İçeriğe geç

Tarih Tıbbı Konuşturdu Kitap Alıntıları – Talha Uğurluel

Talha Uğurluel kitaplarından Tarih Tıbbı Konuşturdu kitap alıntıları sizlerle…

Tarih Tıbbı Konuşturdu Kitap Alıntıları

Kur’an tefsirinden iyi anlayan Hürrem Sultan, Kanuni’ye yazdığı bir mektubunda Sultanım, benim size olan hasretimi anlamak isteyen Kur’an-ı Kerim’den Sure-i Yusuf okusun. yazmaktadır. Yani oğlu Hz. Yusuf’a duyduğu hasretten gözleri kör olan Yakup (a.s)’un durumunda olduğunu ifade etmektedir.
İslam tıbbında çiçek hastalığının çok erken dönemde hem bulaşıcı olduğu, hem de bağışıklık oluşturduğu bilinmekteydi. Nihayetinde ilk çiçek aşısı da bu coğrafyada Müslüman hekimler tarafından kullanılmıştır. Osmanlı tarihinde bilinen ilk çiçek aşısı, 1630’da İstanbul’da yapılmıştır. Demek ki bu tarihten önceki uygulamalar Ortadoğu’da daha dar çerçevede uygulanmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman ve eşi Hürrem Sultan’ın ilk çocukları Şehzade Mehmet’in Manisa’da sancak beyliği yaparken çiçek hastalığına yakalanarak ağır ateş altında vefat ettiği bilinmektedir. Ancak bu tarihten sonra çiçek aşısı yaygınlaşmış, Avrupalılar da bu aşıyı Osmanlı’dan öğrenmişlerdir.
Mısır gezisine çıktığınızda, piramitleri gezerken yanınıza yaklaşan bir şahsın, üzerindeki elbisenin içinden bir kol, el ya da parmak çıkarıp mumya ister misin dediğine 1950’lere kadar bir çok turist şahit olmuştur.
Tarihte bu metodun en bilinen örneği Sokrates’in mahkeme kararı neticesinde baldıran zehri içirilerek idam edilmesidir.
Mısır köleleri 15 yaşlarında taş altına sokulup mercimek lapasına talim ettirilerek hiç durmadan çalıştırılırdı.Olgunluk yaşlarında ise bu ağır çalışma şartları altında can verirlerdi.
Dünya üzerinde bir insana en ağır gelen şey evlat acısıdır.
Osmanlı kaynaklarında mısır piramitleri Yusuf ambarları diye anılıyordu.
Eski mısır mumyalarını keşfeden Avrupalılar bu mumyalara ait ceset parçalarını yıllarca ufalayıp ilaç niyetine satıp kullanmışlardır.
Yapılan incelemelerde buradaki insanların zaten çok da uzun bir ömür sürmedikleri ortaya çıkmıştır. Hemen hiç biri 40 yaşına ulaşamamıştı. Genelde 15 yaşında taş altına sokulup mercimek lapasına talim ettirilerek durmadan çalıştırılırlardı. Olgunluk yaşlarında ise bu ağır çalışma şartları altında can verirlerdi. Ilkçağ toplumlarında en kıymetsiz şey insandı. Köle çoktu ve diğer canlılar kadar kiymeti yoktu. Eger bu söylediklerimin bir sağlamasını yapmak isterseniz Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesindeki Antik Roma kentine bir uğrayın. Şehrin ortasındakı borsa alanlarının merkezine diktikleri fiyatlandırma taşında, üç insanın bir merkeple aynı değerde olduğunu vurgulayan yazıyı göreceksiniz emin olun kölelerin Mısır’da o kadar bile kiymetleri yoktu.
Avrupa tarihine baktığımızda özellikle krallar ve soyluların şifa aradıkları en önemli ilaçların başında mumya parçaları ve tozları geldiğini görürüz. İngiltere Kralı 2. Charles’ın vefatı öncesinde mumya ve kemik tozlarıyla şifa aradığını, Fransa Kralı 1. Fransuva’nın yanında devamlı mumya parçaları taşıttığını biliyoruz.
