İçeriğe geç

Tarih Kitap Alıntıları – Herodotos

Herodotos kitaplarından Tarih kitap alıntıları sizlerle…

Tarih Kitap Alıntıları

&“&”

…Hydarnes, Pers ırkındandı ve Asya kıyılarındaki ulusların askeri şefiydi. Onları buyur etti, sofrasına aldı ve çatısı altındayken onlara sordu : Niçin siz Lakedaimonlular, Büyük Kral &‘ ın dostluğundan çekiniyorsunuz ? Kralın değerli kimselere nasıl saygı gösterdiğini görüyorsunuz; işte bana ve servetime bakınız. Siz de ona teslim olursanız ( zira sizlere de değer veriyor ), Büyük Kral, Yunan topraklarında size de yerler verir, oranın efendisi olursunuz. " Bu söyleve karşı şöyle cevap verdiler : " Hydarnes, bize verdiğin öğüt bir noktada aksıyor: Sen ki bize öğüt veriyorsun, iki durumdan yalnız birini biliyorsun, öbüründen haberin yok; kölelik nedir, bunu biliyorsun, ama özgürlüğün ne olduğunu, tatlı mıdır, acı mıdır, hiç tatmadın, bilemezsin. Eğer bir gün tadarsan onu, mızrakla değil, baltayla savunmamızı öğütlersin bize."…
HEREDOTOS
TARİH
VII. Kitap -135

İşte burdan anlaşılan 20 yaşından küçükler ya da 20 sene önce aklı ermeyenler özgürlüğün ne olduğunu bilemezler ki onunla ilgili yorum yapabilsinler.

Kendisinin de bir insan olduğunu günün birinde benzeri şeyleri onun da yaşayabileceğini düşündü. Çünkü insanlar için dünyadaki hiçbir şey güvenilir değildi…
Her şeyin sonuna bakmalıdır. Tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden
Mısırlılar da,
Bir evde hatırı sayılır birisi öldü mü, evin bütün kadınları başlarına,
yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara
dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini
açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler.
timsah,Hayvanlar içinde dili olmayan bir tek
odur ve altçenesi oynamaz.
Mısırlılar
çarşıya kadın çıkar, ufak tefek
alışverişini kendi yapar; erkekler evlerde bez dokurlar;
başkaları bez dokurken atkıyı yukarı doğru atarlar, onlar
aşağıya doğru atarlar. Erkekler yükleri başları üstünde,
kadınlar omuzlarında taşırlar. Kadınlar ayakta işerler, erkekler
çömelirler. Tabii ihtiyaçlarını evin içinde giderirler.
İnsanlar arasında mevsimleri on iki bölüme ayırıp
ilk olarak yılı bulanlar Mısırlılardır; ayları ise yıldızlara bakıp
hesaplayarak bulmuşlardır. Mısırlılar, bana kalırsa, yılı
Yunanlılardan daha bilimsel olarak hesaplamışlardır.
Yunanlılar mevsimleri denkleştirmek için, yıla iki yılda bir,
bir artık ay katarlar; Mısırlılar ise on iki ayın her birini otuz
gün sayarlar ve sadece yıla açıktan beş gün katarak
mevsimlerin periyodik çemberini tamamlamış olurlar. Gene
bana denilmiştir ki, büyük tanrılar için on iki adı ilk olarak
Mısırlılar kullanmışlar ve Yunanlılar da onlardan almışlardır.
insanın talihi bir tekerleğe benzer, döner, her
zaman yüze gülmez.
Babillilerin en yüz kızartıcı âdetleri
de şudur. Her kadın ömründe bir kez, Aphrodite tapınağında
oturmalı ve kendini yabancı birisine vermelidir.
Bir Babilli karısıyla her birleşmeden sonra, yanar bir
kokunun yanında oturup arınır; öbür yandan karısı da aynı
şeyi yapar; seher vakti ikisi de yıkanırlar; zira yıkanmadan
hiçbir kaba el süremezler; bu âdet Araplarda da vardır.
Persler,beş yaşından yirmi yaşına kadar
çocuklarına yalnız üç şey öğretiyorlardı: Ata binmek, ok
atmak, doğruyu söylemek.
Persler,genç oğlanlarla cinsel ilişki kurma
huyunu Yunanlılardan almışlardır. Evlilik hayatına gelince,
her birinin birkaç nikâhlı karısı olduğu halde, çok sayıda
cariye de satın alırlardı.
Persler günaydın yerine, ağızdan öpüşürler;
Perslerin göreneklerine gelince, işte bildiklerim
şunlardır: Tanrı heykeli, tapınak, sunak yapmak gibi şeyler
bilmezler; hatta yapanlara deli derler, bu sanırım, onların
tanrılara, Yunanlılar gibi insan biçimi yakıştırmış
olmamalarından ileri gelir. Dinleri Zeus’e kurban kesmeyi
gerektirir; kurbanları dağ başlarında keserler ve Zeus
dedikleri de tanrısal gök kubbedir. Güneşe, aya, toprağa,
ateşe, suya ve rüzgâra da kurban adarlar. Başlangıçtan beri
kurban kestikleri tanrılar bunlardır, yalnız sonradan
Aphrodite’ye tapmayı da öğrendiler, bu da onlara
Asurlulardan ve Araplardan geçmiştir. Aphrodite’ye Asurlular
Mylitta, Araplar Alilat, Persler Mitra derler.
Lydialı halk kızlarının
hepsi de kocaya varıncaya kadar kendilerini satarlar,
çeyizlerini bu zanaatla yaparlar, zaten kocaları bile bu kızları
ancak kızın kendi isteğiyle yanlarında tutabilirler.
barışta oğulları babalarını gömerler,
savaşta babalardır oğullarını mezara indiren.
At deveden
korkar, ne görmeye, ne de kokusuna dayanabilir.
zira bağ sağlam olmazsa uzlaşma dayanıksız olur.
kesin olarak bir tek olay yoktur ki, bugünkü
yarınkine benzesin
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
demir kaynağını bulmuş olan
Khioslu Glaukos
— İşte bu Kandaules karısına sevdalıydı ve sevdası
çıldırasıya olduğundan, dünyanın en güzel yaratığının kendi
karısı olduğunu sanıyordu. Bu sanı ile –bu arada şunu da
söylemek gerekiyor ki, askerleri arasında en çok hoşlandığı
bir Daskylos oğlu Gyges vardı
– önemli işlerini yaptırdığı bu
Gyges’e, karısının ölçüsüz güzelliği ile övünmekten de geri
kalmazdı. Sonunda bir gün Gyges’e şunları söyledi –zira
başına bir bela gelmesi gerekiyordu– “Gyges, karımın ne
kadar güzel olduğunu söylediğim zaman pek inanır gibi
görünmüyorsun (çünkü kulak göz kadar öğretemez doğruyu
insana). O halde onu bir de çırılçıplak gör.” – Öbürü karşı
koydu: “Efendim,” dedi,
“ne yakışıksız bir şey yapmamı
istiyorsun. Efendimin karısını çırılçıplak seyretmek olur mu?
Bir kadın üstünü çıkardı mı, utancından da soyunmuş olur.
İnsanoğlunun namus kurallarını bulmasından bu yana çok
zaman geçmiştir, bunlardan öğrenilmesi gereken bir tanesi de
şu: Yalnız senin olana bak. Bütün kadınlar arasında en güzel
olanının seninki olduğuna inanıyorum ve yalvarırım benden
bu kadar ağır bir suç işlememi isteme.”
— Bu sözlerle işi atlatmak istiyordu, sonradan başına bir
iş açılmasından çekiniyordu çünkü. Ama Kandaules şöyle
cevap verdi: “Korkma Gyges ve bunları seni denemek için
söylediğimi sanma, karımın sana fenalığı dokunsun diye de
değil; öyle yaparız ki, o senin kendisini gördüğünün farkına
bile varmaz. Yattığımız odanın kapısının arkasına gizlerim
seni, benden sonra o da gelir yatmak için. Kapının yanında bir
koltuk vardır, üstündekileri birer birer çıkarıp oraya koyar,
sen de onu kolayca görürsün. O, koltuktan yatağa doğru
yürürken arkasını sana dönmüş olacaktır, ötesi sana kalmış bir
şey. Yalnız dikkat et, kapıdan çıkarken seni görmesin.”
— Öbürü baktı ki, kurtuluş yok. “Olur” dedi. Kandaules
yatma zamanı geldiğine hükmedince Gyges’i odaya götürdü,
hemen arkadan kadın da geldi, içeri girdi, soyundu. Gyges
hayran seyrediyordu. Yatağa yatmak için sırtını döndüğü
zaman, gizlendiği yerden çıktı ve usulcacık kaçtı. Ama kadın
gördü onu çıkarken. Bu işin kocasının başının altından
çıktığını sezinlediği için hiç ses etmedi, utancında açılan
yaranın farkına varmamış göründü, ama bunu Kandaules’e
ödetmeyi koydu aklına. Zira Lydialılarda, hemen bütün
barbarlarda olduğu gibi, çıplak görünmek büyük ayıp sayılır,
hatta erkekler için bile.
— Bir şey belli etmiyor, sesini çıkarmıyordu. Ama
sabah olunca en güvendiği adamlarını ayırdı, onlara görevler
verdi ve birisini gönderip Gyges’i çağırttı. O da bir şey
bildiğini pek sanmadığı için, emre uyup gitti, ilk defa olan bir
şey değildi, kraliçe her zaman yanına çağırırdı onu. Karşısına
çıkınca kadın ona şunları söyledi: “Senin için iki yol var
Gyges, birinden birini seçebilirsin, hangisini istersen onu yap.
Ya Kandaules’i öldür, beni de Lydia krallığını da al ya da
Kandaules’e hoş görüneyim diye görmemen gereken şeylere
bir daha gözlerini kaldırmaman için, hemen şimdi ölmeye
hazır ol. Evet, ikinizden biriniz geberecek, ya seni bu suçu
işlemeye zorlamış olan o ya da beni çıplak görmekle edep
dışına çıkmış olan sen.” Gyges, önce kulaklarına inanamadı,
sonra böyle bir seçime zorlanmaması için yalvardı, ama razı
edemedi ve baktı ki durum kötü, ya efendisini öldürecek ya
da kendisi başkalarının eliyle ölecek, kendi canını kurtarmayı
yeğ buldu. O zaman şöyle dedi: “Mademki istemediğim halde
beni efendimi öldürmeye zorluyorsun, öyle olsun. Ama izin
ver de bu işi nasıl yapacağım onu da bileyim.” Kadın cevap
verdi: “Beni sana çıplak gösterdiği yerden saldırırsın, uyku
onu senin elinin altında tutar.”
— Karar verildi ve gece olunca (Gyges’i bırakmamıştı,
hiçbir çaresi yoktu savuşmanın, ya kendisi canından olacaktı
ya da Kandaules), kadının peşine düştü odasına kadar. Kadın
eline bir hançer tutuşturdu, gene o kapının arkasına gizlendi
ve Kandaules uyuyunca, ses çıkarmadan yanaştı ve vurdu. –
Kadın ve krallık Gyges’in oldu.
İşte bu Kandaules karısına sevdalıydı ve sevdası çıldırasıya olduğundan, dünyanın en güzel yaratığının kendi karısı olduğunu sanıyordu.
… insanı hasta eden şeylerin başında alıştığı şeylerden kopması gelir…
Eğer bu kadar para canlısı ve utanılacak kadar açgözlü olmasaydın,ölülerin sığındıkları yeri açmazdın.
Hafızasını kaybeden insan geleceğini planlayabilir mi?
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Hiçbir canlı mutlu değildir.
Zaten hemen hemen bütün tanrı adları Yunanistan’a Mısır’dan gelmiştir. Araştırmalarımın bana gösterdikleri gibi, bunları biz barbarlardan ve sanırım özellikle Mısır’dan almışızdır.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Nice insan vardır ki, masallardaki kadar zengindir, ama mutsuzdur; niceleri de vardır ki, söyle böyle geçinirler,ama talihlidirler.
Zira çok zengin insan vardır ki, kıt kanaat yaşayan insandan hiç de daha mutlu değildir.
İnsan için yalnız talih ve talihsizlik vardır.
İnsan bir ömür boyunca, görmek istemeyeceği çok şey görebilir, çok eziyet çekebilir.
Zira insanı hasta eden şeylerin başında alıştığı şeylerden kopması gelir.
Gerçek bilgelik kaygı ile düşünmektir, her talihsizliği hesap etmek, ama bir kere eyleme geçtikten sonra da cesur olmaktır.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Hiçbir ölümlüyü, ömrü bir felakete uğramaksızın tükenmeden önce mutlu sayamayız.
Çünkü kimse barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir. Barışta oğulları babalarını gömerler, savaşta babalardır oğullarını mezara indiren.
İnsan bir ömür boyunca, görmek istemeyeceği çok şeyi görebilir, çok eziyet çekebilir.
Özgürlüğün ve eşitliğin değerli şeyler olduğu, bir kez için değil, her zaman için ne kadar doğrudur!
İnsanın talihi tekerleğe benzer. Döner, her zaman yüze gülmez.
Bu dönemde zaten güçsüz olan Yunan soyunun en güçsüz olanları, en az hatırı sayılanları İonlardı. Atina dışında hiçbiri önemsenmiyordu. Bundan ötürü öbür İonlar ve özellikle Atinalılar bu adı kabul etmiyor, kendilerine İon denilmesini istemiyorlardı. Bugün bile bana öyle gelir ki, bundan çoğunun yüzü kızarmaktadır.
Bir kimsenin kamuoyundaki değeri, önce savaştaki yiğitliği, sonra da çocuklarının sayısı ile tartılırdı. En çoğuna sahip olan, kraldan her yıl ödüller alırdı. Çokluktan kuvvet çıktığına inanırlardı.
Çünkü kimse barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir. Barışta oğulları babalarını gömerler, savaşta babalardır oğullarını mezara indiren.
Kappadokialılara Yunanlılar, Suriyeli derler.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Gerçekten de Perslerin, Lydialıları yenmeden önce tek bir lüksleri ve iyi bir şeyleri yoktu.
Özgürlük sevgisi o kadar içimize işlemiştir ki, onu elimizden geldiğince savunmak isteriz.
Mutlu olanı kıskanırlar, kendilerinden üstün olanlara diş bilerler.
Özgürlüğün ve eşitliğin değerli şeyler olduğu, bir kez için değil, her zaman için ne kadar doğrudur!
Korkunç alın yazısına, ey aslan, korkmadan katlan:
İyi bil ki, hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz.
Çünkü kimse barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir; barışta oğulları babalarını gömerler, savaşta babalardır oğullarını mezara indiren.
İnsan bir ömür boyunca, görmek istemeyeceği çok şeyi görebilir, çok eziyet çekebilir.
Bir tek şey bilirim ki, eğer insanlar işledikleri kusurları birbirleriyle değiş tokuş etmek için ortaya yaysalar, başkalarınınkilerin ne kadar aşağılık olduğunu görüp, gene kendi kusurlarını, hem de sevine sevine alır giderlerdi."
Her şeyin sonuna bakmalıdır. Tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden.
Kesin olarak tek bir olay yoktur ki bugünkü yarınkine benzesin.
Çünkü kimse barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir; barışta oğulları babalarını gömerler, savaşta babalardır oğullarını mezara indiren.
Bir ömür boyu, acımaya daha çok layık olan nice olaylar görürüz; zira bu kısa ömür içinde bunlardan ya da başkalarından bir tek kişi yoktur ki, ara sıra değil sık sık, yaşamaktansa ölmek daha iyi diye düşünmesin, zira hiçbir mutluluk sürekli değildir.
Şu eski söze kulak ver : Nasıl başlayacağı bilinir, nasıl biteceği bilinmez…
Gerçek bilgelik kaygı ile düşünmektir, her talihsizliği hesap etmek, ama bir kere eyleme geçtikten sonra da cesur olmaktır.
Özgürlüğün ve eşitliğin değerli şeyler olduğu, bir kez için değil, her zaman için ne kadar doğrudur!
Asya’yı ve orada oturan barbarları, Persler kendilerinden sayarlar. Avrupa, özellikle Yunan dünyası, onlar için yabancıdır.
Kendini beğenmişlik uğursuz bir şeydir, eldeki güç onu besler ve haset insanoğluna daha doğduğu andan pençesini geçirir.
Zira insanı hasta eden şeylerin başında alıştığı şeylerden kopması gelir.
Zaten hemen hemen bütün tanrı adları Yunanistan’a Mısır’dan gelmiştir.
Barbar demek, Mısırlılar için onların dilini konuşmayan herkes demektir.
Her şeyin sonuna bakmalıdır; tanrı çok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden.
Kıstak ne kale ister ne de kazılmak
Zeus isteseydi bu kayayı ada yapamaz mıydı?
Bir tek suç için hiç kimse, hatta kral tarafından bile ölüme gönderilemez, bunun gibi hiçbir Pers bir tek suç için, hizmetçilerinden hiçbirine onarılamayacak bir ceza veremez; hatta daha da öte, iyisiyle kötüsünü teraziye vurur ve kötüsü gerek, sayı gerek nitelik bakımından daha ağır basarsa, o zaman ceza verilir.
Alın yazısını bir tanrı bile değiştiremez.
Ama kader de o kadar kesin değildir, kimi zaman hafiften saptığı olur.
Çünkü kimse barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir; barışta oğulları babalarını gömerler, savaşta babalardır oğullarını mezara indiren.
Mısırlılar aslında tarihlerinin hiçbir döneminde başlarında bir kral olmadan yapamamışlardır.
Çünkü kulak göz kadar öğretemez doğruyu insana.
Başarıları kendisininkini aşmayan bir adamın heykelinin bu büyük kralın anıtının önüne geçirilmesi doğru olmazdı.
Mısırlılar Yunanlıların hatta bir kelimeyle, kendilerinden başka hiçbir halkın göreneklerini kabul etmezler.
Zira insanı hasta eden şeylerin başında alıştığı şeylerden kopması gelir.
Mısırlıların yaptıkları törenler gözle görülür surette bir daha eskilik markası taşırlar, Yunanlılar ise bunları pek yeni bir tarihten beri uygulamaktadırlar.
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir