Halil İnalcık kitaplarından Tanzimat kitap alıntıları sizlerle…
Tanzimat Kitap Alıntıları
Bundan sonra Türkiye İngiltere’nin muhafaza etmeye çalıştığı güç dengesinde önemli bir faktör oldu.
Basın gizli kalmış duyguların dışa vurulmasını sağladı.
Bu, eğer imparatorluğun hayatta kalması isteniyorsa, çok çalışmayı gerektiren bir dünya idi.
Yalnızca konferans güçlerinin sınırlı olduğu ve kararların bir entente prealable’a uygun şekilde alındığı durumlarda Bab-ı Ali uluslararası konferanstan mutlu ayrilabiliyordu
Entente prealable: ön anlaşma
Entente prealable: ön anlaşma
Berlin Kongresi, Türkiye’nin bugüne kadar diğer devletlerle olan ilişkilerini düzenleyen bir Magna Carta olarak düşünülebilir.
Diplomasi hem Sultan hem de Bab-ı Ali için pek çok açıdan bir savunma aracı idi.
Amasya’da karantinaya karşı ulemanın tahrikiyle karantina doktorunun katline sebep olanlar arasında meclis üyeleri de vardı.
Halkı en çok bezdiren afetlerden biri de görevlinin bir şehre, kasaba veya köye gittiği zaman kendisinin, maiyetinin ve hayvanlarının yiyeceğini halkın üzerine yüklemesi veya karşılığında bir para istemesidir.
Tanzimat bu arazi meselesini, büyük köylü kütleleri lehine çevirmemekle yeni Osmanlı imparatorluğu’nun temeli olacak esas inkılabı yapamamış oldu
İlk günlerde 26.000 bin yeniçeri idam edildiği gibi, sonraki aylarda ve yıllarda yakalandıkça öldürüldüler.
Kanun, halkın iyi idaresi için yapılmalı ve birtakım değişmez prensiplere uygun olmalıdır.
Bakırköy sanayi ünitesi ilk buharlı gemiyi 1848’de denize indirmiştir.
Devlet tarafından kurulan ilk büyük çaplı sanayi tesisi 1505’te Sultan Bayezid döneminde kurulan Tophane’dir.
Dokuma sanayimizde XIX. yüzyıla gelindiğinde hızlı bir çöküş başladı. 1812’de İşkodra’da 200,Tırnova’da 2000 tezgâh çalışmaktayken 19 yıl gibi kısa bir süre içerisinde, yani 1831’de tezgâh sayısı İşkodra’da 40’a,Tırnova’da ise 200’e düşmüştür.
İlk kez devletin ilk eğitime bu kadar büyük bir önem atfetmeye başladığını görüyoruz. Bu bağlamda ilkokul öğretmenlerine ilk defa devlet memuru sıfatı tanınmıştır.
On maddeden oluşan bu layiha mahalle mekteplerine İmla, Coğrafya, Dört İşlem Matematik gibi derslerin konmasını öneriyordu. Bu layihanın Türk eğitim tarihi açısından önemi şuradadır ki, Osmanlı Kültür ve eğitim tarihinde ilk defa din dışı konuların ilk eğitim seviyesinde öğretilmesi gündeme gelmiştir.
Batılı tarzda bir parlamentarizme girmeyi amaçlayan 1876 ve 1908 ihtilallerini yapanlar da askeri okullulardı. 1909 karşı ihtilalini yapanlar ise askeri okullardan yetişen mektepli ye düşmanlık besleyen muhafazakar askerler yapmıştır.
1859’da sivil memur yetiştirmek üzere kurulan bir yüksekokul olan Mekteb-i Mülkiye’nin dersleri, iç ve uluslararası ilişkiler gibi modern bir terimle tanımlanabilir. Bugünün gururla izlenen A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi bu okulun bir devamıdır.
Aydın ve iyi eğitim görmüş hükümdar memurlarının kızları ve diploma sahibi olan iki Türk kızı da Amerikan Kız Okulu mezunuydu. Bunlardan ilki Sultan Abdülaziz’in hareminden bırakılmış bir cariye ve eğitimin önemine yürekten inanmış biri olan Tevfik Paşa’nın kızı Gülistan’dır. Gülistan, lisenin bütün derslerinden başarılı olarak 1890’da mezun oldu. Diğeri ise, bir profesör, vatansever, feminist ve öncü yazar olarak tanınan Halide Edip’dir (Adıvar).
Türkler yabancı okullara 1856 Islahat Fermanı’yla çıkartılan Hatt-ı Hümâyûndan sonra kayıt olabildiler.
On dokuzuncu yüzyıl başlarında Sultan II. Mahmud, reformları döneminde, sivil memurlara Batı medeniyetine özgü pantolon, redingot ve fes giydirmiş, ulema ise geleneksel sarık ve cübbesini giydirmeyi sürdürmüştür. Bu, halk gözünde kadı sarığıyla otursun diyerek sultanı razı eden Galata mollası Keçecizade İzzettin’in ricasıyla olabildi.
Adl ü ihsânını ölçüp biçemez Newton’lar
Akl-ı irfânını derk eyleyemez Eflatun’lar
Akl-ı irfânını derk eyleyemez Eflatun’lar
arazinin miras yoluyla intikalinde kız evlat da erkeklerle eşit pay alacaktı ki bu, hukuki yönden önemli bir gelişmedir.
Kölelere en büyük talebin evlerde köle hizmetinden yararlanan ve eşlerini çoğu kez onlar arasından seçen Osmanlı yönetici sınıfından geldiği göz önüne alınırsa, içinde bulundukları ikilemin önemi daha iyi anlalılabilir.
Pazarın kapatılması Esirciler Loncası üzerindeki etkileri, lonca resmen lağvedilmemiş olmakla birlikte tam anlamıyla bir yeraltı faaliyetine dönüştüğü için, tam olarak bilinmemektedir.
1835 yılından itibaren 2.Mahmud’un portrelerinin askeri kışlalara ve devlet dairelerine ve okullara asılmaya başlanması, iktidarın yeni meşrutiyet arayışlarının diğer önemli göstergesidir.
1897 sayımında İstanbul’un nüfusu 1.077.000’e çıkmıştı.
Bütün İslam hukuku itiraf edilmemiş bir çelişki, yani şeriat ile örf arasındaki çelişki üzerine kuruludur.
Geniş cadde ve rıhtımların açılmasını, dar sokak ve çıkmazların kaldırılmasını, başkentin kentsel alanda köklü bir değişimi, kısacası mevcut kent görüntüsünün toptan reddedilmesi anlamına gelen ilk resmi belge ise 17 Mayıs 1839’da hazırlandı.
1857 yılında Basra Körfezi bölgesinde getirilmiş olan yasağın yanı sıra 1855’te Trablusgarp’tan Girit ve Yanya’ya köle ticareti, Nisan 1856’da da Orta Afrika’dan Trablusgarp’a köle ithali ve bu vilayetten köle ihracı yasaklanmıştı. Ne var ki, 1857 yılında getirilen yasak hepsinin doruk noktası oldu.
Kendi türünde Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük pazarı olan İstanbul Esir Pazarı, Sultan Abdülmecid’in emriyle 28 Aralık 1846 tarihinde kapatıldı.
‘eytam ve eramil’ (yetim ve dullar) ve emekliler devlet tarafından ‘eytam ve eramil maaşları’ ve’ tekaüd sandıkları’ (emekli sandıkları) çerçevesinde koruma altına alınmıştır.
Örneğin ‘aceze-i hüccac’, yani hac vazifesini yerine getirmek isteyen ancak hacca gidiş veya dönüş gibi yol masrafının bir kısmını karşılamakta zorluğa düşenler gibi. Bu kesimler için, Osmanlı tebaası olsun ya da olmasın devletin belli bir fon ayırdığını görüyoruz.
Yaklaşık bin acezeye barınma imkânı sağlayan Darülaceze, tıbbın en son gelişmelerini Osmanlı başkentine taşıyan ve bu özelliğiyle de bir iftihar kaynağı olan Hamidiye Eftal Hastahane-i Alisi ve dört yüz civarında Müslüman yetim çocuğu koruma altına alan Darülhayr-ı Âli.
1839 Tanzimat Fermanı’nı Müslümanlar için çıkarılmış kabul edersek, 1856 Islahat Fermanı’nın da gayrimüslimler için çıkarıldığını söyleyebiliriz. Fakat 1839 Fermanı Müslüman halka anayasa vermediği halde, 1859 fermanı genel olarak gayrimüslim milletlerin anayasal gelişmelerinin başlangıcı ve milli bağımsızlık isteklerinin bir manifestosu oldu.
İstanbul’un ilk ölçülü haritası, Fransız sefaretinden mühendis Kauffer’in yaptığı yaklaşık 1/25.000 ölçekli haritadır.
Şeyhülislam Mehmet Ziyaü’ddin Efendi’nin verdiği, Sultan Abdülhamid’in ha’l fetvasında istibdat suçlaması yoktu. İstibdat sözünü Genç Türk politikacıları kullanıyordu.
Aslında Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devrinin, Sultan 2.Abdülhamid dönemine göre farklı yanı, hükümdarın kişisel diktatoryasından çok, sadrazamların ve etrafındaki kadronun aydın dikta dönemi olmasıydı.
Jön Türklük özgün bir siyasal kimlikti. Köhneyen monarşilere karşı ayaklanan, direnen bütün ülkelerin muhalifleri bu isimle anıldı. Portekizli Jön Türkler gibi
Aceb midir medeniyet resûlü dense sana
Vücud-ı mu’cîzin eyler taassubu tahzîr
Vücud-ı mu’cîzin eyler taassubu tahzîr
Bir ıtıknâmedir insâna senin kanunun
Bildirir haddini Sultan’a senin kanunun
Bildirir haddini Sultan’a senin kanunun
Tanzimat öncesi Türk toplumunda iki aydın tipi vardır: Medreseden yetişen ulema ve tekkeden gelen veli . Bunlar devlete hâkim olan maddi iktidar a karşı, manevi iktidar ı temsil eder.
Tanzimat maarifinin en önemli gelişmelerinden biri, ortaöğretim alanında inas rüştiyeleri açarak kız çocuklarının eğitim olanağını geliştirmek olmuştur.
arazinin miras yoluyla intikalinde kız evlat da erkeklerle eşit pay alacaktı ki bu, hukuki yönden önemli bir gelişmedir.
Keçecizade Fuat Paşa’ya ait bir nükte vardır; muhaliflerden mürai bir kişi, Bab-ı Ali’nin parke döşeyerek genişletilen caddesini över ve pek münasip bir iş yapıldığını söyler. Paşa da, bize atılan taşlarla döşettik cevabını verir. Gerçekten de Tanzimat yöneticilerine çok taşlar atılmış, onlar da bu taşları bir devri bina etmek için kullanmıştır.
Tanzimat asrı, bürokratik teşkilat ünitelerinde kadro ve işlem hacminin büyüdüğü, idari-mali-askeri yönden merkeziyetçiliğin arttığı bir dönemdir.
Mahmud’un saltanatı süresince, eskiden saraya özgü olan ihtişam ve yaşama biçimi ortadan kalkmıştır. Birkaç devket dairesinde görülen tasarruf ve sadelik gerçekten şaşırtıcıdır. Harcamalar eski masrafların beşte birine düşürülmüştür.
Avrupa’da tamamen cahil kabul edilecek biri sadece dürüstlüğü sayesinde Türkiye’de mükemmel ve yetenekli bir yönetici olabilir.
Yeniçeri Ocağı’nın mevcudiyetine son verildi. (15.6.1926). Yeniçerilere karşı amansız bir imha siyaseti güdüldü. İlk günlerde 26.000 yeniçeri idam edildiği gibi, sonraki aylarda ve yıllarda yakalandıkça öldürüldüler. Onların tarikatı olan Bektaşi tarikatı yasaklandı. Mezarlıklardaki mezar taşları dahi kırıldı.
1831 yılında, Fransız yayımcı Monsieur Alexander Blacque’ın yardımıyla, La Moniteur Ottoman adıyla bir resmi gazete çıkarıldı.
Hıristiyan vakıfların vergiye tâbi tutulması ve bu maksatla bu gelir kaynaklarının sınırlandırılması, halk üzerinde büyük nüfuzu olan ruhban sınıfını ıslahat aleyhine çevirmiştir.
Rumeli’de Hıristiyan tebaanın ayaklanmaları ile Anadolu’daki muhalefet ve kaynaşmanın esas konusu daima yeni vergi rejiminin getirdiği değişikliklerdir.
Tanzimat’ın getirdiği meclislerin eskisinden farkı, başkanlığın kadılardan, yani ulemadan alınıp valiye, muhassıla veya kaza müdürüne, yani idare adamlarına verilmesi
Hıristiyan vakıfların vergiye tâbi tutulması ve bu maksatla bu gelir kaynaklarının sınırlandırılması, halk üzerinde büyük nüfuzu olan ruhban sınıfını ıslahat aleyhine çevirmiştir.
Halbuki Osmanlı devleti bir İslâm devleti olarak cizyeden vazgeçemezdi. Bunanla beraber Bâb-ı Âlî, 1851 tarihine doğru cizyenin kaldırılmasını ve herkesten eşit olarak alınan bir baş vergisi haline getirilmesini düşündü ve nihayet 1856 Islahat Fermanı’nda bu esas ilan olundu ve cizye bedel-i askerî’ ye çevrildi.
Tanzimat’ın derhal uygulanan esaslarından biri angaryanın ve servajın kesin olarak kaldırılmasıdır.
Merkezden geniş yetkilerle muhassılların tayini, vergi tahsil işlerini valilerin ve âyânın komtrolünden kurtarmak ve böylece onların yaptıkları veya sebep oldukları suistimallere son vermek gayesini güdüyordu.
Hükümetler halk için mevzu olup, yoksa halk, hükûmetler için mahlûk değildir.
Türk İmparatorluğu son günlerini yaşamaktadır. Ancak Batı medeniyetine yaklaşmak suretiyle dağılmasını bir müddet için önlemek mümkün olabilir. Bu ihtimal bile zayıf amma, ne olursa olsun tek çare, aksi halde İmparatorluk dağılacak ve sonuç olarak Avrupa barışı uzun yıllar tamiri imkânsız bir hercümerç içinde yuvarlanacaktır.
3.Selim’in orduda ve donanmada yapmak istediği Batılılaşma hareketi bile dine aykırı görüldü ve ilkin Ebu Bekir Ratip Efendi boğduruldu; sonra da 3.Selim ıslahatçı ekibi ile, şeriat adına katledildi. (1807)
Adalet mülkün esasıdır düsturu, vicdanlarda yaşayacağına, sürrealist bir tablo gibi duvarlarda asılı bulunduruluyordu.
Batı milli devletlerinde eşitlik prensibi içtimaî sınıfların, vatandaşların eşitliği yönünde gelişirken Osmanlı İmparatorluğu’nda bu prensip tâbi kavimlerin, gayrimüslimlerin eşitliği şeklinde kendini göstermekte idi
Zira Tanzimat’ın uygulamasına karşı en büyük engeli, bu yeni siyaset karşısında nüfuz ve menfaatleri tehlikeye düşen başlıca iki sınıf, ulema ve âyân çıkaracaklardı.
Bu vesika, şekil bakımından şer’î bir vesikadır. Şer’î bir yemin vesikası, misâk şeklinde kaleme alınmıştır. Burada taraflar birbirlerine karşı teahhüdlerini yeminle tekit etmiştir.
Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ilk müstakil devlet oldu (1830) . Aynı muahede ile Sırbistan’ın muhtariyetini de tam şekilde ve daha geniş bir saha üzerinde tatbik etmeyi kabul ettik.
Sırp isyanları da şehirlerden değil, ziraî vaziyeti çekilmez bir hale gelen köylü sınıflarından çıkmakta idi.
Filhakika, devlete ait topraklar, malikâne-çiftlik halinde fiilen mahut bir ağalar ve Çorbacılar zümresinin eline geçerek milyonlarca köylü feodal bir rejimde olduğu kadar müşkül maddi şartlar içine düştü ki, imparatorluğun yıkılışı tarihinde bizce en asasî hadise budur.
Şunu da hatırlatalım ki Şeyhülislamlar ve umumiyetle din adamları ancak inhitat devrinde üstün bir nüfuza sahip olmuşlardı.
Tepedenli isyanı, Yunan isyanını, o da Mısır’da Mehmed Ali Paşa isyanını hazırladı.
Sened-i İttifak, bir harp ve ihtilal ortamı içinde iktidarı ele alan âyânlar tarafından Padişah’ın mutlak otoritesi karşısında açıkça kendilerinin durumlarını garanti altına almak gayesi ile kabul ettirilmiş vesikadır.
Her nahiye ve kasabanın resmî bir çorbacısı vardı. Ahali tarafından seçilen ve mahalli hükümet tarafından kendisine bir âsa verilmek suretiyle resmen tanınan bu çorbacılar Belediye Reisi hizmeti görürler, vergi, mahkeme ve sair işlerde idari ve adli makamlarla halk arasında mutavassıt rolü oynardı.
İşte Osmanlı İmparatorluğu’nun en kuvvetli temel taşı olan bu timar sistemi XVI’ncı asır ortalarında devlete 200 bine yakın talim görmüş mücehhez asker temin ederdi. Bu zamanda bütün ulufeli asker ancak 41.000 kadardı.
Timar sahibinin vazifelerine gelince, muhakkak Timar dahilinde oturması şarttır. Teçhizatını kendisi düzer, askerî talimlerle meşgul olur, her an harbe hazır bulunur. Sefer varsa, sancak beyinin bayrağı altına koşar.
Timar, babadan oğula doğrudan doğruya intikal eder. Yeniden Timar verilmesi ancak, harpte yararlılık gösterenler için ve sancak beyinin arzı ile olur.