Benim size olan hasretimi anlamak isteyen Kur’an-ı Kerim’den Sure-i Yusuf okusun.
Ilkçağ toplumlarında en kıymetsiz şey insandı. Köle çoktu ve diğer canlılar kadar kıymeti yoktu. Eğer bu söylediklerimin bir sağlamasını yapmak isterseniz Kütahya’nın Çavdarhisar ilçesindeki Antik Roma kentine uğrayın. Şehrin ortasındaki borsa alanlarının merkezine diktikleri fiyatlandırma taşında, üç insanın bir merkezle aynı değerde olduğunu vurgulayan yazıyı göreceksiniz.
İslam tıbbında çiçek hastalığının çok erken dönemde hem bulaşıcı olduğu, hem de bağışıklık oluşturduğu bilinmekteydi. Nihayetinde ilk çiçek aşısı da bu coğrafyada Müslüman hekimler tarafından kullanılmıştır. Osmanlı tarihinde bilinen ilk çiçek aşısı, 1630’da İstanbul’da yapılmıştır..
Tarihte bu metodun en bilinen örneği Sokrates’in mahkeme kararı neticesinde baldıran zehri içirilerek idam edilmesidir..
Mısır’da insan eli ile inşa edilmiş devasa
yapılar denilince aklınıza ne geliyor? Piramitler dediğinizi. duyar gibi oluyorum. Peki eski Osmanlı kaynaklarında piramitler hangi isimle adlandırılıyordu? Cevap: Yusuf Ambarları..
Baldırın arka bölümündeki kas grubunun topuk kemiğine birleşmesini sağlayan yapıya Achilles’in öyküsünden esinlenerek Aşil Tendonu adı verilmiştir..
Siyanürün önemli bir kaynağı çeşitli meyvelerin (başta kayısı çekirdeği olmak üzere daha az sıklıkla şeftali, kiraz, erik, elma vb. ) tohumlarında veya çekirdeklerinde bulunan Amigdalin adlı bir maddedir Acıbadem’de bol bulunur.
Çiçek hastalığının yeryüzünde ilk kez MÖ 6800 ile 1600 yılları arasında görüldüğü sanılmaktadır. Kanıtlanmış ilk çiçek bulgusu günümüzden 3000 sene öncesine ait bir Mısır mumyasında görülmüştür.
Keops piramidi’nde her biri 2 ila 15 ton ağırlığında 2 milyon taş bulunmaktaydı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Atlama, sıçrama ve tabii ki yürürken en çok ihtiyacımız olan tendondur. Aşil tendonu cilde oldukça yakındır ve herhangi bir şekilde kesilmesi sonucunda insan yürüyemez.
Dünya tarihinin bilinen ilk karantina tavsiyesi Hz. Muhammed’e (sav) aittir. O günlerde dünya insanlı­ğını kasıp kavuran Taun (veba) hastalığına karşı 1500 sene evvel sarf ettiği şu sözler şaşırtıcıdır: Bir yerde taun çıktığını işitirseniz oraya gitmeyiniz, bir yerde taun çıkar ve siz de orada bulunursa­nız oradan dışarı çıkmayınız.
Türkiye’de son dönemde vücuduna geçici tahnit uygulanmış olan önemli ki­şiler Atatürk ve Turgut Özal’dır.
mumyalama işlemi yapılan Osmanlı padişahları; Osman Gazi, Murat Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed, ikinci Murad, Emir Süleyman Çelebi, Musa Çelebi, Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan Sü­leyman’dır.
İslamiyet sonrasında Türk toplumlarında mumyalama ge­leneği, dinin verdiği ölçüler doğrultusunda şekillenmiştir.
İsla­miyet sonrası Türk toplumlarında hayvanla gömülme ortadan kalkmıştır. Atı ile gömülen tek şahıs Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa’dır. Gelibolu’nun fethinde düşmanı kovalarken atından düşmüş, bu düşüş sırasında atı da kendisi de vefat etmiş­tir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Orta Asya’daki Hun ve Göktürk gibi devletler zamanında mumyala­ma sanatı Türk toplumlarında görülmekteydi.
Normalde Ermeni Toplumu, Millet-i Sadıka olarak adlandırılan ve Türklerle 19. yüzyıla kadar barış içinde büyük bir uyumluluk göstererek yaşamış bir toplumdur. Ancak 1800’lerin başından iti­baren İngiliz ve Rusların kışkırtmaları ile genç Ermenilerden oluş­turulan ayrılıkçı ekipler ve Ermeni Kanaat önderlerinin bir bir or­tadan kaldırılması bu iki toplumun zıt kutuplar haline gelmesine sebep olmuştur.
Mısır’da işlenen zulümlere ait bir başka iddia ise, kamplarda doktorluk yapan Ermenilerle ilgilidir. Bu doktorlann, göz rahat­sızlığı nedeniyle kampın revirine gelen Türk esirlere kasten yanlış tedavi uyguladıkları ve gözlerini çıkararak kör olmalarına sebebiyet verdikleri iddia edilmektedir.
Anadolu’nun, Ru­meli’nin, bu vatanın namusunu müdafaa eden ve bu vatan için çarpışan çocukları, İngiliz eline esir düştükleri zaman doğrudan doğruya Mısır’a sevk edilmişlerdi. Bunlar özel hazırlanmış dezen­fektan maddelerin bulunduğu suyun içine, boyunlanna kadar sokuluyorlardı. Türk çocuğu oraya girince, bir İngiliz eri başına dikiliyor ve süngüsünü uzatınca, zavallı yavrucak, başını içeri sokuyor ve iki gözü kör oluyordu. İngilizler böylece on beş bin Türk’ün gözünü çıkarmışlardır.
1835 yılında İzmir’e gelen Kontes Pauline Nostitz, buradaki salgın karşısında gayrimüslimlerin durumlarını şu cümleler ile ifade ediyordu. Salgın öyle bir korku salıyor ki, aile içindeki bağları kopartabiliyor. Hastalığın görüldüğü her ev ve herkes terk ediliyor. Kardeş kardeşi, eşler birbirini terk ediyor, hatta anneler çocuklarını bakıcıların ellerine bırakıyor.
Dünya tarihinin bilinen ilk karantina tavsiyesi Hz. Muhammed’e (sav) aittir. O günlerde dünya insanlı­ğını kasıp kavuran Taun (veba) hastalığına karşı 1500 sene evvel sarf ettiği şu sözler şaşırtıcıdır: Bir yerde taun çıktığını işitirseniz oraya gitmeyiniz, bir yerde taun çıkar ve siz de orada bulunursa­nız oradan dışarı çıkmayınız.
Dağlı Yemenliler tabiat şartlarının da etkisi ile bir hayli sert ve kolay kolay emir altına girmeyen ilginç bir kişiliğe sahiptir.
hastalıklar her zaman tüm bulgularını vermezler ve hastaları en çok bezdiren bulgu, ağrı şikayetidir.
Dünya üzerinde bir insana en ağır gelen şey sanıyorum evlat acısıdır, ciğerparesini kara topraklara defnetmektir. Hürrem Sul­tan bu acıyı defalarca yaşamış bir kişidir.
Ve hemen yafta asılırdı. Yürü­yemeyecek kadar sarhoş! Halbuki her Müslüman bilirdi ki alkol alınarak camiye girilmezdi. Hele Cuma namazı! Gut hastalığı­nın ağrıları karşısında ayakta duramayan bir padişahın ne olursa olsun katılmak zorunda olduğu yegane merasim her cuma gerçekle­şen Cuma Selamlığı idi.
Bu ağrı kesici ma­mullerin ilk tesir anında padişah kafa­sını tutamaz ve sendeleyerek yürümek zorunda kalırdı. Bu durum ne yazık ki padişahı uzaktan gözlemlemeye çalı­şan nice seyyah ve yabancı tarafından yanlış yorumlanacaktır.
Bugün bir takım ağrı kesicilerde, sakinleş­tiricilerde nasıl ki afyondan istifade edilmektedir, tıpta da afyondan mamul ilaçlar kullanılabilmektedir.
Geceleri vücudumuz uyku­ya hazırlanmaya başlar. Böylece geceleri vücudumuzun çalışması gündüze göre daha yavaştır. Bu da vücuttaki ısı üretimini düşürür. Hatta bu olay halk arasında uyuyanın üzerine kar yağar diye tabir edilir.
diyabette genetik geçişin olduğu bilinmektedir.
Kan ter içindeki padişah nedimine dönerek:
Hasan Can bu ne haldir? diye sorar, Hasan Can üzgün bir şekilde:
Allah ile olma zamanıdır Hünkarım! cevabını verir. Sıkıntılı durumdaki padişah sanki yattığı yerden kükrercesine:
Ya sen şimdiye kadar bizi kiminle bilirdin! diyecektir.
Şii akideyi siyaset yolu ile yaymayı planlayan ve bu amaçla Anadolu Türkmen Alevi­liğini de etkilemeye çalışan Şah İsmail’e karşı Çaldıran Seferi’ne çıkar ve seferden başarı ile döner.
Başa geçen padişahın ufku çok geniştir, planları cihanı kap­samaktadır. Hem Doğu hem de Batı için bir takım planlar kurgu­lamaktadır.
Osmanlı tarihinde bilinen ilk çiçek aşısı, 1630’da istanbul’da yapılmıştır.
İslâm tıbbında çiçek hastalığının çok erken dönemde hem bulaşıcı olduğu, hem de bağışıklık oluşturduğu bilinmekteydi. Nihayetinde
ilk çiçek aşısı da bu coğrafyada Müslüman hekimler tarafından kullanılmıştır.
Tabii İslâm tarihi ve bilimine baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir.
MS. 900lerde yaşamış olan ünlü
araştırmacı ve hekim Razi, Su çiçegi üzerine araştırmalar yaparak, normal çiçek illetinden farklarını ortaya koymuştur
Bu hastalık geldiği zaman zengin fakir ayırımı gözet­meksizin herkesin canını almıştır.
1520’lerde Amerika kı­tasına taşınan hastalık o günlerde Kızılderililer ta­rafından bilinmemektedir.
Beyazlar tarafından yeni kıtaya taşınan çiçek hasta­lığı, bu kıtanın insanına ölüm getirmiştir.
Çiçek hastalığının yeryüzünde ilk kez MÖ 6800 ile 1600 yılları arasında görüldüğü sanılmaktadır. Kanıtlan­mış ilk çiçek bulgusu günümüzden 3000 sene öncesine ait bir Mısır mumyasında görülmüştür.
Vücudumuzdaki kanın %55’i sudan oluşur.
Vücuda elektrik vererek öldürmenin yaygın olduğu günümüzde, özellikle Amerika’da daha çok ilaç verilerek idam cezası uygulanmaktadır.
Ölüm cezaları insanlık tarihi kadar eski olup bu konuda nice yöntem icat edilmişti.
hayati önemi olan su, vücuda sağlanamazsa hücreler yaşaya­maz. Hücrelerin ölümü organların da ölümüne yol açar. Organların ölümü de nihayetinde insanın ölümüne neden olur.
insan açlığa uzun süre dayanabilir, ama susuzluğa uzun süre dayanamaz.
Soru: Hristiyanlar Hz. isa için, çarmıha gerildi ve burada bu durumda iken öldü diyorlar. Bir insan sadece avuçları ve ayak bileklerinden çivilenmek sureti ile ölebilir mi?

Cevap: Elierin sırtı ve avuç içi bölgesiyle, ayak sırtı ve ayak tabanı böl­gesinde küçük boyutlu damarlar bulunur. Bu bölgelerin çivi ile yaralanması, kişiyi kan kaybından öldürecek miktarda bir kanamaya yol açmaz.

Yahuda: Ben kime sarılırsam biliniz ki o kişi Hz. isa sandıkları Yahuda’nın başına giydirilen Dikenli Taç Hz. İsa’dır demişti. Gerçekten de bahçede bulundukları bir anda Yahuda kalktı ve Hz. isa’ya sarıldı. İşte Kur’an’ın ifadeleri ile bir­den Hz. isa ile suretleri değişti.
Hz. İsa için krallık iddiasında bulunuyor’ diyeceklerdi. Böy­lece Romalılar, Hz. İsa’yı ken­dileri için potansiyel bir teh­like olarak görecek ve kendi elleri ile cezalandıracaklardı.
On İki Ha­vari’sinden biri olan Yahuda, belli bir ücret mukabilinde Yahudi hahamlara Hz. İsa’nın yakalanabileceği yeri ifşa etmişti.
Ama dostu kadar düşmanı da vardı.
Bugün Avrupa’nın birçok şehrinde işkence geçmişlerine ait alet ve metotların sergilendiği işkence müzeleri mevcuttur.
Avrupa Tarihi’nde yüz karası işkence metotlarının uygulandığı en önemli zamanlardan biri de, Protestanların sindirilmeye ça­lışıldığı dönemdir.
Saçı biraz kızıl, burnu biraz kambur her bir kişi, Avrupa insanı gözünde potansi­yel cadı muamelesi görürdü.
Engizisyonun doğuşu ile işkence yöntemlerinde ve aletlerinde büyük bir yaygınlaşma görülmüştür. Kırbaçlamak, derisini yüzmek, boyunlarına taş bağlayıp asmak, burun ve ağ­zından vücuduna su vermek, kerpetenle parmaklarını kırmak, haşerat dolu kafeslere kapatmak, ayaklarına tuz sürüp keçiye ya­latmak, vücudu askıya alıp çark sistemleri ile gererek eklem ara­larını uzatmak ve daha neler.
Dine karşı tavrı ol­duğuna inanılanlar genelde el ve ayakları kesilerek cezalandırılırlardı.
Faganların Hristiyanlara karşı gerçekleş­tirdiği işkenceler, Hristiyanlığın güçlenme­sinden sonra bu kez Hristiyanlar tarafından putperestler üzerinde yapılmaya başlan­mıştı.
Antik Yunan’da, pirinç boğa adında bir işkence aleti icat edil­mişti. Suçlu kabul edilen kişi bu metal boğanın içine hapsedilir ve boğa heykeli alttan ısıtilmaya başlanırdı.
Cahiliye Dönemi’nde Mekkeli müşrikler, güçlerinin yettiği ilk Müslümanlara nice işkenceler uygulardı. Müslümanlar, kızgın kumlarda, güneş altında saatlerce yatırılır, vücutlarına ateşte kız­dırılmış demir basılır, bazen de karınları üzerine ağır taşlar konu­lurdu. (Bilal Habeşi Hz. gibi)
Güçlü olan zayıf olana, zalim olan mazlum olana baskı yapmayı, kendi kuralları doğrultusunda hasmına işkence etmeyi ve onu sindirmeyi her zaman kendisine vazife olarak görmüştür.
Kabil’in, Habil’i öldürmesinden itibaren cinayetlerin ve işkencelerin ne yazık ki ardı arkası kesilmemiştir.
İnsanın yaratılışından bu yana, insanın insan ile imtihanı hep süregelmiştir.
Büyük iskender’in katıldığı bir davette şarap içtiği ve hastalığının alkol alımı sonrası karnın sağ üst bölümünde keskin bir ağrı ile başladığı, bunu müteakiben ilerleyen bir güçsüzlük ve konuşma bozukluğu meydana geldiği söylenmektedir. Ölümünden önce on iki gün büyük ızdırap çekmiştir. Ve ölü­müne kadar şuuru açıktır. Bu bilgiler bize zehirlenme ihtimalinin daha olası olduğunu göstermektedir.
ilkçağ toplumlannda en kıymetsiz şey insandı.
Pi­ramit içine yerleştirilen hububat kesinlikle güvelenmiyor, ekmek bile küflenmiyordu.
Biz bugün tarih ve arkeolojik bulguların çoğunu ya­bancıların literatüründen öğrenmeye çalışıyoruz. Hal­buki o topraklarda bir İngiliz bir asır kaldı ise Osmanlı tam dört asır kalmıştı.
Osmanlı kaynaklarında piramitler hangi isimle adlandırılıyordu?

Cevap: Yusuf Ambarları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir