdk, sadakat, ihlas, sebat, tesanüddür.
S- Neden?
C- Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.
Eskiler bizden a’lâ veya bizim gibi; gelenler bizden daha fena gelecekler?
C- Ey Türkler ve Kürdler, acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonradaki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:
Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!" Hem de sol safında duran ve şehristan-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:
"Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!"
Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun?… Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:
Ey üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun.
Hakikaten bence, müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyet’ten tecerrüd etse bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyet’ten vazgeçemez. En ebleh ve en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinadımız olan İslâmiyet’e bütün mevcudiyetiyle tarafdardır; lâsiyyema siyasetten haberdar olanlar…
Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…
Evet, evet.. eğer sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren ve hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder.
Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın hârika işlerine bak!
Muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma!
Kader senin gizli hatalarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana keffaret ediyor.
Risale-i Nuru okuyan, müellifin şahsına bakmaz; doğrudan doğruya eserin içindeki hakikatlara, bürhan ve delillere hasr-ı nazar eder. Bu ve daha birçok hakikatlara binaendir ki; Bediüzzaman’ın aleyhinde yapılan çok dehşetli resmî propagandalar dahi akîm kalmıştır ve akîm kalmaya da mahkûmdur.
Terakkimiz, ancak milliyetimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellisiyledir. Yoksa Yürüyüşünü terk etti, başkasının da yürüyüşünü öğrenmedi" olan darb-ı mesele mâsadak olacağız.
Hüsn olur kim, seyrederken ihtiyar elden gider.
Meselâ: O adam ilk günlerde mütevazi, âlîcenab, feragat ve mahviyetkâr, hülâsa; bütün ahlâk ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derecede mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, CİHADINDA muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa, zafer neş’esiyle birçok büyük sanılan kimseler gibi, yere göğe sığmaz mı olmuş?
Bir müslüman dinini bıraksa; anarşist olur.
Hiçbir kayıd altında kalamaz.
İkinci Mes’ele:
Otuzbirinci âyetin işaratının beyanında,
يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا
bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:
Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair a’zâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbabla yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor.
Hem nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta’til ederek iştirak ediyorlar; öyle de, bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latîfelerini, kalb ve aklını, nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer’iye var. Fakat yalnız bir ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terkeder.
Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden berekâtın kalkmasıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu fâni hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hâcet-i hayatiyeyi, büyük bir mes’ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet edebilir. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanetle ve ciddî ihlas ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.
Tarihçe-i Hayat – 293
Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolayı Risale-i Nur’dadır.
İnsanlar hür oldular amma yine abdullahtırlar.
Bedîüzzaman
Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak
Yeis, mâni-i herkemâldir.

*Ümitsizlik, her türlü gelişmeye engeldir.

Yeis, mani’-i herkemaldir.
Başkasının kusuru, insanın kusuruna sened ve özür olamaz.
İnsanlar hür oldular amma yine abdullahtırlar.
Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü’min i’lâ-i Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhıyla i’lâ-i Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkâra cihad edeceğiz. Amma cihad-ı haricîyi şeriat-ı garranın berahin-i kàtıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!…
BİZ KALÛ BELÂ’DAN CEM’İYET-İ MUHAMMEDÎ’DE DÂHİLİZ.
Bizim cemaatımızın meşrebi: Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani beyne’l-İslâm muhabbete imdad ve husumet askerini bozmaktır. Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz Şeriat-ı Garra ve kılıncımız da berahin-i kàtıa ve maksadımız i’lâ-i Kelimetullahtır.
Milletin kalb hastalığı za’f-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.
Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullah’a tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira maruf umum enbiyanın memalik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, kader-i İlahînin bir işaret ve remzidir ki, bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-yı İslâmiyetle neşv ü nema bulacaktır. Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin mes’eleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı za’f-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir